Allah’ın Razı Olup Öfkelenmesi
Allah’ın Razı Olup Öfkelenmesi
Hamza b. el-Rabi’i ashabımızın bazısından şöyle rivayet etmiştir:
Bir gün Ebu Cafer'in (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) meclisinde bulunuyorken Amr b. Ubeyde içeri girdi ve İmam'a şöyle dedi: "Sana kurban olayım! Allah Tebareke ve Teâlâ: "Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir." (Ta-ha, 81) buyurmuştur. Bu ayette sözü edilen gazap nedir?"
Ebu Cafer (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Bundan maksat cezadır, ey Amr! Bir kimse, Allah Azze ve Celle’nin bir durumdan bir duruma geçtiğini iddia ederse O'nu kullarının nitelikleriyle vasfetmiş olur. Hiçbir şey Allah Azze ve Celle’yi taciz edemez ve O'nu değiştiremez.”
Aynı senetle Ahmet b. Ebu Abdullah babasının merfu olarak Ebu Abdullah'dan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin "Böylece bizi gazaba getirince onlardan intikam aldık..." (Zuhruf, 55) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı rivayet etmiştir:
“Allah Tebareke ve Teâlâ bizim öfkelenmemiz gibi öfkelenmez. Fakat O, kendisi için öfkelenen ve hoşnut olan veliler yaratır. Onlar yaratılmışlar ve yaratılıştan yönetici edilmişlerdir. Allah onların hoşnutluğunu, kendi hoşnutluğu ve öfkelerini, kendi öfkesi olarak öngörmüştür. Onları kendisine davet eden davetçiler ve yol göstericiler kılmıştır. Zaten bu şekilde yaratılmış olmalarının amacı budur. Bu görev için yaratılmışlardır. Yoksa ayette, kulların öfkelenmesi gibi Allah'ın da öfkelendiği şeklinde bir anlam kastedilmiş değildir.
Belki bir rivayette de işaret edildiği gibi başka bir anlam kastedilmiştir: "Kim benim bir velimi aşağılarsa, onu küçük düşürürse, bana meydan okumuş, beni savaşmaya davet etmiş olur."
Nitekim şöyle buyurmuştur: "Resule itaat eden Allah 'a itaat etmiş olur." (Nisa, 80) "Sana bîat edenler, kuşkusuz Allah 'a biat etmişlerdir. Allah 'in eli onların ellerinin üzerindedir." (Fetih, 10) Bu ve benzeri ayetlerin tümü sana anlattığım anlamı ifade etmektedirler. Aynı durum hoşnutluk ve öfke gibi varlıklar için geçerli olan bütün davranışlar için de geçerlidir. Eğer oluşturan öfkelenir ve tasalanırsa ki, öfke ve tasayı icat eden, onları meydana getiren O'dur. O zaman birinin çıkıp: "Oluşturanın, gün gelir yok olur" demesini normal karşılamak gerekir. Çünkü Allah öfkelenip tasalanıyorsa değişime de uğruyordur. Değişime uğradıysa da bir gün yok olmayacağından emin olunmaz. Eğer bu şekilde olursa oluşan ile oluşturan, güç yetiren ile güç yetirilen, yaratan ile yaratılan birbirinden ayırt edilemez olur. Allah bu tür sözlerden yücedir, uludur. O, varlıkları yaratmıştır; ama onlara muhtaç olduğundan değil. Yaratmayı bir ihtiyaçtan dolayı gerçekleştirmediğine göre O'nun için sınır ve keyfiyet tasavvur edilemez. Allah'ın izniyle gerçeği anlayınız.”
***
Hişam b. Hakem, Ebu Abdullah'a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) bir takım sorular soran adamla ilgili hadisin kapsamında rivayet eder ki:
Adamın İmam'a sorduğu sorulardan biri de şuydu: Allah Tebareke ve Teâlâ’nın hoşnutluğu ve öfkelenmesi var mıdır?
