İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS)

Hz. Ali b. Muhammed (a.s.), şiaların onuncu İmamı ve lakabı da Hâdi'dir. Sikat'ül İslam Küleyni, Şeyh Müfid, Şeyh Tusi ve de İbn-i Esir'in rivayetine göre İmam Hadi (a.s.) hicri 212[1] yılının Zilhacce ayının ortasında dünyaya gelmiştir. Başka bir rivayete göre ise -ki onu Hatib-i Bağdadi ve diğer bir grup rivayet etmişler hicri 214 yılında[2] gözlerini dünyaya açmıştır. İmam Hadi (a.s.) ve değerli oğlu İmam Hasan b. Ali (a.s.) "Askeriye" diye meşhur olmuşlardır[3] Çünkü Beni Abbas halifeleri 233 yılından, bereketli ömürlerinin sonuna kadar onları "Samirra" (Asker) da gözaltında tutmuşlardır.
İmam Hadi (a.s.), Alim, Fakih, Emin ve Tayyib gibi lakablarlâ da meşhurdur. İmam Hadi (a.s.)'ın mübarek kün­yesi ise Eb'ul Hasan'dır. İmam Kazım (a.s.) ve İmam Rıza (a.s.)'ın da lakabları Eb'ul Hasan olduğundan herhangi bir yanlışlık olmasın diye İmam Kâzım (a.s.)'a Eb'ul Hasan-ı Ev­vel, İmam Rıza (a.s.)'a Eb'ul Hasan-ı Sani ve İmam Hadi n (a.s.)'a da Eb'ul Hasan-ı Salis veya Eb'ul Hasan-ı Mazi denil­miştir.
İmam Hadi (a.s.)'ın annesi Samane adında bir Ümmü Veled (cariye) ve Mağrip ahalisinden idi. İbn-i Sabbağ-ı Maliki'nin rivayetine göre İmam Hadi (a.s.)'ın yüzüğüne Allahu rabbi ve hüve ismeti min halkihi cümlesi yazılıydı.[4]

Şeyh Müfid ve başkalarının rivayet ettiğine göre, İmam Hadi (a.s.) 254 yılının receb ayında, yani yirmi yıl dokuz ay Samirra'da yaşadıktan sonra dünyadan göçmüştür. O dö­nemde, on üçüncü Abbasi halifesi Mu'tazz hilafet tahtınday[5]dı. Şehr Aşub O hazretin tabii eceliyle dünyadan gitmediğini nakletmiş ve bu hususta -Abbasi halifesi Mutamid'in Onu ze­hirlettiğine dair- İbn-i Babeveyh'den bir rivayet nakletmiştir'.[6] Mutamid'tn 255 yılında, yani O hazretin şehadetinden takriben bir yıl sonra halife olduğu ortadadır. Her halü­karda O hazretin zehirletildiği ve şehid edildiği tarihte mevcut­tur. Ancak çoğu tarihçiler bu konuya ya asla değinmemiş ya da değinmişse de onu diğer görüşler karşısında bir görüş olarak telakki etmişlerdir.
Mes'udi ve Sıbt İbni Cevzi, O haz­retin zehirletilmesin! ve şehid edilmesini bir rivayet olarak belirtmişlerdir.[7] Fakat zamanın zalim ve diktatörlerinin, Ebu Talib evlatlarına, özellikle de onların büyüklüklerine ve şia İmamlarına karşı güttükleri kin ve düşmanlık nazara alın­dığında ve de İmam Hadi (a.s.)'ın uzun bir süre zorla Samir­ra'da tutulduktan sonra kırk dört yaşında vefat ettiğine ve ve­fat etmesine sebep olan herhangi bir cismi hastalığın tarihte mevcut olmadığına dikkat ettiğimizde İmam'ın zehirtetilmesi ve şehid edilmesi hususundaki rivayetin sahih olma olasılığı büyük bir ölçüde güçlenmektedir.

İMAM HADİ (a.s.)'IN İMAMETİ

İmam Cevad (a.s.) 220 yılında şehid olduktan sonra, henüz altı yaşında olan oğlu İmam Hadi (a.s.) imamete erişti. Şialar, İmamın baliğ olma sorununu İmam Cevad (a.s.) hakkında tecrübe ettiklerinden dolayı ne şialar, ne de onların büyükleri İmam Hadi (a.s.)'m imameti hususunda özel bir şüpheye düşmediler. Şeyh Müfid ve Navbahti'nin yazdığına göre, İmam Cevad (a.s.)'ın şialarından birkaç kişi hariç, diğerlerinin tümü İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul ettiler.

İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul etmeyen az bir grup ise sadece kısa bir süre için Musa b. Muhammed'in[8] (ölümü, 296) imametine inandılar, ama bir süre geçtikten sonra onun imametinden yüz çevirip İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul ettiler.[9] Sa'd b. Abdullah, onların İmam Hadi (a.s.)'a dön­melerine sebep olarak, Musa'nın kendisinin onlardan' bizar olmasını ve onları kendi etrafından kovmasını göstermiştir.[10] Tabersi ve İbn-i Şehr Aşub açısından şiaların, İmam Hadi (a.s.)'ın imameti hususunda icma etmelerinin, kendisi O hazretin imametini teyid eden, doğrulayan ve şüphe götür­meyen sağlam bir delildir.[11] Bununla birlikte Merhum Küleyni ve diğer alimler o hazretin imametiyle ilgili nasları sırala­mışlardır. Bazı rivayetlerden anlaşılıyor ki imam Cevad (a.s.) Mutasım tarafından Bağdat'a çağrıldığında -bunun bir tehdid olduğunu ve tehlikeli olacağını sezince- İmam Hadi (a.s.)'ı kendi yerine İmam tayin etti[12] ve hatta kendinden sonra, bu hususta herhangi bir şüphe bırakmamak için O hazretin ima­meti hakkında yazılı bir nas da bıraktı.[13]

İMAM HADİ (a.s.)'A KARŞI MÜTEVEKKİLİN SİYASETİ

Mutasım 218 yılının Receb ayından 227 yılının Rabi'ül Evvel ayına kadar ve ondan sonra da 232 yılının Zilhacce ayına kadar Vasık hükümet etti, Mütevekkil ise 247 yılının Şevval ayına kadar hilafeti elinde tuttu. Mütevekkil'den sonra Muntasır (ölümü, 248) bir yıl kadar, ondan sonra Mustaîn 255 yılına kadar hükümeti ellerinde tuttular[14] ve İmam Hadi (a.s.) da önceden de belirttiğimiz gibi 254 yılında dünyadan göçtü.
Mütevekkil hükümeti ele alıncaya kadar, halifeler genel­likle Memun'un siyasetini takib ediyorlardı. Bu siyaset Mute­zileyi himayesi altına almaktaydı ve bu da ister istemez âl-i Ebu Talib için nisbeten müsait bir siyasi ortam yaratmıştı. Fa­kat Mütevekkil'in gelmesiyle dar görüşlülükler yeniden başla­mış oldu. Mütevekkil, Mutazile ve Şia'yı ezmek için hadis eh­lini himayesi altına alıp harekete geçirdi.
Eb'ul Ferec İsfahani, Mütevekkil'in döneminde gerçek­leşen âl-i Ebi Talib kıyamları hakkında söze başlarken, Müte­vekkil'in 'Talibiler" hakkındaki kötü tutum ve muamelesine değinmiş ve onun veziri Übeydullah b. Yahya b. Hakan'ın da-Mütevekkil'in kendisi gibi âl-i Ebu Talib'in bir numaralı düşmanı olduğunu belirtmiştir. Mütevekkil'in Talibi'lere karşı kötü tutum ve düşmanca muamelesinden bazılarını şöyle sı­ralayabiliriz: Seyyid-üş Şüheda İmam Hüseyn (a.s.)'ın mak-beresini tahrib etmek, makberenin etrafındaki yerleri sürerek dümdüz araziye çevirmek ve orayı tarla olarak kullanmak, İmam Hüseyn (a.s.)'ın türbesini ziyarete gelenlere eziyet et­mek, kötü davranmak ve onları feci bir şekilde cezalandır­mak[15]. İmam Hüseyn (a.s.)'ın Kerbela'da bulunan kabrinin, halk kitlesiyle şia düşünce tarzı ve şia imamları arasındaki atifi bağı pekiştireceğinden korkulduğu için böyle bir işe gi­rişildi.

Eb'ul Ferec, bu halifenin Medine'deki âl-i Ebu Talib hakkındaki çok üzücü baskı ve kötü muamelelerinden bir ka­çını da örnek olarak göstermiştir.

