“İnsani Yüzlü” Terörizm: Suriye’deki El Kaide İçin İmaj Çalışması

“İnsani yüzlü” terörizm: Suriye'deki El Kaide tugaylarının halktaki imajının değiştirilmesi “Gerçekte El Nusra tarafından gerçekleştirilen operasyonlar kamuoyu önünde ÖSO’nun operasyonları gibi sunuluyordu” diyen ve ılımlı olduğu varsayılan ÖSO savaşçılar

“İnsani Yüzlü” Terörizm: Suriye’deki El Kaide İçin İmaj Çalışması

 

“İnsani yüzlü” terörizm: Suriye'deki El Kaide tugaylarının halktaki imajının değiştirilmesi
“Gerçekte El Nusra tarafından gerçekleştirilen operasyonlar kamuoyu önünde ÖSO’nun operasyonları gibi sunuluyordu” diyen ve ılımlı olduğu varsayılan ÖSO savaşçılarına göre “El Nusra savaşçıları, sınırlardan kolaylıkla geçebilmek için ÖSO’da yer alıyorlardı.”
Batı'nın şirket medyası, petrol ve doğalgaz ortakları (KİK) ve “ısmarlama analiz” endüstrisindeki çeşitli destekçiler ile ücretli propagandacılar bir kez daha, Suriye'deki köktenci isyancıların halktaki imajını desteklemeye ve değiştirmeye çalışıyor.
Bir haftalık bir zaman dilimi içerisinde, kitle medyası sözlüğünde gizemli bir şekilde iki yeni silahlı isyancılar oluşumu ortaya çıktı ve bunlar, alışılmış “aktivist” sosyal medya hesapları üzerinden hâkim aşırıcılara savaş ilan etti. Yeni tugayların çatışmada kayda geçirilmiş bir geçmişleri yok ve sürgündeki etkisiz muhalefet ile onun Batılı destekçileri tarafından yaratılmış gibi görünüyor. Irak ve Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) görevlerini terk edip, “ılımlı” olduğu varsayılan bu yeni güce karşı yöneldiğine dair hikayeler anlatan bol miktarda haber mevcut.
Gerçekte, Suriye'deki en baskın milis grubu – şimdi Ahrar el Şam'dan Hasan Abbud ve Liva el İslam'dan Zehran Alluş'un liderlik ettiği ve İslami Cephe (İC) şemsiyesi altında savaşan Selefi-Vehhabi topluluğu – kendileri ile açık El Kaide bağlaşıkları olan IŞİD ve El Nusra Cephesi arasında ayrımları ortaya koymak için ortak çabalar yürüttü.
Bu yeni anlatı Irak'taki “Sahva”dan (Uyanış) ileri geliyor. Burada, batıdaki Anbar eyaletinde bulunan Sünni aşiretler, ABD işgalinin ardından başlayan El Kaide isyanına karşı silahlanmış ve en sonunda yenilgiye uğratmışlardı. Batı ve Körfez medyası şimdi, IŞİD içindeki aşırıcılara karşı duran cesur “ılımlılar” portresi çizerek isyancıların halktaki imajını yenilemeyi amaçlıyor. Ancak Suriye-Sahva anlatısının aksine, genelleme yapabildiğimiz ölçüde, muhalefet güçlerinin büyük çoğunluğu aşırıcı muadilleriyle farklıklılarından ziyade ortaklıklarının olduğu ortaya koydu. Bunların en başında da mezhepçilik yüklü dini-siyasi ideolojilerinin ortaklığı geliyor.
Batı ve Körfez propagandacılarına göre El Nusra Cephesi görünüşte, “ülke içinde oluşmuş” Suriye El Kaide kolunu temsil ediyor. Gerçekte ise bu iddia bütünüyle yanlıştır: El Nusra'nın milisleri kaydadeğer bir yabancı kontenjanına sahiptir ve komutanlarının da çoğunun yabancı kökenli – özellikle Iraklı – olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden El Nusra Cephesi, IŞİD ve onun eski biçimi – Irak İslam Devleti ya da daha önceki adıyla Irak El Kaidesi – tarafından inşa edilmiş ve sürdürülmüş olan en fazla yarı Suriyeli bir milis gücü olarak görülmelidir.
Ahrar el-Şam, El Nusra Cephesi ve daha yakın zamanda IŞİD'den, ideolojik olarak aynı çizgide bulunan Selefi cihadçılar, tüm Suriye krizi boyunca isyanın öncüsü oldu ve Suriye ordu tesislerine karşı saldırılara liderlik etti. Bunu yaparken, ülke çapındaki sivil bölgelerine saldıracak, oraları ele geçirecek ve askeri bakımdan güçlendirebilecek kadar insan gücüne, paraya ve malzemeye sahipti. Bunların en başında da, El Nusra Cephesi veya IŞİD'in kontrolü altında gerçek bir El Kaide devletçiğine dönüşmüş olan Rakka geliyor.
Köktencilerin isyanda oynadığı baskın role ilişkin bolca örnek mevcut. TIME dergisine verdikleri bir röportajda, Ahrar el-Şam savaşçıları – ki yığınla kanıt üzerinden gördüğümüz üzere, El Nusra'ya ayrılmaz bir şekilde bağlıdırlar – 2011'de başlayan barışçıl gösterilerden çok önce de Suriye'de şiddete dayalı bir isyan planladıklarını ve altta yatan mezhepçi gündemlerle istihdam edilen kişilerin, Suriye nüfusu içinde destek kazanmak için çatışmanın ilk aşamalarında gerçek cihadçı davalarını sterilize etmek ve gizlemek için çaba harcadığını kabul ediyorlar. Dahası The National'da yakın zamanda yayınlanan bir haber Suriye'nin güneyinde Deraa dolaylarında faaliyet yürüten “ÖSO” üyelerinin de aynı itirafları yaptığını ortaya koyuyor.