Ebu Abdullah (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Evet ama bunlar kulların sahip oldukları hoşnutluk ve öfke gibi değildirler. Çünkü hoşnutluk insanda meydana geldiğinde onu bir durumdan başka bir duruma sokar. Yaratılmış varlıklar boş, işlenmiş, yapılmış ve birleşimdir. Bu yüzden her şey ona girecek bir yol bulabilir. Buna karşılık eşya, yaratıcımızın içine giremez. O, birdir, zâtı ve sıfatı birdir. Hoşnutluğu sevap, öfkesi ise azaptır. Hiçbir şey O'nun içine girip de O'nu heyecanlandırmaz, dolayısıyla halden hale sokmaz. Bunlar çaresiz, muhtaç kulların özellikleridir. Allah Tebareke ve Teâlâ yarattıkları içinden hiçbir şeye ihtiyaç duymayan güçlü ve galiptir. Yaratıklarının tamamı O’na muhtaçtır. Hiç şüphesiz sebep ve ihtiyaç duymadan her şeyi icat ederek yoktan var ederek, yarattı.”
***
Muhammed b. Umaret, babasından şöyle rivayet etmiştir:
Cafer b. Muhammed’e (aleyhi selâm) sordum ve dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Allah Azze ve Celle’nin hoşnutluğu ve öfkelenmesi var mıdır?”
İmam Cafer Sadık (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Evet ama bunlar kulların sahip oldukları hoşnutluk ve öfke gibi değildirler. Allah’ın öfkesi azabı, hoşnutluğu ise sevabıdır.”
***
Ebu Hamza Sumali şöyle rivayet etmiştir:
Nafi b. Ezrak Ebu Cafer’e (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) sordu ki: "Bana Allah'ın ne zaman var olduğunu anlat?"
Buyurdu ki: “Yazıklar olsun sana! Ne zaman yoktu ki, sana ne zaman olduğunu anlatayım? Daima olan ve asla yok olmayan bir, hiçbir şeye muhtaç olmayan (samed), eş ve çocuk edinmeyen Allah, münezzehtir.”
***
Ebu Basir şöyle rivayet eder:
Bir adam Ebu Cafer’in (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) yanına geldi ve dedi ki:
Bana Rabbinin ne zamandan beri var olduğunu söyle?
İmam buyurdu ki: “Yazıklar olsun sana! Ancak bir zaman var olmayan şey hakkında ne zaman oldu? denir. Benim yüce Rabbim, her zaman vardı ve her zaman nasılsız (keyfiyetsiz) diridir. Allah hakkında "oldu" olmaz. Oluşu için de "oldu ve nasıl oldu" nitelemesi olmaz. O'nun için "nerede" (mekân) yoktur.
Bir şeyin içinde değildir. Ve bir şeyin üzerinde de değildir. Özel mekânı için bir yer meydana getirmemiştir. Varlıkların oluşmasından sonra güçlenmemiştir ve hiçbir şey olmadan önce de zayıf değildi. Bir şey meydana getirmemişken korku hissetmiyordu. Zihinde tasavvur edilen hiçbir şeye benzemez. Varlıkların yaratılmasından önce egemenlikten uzakta değildi ve varlıkların ortadan kalkmasından sonra da egemenlikten uzaklaşmaz. Hayat olmaksızın hep diridir. Bir şey meydana getirmeden önce güçlü hükümdardı. Evreni var ettikten sonra da karşı durulmaz güç sahibi hükümdardır.
Varoluşu için "nasıllık" söz konusu değildir. Nerede oluş O'nun için yoktur, sınırı söz konusu değildir. Kendisine benzeyen bir şeyle tanınmaz. Uzun süre kalmaktan dolayı yaşlanmaz. Hiçbir şeyden korkmaz. Aksine bütün varlıklar Onun korkusundan titrerler. Sonradan olma bir hayatı olmaksızın diriydi. Vasfedilir bir oluşu, sınırlandırılabilir "bir nasıl" oluşu ve kavranabilir "bir nerede" oluşu veya bir şeye komşu olabilir "bir mekânı" yoktur. Bilâkis O, diridir, tanınandır, hükümrandır, daima güç ve egemenlik sahibidir. Dilediğini, dilediği zaman dileyişiyle yarattı. Sınırlandırılamaz, parçalanamaz, yok edilemez. Keyfiyetsizlikti, mekânsız son olacaktır. "O'nun yüzü hariç, her şey helak olacaktır." (Kasas, 88) "Yaratma ve emir yetkisi O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir." (Araf, 54)
Yazıklar olsun sana, ey soru soran adam! Benim Rabbimi, zihinler kapsayamazlar. Şüpheler Onu, rububiyyet makamından indiremezler, şaşırmaz, hiçbir şey Ona yaklaşamaz, komşu olamaz, Olaylar Ona musallat olamazlar, hiçbir şeyden dolayı sorumlu tutulamaz, hiçbir şeyden dolayı pişmanlık duymaz. "Uyumaz..." (Bakara, 255) "Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve yerin altında bulunan her şey Onundur." (Ta-ha, 6)”
***
Ebu'l-Hasan el-Mevsilî, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
Yahudi bilginlerden biri Emir'ül-Mü'minin’in (Ali aleyhi selâm) yanına geldi ve dedi ki: Ey Müminlerin Emiri! "Rabbin ne zaman var oldu?"