İMAM HADİ (a.s.)'IN MEDİNE'YE GETİRİLİŞİ

Mütevekkil bu baskıları yaparken, İmam Hadi (a.s.)'ın Medine'de tutuklanıp Samirra'ya getirilmesini emretti. İmam Hadi (a.s.)'ın Samirra'ya getirilmesiyle halkın İmam'la olan ilişkisini yakından izleyecek ve kontrol altına alacaktı. İşte bu siyaset Memun'un İmam Rıza (a.s.) hakkında uyguladığı siyasetin kendisiydi.
Hadis ve tarih kitaplarında İmam Hadi (a.s.)'ın Medineden Samirra'ya sürülmesi hususunda pek çok rivayetler mev­cuttur. Şimdi biz o rivayetleri bir araya getirerek bu hususta nisbeten etraflı bilgi sunmak istiyoruz. Mütevekkil 233 yılında İmam'ı Medine'den Samirra'ya getirtmek istiyor, Şeyh Müfid ise İmam'ın 243 yılında Samirra'ya getirildiğini belirtmiştir, ancak bu doğru değildir, bu tarihte şialardan biri İmam'ın ge­tirtilmesi hususunda Mütevekkil'in mektubunu istinsah et­miştir'.[16]
Abdullah b. Muhammed-i Haşimi adında biri o yıl Müte­vekkil'e şöyle bir mektup yazdı: "Eğer haremeyne (Mekke ve Medine) ihtiyacın varsa Ali b. Muhammed'i oralardan uzak tut. Çünkü O halkı kendine davet etmiş ve büyük bir topluluk da onun davetine müsbet cevap vermiştir." Mütevekkil'in ka­rısı da bu hususta ona bir mektup yazarak harekete geçme­sini istedi.[17] İşte bunlardan dolayı Mütevekkil İmam'ı tutuk­lattırıp Samirra'ya getirtti.[18] İbn-i Esir, Mütevekkil'in âl-i Ebu Talib hanedanına karşı katı tutumuna değinerek, bazı nasibi-terin ve Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'nin halifenin içinde­ki ateşi körüklediklerini söylemiştir.
Bu gibi kimseler hep Mütevekkil'! âl-i Ebu Talib hakkında uyarmış ve Mütevekkil'in sert ve katı davranmasına ve sür­güne göndermesine sebebiyet vermişlerdir.[19] İbn-i Cevzi, risalet hanedanı hakkında kötümser olan bazı kişilerin, Mütevekkil'in yanında onları kötülediğine değindikten sonra şöyle devam ediyor: Mütevekkil, halkın İmam Hadi (a.s.)'a ilgi duy­duğu ve meyilli olduğuna dair haberlere dayanarak O'nu Samirra'ya getirtti.[20]
Şeyh Müfid'in yazdığına göre, İmam Hadi (a.s.) Mütevekkil'e bir mektup yazarak bu gibi haberleri yalanlıyor.[21]
Mütevekkil de İmam'ın mektubuna saygılıbir şekilde cevap yazarak -Medine'de namaz kıldırmak ve savaşla ilgili işlerin sorumlusu olan- Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'yi görev­den uzaklaştırıyor ve kurnazlık yaparak İmam'dan Samirra'ya (Asker'e) gelmesini istiyor.
Merhum Küleyni de Şeyh Müfid de Mütevekkil'in yazmış olduğu mektubun metnini ki­taplarında getirmişlerdir. Mütevekkil mektubunda tekidle İmam'ın yüce şahsiyetini idrak ettiğini. Gereken her türlü yar­dımı kendisine yapmaya hazır olduğunu, Abdullah b. Muhammed'i görevden alıp onun yerine Muhammed b. Fazl'ı atadığı­nı. Muhammed b. Fazl'a da İmam'a karşı ihtiramlı davran­masına ve İmam'ın emirlerinden çıkmamasına dair emir sa­dır ettiğini O hazretin bilgisine sunmuş. Ve İmamla ahdini ta­zelemek ve Onu görmek istediğini ve bu yüzden de -uygun bir zaman ve münasib bir fırsatta -dilediği biriyle beraber veyahut da dilerse Yahya b. Harseme ve ordusu ile -ki O hazretin emirlerine uyacak ve itaat edecekler.[22] Samirra'ya gelmelidir, diye sözlerine devam etti.
Daha sonra da Yahya'yı çağırıp üç yüz askerle beraber Kûfe'ye gitmesini ve orada yorgunluklarını giderip sahra yolundan Medine'ye giderek Ali b. Muhammed'i (İmam Hadi) alıp getirmelerini ve O hazrete saygılı davranmalarını emretti.[23] Mütevekkil halkın hassa­siyetini uyandırmamak ve İmam'ın zorla getirilmesiyle istenmedik olaylara sebebiyet vermemek için böyle bir plan yap­mıştı, fakat Medine halkı baştan beri olaydan haberdar ol­muştu. İbn-i Cevzi bu hususta Yahya b. Harseme'den şöyle naklediyor: Ben Medine'ye gidip şehre girdim, halk çok pe­rişan oldular, üzüldüler ve beklenmedik bir takım tepkiler gösterdiler, ama aynı zamanda sert davranmadılar. Tedricen halkın üzüntüsü alenen ortaya çıktı ve ağlayıp sızlamaya başladılar ve bu hususta öyle aşırı gittiler ki o zamana kadar Medine şehri böyle bir duruma şahit olmamıştı. Onlar İmam Hadi (a.s.)'ın başına bir şey gelmesinden korkuyorlardı. Çün­kü İmam daima halka iyilikte bulunmuş, mescidden ayrılma­mış ve dünya işlerine meşgul olmamıştı. Bu durum karşısın­da mecburen halka güvence verip sakin olmalarını ve kontrollerini kaybetmemelerini istedim.
Onların karşısında yemin ederek, İmam Hadi (a.s.)'a karşı sert davranmayacağıma ve İmam'ı hiçbir tehlikenin tehdid etmediğine dair söz ver­dim.[24]Fakat Yahya hakikatte İmam'ı zorla da olsa Samirra'ya götürmekle görevlendirilmişti. Bu yüzden -yukarıdaki rivaye­tin devamında da belirtildiği gibi- İmam'ın evinde arama yap­tı, dua kitaplarından ve ilmi kitaplardan başka hiç bir şey bu­lamadı. Bunun kendisi de Yahya b. Harseme'nin İmam'a hayran olmasına ve kalben O hazretin imametine inanmasına sebep oldu.[25] Uyûn'ul Mücizat'ta nakledilen bir rivayete göre, Yahya b. Harseme önce Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'nin yanına gidip Mütevekkil'in mektubunu ona göste­riyor ve daha sonra her ikisi birlikte İmam'ın yanına gelip, O hazretin yolculuk hazırlıklarını yapması için üç gün zaman tanıyorlardı. Üç gün bittikten sonra İmam'ın yanına geldik­lerinde O hazretin hazır olduğunu gördüler.[26] Elimizde mevcut olan bir rivayette İmam Hâdi (a.s.), zorla Samirra'ya gö­türüldüğünü buyurmuştur.[27]

İMAM'IN SAMİRRA'DA İKAMET ETMESİ

İmam (a.s.) halkın karşılamasıyla Samirra'ya girdi ve Hüzayme b. Hazim'in evine getirildi.[28]
Yahya b. Harseme şöyle diyor: Yolumuzun üstünde olan Bağdat'a girdiğimizde, Bağdat'ın valisi İshak b. İbrahim-i Tafiri'yi gördüm. O, İmam hakkında bana şunları söyledi: "Ey Yahya, bu gördüğün şahıs Resulullah (s.a.a.)'in torunu­dur, Mütevekkil'in ahlaki durumunu göz önünde bulundur -ki sen kendin onu daha iyi tanıyorsun-. Eğer O'nun hakkında tahrik edici bir rapor halifeye verecek olursan, halife O'nu öl­dürür ve eğer böyle olursa kıyamet gününde Resulullah (s.a.a.)'e hesap vereceksin." Samirra'ya girdiğimizde önce Vasif-i Türki'yi görüp İmam'ın geldiğini ona ilettim. Şöyle de­di: "Eğer bu şahsın başından bir tüy bile azalırsa kendin he­sap vereceksin." Daha sonra Mütevekkil'in yanına gidip İma­m'ın hoş ahlaklı, takvalı ve zahid olduğunu, evini aradığımda da Kur'an'dan ve birkaç ilmi kitaptan başka bir şey bulama­dığımı söyledim.[29] Şeyh Müfid'in dediğine göre, İmam'ın Sa­mirra'ya girdiği ilk gün Mütevekkil, İmam'ın Saalik hanına[30] götürülüp bir gün orada ağırlanmasını ve ondan sonra O hazret için nazarda tutulan eve götürülmesini emretti.[31] Sa­lih b. Said'in görüşüne göre, İmam'ı küçük düşürmek ama­cıyla böyle bir şeyi yaptılar. O şöyle diyor: İmam'ın şehre girdiği an o hazrete hitab ederek şöyle dedim: Bunlar daima sizin nurunuzu söndürmek ve ilahi mevkiinizi göz ardı etmek istemişlerdir ve bu yüzden de size Han'us Saalik diye meşhur olan bu handa yer vermişler.[32] İmam (a.s.) ömrü­nün sonuna kadar -yirmi yıldan fazla- bu şehirde yaşadı. Şeyh Müfid İmam'ın zorla Samirra'da tutulduğuna değinerek şöyle yazıyor: Halife zahirde İmam'a ihtiram gösteriyordu, ama batında İmam'a karşı bazı 'desiseler düzenlediyse de onların hiç birinde başarılı olamadı.[33]

MÜTEVEKKİL'İN İMAM'A KARŞI TUTUMU

İmam (a.s.), Samirra'da zorla tutulduğu süre zarfında zahiren rahat bir şekilde yaşıyordu. Fakat Mütevekkil, genel nezaretler dışında, İmam'ı da hükümet taraftarlarından biri olarak göstermeğe çalışıyor" ve böylece de hem İmam'ı kontrolü altında tutmak, hem de O hazretin halkın gözündeki azamet ve yüceliğini azaltmak istiyordu. Tabersi şöyle yazıyor:
Mütevekkil, İmam'ın şahsiyetini zedelemek ve itibarını sarsmak için çok çalıştı.[34]
Meşhur tarihçi Mes'udi, İmam'ın Mütevekkil'e karşı tavır ve tutumlarında şu iki örneği zikretmiştir:
1 - Muhammed b. Yezid-i Müberred şöyle diyor: Müte­vekkil bir gün İmam'a sordu: Babanın oğlu (yani sen) Abbas b. Abdül Muttalib hakkında ne düşünüyor? İmam cevaben dedi ki:
"Ey halife, Allah onun oğullarına itaat etmeği halka ve ona itaat etmeği oğullarına farz kılmıştır, o halde babamın oğlu onun hakkında iyilikten başka ne diyebilir?"
Mütevekkil, İmam'ın bu cevabını kendi isteğine uygun' bulunca memnun oldu ve yüz bin dirhem bağışladı, İmam'a, Mes'udi bunu naklettikten sonra şöyle diyor: İmam'ın bu ce­vaptan kasdettiği asıl şey şuydu: Allah'ın emirlerine itaat etmek Abbasoğullarına farzdır. İmam buna işaretle değindi.[35]
İmam'ın bu şekil cevap vermesi, O hazretin doğrudan Mütevekkil tarafından tehdit edildiğini göstermektedir. Buna göre imam takiyye etmeli ve sadece dikkat ve düşünce sahiplerinin anlayabileceği bir cevap vermeliydi. Sadece onlar İmam'ın asıl hedefinin ne olduğunu anlayabilirdi.
Mütevekkil çok iyi biliyordu ki İmam açısından bu ayet "O gün zalim, ellerini ısırıp duracak"[36] bazı halifelere işaret etmektedir. Bu yüzden bunu kötüye kullanmak istedi. Mese­leyi dile getirmekle İmam'ı bir nevi ehl-i sünnet karşısına çı­karmak istedi. Binaenaleyh herkes toplandığında bu ayet hakkında İmam'a sordu. İmam şöyle buyurdu:
Maksad iki kişidir ki Allah ima yoluyla onlardan söz et­miştir. Allah onların adını açıklamamakla onlara minnet koy­muştur. Acaba halife Allah'ın gizli tuttuğu şeyin açığa vurul­masını mı istiyor? Mütevekkil "Hayır" dedi.[37] Böylece İmam kendisi için hazırlanan tehlikeden kurtulmuş oldu.
2 - İmam Hadi (a.s.)'ın evinde silah ve şiaların yazmış oldukları mektupların vb. mevcut olduğu Mütevekkil'e bildiril­di. Mütevekil bir grup askerlerin ve görevlilerin -gizlice-İmam'ın evine saldırı düzenlemelerini emretti. Halifenin em­rine itaat edildi. İmam'ın evine girdiklerinde O'nun yalnız başına bir odada kumlar üzerinde oturduğunu, odanın kapısı­nı kapatmış olduğunu, yünlü elbise giydiğini, başına bir örtü attığını, Kur'an'dan müjde ve azap ayetleri okuduğunu gördü­ler. İmam'ı olduğu gibi alıp Mütevekkil'in yanına götürdüler. İmam, Mütevekkil'in yanına geldiğinde Mütevekkil'in elinde bir şarap kadehi vardı. Halife, İmam'ı kendi yanında oturtup O'na da bir kadeh uzattı ve "Siz de için" dedi. İmam mazeret getirerek dedi ki: Şimdiye kadar benim etim ve kanım şarap­la kirlenmemiştir. O sırada Mütevekkil, kendisini coşturacak şiir okumasını istedi, İmam'dan. İmam şöyle buyurdu: "Pek şiir okumam." Fakat Mütevekkil ısrar edince İmam şu şiirleri okudu:

"Usta ve güçlü kimselerin bekçilik ettikleri dağların tepe­sinde sabahladılar, ama dağların tepeleri onlara fayda sağ­lamadı. Sığınaklarından aşağılara indirildiler ve kara toprağın altın­da kaldılar. Kötü mü kötü bir yerde konakladılar.
Kendi kabirlerine girdikten sonra biri bağıra bağıra onlara şöyle dedi: O bileklikler hani, hani o taçlar, o güç ve kudreti­niz hani nerde.
Nimet ve bolluk içinde yetişen, karşılarına çok değerli ve ince perdeler asılan o yüzler nerde kaldı.
Onlara bu soru sorulduğunda, onlardan taraf kabirleri şu cevabı verecekler: O yüzlerde şimdi et yiyen böcekler ve yı­lanlar dolaşmaktadır.
Uzun ömürleri boyunca yediler, içtiler ve onca yemek­ten, içmekten ve eğlenmekten sonra şimdi kendileri böcek­lere yem olmuşlardır.
Nice saraylar yaptılar, onlarda yaşamak için fakat, nite­kim o sarayları ve kendi azizlerini geride bırakarak ölüp gitti­ler.
Nice servet üst üste yığdılar, biriktirdiler fakat onları düşmanlarına bırakarak yaşamlarını terkettiler, öldüler.
Sonunda oturdukları yerler viran oldu, kendi hallerine terk edildi ve o sarayda oturanlar kabirlerine doğru koştular."
İmam (a.s.) bu şiirleriyle oradaki herkesi etkiledi ve hat­ta Mütevekkil'in kendisi o kadar etkilendi ki ağlamaktan yüzü ıslandı. Bundan sonra halife şarap meclisinin dağıtılmasını ve şarapların toplanmasını emretti... Daha sonra da İmam'ı ihti­ramla evine götürmelerini emretti.[38]
Mütevekkil, İmam'ı da vezirler, emirler, ordu komutanları ve etrafındaki şahıslar gibi pahalı elbiseler giymeye, en iyi bir şekilde kendine çeki düzen vermeye, Mütevekkil -ata bin­diğinde diğerleri gibi O'nun da- halifenin arkasında yaya yü­rümeye zorluyordu. Halifenin karşısında yaya yürümekten müstesna olan tek şahıs, halifenin kin dolu veziri Feth b. Ha­kan idi. O da halife Mütevekkil gibi at üzerinde hareket ediyordu. Bu durum İmam için çok zor ve dayanılmaz bir durumdu. İşte bu olayın ardından İmam (a.s.) "Dua'ul Maz­lum ala'z Zalim" duasına tevessül etti.[39]
Ayrıca Mütevekkil kendi düzenlediği eğlence ve şarap meclislerine İmam'ın da katılmasını ısrarla istiyordu. Çünkü Mütevekkil böylelikle -şiaların İmamı ve temiz insanların ön­deri olan- O hazreti daha iyi bir şekilde tahkir edebilir ve şialarını ondan uzaklaştırabilirdi. Mütevekkil'in kendisi de bunu itiraf etmişti:
İmam'ın mukavemeti, O'nu şarap meclisine getirmeye engeldi.[40]
İmam (a.s.) Samirra'da öyle yüce bir şahsiyete ve ruhi azamete sahipti ki, herkes O'nun karşısında ister istemez te­vazu ediyor ve çok ihtiram gösteriyordu[41]
Mütevekkil, ömrünün son günlerinde İmam'ı şehid et­meye karar verdi. İbn-i Urume şöyle diyor: O günlerde samirra'ya gitmiştim. Mütevekkil, hizmetçisi Said'e İmam'ı tes­lim ederek öldürmesini istemişti. Fakat Mütevekkil iki gün sonra -İmam'ın da öngörüde bulunduğu gibi- geceleyin Türklerin saldırısına uğrayarak kendi evinde -yatağında yanığı bir halde- öldürüldü ve böylece İmam O'nun pençesinden kurtuldu.[42] Başka rivayetlerde şöyle belirtilmiştir:
Mütevekkil, İmam'ın tutuklanma emrini verdikten üç gün sonra öldürüldü.[43]
Mütevekkil'den sonra oğlu Muntasır hilafete geçti ve bu da hükümetin âl-i Ebu Talib ve bizzat İmam Hadi (a.s.) üze­rindeki baskısının azalmasına sebep oldu. Gerçi bazı şehir­lerde şialar üzerindeki devlet adamlarının baskısı olduğu gibi devam etmekteydi.[44]
Önceki dönemlere oranla baskıların azalması şiaların çeşitli şehirlerdeki örgütlenmelerini güçlendirdi. İmam'ın şehirlerdeki vekillerinden biri tutuklandığında O hazret başka birini onun yerine nasbediyordu. Ali b. Cafer O hazretin vekil­lerinden biriydi o da tutuklanarak zindana atılmıştı.[45] Muhammed b. Farec de Mısır'da tutuklanarak Irak'a getirildi ve sekiz yıl zindanda kaldı.[46]
Dr. Casim Hüseyin bu hususta şunları, yazıyor: Kindi'nin yazdığına göre Mısır'daki şialar -halife tarafından Mısır'a ha­kim seçilen- Yezid b. Abdullah-i Türki'nin baskı ve eziyetine maruz kalmışlardı. Yezid b. Abdullah, Mısır'daki Ehli-beyt dostlarının önderlerinden olan Ebu Hamza'yı adamlarıyla bir­likte tutukladı. Onlar gizli faaliyetlerle suçlanıyorlardı. Onlar 248 yılında Irak'a sürgüne gönderildiler.[47] Şeyh Küleyni şöyle yazıyor: İmam Hadi (a.s.)'ın şialarının takip edilip tutu­klanmaları kötü ve istenmedik bir sonuç doğurdu.[48] Muhammed b. Hacer öldürüldü, Seyf b. Leys'in mallarına el kondu ve aynı zamanda Samirra'da oturan İmam'ın bazı şiaları Irak'da tutuklandı[49] ve O hazretin Kufe'deki,vekilî Eyyüb b. Nuh şehrin kadısı tarafından takib edilmeye başlandı.[50]
İmam Hadi (a.s.) şialarına şu tavsiyede bulunmuştu: Üstünüze çeki düzen verin, zahiriniz düzenli olsun ve içtimai şahsiyetinizi koruyun. İmam, bir gün Şialarından birinin elinde balık tutarak yürüdüğünü görünce ona hitaben şöyle buyur­du: Siz, düşmanları çok olan bir topluluksunuz, elinizden gel­diğince üstünüzü temiz ve düzenli tutun[51]. Eskilerden beri şialar masum İmamların emriyle hükümet makamlarına gi­riyor ve gereken yerlerde de şialara yardım ediyorlardı. Yakub b. Yezid halife Muntasır'ın katiplerinden olmasına rağ­men, muhtelif konular hakkında "Beda", "Kitab'ul Mesail" ve "Kitab'u Nevadir-il Hac" gibi kitaplar telif etmiştir.[52] Bu gibi şahısların çok gizli bir şekilde faaliyet ettikleri çok açıktır. Ak­si halde halifeler onların mahiyetini anlar, İmam Hadi (a.s.)'la irtibatta olduklarından haberdar olup onlara eziyet eder, gö­revlerinden alır ve aylıklarını keserlerdi.[53]
İmam Hadi (a.s.)'ın şialarının dışında O hazretin ashablarından takriben yüz doksan kişinin 0'ndan hadis rivayet ettiği tesbit edilmiştir. Onlardan hemen hemen yüz "seksen kişi muhtelif konular hakkında hadis rivayet etmişlerdir ve o hadisler elimizde bulunmaktadır. O zamanlarda İmamların vekillerinin tedvin ettikleri fıkhi ve kelami hadis kitapları şiaların yanında mevcuttu ve onlar, vekiller aracılığıyla sorularını İmam'dan soruyorlardı. İmam (a.s.) da kendi ashabı arasın­dan Ehl-i beyti çok seven ve uzun bir geçmişleri olan kimse­lere yöneltiyordu, onları.[54] Sonraki karinelerden -gerçi tarih, o dönemlerdeki şiaların durumu hakkında bize dakik bilgiler vermemektedir- İmamların döneminde Şiiliğin büyük bir öl­çüde yayıldığı çok iyi anlaşılıyor. Kesinlikle bunun sebebi de İmamların ve vekillerinin düzenli faaliyetleri ve de Müslümanların, Resulullah (s.a.a.)'in Ehl-i beytine duyduğu derin sevgi ve muhabbettir.

İmam Hadi (a.s.) döneminde Zeydiye önderleri de ön­ceki zamanlara kıyasla daha yaygın bir şekilde İslam devleti­nin bütün bökelerinde kıyamlar başlattılar. Zeydiye bütü­nüyle -imamiye'ye karşı sert tutumlarından dolayı- İmamlar tarafından dışlanıyor ve reddediliyordu. Fakat bazen kıyamla­rında sadakat ve ihlas gösterdiklerinde İmamiye şiaları da atifi olarak onların derdini paylaşıyor ve ortaklık ediyordu. Bu husustaki rivayetleri Eb'ul Ferec'i İsfahani'nin "Makatil'üt Tali­bin" kitabında bulabilirsiniz.