Görüşme yapılan isyancılar şunu kabul etti:
“Onlar [El Nusra Cephesi] hizmet sunuyor ve bizimle işbirliği yapıyor; onlar bizden daha iyi silahlanmış durumdalar, intihar bombacıları var ve nasıl bombalı araç hazırlanacağını biliyorlar. (…) ÖSO ve El Nusra operasyonlar için bir araya geliyor, ancak kamusal nedenlerden ötürü ÖSO'nun öne çıkmasına izin veren bir anlaşma mevcut, çünkü Ürdün'ü veya Batı'yı korkutmak istemiyorlar.”
Röportaj sırasında isyancılar ayrıca, Batı destekli hayali ılımlıların halk nezdindeki imajını desteklemek için çabalar yürütüldüğünden söz ediyorlar. “Gerçekte El Nusra tarafından gerçekleştirilen operasyonlar kamuoyu önünde ÖSO'nun operasyonları gibi sunuluyordu” diyen ve ılımlı olduğu varsayılan ÖSO savaşçılarına göre  “El Nusra savaşçıları, sınırlardan kolaylıkla geçebilmek için ÖSO'da yer alıyorlardı.” Bu raporlar, hakim anlatıyla çelişen ve çoğu kez “komplo teorisi” olarak görülen önceki analizleri doğruluyor. Bu analizler bu tür eylemlerin gerçekleştirildiğini ve Mart-Nisan 2011'deki ilk şiddet olaylarının sorumlularının gerçekte, Batı hükümetlerinin ve medyasının dalkavuklarının büyük rağbet gösterdiği seküler “özgürlük savaşçıları” değil, dini köktenciler olduğunu söylüyordu.  
İsyancıların bu samimi itirafları, bir kez daha, liberal oportünistlerin barışçıl bir protesto hareketinin basitçe, El Kaide liderliğindeki bir isyana dönüştüğü şeklindeki emperyalist anlatıyı körce tekrarlarken söylediklerinin yanlışlığını ortaya koyuyor. Gerçekte, reform çağrısı yapan genel anlamıyla küçük ve meşru protestolar, Suriye'nin çeşitli iç ve dış düşmanları tarafından, hazırladıkları ve işbirliği yaptıkları, aşırıcıların liderliğindeki militan ayaklanma için bir kılıf olarak kullanılmıştır.
Çok sayıda görüşmede ve Abbud ve Alluş'un açıklamalarında ortaya çıktığı üzere İslami Cephe, neresinden bakılırsa bakılsın, El Nusra'ya, IŞİD'e veya genel olarak El Kaide ideolojisine karşı “ılımlı” bir güç değildir (eğer ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Körfez'deki “ılımlı” Vehhabi-Selefi monarşist müşterilerinden söz ederken kullandığı iki yüzlülüğü kullanmayacaksak). Ahrar el-Şam, Liva el-İslam ve İslami Cephe çatısı altında faaliyet yürüten Selefiliğe yakın diğer muhtelif milis grupları pek çok defa El Nusra Cephesi ve IŞİD'le yanyana savaşmış ve sivil nüfusun mezhebi kriteri temelinde köylere ve kasabalara yapılan saldırılara katılmıştır. Lazkiye'nin sivil sakinlerine karşı gerçekleştirilen katliamlar bu mezhepçi barbarlığın sadece son örneklerinden biridir – bu katliamlar sadece aşırıcı unsurlar tarafından değil, sözde ılımlı “ÖSO” milislerinin tam işbirliği ve katılımıyla gerekleştirilmiştir. İslami Cephe'nin El Kaide bağlaşıklarıyla işbirliğine daha yakın bir örnek ise Aralık ayında yaşandı: İC, Şam'ın işç mahallesi Adra'da  sivillere yönelik saldırıya ve katliama katıldı. Bu, Batı medyasının tamamen görmezden geldiği bir diğer savaş suçuydu, oysa katliamlar gerçekleşirken BBC'nin dış haberler baş muhabiri sadece 20 mil uzaklıktaydı.
Doğru bağlama yerleştirildiği zaman, Suriye'deki isyancıların büyük çoğunluğunun aslında, medyanın onları karşısına yerleştirmeye çalıştığı El Kaide bağlaşıklarıyla aynı çizgide olduğu görülür. İC'nin siyasi şefi ve Ahrar el-Şam lideri Hasan Abbud'dan gelen yeni bir açıklama kurnazlıkla, İslami Cephe'nin IŞİD'e yaptığı bir “ikaz” olarak resmedildi. Muhalefet yanlısı medya kuruluşları ve analistler, İslami Cephe'yi hayal ürünü “ılımlılarla” yanyana getiriyor ve bunları, çok daha aşırıcı olan El Kaideci isyancıların ideolojik karşıtları olarak betimlemeye çalışıyor. Bu anlatı, gerçekliğin başaşağı çevrilmesidir, zira Abbud'un son açıklaması gerçekte IŞİD'le yaşanan ihtilafa karşı bir “ikaz”dır. Abbud Suriye nüfusuna “Muhacirin”e (Suriyelilieri öldürmekle meşgul yabancı cihadçılara) “dostça” davranma çağrısı yapıyor ve ayrıca IŞİD'i, “ülke ürünü” olduğu varsayılan versiyonları olan El Nusra Cephesi'ne karşı “daha sağlıklı” tarzda davranma çağrısı yapıyor. Buradan hareketle, Abbud'un, Ahrar el-Şam'ın, Liva el-İslam'ın ve İslami Cephe – muhalefetin en büyük militan gücü - çatısı altında faaliyet yürüten çeşitli Selefi milis gruplarının IŞİD veya Nusra Cephesi'yle hiçbir ideolojik ihtilafının olmadığı sonucu çıkarılabilir.
Her ne kadar İslami Cephe ile IŞİD'in üstünlük yanlısı ideologları arasındaki ihtilaflar ve iç çatışmalar arasındaki artan haberler IŞİD için büyük kayıplar sonucu veriyor gibi görünse de, köktenci beslenme zincirinin en tepesinde yerini, barbarlığını ve baskısını en etkili şekilde uygulamayı isteyen bir sonraki milis grubu alabilir. Köktenci militan isyancıların içkin doğası budur: onlar, devletler ve halklar üzerinde, popüler bir siyasi doktrin ve halkın kitlesel desteği ile değil, katliam, baskı ve korku yaratma yoluyla hakimiyet kurmaları için tasarlanır, bu doğrultuda onlara doktrin aşılanır, ekipman ve finansman sağlanır.  Bir bütün olarak isyanın merkezi bir hiyerarşisinin bulunmadığı ve Suriye içinde yok denecek kadar az desteğe sahip olduğu ve bu nedenle de yabancı patronlarına bağlı ve tabi hale gelebilir olduğu gerçekleri, baskın grupların güçlendirmeye çalıştığı köktenciliğin muhtelif tonlarından bapımsız olarak, birleşik hale gelmeyeceğinin açık göstergeleridir.