Dedi ki: “Anan sensiz kalasıca! Ne zaman olmadı ki, ne zaman var oldu? diye sorulsun? Benim Rabbim, önceden önce, öncesiz vardı, sonradan sonra, sonrasız vardır. Sonluğunun sonu, sınırı yoktur. Sonlar O'nda son bulur. O, her şeyin sonudur.”
Yahudi dedi ki: Ey Mü'minlerin Emiri! Yoksa sen nebi misin?
Dedi ki: “Yazıklar olsun sana! Ben, ancak Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve âlih) Kullarından bir kulum.”[1]
***
Rivayet edilir ki, Emir'ül-Mü'minin'e "Gökleri ve yeri yaratmadan önce Rabbimiz neredeydi?" diye sorulmuş, Hz. Ali (aleyhi selâm), bu soruya şu cevabı vermiştir:
“Nerede?” mekânla ilgili bir sorudur. Mekân yokken Allah vardı.”
***
Yunus b. Abdurrahman, Ebu’l Hasan Musa b. Cafer’den (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
İmam Ebu’l Hasan’a (aleyhi selâm) dedim ki: “Hangi sebepten Allah Peygamberini (sallallahu aleyhi ve alih) göğe çıkardı, oradan “Sedru’l Münteha”ya oradan da “Nur hicabına” götürerek O’nu muhatap alıp, orada O’nunla konuştu. Hâlbuki Allah mekânla vasıflandırılmaz?”
Şöyle buyurdu: “Allah Tebareke ve Teala, mekanla vasıflandırılmaz, O’nda zaman işlemez, lakin Allah Azze ve Celle diledi ki O’nunla meleklerini ve göklerde yaşayanları şereflendirsin. Oradakilerin O’nu müşahede etmesiyle onlara ikramda bulunmuş olsun ve indikten sonra Azametinin olağanüstülüklerini haber versin. Teşbihçilerin dedikleri gibi değildir olay. “Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir. (Kasas, 68)”
***
Muhammed b. Sema'e, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
Yahudilerin din bilginlerinin başı (Re'sul Calut) Yahudilere dedi ki: "Müslümanlar, Ali'nin en keskin mücadeleci ve kesin inançları en iyi bilen, en âlim kimse olduğunu iddia ediyorlar. Bizi ona götürün, bir kaç soru sorayım da hatasını ortaya çıkarayım." derken Ali'nin yanına geldiler. Bilginlerinin başı dedi ki:
Ey Mü'minlerin Emiri! Sana bir hususta soru sormak istiyorum.
Dedi ki: “İstediğini sor.”
Bunun üzerine şöyle dedi:
Ey Mü'minlerin Emiri! Rabbimiz ne zaman var oldu?
Dedi ki: “Ey Yahudi! Daha önce var olmayan bir kimse için ne zaman var oldu? denir. Allah, ise oluşsuz vardır. Keyfiyetsiz vardı, vardır. Evet, ey Yahudi! Evet, ey Yahudi! O'nun öncesi olur mu? O sonsuz, sınırsız önceden öncedir. Sonu olmayan sondur. Sonlar O'nun yanında son bulur. Ve O, her şeyin sonudur.”
Yahudi dedi ki: Ben şahitlik ederim ki, senin dinin haktır ve senin dinine aykırı olan görüşler batıldır.