İMAM HADİ (as.)'İN VEKİLLERİ VE ONLARIN YETKİLERİ

Şianın son İmamlarının dönemi genelde Abbasi halifeleri tarafından uygulanan şiddetli - baskılarla doluydu. Aynı za­manda bu dönemde şia, İslam topraklarının her yerine yayıl­mıştı. Bu dönemin şiilik aleyhindeki eserlerinden ve gün geç­tikçe şiaların nüfusunun artmasını önlemek amacıyla halifele­rin almış oldukları birtakım tedbirlerden, siyasi ve askeri gi­rişimlerinden, şia nüfusunun o dönemdeki artışı kolaylıkla anlaşılmaktadır. İleride değineceğimiz gibi, İmam Hadi (a.s.)'ın İran şialarıyla irtibat sağlamasının yanı sıra; Irak, Ye­men, Mısır ve diğer bölgelerdeki şialarla da irtibat içindeydi. Bu irtibatın ortaya çıkmasını, devam etmesini sağlayan ve onu sağlamlaştıran şey vekalet sistemiydi, imam Rıza (a.s.) tarafından, ondan sonra imam Cevad (a.s.) ve ondan sonra da İmam Hadi (a.s.) tarafından vekil tayin edilen şahıslar, İmam ile şialar arasında irtibat kurmakla görevliydiler. Ayrıca humusu toplayıp İmam'a göndermenin yanı sıra kelami ve fıkhi sorunların çözümlenmesinde yapıcı bir rol oynuyor­lardı ve de bir sonraki İmam'ın imametini yerine oturtmada kendi bölgelerinde bir mihver durumunda ve konumundaydılar. Bazen bu vekillerden bazıları İmam'ın hattından saptıkla­rında, İmamlar tarafından tekzib ediliyor ve onların yerine başkaları tayin ediliyordu. Kısacası vekalet sisteminin, İma­miye şiasının siyasi ve kültürel konumunu sağlamlaştırmada önemli ve esasi bir payı vardı.
Dr. Casim Hüseyin şöyle yazıyor: Rivayetlerden de an­laşıldığı üzere, vekillerin tayin edildikleri şehirler dört bölgeye bölünüyordu:
1. Bölge: Bağdat, Medain, Sevad, Küfe.
2. Bölge: Basra, Ahvaz.
3. Bölge: Kum, Hamedan.
4. Bölge: Hicaz, Yemen, Mısır.[55]
Genelde İmamların vekilleri, mektup ve emin şahıslar vasıtasıyla İmam'la irtibat kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) , hakkında belirttiğimiz ve İmam Hasan Askeri (a.s.) hakkında da belirteceğimiz gibi İmamların fıkhi ve kelamî maarif ve öğretilerinin büyük bir bölümü şialarına yazmış olduğu mektuplarda beyan edilmiş ve o mektuplar hadisi kaynak­larda nakledilmiştir, ki bugün elimizde mevcuttur. İmam Ha­di (a.s.)'ın vekillerinden biri Bağdat'ın Haminiya köyünden Ali b. Cafer'dir Onun hakkında Mütevekkil'e bazı haberler rapor edildiğinden Mütevekkil onu tutuklatarak-zindana attırdı. Ali b. Cafer uzun bir süre zindanda kaldıktan sonra oradan kurtul­du ve İmam Hadi (a.s.)'ın emriyle Mekke'ye hareket etti, öm­rünün sonuna kadar da orada kaldı.[56]
İmam Hadi (a.s.), Gulat'ın ileri gelenlerinden biri -Faris b. Hatem Kazvini- karşısında Ali b. Cafer'in kariyerini teyid etmek amacıyla bazı ashabının sorularına cevap olarak bir takım mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar 240 yılında yazıl­mıştır.[57]
O hazretin vekillerinden biri de İbrahim b. Muhammed-i Hamedani idi. Keşşi'nin rivayetine göre İbrahim kırk defa hac ziyaretine gitmiştir.[58] İmam Hadi (a.s.) ona yazdığı bir mektup da şöyle buyurmuştur.
"Gönderdiğiniz paraları aldım, Allah senden kabul etsin ve şialarımızdan razı olsun, dünya ve ahirette onları bizden ayırmasın. "[59]
Bu vekilin şialardan paraları toplayıp İmam'a gönder­mekle sorumlu olduğu ve mali sorumluluk taşıdığı bu rivayet­ten açıkça anlaşılmaktadır. İmam (a.s.) bu mektubun deva­mında, vekili İbrahim'e şöyle yazıyor: Sizin hakkınızda Nazr b. Muhammed-i Hamedani'ye[60] tavsiyede bulundum, benim yanımdaki mevkiini ona bildirdim ve size karşı gelmemesini ona yazdım. Eyyüb (b. Nuh b. Derrac)'a[61] da aynı emri ver­dim. Hamedan'daki dostlarımıza da bir mektup yazarak sana itaat etmeleri gerektiğini bildirdim. Çünkü orada senden başka vekilimiz yoktur[62]
Hüseyin b. Abd-i Rabbih veya -diğer bazılarının rivaye­tine göre- onun oğlu Ali[63] de İmam Hadi (a. s.)'in vekillerin­den biriydi. Ondan sonra da Ebu Ali b. Raşid onun yerine vekil olarak tayin edildi. İmam (a.s) 232 yılında Ali b. Bilal'a yazmış olduğu mektupta şöyle yazmıştır:
"Ben Hüseyin b. Abd-i Rabbih'in yerine Ebu Ali'yi seçtim ve bu makam için önü kendi eminim karar kıldım. Çünkü onun dindarlığını ve emin olduğunu (emanete hiyanet etmediğini) -bu hususta kimse ondan üstün değildir- biliyordum. Senin, kendi bölgenin şeyhi olduğunu biliyorum ve işte bunun için de sana taclilen ve ihtiramen bu mektubu yazarak bizzat meseleden haberdar etmek istedim. Ebu Ali'ye itaat et ve yanında bulunan paraların tümünü ona teslim et, dostlarımızı ona itaat etmeye teşvik et, onları öyle bir şekilde şuurlandır, bilinçlendir ki ona yardımcı olsunlar ve işlerinde başarılı olmasını sağlasınlar. Onun ihtiramını riayet ederek hareket etmeni istemekteyiz ve bu işinden dolayı Allah seni mükâfatlandırsın. Allah dilediği herkese kendi rahmetiyle en üstün mükafatı verir. Seni Allah'a emanet ediyorum. Bu mek­tubu kendi hattımla yazıyor ve Allah'a hamd ve şükür ediyo­rum.[64]
Bu mektubun metnine dikkat edildiğinde bir vekilin vazifeleri ve yetki alanı, cüz'i vekillerin geniş bir bölgede faaliyet eden vekillerle irtibat keyfiyeti çok iyi anlaşılmaktadır.
Ebu Ali b. Raşid hakkında, İmam Hadi (a.s.)'ın yazdığı başka bir mektup da elimizde mevcuttur. İmam (a.s.) bu mektubunda ibn-i Raşid'in mevkiini beyan ederek ona itaat etmenin Allah'a ve İmam'a itaat olduğunu belirtmiştir, imam'ın bu mektuptaki ibaresi aynen şöyledir:
"Ona itaat etmek bana itaat etmektir, ona isyan etmek' de benim emrimden çıkmak demektir. Bu yoldan ayrılmayın, Allah sizi mükafatlandırsın ve kendi fazlından size artırsın."[65]
Aynı şekilde Eyyüb b, Nuh'a yazmış olduğu mektup da şöyle yazmıştır, İmam: "Ebu Ali'ye karşı gelmekten sakın. Sen ve Ebu Ali, her biriniz kendi bölgenizde yüklendiğiniz va­zifelerle amel edin." Bu mektubun aynını da Ebu Ali'ye yaz­mış, onda Eyyüb b. Nuh hakkında tavsiyede bulunmuş ve her ikisinin kendi bölgesinde şiaların mali işleriyle ilgilenme­lerini ve birbirlerinin bölgesinden bir şey almamalarını iste­mişti. [66]
Keşşi'nin İsmail b. İshak-ı Nişabûrî hakkında naklettiği rivayetten, Ahmed b. İshak-ı Razi'nin, İmam Hadi (a.s.)'ın vekillerinden bir başkası olma olasılığı ele gelmektedir.[67]

İMAM HADİ, (a.s.) MEKTEBİNDE KUR'AN'IN ASALETİ

Gulat'ın ortaya çıkardıkları ve diğer İslami grupların da onlara saldırmalarına sebebiyet verdikleri inhiraflardan biri,
Kur'an'ın tahrif edilme meselesiydi. Ehl-i sünnetin kitapları da Kur'an'ın tahrif edildiğine dair uyduruk bazı hadisler içerdiğin­den onlar da bu meseleye duçar olmuşlardır. Fakat aynı za­manda, Gulat hariç, Müslümanların çoğunluğu sünnisiyle şiasıyla bu batıl inançla mücadele etmişler. Bununla birlikte İbn-i Şazan'ın "el-İzah" ve Hayyat-ı Mutezili'nin "el-İntisar" ki­tabından da anlaşıldığı üzere, hicri üçüncü yüzyılda şia, Kur'­an'ın tahrif edildiğine inanmakla itham ediliyor, suçlanıyordu. Bu itham karşısında şia imamları daima Kur'an'ın asil ol­duğunu ve onunla muhalif olan her rivayetin batıl olduğunu belirtmişlerdir. Ehl-i sünnet arasında da bu asla inananların sayısı az değildir, ancak önemli olan bu aslın amelen ne de­rece riayet edildiğidir.
İbn-i Şübe-i Harrani'nin İmam Hadi (a.s.)'dan naklettiği mufassal bir risalede İmam (a.s.), Kur'an'ın asaletini şiddetle savunmuş, sahih hadisleri sahih olmayan hadislerden ayırt etmede Kur'an'ın dakik bir miyar ve ölçü olduğunu duyur­muştur. Buna ilaveten, bütün İslami grupların kabul ve istinad ettikleri tek metnin Kur'an olduğunu resmen belirtmiştir.
İmam Hadi (a.s.) ilk aşamada hadisleri iki kısma bö­lüyor:
a: Hak olan ve amellerin mebna ve temeli olması gere­ken rivayetler.
b: Batıl olan ve amel edilmemesi gereken rivayetler.
O halde bütün İslami fırkalar açısından Kur'an'ın hakka­niyetine dair bütün ümmetin icmaına -bundan hiçbir şüphe yoktur- teveccüh edilmelidir. Daha sonra buyuruyor ki, eğer Kur'an bir rivayetin sahih olduğunu teyid eder, ama ümmet­ten bir grubu bunu kabul etmezse o rivayetin sahih olduğunu itiraf etmek gerekir. Çünkü asılda, Kur'an'ın hakkaniyetinde görüş birliğindedirler. Daha sonra da örnek olarak, velayet ayetine ve bu ayetin ehl-i sünnet rivayetlerinde nakledilen nü­zul sanına dayanarak "Sekaleyh" hadisini zikrediyor. Ondan sonra "Ne cebrdir ve ne de tafviz; ikisinin arasında bir yol­dur" hadisinin izahında yine Kur'an'ın bir çok ayetlerine dayanarak bu hadisin sahih olduğunu Kur'an'ın teyid ettiğini belirtiyor. Tabii ki İmam (a.s.) kendi istidlalında bir açıdan cebre ve başka bir açıdan da tafvize (ihtiyar) işaret eden on­larca Kur'an ayetine de değiniyor ve sonunda da Emir'ül Müminin (a.s.)'m bu husustaki sağlam ve metin sözlerini şahid getiriyor.[68]

Başka bir yerde de ihtilaf konusu olan bir mesele hak­kında İmam (a.s.) Kur'an'a istinad ederek kendi görüşünü herkese kabul ettiriyor.[69]