Arap ve Müslüman dünyasındaki Batı ve KİK destekli isyanların tarihsel geçmişi, ABD ve Suudi partnelerinin her zaman için jeopolitik amaçlarına ulaşmak için gerici güçleri kullandıklarını, güçlendirdiklerini ve desteklediklerini gösteren açık kanıtlarla doludur. By durum özellikle de, Anglo-Amerikan kapitalist düzenine teslim olmayı reddeden milliyetçi hükümetlerin yıkıldığı veya bu hükümetlere saldırıldığı örneklerde geçerlidir ve köktenci vekillerin yerleştirildiği ülkeler için yıkıcı sonuçlar doğurmuştur.
Suriye hükümeti hızla yıkılmış olsaydı köktenciliğin güçlenmeyeceğini öne süren yanlış iddiayı yadsımak için, Libya'nın çok yakın tarihine bakmak yeterlidir. Sözünü ettiğimiz iddia da, Libya'ya karşı yürütülen NATO-El Kaide ortak savaşının gösterdiği gibi, tarihsel kayıtların başaşağı çevrilmesidir; bir devletin hükümetinin ve liderliğinin süratli bir şekilde yıkılması, kaçınılmaz olarak gerici köktencilerin, ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanması sonucunu verir. 1980'lerde Afganistan'da Sovyet destekli komünist hükümete karşı yürütülen ABD-Suudi destekli isyan, ABD ve Suudi Arabistan'ın hedef devletleri yıkmak için seçtiği vekil tiplerine belki de en iyi örneği teşkil eder. Suriye ve Libya'da olduğu gibi, başlangıçtaki “Afgan Arap” isyanı – ki El Kaide, Bin Ladin, Hikmetyar, Hakkani ağı ve bir dizi başka köktenci militan grubun oluşumuna ve güçlenmesine yardımcı olmuştur – iç çatışma, aşırıcılık, savaş baronluğu ve gericilikle biçimlendirilmişti; bu eğilim, ABD ve KİK ortaklarının cihadçı vekiller yoluyla “özgürleştirmek” için hedefedikleri bütün devletlerde yaşananlarda devam etmiştir.

Suriye'deki isyan boyunca görülen daimi iç çatışma, çeşitli muhalif güçler arasında uzun süredir varolan parçalanmanın, muhtelif köktencilik düzeylerinin ve etki kazanma ve yabancı bağışçılardan gelen silah ve finansmanı elde etme ve kullanma savaşının sonucudur.
Gerçekte ideolojik müttefikler olan güçler arasındaki varsayılan varoluşsal ihtilafa dair kanıtsız anlatılar, isyancı gruplarının isimlerinin devamlı olarak değişmesi ve bir bütün olarak muhalefetin sistematik suçları için aşırıcılığı en açık unsurları günah keçisi ilan etme çabaları, halkla ilişkiler alıştırmalarından başka bir şey değildir ve amaçları, “isyancıların” kitlesel suçlarını aklarken Batılı seçkinleri ve onların KİK partnerlerini jeopolitik amaçlar için aşırıcıları destekleme suçlamasından kurtarmaktır.
--------------------------------
Phil Greaves / Global Research
Çev: Selim Sezer
medyasafak.com

abna.ir

Yeni yorum ekle