***
İbrahim b. Ebu Mahmud İmam Rıza’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Halkın Resullullah’dan naklettikleri: “Allah Tebareke ve Teâlâ her gece dünya semasına iner.” hadisi hakkındaki görüşünüz nedir diye sordum. Şöyle buyurdu: “Allah sözü çarpıtıp, yerinde kullanmayıp tahrif edenlere lânet etsin. Allah’a and olsun ki Allah Resulü böyle bir şey söylememiştir. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve alih) buyurduğu şudur: “Allah Tebareke ve Teala her gecenin son üçte birlik kısmında ve Cuma gecesinin evvelinde bir meleği dünya semasına gönderir. O melek, Allah’ın emriyle şöyle nida eder: “Acaba isteğini yerine getirmem için bir şey isteyen yok mu? Acaba tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim? Acaba mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlayayım? Ey hayrı talep eden! Öne gel. Ey kötülük peşinde olan! Vazgeç. Bu melek fecir saatine kadar bu şekilde seslenmeye devam eder. Fecir zamanı geldiğinde bu melek, melekût semasındaki yerine geri döner.” Bu hadisi babam, ceddinden O’da Peygamber efendimizden (sallallahu aleyhi ve alih) bu şekilde nakletmiştir.
***
Zeyd b. Ali (aleyhi selâm) babası İmam Zeynel Abidin Seccad’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
Abitlerin seyyid’i babama (aleyhi selâm) sordum ve dedim ki: “Ey Babacığım! Ceddin Resulullah’tan (sallallahu aleyhi ve alih) bana haber ver: “Resulullah, göğe çıkarıldığında rabbi ona elli vakitlik namazı emrettiği zaman neden onu ümmeti için indirmedi; öyle ki Musa b. İmran (aleyhi selâm) O’na rabbine geri dön ve O’ndan bunu indirmesini talep et, çünkü ümmetin bu kadar namazı kaldıramaz?” buyurdu ki: “Ey Oğlum! Gerçekten Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) Rabbi Azze ve Celle’ye öneride bulunmaz ve emrettiği şey hakkında O’na müracaat etmezdi. Musa (aleyhi selâm) O’nun ümmetine aracı olarak bunu Resulullah’tan istediğinden kardeşi Musa’nın aracılığını reddetmesi uygun olmazdı. Dolayısıyla Rabbi Azze ve Celle’ye dönerek namazın sayısını azaltmasını istedi ve elli vakitlik namazı beş namaza dönüştürdü.”
Dedim ki: “Ey babacığım! Resulullah, neden namazın sayısını beşe indirdikten sonra, yeniden rabbi Azze ve Celle’ye dönüp, namazı daha da azaltmasını istemedi?” buyurdu ki: “Ey Oğlum! Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) ümmeti için namazın azaltılmasını elli rekâtlık namazın sevabıyla beraber istiyordu, çünkü Allah Azze ve Celle “Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. (En’am, 160)” buyurmuştur. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) yeryüzüne indiği zaman Cebrail kendisine gelerek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Rabbin sana selâm söylüyor ve diyor ki şüphesiz o beş namazın sevabı elli namaz mukabilindedir. “Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim. (Kaf, 29)” sözünü duymadın mı?”
Dedim ki: “Ey Babacığım! Zikri yüce Allah mekanla vasfedilir mi ki?” buyurdu ki: “Hayır, Allah bundan münezzehtir.” Dedim ki: “Öyleyse Hz. Musa’nın (aleyhi selâm) Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve alih) ‘Rabbine dön’ sözünün anlamı nedir?” buyurdu ki: “Onun anlamı İbrahim’in buradaki “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir. (Saffat, 99)” sözünün anlamı ve Musa’nın “Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim. (Ta-ha, 84)” sözünün anlamı, Allah Azze ve Celle’nin “O halde Allah'a koşun. (Zariyat, 50)” sözünün anlamının aynısıdır. Yani Allah’ın evini kast edin, ey oğlum! Şüphesiz Kabe, Allah’ın evidir. Dolayısıyla kim Allah’ın evini kast (haccederse) ederse şüphesiz Allah’ı kast etmiştir. Camiler Allah’ın evleridir. Kim ona doğru giderse, şüphesiz Allah’a gitmiş ve O’nu kast etmiştir. Namaz kılan namazdan ayrılmadığı süre içinde Allah Celle Celaluhu’nun önünde durmuştur. Arafat’ta vukuf için duranlar Allah Azze ve Celle’nin önünde durmuşlardır. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın göklerde (özel) yerleri vardır. Dolayısıyla her kimi göklerdeki o yerlere çıkarırlarsa şüphesiz Allah’a çıkarmış olur. Allah Azze ve Celle’nin “Melekler ve Rûh oraya, yükselip çıkar… (Mearic, 4)” ve yine “O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. (Fatır, 10)” sözlerini duymadın mı?”