İMAM HADİ (a.S.) VE KELAM İLMİ

Şianın muhtelif fırkaları arasındaki mevcut görüş farklılık­ları, onların Tahir İmamlar (a.s.) tarafından hidayet edilmesini zorlaştırıyordu. Şiâların dağınıklığı ve zaman zaman başkaları­nın görüşleriyle etkilenmeleri, durumu daha bir zorlaştırıyordu. Bu hengamede gayri şii fırkalar ve mutaassıb şia düşmanları da bu ihtilafları körüklüyor ve daha da derin gös­termeye çalışıyorlardı. Elimizde mevcut bulunan Keşşi'nin naklettiği bir rivayette, birinin Zürariye, Ammariye ve Yafuriye adında mezhepler ürettiğini ve bunu da İmam Sadık (a.s.)'ın büyük ashablarından dan Zürare, Ammar-i Sabati ve İbn-i Ebi Yafur'a nisbet verdiği açıkça görülmektedir.[70]
Athar İmamlar (a.s.) bazen, şianın büyük şahsiyetleri arasındaki görüş farklılığından kaynaklanan bazı sorulara mu­hatap oluyordu, ancak o ihtilafların bir kısmı sırf suri ve lafzi ihtilaflardı.
İmamların büyük ashabları arasında görüş farklılıklarının ortaya çıkmasına sebep olan kelami meselelerden biri "Teşbih ve Tenzih" meselesiydi. Şia İmamları işin başından beri "Tenzih" görüşünün hakkaniyetini tekid ediyorlardı. Emir-ül Müminin Ali b, Ebi Talib (a.s.)'dan sonra İmamların ve hat­ta şiaların elinde bulunan Ali (a.s.)'ın hutbeleri bu iddianın en iyi şahididir. Şeyh Saduk'un büyük bir özenle çaba sarf ederek "Tevhid" kitabında bir araya topladığı diğer İmamlardan
nakledilen rivayetler de aynı manaya delalet etmektedir. Bu­nunla birlikte diğer fırkalar daima şiayı teşbih'e inanmakla itham ediyorlardı ve bu da en yaygın ithamlardan biri ol­muştu. Tabii ki bir nebze insaflı davranan kimseler sadece şianın bir fırkasının teşbihe inandığını söylemişlerdir. Hidayet İmamları (a.s.), şiaya yapılan bu ithamı reddetmek için çok çalışmışlar ve sonraları şia alimleri de imamlarının bu doğrul­tudaki çalışmalarını sürdürmüşlerdir. O alimlerden biri Şeyh Saduk (r.a.)'dir. Onun 'Tevhid" kitabını telif etmekten hedefi şiaya isnad edilen 'Teşbih ve Cebr" inancından şianın beri olduğunu ispatlamaktır.[71]
Bizim bu hususta bahsetmemize sebep olan amil, Hişam b. Hakem ve Hişam b. Salim'e isnat edilen görüşler­dir.-Bu iki şahıs arasında bir takım ihtilaflar vardı ve hatta Hişam b. Hakem, Hişam b. Salim'e reddiye olarak bir risale yazmıştır. Ancak şunu bilmek gerekir ki, sadece cisim lafzını yersiz olarak kullanmak ve onu Allah hakkında zikretmek şia­nın teşbih ve tecsim inancıyla itham edilmesine sebep olmuş ve Hişam b. Hakem teşbihe inanan bir rafîzi olarak tanıtıl­mıştır.[72] Hişam b. Hakem'in gerçekten tesçime inanıp inanmadığı- hususunda bazı araştırmacılar arasında görüş farklılıkları ortaya çıkmıştır. Tahkik ürünü bir makalede, Hişam'ırt gerçekten tecsime inanmadığı isbat edilmiştir. Çün­kü o, cisim kelimesini yaygın ve mustalah olan manasında kullanmıyor ve onun "şey kelimesiyle eşit, eş anlamlı ve mü­teradif olduğuna inanıyordu.[73] Bununla birlikte, Tahir İmam­lar (a.s.), düşmanların Hişam'ın bu görüşünü kötüye kullan­dıklarını görünce hakikatte bu Hişam'ın kötü bir prensibiydi- onunla muhalefet ettiler ancak, münasip fırsatlarda da onun tecsim ve teşbihe inanmadığını duyurdular.
Hişam b. Hakem'in inancını tekzib etmek hususunda İmam Hadi (a.s.)'dan nakledilen bir rivayeti açıklamak için yukarıdaki sözlerin tümünü mukaddime olarak getirdik ki, o hadis yanlış bir şekilde yorumlanmasın.
Sakr b. Ebi Dulef'den rivayet edilmiştir: İmam Hadi (a.s.)'dan tevhid hakkında sorup, Hişam b. Hakem'in inan­cında olduğunu söyledim. İmam (a.s) hiddetlenerek şöyle buyurdu: Hişam'ın görüşü seni ne ilgilendirir, ondan sana ne? Allah "azze ve celle"nin cisim olduğunu düşünen bizden değildir ve biz dünya ve ahirette ondan beriyiz. Ey Ebi Dülefin oğlu, çişimin kendisi mahluktur ve onu var eden Allah'­tır, ona cisimlik veren de Allah'tır.[74]
Muhammed b. el-Ferec-ir Ruhhaciy'den rivayet edil­miştir:
İman Hadi (a.s.)'a bir mektup yazarak Hişam b. Ha­kem'in "cisim" hakkındaki ve Hişam b. salim'in de "suret" hakkındaki sözüyle ilgili olarak imam'dan sordum. İmam şöyle buyurdu: Hayrette kalanlânn hayretini bir kenara bırak ve şeytandan Allah'a sığın. Hişam b. Hakem ve Hişam b. Sa­lim'in dediği şeyler bizim -söz, görüş ve inancımız- değildir.[75]
Fazil Muhakkik -biraz belirttiğimiz makalenin yazarı- "Filcism" tabirine işaretle şöyle yazmıştır: Eğer Hişam tecsime inansaydı "bil-cism" demesi gerekirdi, fakat Hişam Allah hak­kında "cism" kelimesini kullandığında kastettiği manaya işaret etsin, nazarındaki şeye deyinsin diye "fil-cism" tabirini kullan­mıştır.[76] İmam Sadık (a.s.) ve İmam Kazım (a.s.) da Hişam'a nisbeti verilen bu görüşle şiddetle muhalefet et­mişlerdir.[77]
Hişam b. Hakem ve Hişam b. Salim'in sözleri, şialar ara­sında bazı ihtilafların çıkmasına neden olmuştu. Bu yüzden de şia İmamları çoğunlukla bu gibi sorulara muhatab oluyor­lardı. İbrahim b. Muhammed-i Hamedani bu hususta İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazarak şöyle demiştir:
Bu bölgede yaşayan sizin dostlarınız tevhid hakkında ih­tilafa düşmüş; bazıları tecsime ve diğer bazıları da teşbihe inanmaktalar. İmam (a.s.) bunun cevabında şöyle yazdı: Münezzehtir tarif kabul etmeyen ve tavsif edilmesi müm­kün olmayan Allah. O, eşsizdir, duyan ve görendir.[78]
Muhammed b. Ali Kaşâni[79] ve diğer şahıslardan da bu soru rivayet edilmiştir ve bu da o zamandaki şialar arasında ihtilafın var olduğuna bariz bir numunedir.
Allah-u Teala'nın hatta kıyamet gününde bile görünmesi­nin imkansız olduğu -teşbihe inananlar ve hadis ehli arasında onun mümkün olduğu meşhurdur- hususunda İmam Hadi(a.s.)'dan nakledilen rivayette Allah'ın görünmesinin imkansız olduğuna istidlal edilmiştir.[80] İmam (a.s.) bir başka rivayette de Allah'ın, dünyanın gökyüzüne ineceğini şiddetle reddet­miştir[81]
Bu hususta, bazıları çok mufassal olan yirmi bir hadis İmam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilmiş ve onların tümünde İmam (a.s.) tenzih mevziinde yer almıştır.[82]
Şia imamlarının cebr ve ihtiyar meselesi hakkındaki inançları hususunda da İmam Hadi (a.s.)'dan mufassal bir ri­sale nakledilmiş ve bugün elimizde mevcuttur. Bu risalede -imam Sadık (a.s.)'dan rivayet edilen-
"Ne cebrdir ye ne de tafviz; ikisinin arasında bir yoldur." hadisi Kür'an ayetlerine dayanılarak şerh edilmiş ve bu mesele hakkındaki şianın kelam! mebna ve görüşleri dakik ola­rak beyan edilmiştir.[83]
İmam (a.s.) bu risalenin bir bölümünde bu meseleyle il­gili şöyle buyurmuştur:
"Biz şöyle diyoruz: Allah (azze ve celle) kendi yaratıkları­nı sonsuz kudretiyle yarattı, onlara ibadet ve kulluk etme gü­cü verdi. Onları istediği şeye emr, istemediği şeylerden de nehyetti. Onların, kendi emirlerine uymalarını kabul etti ve bununla da onlardan razı oldu, emirleri karşısında itaatsizlik­ten de onları nehyetti ve bu doğrultuda da emrine itaat et­meyenleri sorumlu tuttu. Emr ve nehiyde ihtiyar ve seçim hakkı Allah'a mahsustur. İstediği şeye emreder ve hoşlanma­dığı şeyden nehyeder ve onun doğrultusunda da onları so­rumlu tutar (azab eder). Çünkü O, emirlerine itaat etme ve günahlardan kaçınma gücünü kullarına vermiştir: Çünkü O'nun adalet, insaf ve hikmet-i baliğesi (tam zahir hikmeti) apaçık ortadadır ve inkar edilemez.[84]
Bunun devamında da cebrin isbatında bazı ayetlerin za­hirine istidlal edilmesini cevaplandırmıştır.
İmam Hadi (a.s.)'ın ihticacları unvanında nakledilen ri­vayetler arasında cebr ve tafviz hakkındaki rivayetler çoğun­luğu teşkil etmektedir.[85]

İMAM HADİ (a.s.)'IN DUA VE ZİYARET KÜLTÜRÜ

Şu gerçeği unutmamak gerekir ki, şia çok zengin dua ve ziyaret kültürüne sahiptir. İslami fırkaların hiçbiri bu derece dua ve ziyarete sahip değildir. İşte bu şii irfanını şekillendi­ren, şii toplumunda dini ihlas ve nefs tezkiyesini güçlendiren şiiliğin mânevi çehresinin alametidir.
Şia İmamları katında duanın çok önemli ve çok yüce bir yeri vardır. Onların bazıları dua hakkında çok tekid etmiş ve bu hususta çok değerli bir miras geride bırakmıştır. İmam Seccad (â.s.)'la ilgili bölümde duanın önemini beyan et­miştik. İmam Hadi (a.s.) da kendi programında dua ve ziya­rete çok önem vermiş, dua ve ziyaret kalıbında şiaları eğit­mede, şia kültür ve öğretilerini onlara aktarmada büyük bir ölçüde onlardan yararlanmıştır. Bu dualarda Allah ile razı ve niyaz etmenin dışında, bazı siyasi - içtimai meselelere de muhtelif şekillerde değinilmiştir. İşte bunlar şianın siyasi hayatında çok etkili oluyor ve düzenli olarak birtakım özel mefhumları onların toplumuna telkin ediliyordu. Şimdi bu dualardan bazılarına değineceğiz:

1-HALK VE EHL-İ BEYT ARASINDA BİR BAĞ OLUŞTURMA:

Muhammed ve âl-i Muhammed (s.a.v.)'e sık sık salavat göndermenin yanı sıra -ki bu dualarda ve genelde Ehl-i beyt İmamlarının dualarında mevcuttur- ümmet ve âl-i Muham­med (s.a.a.) arasında sağlam ve kopmaz bir bağ oluşturmaya da özel bir yer verilmiş ve bunun üzerinde önemle tekid edil­miştir, örnek olarak bir duanın bir bölümünü aşağıya akta­rıyoruz:
"Allah'ım, Muhammed (s.a.a.)'e ve Ehl-i beytine selam ve salavat gönder, benimle onlar arasındaki irtibatı dünya ve ahirette koparma ve benim amellerimi onların hürmetine ka­bul buyur."[86]

2- EHL-İ BEYTİN YÜCE MAKAMINA TEKİD

İmam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilen ziyaretlerde Ehl-i beytin üstünlüğüne ve onların İslam ümmetinin önderi ol­duğuna sık sık tekid edilmiş ve Resulullah (s.a.a.)'in Ehl-i beyti özel anlamıyla, şu tabirlerle vasfedilmiştir: Ma'den-ür Rahmet, Hüzzan-ül İlm, Kadet'ül Ümem, Saset'ül İbad, Ümena'ür Rahman, Eimmet'ül Huda, Vereset'ül Enbiya, Hücecüllah ala ehl-id dünya velahireti vel-ûta.[87] Aynı bu ziya­rette hidayet İmamlarına hitaben şöyle denmiştir:
"Şehadet ederim ki siz; raşid, hidayet olmuş, masum, fa­ziletli, Allah'a yakın, takvalı, sadık, Allah tarafından seçilen ve Allah'a itaat eden imamlarsınız."
Bu bölümlerin devamında Tahir İmamlar (a.s.)'in özellik­leri ve faziletleri zikredilmiş, İmam dakik olarak şialara tanıtıl­mış ve imam'ın sahip olması gereken özellikler şialara bildi­rilmiştir.

3-DİNİN TANITIMI VE SAHİH DİNİN EHL-İ BEYT MEKTEBİNDE OLDUĞU

Şiaların İmamlara hitaben nasıl şehadet vermeleri ve ne demeleri onlara şöyle öğretilmiştir:
"Allah yolunda gerektiği gibi cihad ettiniz; davetini ilan, farzlarını beyan ve sınırlarını ihya ettiniz. Allah'ın hükümlerini yaydınız, sünnetiyle amel ettiniz. Kur'an'ın tevil ve tenzili, Al­lah'ın ayetleri sizin yanınızdadır. Allah'ın nuru, burhanı sizde­dir ve şüpheler; ihtilaflar sizinle çözümlenir."
İlahi maarif ve hak öğretileri sadece Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i beytinin mektebinde aramak gerekir. Sadece Ehl-i beytin mektebine ve talimatına uyanlar hak üzeredirler.
"Sizden yüz çeviren dinden çıkmış olur, size itaat eden­lerse hak üzeredir."[88]

4 - ŞİANIN ZULÜM VE SİTEMLE MÜBAREZESİ:

Şianın kabul ettiği en aşikar, en bariz mefhumlardan biri zulüm ve haksızlıkla savaşmaktır. İmam Hadi (a.s.)'dan ri­vayet edilen dualarda bu mana dakik olarak gözlenmektedir. Bu dualardan biri olan "Dua'ul Mazlum Alâz-Zalim"[89] sadece O hazretten nakledilmiştir. Bu duada, zalim ve gaddarların zulmünün ortadan kaldırılması için Allah'tan yardım dilenilmiştir. Bu duada, zulmün ortadan kaldırılması işi zahiren Al­lah'a bırakılmıştır fakat ondan amaçlanan şey, zulmün top­lumda var olduğunu ve çeşitli şekillerde uygulanmakta ol­duğunu halka bildirmektir. Zulmün ortadan kaldırılması için yapılması gereken en esaslı ve önemli şey de budur. Bu dua, dakik olarak Mütevekkilin, İmam hakkında yapmış ol­duğu zulüm ve ihanetin ardından İmam'ın diline cari ol­muştur ve bunun siyasi boyutu açıkça gözlenmektedir.

İMAM HADİ (a.s.) VE GULAT

Şianın içindeki sorunlar da en azından düşmanların ya­rattıkları sorunlar kadardı, özellikle de iç sorunlar dış sorun­ların artmasında çok etkiliydi. Bu sebepleydi ki şia İmamları, ne pahasına olursa olsun şiiliği guluvdan temizlemek ve Gulat'ı kendilerinden uzaklaştırmakla iç sorunları halletmek için çok çaba sadettiler. Fakat Gulat çıkarlarından veya yanlış düşündüklerinden dolayı kendilerini şia İmamlarına müntasab ediyor ve İmamların onlara karşı muhalefetlerinin bir ne­vi takiyye olduğunu söylüyorlardı. Haliyle şia ilim, fıkıh ve kül­türünün -gerektiği gibi- yerleşmediği uzak şehirlerde bazıları Gulat'in kandırmacalarına aldanıp, itikadi açıdan munharif ediliyorlardı ve bu da şiaların, diğer İslami fırkalar nezdinde kötü tanıtılmasında çok etkili oluyordu. İmam Hadi (a.s.), İmamların faaliyeti doğrultusunda Gulat ile mübareze etti. Çünkü onun ashabı arasında da guluv inancını taşıyan kim­seler vardı. Tahir İmamlar (a.s.)'a çok bağlanan ve din hususunda her çeşit guluv ile muhalif olan mutedil şia alimlerin­den biri dan Ahmed b. Muhammed b. İsa rivayet etmiştir ki, İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazılarak şöyle soruldu: "Size ve babalarınıza öyle hadisler isnat edilmektedir ki insan onla­rı duymaktan nefret ediyor. Bu hadisler sizden ve değerli ba­balarınızdan nakledildiği için de onları reddetmeye cüret ede­miyoruz." Daha sonra şöyle devam ediyor: Kendilerini sizin dostlarınız ve şialarınız diye tanıtan Ali b. Haske ve Kasım Vaktini "Şüphe yok ki namaz, çirkin ve kötü şeylerden alı-"koyar insanı"[90] ayeti hakkında fehşa ve münkerin bir şahsa işaret olduğunu naklederler. Zekat hakkında da diyorlar ki ze­kat, bir miktar dirhem ve dinar ödemek değil, ondan maksad erkektir. Onlar bazı farz, sünnet ve günahları da bu minval üzere tevil ediyorlar. Eğer maslahat görüyorsanız bunu bizim için aydınlatın ve şialarınız üzerine minnet koyarak onları bu gibi sapıkcasına teviller bataklığından kurların. İmam bunun cevabında şöyle yazdı:
"Bu gibi teviller dinimizden değildir, ondan sakının."[91]
Buna benzer mektuplar "İbrahim b. Şaybe ve Sahi b. Ziyad'dan da rivayet edilmiştir. Bunların birine İmam (a.s.) çok mufassal bir cevap vermiştir. Bu cevapda Muhammed b. Haske reddedilmiş, onun Risalet hanedanına ve onların ve­layetine bağlılığı tekzib edilmiştir ve bunun yanısıra onun hu­rafelerinin batıl olduğunu belirtmiş ve şiaların da onlardan uzak durmasını emretmiştir ve hatta şialardan, o iki kişiyi ne­rede görürlerse hemen öldürmelerini istemiştir.[92] Başka bir rivayette de İmam (a.s.) Muhammed b- Haske ve Kasım Yaktini'ye beddua ve lanet etmiştir.[93]
Ali b. Haske, Kasım Şaranii Yaktini'nin üstadı idi ve o da Gulat'ın büyüklerinden olup, Tahir İmamlar tarafından redde­dilmiş ve dışlanmıştı.[94] Hasan b. Muhammed b. Baba-i Kummi ve Muhammed b. Musa eş-Şüreyki de Ali b. Haske'nin öğrencilerindendi. İmam Hadi (a.s.)'ın lanet ettiği kimse­lerden ikisi de Muhammed b. Nesir-i Nümeyri ve Faris b. Ha-tem-i Kazvini idi. İmam (a.s.) bir mektupta İbn-i Baba-i Kum-mi'den bizar ve beri olduğunu bildirerek şöyle yazmıştır: "O -İbn-i Baba- benim önü peygamber seçtiğimi ve kendisinin benim kapım olduğunu sanıyor." Daha sonra da şialara hita­ben şöyle buyurmuştur: "öldürebilirseniz öldürün, onu.[95]
Peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed b. Nesir-i Nümeyri, Nümeyriye veya Nesiriye fırkasının reisiydi. O, tena­sühe ve İmam Hadi (a.s.)'ın rububiyetine, mahremlerle ev­lenmenin ve erkeğin erkekle evlenmesinin caiz olduğuna ina­nıyordu. Ve İmam Hadi (a. s.) tarafından peygamberliğe seçil­diğini iddia ediyordu. Muhamed b. Musa b. Hasan b. Fırat da Muhammed b. Nesir'in yakın dostlarından ve yardımcıların­dan olup onu destekliyordu. Muhammed b. Nesir öldükten sonra, Gulat'ın en meşhur fırkalarından olan Nesiriye birkaç gruba bölündü.[96] O dönemde yaşıyan Gulat'ın büyüklerin­den bazıları da Abbas b. Sadakat, Eb'ul Abbas Tarfani (Taberani) ve Şah Reis diye tanınan Ebu Abdullah Kindi idi.[97]
İmam Hadi (a.s.), Faris b. Hatem hakkında onun tekzib edilmesini, ona saygı gösterilmemesini ve Faris b. Hatem ile Ali b. Cafer arasında çıkan ihtilaflarda Ali b. Cafer'i destek­leyerek İbn-i Hatem'i reddetmelerini istedi. Ayrıca İbn-i Hatem'in öldürülme emrini vererek onu öldürene uhrevi saadeti müjdeledi, onun cennete gireceğini tazmin etti. Cüneyd adın­da bir şia, İmam'dan sözlü izin alarak İbn-i Hatem'i öldürdü. "Rical-i Keşşi"de İbn-i Hatem hakkındaki bir çok rivayetler, İbn-i Hatem'in, şianın mevcudiyetini tehdit eden büyük bir tehlike olduğunu hatırlatıyor. Şialar İmam Hadi (a.s.)'dan sık sık onun hakkında birtakım sorular sormuş ve İmam da bu Soruların tümüne cevaben İbn-i Hatem'den beri ve bizar ol­duğunu belirtmiştir.[98]
Sürey b. Selame de Gulat'la ilgili ve onların bozgun­culukları hakkında İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazmış ve İmam da bunun cevabında şialara dua ederek Gulat karşısında onları sebatlı olmaya ve mukavemet etmeye davet etmiştir.[99]
İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından olduğunu tanıtmaya ça­lışan Gulat'tan biri de Ahmed b. Muhammed-i Seyari'ydi.[100] Şia "Rical" alimlerinin ekseriyeti, onun Gulat'tan ve fasid-ül mezheb olduğunu söylemişler.[101] Kur'an'ın tahrif edildiğine dair "Kitab'ul Kıraat" adında bir hadis kitabı yazmıştır ve ke­sinlikle batıl şeylerden başka bir şey onda bulunamaz.[102] İmam Hadi (a.s.), İslami fırkalar açısından Kur'an'ın tahrif ol­madığına bizzat tekid etmiştir:[103]
Hüseyin b. Abid de Gulat'tan olup kendisinin İmam Ha­di (a.s.)'ın ashabından olduğunu söylüyordu ve bu yüzden de Ahmed b. Muhammed b. İsa Kummi, onu ve diğer bir kaç kişiyi guluv ehlinden oldukları için Kum'dan kovdu. Bundan önce de belirttiğimiz gibi Kum ehli asil ve hakiki şii düşünce­sine sahip idiler ve en ufak bir guluvvu bile tahammül et­miyorlardı. Bunun için bazen -gerçek anlamıyla ve imamlar hakkında bir nevi rububiyet itikadi olan- Gulat'tan olmayan kişileri bile suçluyorlardı. Herhalükarda hidayet imamlarının sık sık tekzipleri ve dışlamaları sonucunda Gulat, kendilerini Tahir İmamların ashabı diye tanıtmak gibi en önemli silahları­nı kaybettiler. Tabii şunu da unutmamak gerekir ki, guluv eserleri henüz bile rivayetlerimiz ve hadislerimiz arasında görülmektedir. Hadislerimizi onlardan arındırmak, şia İmamları­nın metod ve prensiplerine inanan her İmami şianın göz ardı edemeyeceği bir vazifedir. Çünkü kasıtsız olan, inkar edile­mez sadakat ve samimiyetle faaliyet eden, ancak maalesef ki bu gibi guluv hadislerinden etkilenen öyle kişiler görülmüştür ki. Feth b. Yezid-i Gürcan'ı, İmam Hadi (a.s.)'dan mufassal bir rivayet naklederek, İmamet makamıyla bağdaşmadığı için İmam'ın yemek ve içmeğe ihtiyacı olmadığı inancında olduğu­nu itiraf ediyor ve İmam Hadi (a.s.) da ona cevaben şöyle buyuruyor:
"Ey Feht b. Yezid, bizler için örnek olan Peygamberler bile hem yer hem içerler hem de pazarlarda yürürler. Çişime cisimlik veren Allah'tan başka herkes böyledir.[104]

İMAM HADİ (a.s.) VE KUR'AN'IN MAHLUK OLUŞU:

Üçüncü yüzyılın başlarında ehl-i sünnet alemini meşgul eden en önemli konulardan biri Kur'an'ın hadis ya da kadim olması meselesiydi. Bu mesele ehl-i sünnet arasında bölünmelere ve yeni fırkaların ortaya çıkmasına neden oldu. İlk olarak bu meseleyi gündeme getiren şahıs Ahmed b. Ebi Davud idi.[105] Daha sonra Memun ve ondan sonra da Mutasım meseleyi takib etti. Onlar tarihte "Mihnet'ül Kur'an" diye adı geçen -Kur'an'ın hadis olduğu inancını- alimlere ve muhaddislere kabul ettirmeye çok çalıştılar. Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere hadis ehli Kur'an'ın kadim olduğuna inanıyordu ve bu yüzden de Abbasi hükümetinin baskı ve ihanetlerine ve hatta onların emriyle kırbaçlanmaya maruz kaldı. Fakat Mutasım'dan sonra onun yerine geçen Mütevekkil, Ahmed İbn-i Hanbel'i destekledi ve birbirinin yardımıyla onun mezhebinin -Kur'an'ın kadim olduğuna itikad- lehine meseleyi noktaladılar, kendilerine muhalif olan alimleri de sahneden uzaklaştırıp susmaya zorladılar. Ayrıca onlar, hadis ehli mezhebini İbn-i Hanbel'in getirdiği çerçeve dahilinde yayarak diğer mezheplerin bidat olduğunu söylediler. Bu meselenin akabinde bütün hadisçi gruplar -kendi görüşlerini savunmak amacıyla- birbirlerine karşı cephe açtılar ve her grup kendi görüşünü ortaya koydu. Ama -bildiğimiz kadarıyla-[106] Ehl-i beytin rivayetlerinde ve İmamların ashabının sözlerinde bu konuya değinilmemiş ve şialar da bu hususta konuşmamışlardır. Bu gün elimizde mevcut olan imam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilen bir mektup da İmam (a.s.) şialarından birine, bu hususta görüş belirtmemesini ve onlardan hiçbirinin tarafını tutmamasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Allah, bizi ve seni fitnelere bulaşmaktan korusun; her iki gruptan da kendini uzak tutarsan senin yararına olur, aksi taktirde helak olursun.
Bizim inancımıza göre Kur'an hakkında cedel etmek bidattir. Bundan kaynaklanan günah ve kötü neticelerden hem soran hem de cevap veren sorumludur. Çünkü soruyu soran, yükümlü olmadığı bir şey hakkında sormuş olur ve cevap veren de yükümlü bulunmadığı bir şeyden dolayı hiç bir delile dayanmadan cevap verdiği için sorumlu tutulur. Allah'tan başka bir yaratan yoktur ve O'ndan başka, her şey O'nun mahlukudur; Kur'an da Allah'ın kelamıdır. Kendi yanından ona bir ad takma, aksi taktirde zalimler zümresinden olursun. Allah, gaybe iman eden, Allah'tan ve kıyamet gününden sakınan kimselerden karar kılsın, bizleri.[107]
Bu mektuplar ve tavırlar, şiaların böyle sonuçsuz bir konuya girmemelerine sebep oldu.

İMAM HADİ (a.s.) VE İRAN'DAKİ ŞİALARI:

Tahir İmamlar (a.s.)'ın şialarının hemen hemen hepsi Küf eli idiler. Şianın "Rical" kitaplarına bakıldığında kolayca an­laşılmaktadır bu. Çünkü onların çoğunun isminin sonuna "Ku­fi" kelimesi eklenmiştir. İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'ın döneminden itibaren İmamların bazı ashabının ismi­nin sonuna ise "Kummi" kelimesi eklenmiştir. Bunlar Arap soyundan olan ve Kum'da yaşayan Eş'arilerdi.
imam Hadi (a.s.) "m döneminde Kum, İran şialarının toplandığı en önemli merkez idi ve bu şehirdeki şialarına Tahir İmamlar (a.s.) arasında çok sağlam, sarsılmaz bir irtibat mevcuttu. Şunu unutmamak gerekir ki, Küfe şiaları arasında mevcut dan guluv ve inhiraf! eğilimler kadar, Kum şiaları ara­sında itidal ve guluv zıddı düşünce tarzı hakim idi. Bu şehrin şiaları, bu mesele hakkında çok ısrar ediyor ve titizlik göste­riyorlardı. Guluv hakkında imam Hadi (a.s.)'a yazılan meşhur mektup bu şehirden gönderilmişti ve bu şehirde Gulat'a karşı büyük bir tepki ve baskı vardı.
Kum'un yanındaki Abeh veya Aveh ve Kaşan şehirleri de şii kültür ve maarifinden etkilenmiş ve Kum ehlinin görüş ve düşünce tarzına sahip idiler. Bazı rivayetlerde, Muhammed b. Ali Kaşani'nin İmam Hadi (a.s.)'dan "tevhid" hakkında so­rular sorduğu zikredilmiştir.[108]
Kum halkının imam Hadi (a.s.) ile mali irtibatları da var­dı. Bu hususta Muhammed b. Davud-i Kummi ve Muham­med Talhi'nin adı geçmiştir. Bunlar, Kum ve etrafındaki yerler hakkında İmam'a bilgi veriyor ve oradan para toplaya­rak İmam'a gönderiyorlardı.[109]
İmam (a.s.) diğer ithamların yanı sıra, Kum halkının ken­disine para göndermesiyle de suçlanıyordu.[110]

Ayrıca Kum ve Aveh halkı İmam Rıza (a.s.)'ın mübarek türbesini ziyaret etmek için Meşhe'de gidiyorlardı. İmam Ha­di (a.s.) onları, bu amellerinin karşılığında "mağfurun lehüm" ibaresiyle vasfetmiştir.[111]
İran'ın diğer şehirlerinin halkı da İmamlarla buna benzer bir ilişki içindeydiler. -Emevilerin ve Abbasilerin gaddarca nüfuz ve İslam alemindeki sultalarından dolayı- İran'ın çoğu şehirleri sünnü eğilimli ve şiaların da azınlıkta olmasına rağ­men, şialar bu irtibatı kurmuş ve korumuşlardı. Ebu Mukatil-i Daylemi diye tanınan Salih, İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından biri olup rivayet ve kelam çerçevesinde İmamet hakkında bir kitap yazmıştır.[112] Hicri ikinci yüzyılın sonlarından itibaren "Daylem" birçok şiayı kucağında eğitmiştir. Bunun yanı sıra Daylem'den Irak'a hicret edenler de şiilik mezhebine gir­mişlerdi. İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından bazılarının isminin sonuna eklenip, yer ve şehire işaret eden kelimelere baktığı­mızda onların ikamet ettikleri, yaşadıkları merkezi biraz da ol­sa tanıyabiliriz. Mesela: Bişr b. Beşşar-i Nişaburi, Feth b. Yezid-i Cürcani, Ahmed b. İshak-ı Razi, Hüseyn b. Said-i Ahva-zi, Hamdan b. İshak-ı Horasan! ve Ali b. İbrahim-i Talekani vb. İran'ın muhtelif şehirlerinde yaşıyorlardı. Gürcan[113] ve Nişabur[114] şiaların gün geçtikçe gelişen faaliyetleri netice­sinde dördüncü yüzyılda şianın nüfuz ettiği merkezlerden biri haline geldi. Bazı şahidler, İmam Hadi (a.s.)'ın bazı ashaplarının Kazvin'de de yaşadığını göstermektedir.[115] Mutaassıb Hanefi Sünnilerin şehri diye tanınan -gerçekten de onların büyük bir bölümü öyleydi- İsfahan şehrinde de İmam Hadi (a.s.)'ın bazı ashaptan yaşıyordu. Onlardan biri İbrahim b. Şaybe İsfahan! idi. İbrahim aslen Kasan'lıydı ama ihtimalen İsfahan'da uzun bir süre kalmıştı. İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından olan Ali b. Muhammed-i Kaşani de aslen İsfahanlı idi.[116] Bir rivayette de Abdurrahman-ı Nami'nin adı geçmiş ve İsfahanlı olduğu söylenmiştir. Nami, Samirra'da İmam Hadi (a.s.)'dan görmüş olduğu kerametin etkisinde kalarak şia mezhebine girmiştir.[117]
Hz. Emir'ül Müminin Ali (a.s.)'ı malından, canından ve ai­lesinden daha çok seven birçok kimseler dördüncü yüzyılda İsfahan'da yaşıyordu.[118] Başka bir rivayette de İmam Hadi (a.s.)'ın, Hamedan'daki vekiline bir mektup yazarak şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Hamedan'daki dostlarıma sizin hakkınızda tavsiyelerde bulundum."[119]

Dipnotlar:

[1] Usul-u Kafi, c: 1, s: 497. Irşad (Şeyh Müfid), s: 327. Tahzib, c: 6, s: 92. el-Kamil (İbn-i Esir), c: 7, s: 189.