***
Mufaddal b. Ömer şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah'ın bir şeyin içinde veya bir şeyden ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse küfre düşmüştür. Eğer Allah Azze ve Celle bir şeyin üzerinde olursa, taşınabilir bir şey olur, eğer bir şeyin içinde olursa, bir alanla sınırlanmış olur ve eğer bir şeyden olursa, sonradan olma bir varlık konumuna düşmüş olur.”
***
Hammad Amr şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah'ın bir şeyin içinde veya bir şeyden ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.”[2]
***
Süleyman b. Mihran Cafer b. Muhammed’den (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
İmam Cafer Sadık’a (aleyhi selâm) dedim ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyin içinde olduğunu demek caiz midir?” Buyurdu ki: “Allah, bundan yüce ve münezzehtir. Eğer bir yerde olursa sonradan oluşturulmuş olur. Dolayısıyla her hangi bir mekânda olan o mekâna ihtiyaç duymuştur. İhtiyaçsa sonradan yaratılmış varlıkların özelliklerindendir, kadimin (öncesiz) sıfatı değildir.”
***
Yakup b. Cafer el- Caferî, Ebu İbrahim Musa b. Cafer’den (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Şüphesiz Allah Tebareke ve Teâlâ, her zaman şu anda olduğu gibi zaman ve mekân olmadan vardı. Onun olmadığı hiçbir yer yoktur. Mekân onunla meşgul olmaz O’nda yer edinmez. “Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. (Mücadele, 7)” Onunla yaratıkları arasında yaratıklarından ayrı bir hicap yoktur. O’nu örtecek hicap olmadan gizli, O’nu saklayacak bir şey olmadan saklıdır. O’ndan başka ilâh yoktur, O büyük ve yücedir.”
***
Cabir b. Yezid el- Cu’fi, şöyle rivayet etmiştir:
Muhammed b. Ali el- Bakır (aleyhi selâm) bana dedi ki: “Ey Cabir! Şam Ehlinin Allah Azze Celle’ye iftirası ne kadar de büyüktür. Onlar Allah Tebareke ve Teâlâ’nın göğe çıktığında “Beytü’l Makdis”teki kayaya ayağını koyduğunu ve Allah’ın kullarından bir kulun ayağını bir taşın üzerine koyduğu sırada, Allah Tebareke ve Teâlâ bize, o yeri namaz kılma yeri edinmemiz için emrettiğini iddia etmektedirler. Ey Cabir! Allah Tebareke ve Teâlâ’nın ne benzeri ve ne de dengi vardır. Niteleyenlerin nitelemesinden münezzehtir. Zannedenlerin zanlarından yüce, gören gözlerden saklıdır. Yok olucularla birlikte yok olmaz, batanlarla birlikte batmaz. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, bilendir.”
***
Muhammed b. Ebu Umeyr şöyle rivayet etmiştir:
Sufyan-i Sevri, Ebu’l Hasan Musa b. Cafer’i (aleyhi selâm) gençliğinde halkın O’nun önünden geçer halde namaz kıldığını gördü. Bundan dolayı O’na şöyle dedi: “İnsanlar, sen namaz kıldığın sırada önünden geçerek tavaf ediyorlar!” imam şöyle buyurdu: “Öyle birine namaz kılıyorum ki bana O insanlardan daha yakındır.”
***
Abdurrahman b. El- Esved, Cafer b. Muhammed’den (aleyhi selâm) O’da değerli babası imam Muhammed Bakır’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Peygamber’imizin (sallallahu aleyhi ve alih) Allah’ın Resulü Musa’ya (aleyhi selâm) iman eden iki Yahudi dostu vardı. Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve alih) yanına gelir O’ndan (dini dersler) alırlardı. Onlar Tevrat’ı, Hz. İbrahim’in suhufunu okur ve geçmiş kitapları bilirlerdi. Allah Tebareke ve Teala Resulü’nün canını alınca O’ndan sonraki emir sahibini öğrenmek için oraya doğru hareket ederek, dediler ki: Hiç şüphesiz peygamberler ölmeden önce kesinlikle kendisinden sonra ümmeti arasında ailesinden ona en yakın olan, çok önemli, şanı yüce biri emirle onun yerine halife olarak geçer. Onlardan biri ötekine acaba sen peygamberden sonra emir sahibinin kim olduğunu biliyor musun? Diye sordu. Ötekisi Tevrat’tan öğrendiğim sıfatlarından başka bir şey bilmiyorum. O sıfatlar ise şunlardır: saçının ön tarafı dökülmüş, buğday tenli ve Allah Resulüne insanlar içinde en yakın olan kişi.”
Medine’ye girdiklerinde halifenin kim olduğunu sordular. Onları Ebu Bekir’e yönlendirdiler. Ebu Bekir’i gördüklerinde bu bizim dostumuz değildir, dediler. Sonra Ebu Bekir’e Resulullah’la nispetiniz nedir? Diye sordular. Ben O’nun kabilesindenim kızım Ayşe’de Resullullah’ın eşidir. Onlar, peki bunların dışında ne akrabalığınız var? diye sordular. Dedi ki: başka bir akrabalığım yok. Onlar: bunlar akrabalık sayılmaz. Öyleyse bize rabbinden haber ver, rabbin nerededir?” dedi ki: “Yedi göğün üstündedir.” Dediler ki: “Acaba bunun dışında bir yer de yok mu?” dedi ki: “Hayır.” Dediler ki: “Bizi senden daha bilgili birisine yönlendir, gerçekten sen bizim Tevrat’ta okuduğumuz bu peygamberin vasisi ve halifesi olabilecek özellikleri taşımıyorsun.” Bu sözler üzerine Ebu Bekir sinirlenerek onlara çıkıştı. Sonra onları Ömer’e yönlendirdi. Çünkü Ebu Bekir, onların Ömer’le karşılaştıklarında onlara karşı çok sert davranarak onlara güç kullanacağını biliyordu. Onlar Ömer’in yanına gelerek ona senin bu Nebi’yle akrabalığın nedir?” diye sordular. Ömer şöyle cevap verdi: “O’nun kabilesindenim ve ayrıca kızım Hafsa’nın kocasıdır.” Onlar dediler ki: “Bunun dışında bir akrabalığın var mı?” Ömer dedi ki: “Hayır.” Onlar dediler ki: “Bu akrabalık sayılmaz ve bu sıfat bizim Tevrat’ta okuduğumuz özellikleri taşımıyor. Sonra Ömer’e dediler ki: “Senin rabbin nerededir?” dedi ki: “Yedi göğün üstünde.” Dediler ki: “Onun dışında bir yerde değil mi?” dedi ki: “Hayır.” Bunun üzerine onlar bizi senden daha bilgili birisine yönlendir, dediler. Ömer, onları Hz. Ali’nin (aleyhi selâm) yanına yönlendirdi.
Hz. Ali’nin (aleyhi selâm) yanına gelip, ona baktıktan sonra, biri ötekine ‘gerçekten bu bizim Tevrat’ta okuduğumuz Peygamber’in vasisi, halifesi, kızının kocası, iki torununun babası ve Resulullah’tan sonra hakkı ikame edecek olan kişidir.’ Sonra Hz. Ali’ye (aleyhi selâm) Ey efendi! Senin Resulullah’la akrabalık bağın nedir?” diye sordular. Hz. Ali (aleyhi selâm) “O benim kardeşim”dir ve ben Onun varisi, vasisi, Ona ilk iman eden, Onun kızı Fatıma’nın kocasıyım.” Dediler ki: “Bu övünülecek bir akrabalık bağı, yakınlık makamı ve Tevrat’ta okuduğumuz özelliklerdendir.”
Sonra Hz. Ali’ye (aleyhi selâm) dediler ki: “Rabbin Azze ve Celle nerededir?” Hz. Ali (aleyhi selam) şöyle buyurdu: “Eğer isterseniz Peygamberiniz Hz. Musa’nın ahdi zamanında olan (olay)dan size haber vereyim ve eğer isterseniz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ahdi döneminde olan (olay)dan size haber vereyim?” dediler ki: “Bizim peygamberimiz Hz. Musa’nın (aleyhi selam) ahdi zamanında olandan haber ver.” Bunun üzerine Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Birisi doğudan, birisi batıdan, birisi gökten ve biri de yeryüzünden olmak üzere dört melek geldi. Doğudan gelen melek, batıdan gelen meleğe nereden geliyorsun? diye sordu. Batıdan gelen melek rabbimin katından geliyorum, dedi. Bunun üzerine batıdan gelen melek, doğudan gelen meleğe nereden geliyorsun? diye sordu. Doğudan gelen melek rabbimin katından geliyorum, dedi. Gökyüzünden inen melek yeryüzünden çıkan meleğe nereden geliyorsun? diye sordu. Yeryüzünden çıkan melek, rabbimin katından geliyorum, dedi. Bununun üzerine yeryüzünden çıkan melek, gökyüzünden inen meleğe nereden geliyorsun? diye sordu. Gökyüzünden inen melek, rabbimin katından geliyorum, dedi. Bu sizin peygamberiniz Hz. Musa’nın ahdi zamanında olan olaydır. Ama bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve alih) ahdi zamanında olan olay Allah’ın muhkem kitabındaki şu sözüdür: “Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. (Mücadele, 7)”
Yahudi olan o iki kişi dedi ki: “Ne sebep oldu ki o iki arkadaşın (Ebu Bekir ve Ömer) seni layık olduğun o makama çıkmana mani oldular?!” Tevrat’ı Musa’ya nazil edene and olsun ki gerçekten sen hak olan halifesin. Senin özelliklerini kitabımızda görmüş ve mabetlerimizde onu okumuştuk. Kuşkusuz sen bu işe daha lâyık ve sana galebe çalanlardan daha müstahaksın.” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Onlar kendilerini öne atarak beni geri ittiler. Onların hesapları Allah Azze ve Celle’yedir. Onlar durdurulacak ve sorgulanacaklardır.”
***
Selman-ı Farisî'ye dayandırılan uzun bir hadiste Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alih) vefatından sonra Hıristiyanların lideri “Caslik” yüz kişiyle birlikte Medine’ye gelerek Ebu Bekir’e bazı konular hakkında sorular sordu. Onlara cevap veremediğinden onları Emirü’l Müminin’e (aleyhi selâm) yönlendirdiler. Onlar, sorularını sorarak cevaplarını aldılar. Caslik’in sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Bana rabbin Tebareke ve Teâlâ’nın yüzünden haber ver.” Emirü’l Müminin Ali (aleyhi selâm) ateş ve odun istedi. Odunları tutuşturdu. Odunlar iyice alevlenince Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Bu ateşin yüzü nerededir?” Nasranîlerden biri dedi ki: “Tüm tarafı onun yüzüdür.” Hz. Ali (aleyhi selâm) dedi ki: “Bu düzenlenmiş ve yapılmış ateşin bile yüzü belli değilken, bu ateşin yaratanıyla teşbih edilmez. “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. (Bakara, 115)” rabbimize hiçbir şey gizli kalmaz.”
***
Süleyman el- Ferra, Ali b. Musa er- Rıza’dan (aleyhi selâm) O da atalarından Hz. Ali’nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurdu: “Hz. Musa rabbiyle münacat ettiğinde şöyle dedi: “Ey rabbim! Acaba bana uzak mısın, sana sesleneyim, yoksa yakın mısın, seninle sessizce münacat edeyim?” Allah Celle Celaluhu Hz. Musa’ya şöyle vahyetti: “Kim, beni anarsa ben onunlayım.” Hz. Musa (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Ey rabbim! Gerçekten ben şu anda seni anacak iyi bir halde değilim.” Allah şöyle buyurdu: “Ey Musa! Beni tüm hallerde zikret.”
***
Yakub b. Cafer el-Caferî, Ebu İbrahim’den (Musa b. Cafer aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Bir takım insanlar, İmam'ın huzurunda Allah'ın dünya semâsına indiğini iddia ettiler.
Bunun üzerine İmam buyurdu ki: Allah inmez ve inmeye ihtiyaç duymaz. Varlıklara bakışı açısından yakınlık ve uzaklık fark etmez. Yakın O'ndan uzaklaşmaz, uzak da O'na yakın olmaz. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Tersine, her şey O'na muhtaçtır. O, bahşedicidir. Ondan başka ilâh yoktur, üstün iradelidir, hikmet sahibidir.
Allah Tebareke ve Teâlâ’yı, inen biri olarak vasfedenlere gelince bu nitelendirmeyi; ancak O'nu eksiklik ve artma olgularıyla ilintilendirenler yaparlar. Her hareket eden varlık, kendisini hareket ettiren birine veya hareket etmesini sağlayan bir şeye muhtaçtır. Allah hakkında mesnetsiz zanlarda bulunanlar helâk olurlar. Allah'ı vasfederken, O'nu eksiklik veya fazlalık nitelikleriyle sınırlandıracak şekilde veya hareket eden ya da hareket ettirilen biri olarak vasfetmekten sakının.
Allah için zeval veya iniş tasavvur etmeyin. Bir yerden kalkma veya oturma eylemlerini düşünmeyin. Allah, kendisini bu şekilde vasfedenlerin vasfından, nitelendirenlerin niteliğinden ve vehmedenlerin vehminden münezzehtir, yücedir. Seni kıyam ederken ve secde edenlerle birlikte hareket ederken gören, üstün iradeli ve merhamet sahibi Allah'a tevekkül et.”
***
Yakup b. Cafer, Ebu İbrahim’den (İmam Musa b. Cafer aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Allah kâimdir, dediğim zaman O'nun yerinden ayrıldığını söylemiş olmuyorum. O'nu içinde bulunduğu bir mekânla sınırlandırmayı kastetmiyorum. Organ ve âletlerin hareket etmesi şeklinde sınırlandırıcı bir anlamı ifade etmiş olmuyorum. Dudaklarımı açmak suretiyle de bir sınırlandırmaya gitmiyorum; fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın şu sözündeki anlamı kastediyorum:
"Bir şeye "Ol" der, o da hemen oluverir. (Yasin, 82)" Allah iradesiyle bu emri verir, nefes alıp vermeksizin, tek basma ve hiçbir şeye muhtaç olmadan. O, mülkünü kendisine hatırlatacak, ilminin kapılarını açacak bir ortağa ihtiyaç duymaz.”
***
Ebu Basir, Ebu Abdullah es- Sadık’tan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Kuşkusuz Allah Tebareke ve Teâlâ zamanla, mekânla, hareketle, bir yerden bir yere hareketle, sükûnla nitelendirilmez; bilâkis zamanın, mekânın, hareketin, sükûnun yaratıcısıdır. Hakkında söylenenlerden münezzehtir, yücedir, büyüktür.
***
El- Haris el- E’ver, Ali b. Ebu Talip’ten (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Ali (aleyhi selâm) pazara girdiğinde sırtı Hz. Ali’ye dönük olan bir adam şöyle diyordu: “Yedi şeyden gizli olana yemin ederim ki hayır.” Hz. Ali bu adamın omuzuna vurarak şöyle dedi: “Kim yedi şeyden gizlidir?” adam dedi ki: “Allah, ey Müminlerin Emiri!” Hz. Ali (aleyhi selâm) dedi ki: “Hata ettin, Allah canını alsın. Allah Azze ve Celle ile yaratıkları arasında bir hicap yoktur, çünkü Allah her nerede olurlarsa olsunlar onlarladır.” Adam dedi ki: “Dediğim şeyin kefareti nedir? Ey Müminlerin Emiri!” Hz. Ali şöyle buyurdu: “Biliyorsun ki her nerede olursan ol Allah seninledir.” Adam dedi ki: “Öksüzlere yemek vereyim mi?” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Hayır, çünkü sen rabbinin dışındakine yemin ettin.”
***
Cafer b. Muhammed (aleyhi selâm) babasından O da ceddinden şöyle rivayet etmiştir:
Hasan b. Ali b. Ebu Talib (aleyhi selâm) namaz kıldığı sırada önünden biri geçti. Bunu gören etraftakiler o adama engel olarak onu nehyettiler. Hz. Hasan (aleyhi selâm) namazını bitirdikten sonra şöyle buyurdu: “Neden o adama engel oldunuz?” dediler ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Bu adam sizinle mihrap arasında engel olmuştu.” İmam Hasan (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Allah Azze ve Celle benimle onun arasına engel olabilecek herkesten daha yakındır.”
---------------------------
[1] — Şeyh Saduk (r.a) bu konu hakkında şöyle söylüyor: Yani velimdir, bağlılarından biriyim, başka manaya gelmez.
[2] — Şeyh Saduk (r.a): Allah Azze ve Celle’nin her hangi bir mekanda olmadığının delili şudur: tüm mekanlar sonradan yaratılmıştır. Halbuki, Allah Azze ve Celle mekanlardan kadim (öncesiz) ve öncekidir. İhtiyaçsız kadim olanın ihtiyacı olmadığı şeye muhtaç olması mümkün değildir. Her zaman olan şeyin değişmediği gibi. Doğrusu önceden olmadığı gibi şimdi de bir mekanda değildir.
ABNA.İR
Yeni yorum ekle