[2] Tarih-i Bağdat, c: 12, s: 57. Müsned'ül imam'il Hadi, s: 13-14.

[3] Yafii "Mir'at-ül Cinan, c: 1, s: 160" da bu söze değinerek Samirra'-nın Asker diye meşhur olmasının sebebini, Mutasım'ın ordusuyla birlikte oraya intikal etmesi olarak bilmiştir. Tezkiret'ül Havas, s: 359. Maan'll Ahbar, s: 65.

[4] Fusul'ul Muhimme, s: 277

[5] Tarih-i Bağdat, c: 12, s: 56.

[6] Menakib, c: 2, s: 442. Müsned'ül İman'il Hadi, s: 56. Menakib-'den naklen.

[7] Muruc'ıız Zaheb, c: 4, s: 86. Tezkiret'ül Havas, s: 362. Fusul'ul Muhimme, s: 283.

[8] Mirza Hûseyn .Nuri, Musa hakkında yazmış olduğu bir risalede onu şiddetle savunmuştur.

[9] Fırak-uş Şia, s: 91-92. Fusul'ul Muhtare, s: 257.

[10] el-Makalat vel-Fırak, s: 99.

[11] A'lam-ül Vera, s: 333. Menakib, c: 2, s: 443. Müsned'ül İmam'il Hadi, s: 20.

[12] Usul-u Kafi, c: 1, s: 323. Bihar-ül Envar, c: 50, s: 118.

[13] Usul-u Kafî, c: 1, s: 325. Bihar'ül Envar, c: 50, s: 118-123. Müs­ned'ül İmam'il Hadi, s: 18-22.

[14] Nasebname-i Hülefa ve Şehriyaran (Zambaver), s: 3.

[15] Makatil'üt Talibîn, s: 478. Eb'ul Ferec yazısının devamında şöyle diyor: İmam Hüseyn (a.s.) şialarından bazıları, tahrib edilen İmam Hü­seyn (a.s.)'ın makberesinin yerinde bazı alametler bıraktılar ve'Mütevekkil öldürüldükten sonra Kerbela'ya gelip bazı Talibi ve Alevilerle birlikte meza­rın yerini belirledi ve üzerine de bir türbe bina ettiler.

[16] irşad (Şeyh Müfid), s: 333-334. Usul-u Kafi, c: 1, s: 501.

[17] Bu manada bir mektup da Mütevekkil'in karısı ona yazdı.

[18] Uyûn'ul Mücizat nakline göre, Bihar-ül Envar, c: 50, s: 213.

[19] el-Kamil Fit-Tarih (İbn-i Esir), c: 7, s: 20. Makatil'üt Talibin, s:480.
[20] Tezkiret'ül Havas, s: 359.

[21] İrşad (Şeyh Müfid), s: 333.
[22] Kafî, c: 1, s: 501. irşad, s: 333. Tezkiret'ül Havas, s: 36. Fusul'ul Muhimme, s: 279.

[23] Bihaf'ul Envar, c: 50, s: 142; el-Harâic vel-Cerayih nakline göre.

[24] Tezkiret'ül Havas, s: 359.

[25] Muruc'uz Zeheb, c: 4, s: 84. Tezkiret'ül Havas, s: 359.

[26] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 209.

[27] Menakib (İbn-i Şehr Aşub), c: 2, s: 454. Müsned'ül İmam'il Ha­di, s: 44.

[28] Isbat'ül Vasiyyet, s: 228.

[29] Tezkiret'ül Havas, s: 359. Muruc-uz Zaheb, c: 4, s: 85.

[30] Kervanların konakladığı yer.

[31] İrşad (Şeyh Müfid), s: 334.

[32] İrşad (Şeyh Müfid), s: 334.

[33] irşad (Şeyh Müfid), s: 334.

[34] A'lam'ül Vera, s: 438.

[35] Muruc-uz Zaheb, c: 4, s: 10-11.

[36] Furkan- 27
[37] Bihar’ul Envar c50 s214
[38] Muruc-uz Zaheb c4 s11. Mir’at’ül Cinan c2 s159 Tetimmet-ül Muhtasar s347
[39] Muhec'üd Daavat (İbn-i Tavus), s: 265. Müsned'ül İmam'il Ha­di, s: 186-191

[40] Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 381.

[41] Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 398.
[42] Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 394.

[43] Menakib, c: 2, s: 447. Müsned'ül İmam'il Hadi, s: 41. Mütevek­kil'in imam'a karşı kötü davranışları hakkında elimizde bir çok rivayet mevcuttur ancak onları buraya aktarmak mümkün değildir.

[44] Kitapta not düşülmemiştir.

[45] İsbat’ul Vasiyet s232

[46] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 140.

[47] Vülat-u Mısr, s: 229; Onikinci İmam'ın Gaybetinin Siyasi Tari­hi'nden naklen, s: 89.

[48] Usul-u Kafi. c;'1, s: 511-513.
[49] Menakib, c: 4, s: 416

[50] Keşf'ul Gumme, c: 3, s: 247. Onikinci İmam'ın Gaybetinin Siya­si Tarihi, s: 89 dan naklen.

[51] Kafi c6 s480

[52] Rical-i Necaşi, s: 313
[53] Emali (Şeyh Tusi), c: 1, s: 91. Müsned'ul imam'il Hadi, s: 38-39.

[54] Rical-i Keşşi, s: 11. Müsned'ul İmam'il Hadi, s: 83.

[55] Onikinci imam'ın Gaybeti'nin Siyasi Tarihi, s: 137,

[56] Rical-i Keşşi. s: 607-608. Tankih'ül Makal. c: 2, s: 271; Keşşi'den naklen, îsbat'ül Vasiyyet, s: 232

[57] Rical-i Keşşi, s: 525-527.

[58] Rical-i Keşşi, s:608.

[59] Rical-i Keşşi, s: 611.

[60] Tankih-ül Makal, c: 2, s: 271.

[61] Tankih-ül Makal, c: 2, s: 159.

[62] Rical-i keşşi, s: 611-612.

[63] Mamekani. bu hususta detaylı bir şekilde bahsetmiş ve Hüseyin t». Abd-i Rabbih'in İmam Hadi (a.s.)'ın vekili olduğunu belirttikten sonra (Öyle diyor; Hem Ali'nin ve hem de babasının kendi zamanlarında O hazretin vekili olmaları uzak bir ihtimal değildir. Bakınız: Tankih-ül makal. c: 1. 331-332.

[64] Rical-i Keşşi, s: 513 Bihar'ul Envar, c: 50, s: 222.

[65] Rical-i Keşşi, s: 513 Bihar'ul Envar, c: 50, s: 220

[66] Rical-i Keşşi, s: 514
[67] Müsned'ül Imam'il Hadi, s: 320.

[68] Tuhaf'ul Ukûl, s: 338-356.

[69] Menaikib-i İbn-i Şehr Aşub, c: 2, s: 443. Müsned'ül İmam'il Ha­di, s: 28-29.

[70] Rical-i Keşşi, s: 265. Kamus'ur Rical, c: 9, s: 324.

[71] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 17.

[72] İntişar, s: 61.

[73] Türâsuna dergisi, sayı: 19, 107-108
[74] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 104
[75] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 97
[76] Cismun La kel-ecsam" makalesi, s: 92. ,

[77] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 97-105.

[78] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 101. Usul-u Kafi c1 s102

[79] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 101

[80] Usul-u Kafi, c; 1, s: 97. Tevhid (Şeyh Saduk), s: 109

[81] Usul-u Kafi, c: 1, s: 126.

[82] Müsned’ül İmam’il Hadi s84- 94
[83] Tuhaf'ul UfcÛI, s: 338-356. Müsned'ül Imafn'il Hadi, s: 198-213.

[84] Müsned'ül imam'il Hadi, s: 205.

[85] Müsned'ül imam'il Hadi, s: 198- 227

[86] Misbah'ül Müteheccid, s: 239. Müsned'ül imam'il Hadi, s: 178.

[87] Men la Yahzuruh'ul Fakih, c: 2, s: 60. Uyûn'u Ahbar'ir Rıza, c: 2, 272. Tahzib, c: 6, s: 95. Müsned'ü) imam'il Hadi, s: 247.

[88] Müsned'üi İmam'il Hadi, 249.

[89] Müsned'üi İmam'il Hadi, 189- 190.

[90] Ankebut/45
[91] Rical-i Keşşi. s: 517.

[92] Rical-i Keşşi. s: 517.

[93] Rical-i Keşşi. s: 518- 519.

[94] Rical-i Keşşi. s: 517.

[95] Rical-i Keşşi. s: 520- 521

[96] Rical-i Keşşi, s: 521. Fırak'uş Şia, s: 93. el-Makalat vel-Fırak, s:100-101. el-Gaybet, s: 259. Şerhu Nehc-il Balağa (İbn-i Eb'il Hadid) c: 2, s:
[97] Rical-i Keşşi. s: 522

[98] Rical-i Keşşi. s: 522- 528

[99] ed-Dürr'ün Nazim, Hayat'ül imam'il Hadi, s: 336 dan naklen.

[100] Müsned'ül İmam'il Hadi, s: 323.

[101] Rical-i Necaşi, s: 58. Kamus'ur Rical, c: 1. Mücem'u Rical-il Ha­dis, c: 2, s: 290.

[102] Ekzubetü Tahr'rf'il Kur'an Beyn'eş Şia ves-Sünne; (Resul Cafe-riyan).

[103] Tuhaf'ul Ukul, s: 338.

[104] Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 388. Tenkih'ul Makal, c: 3, s: 3.

[105] et-Tabakat'us Sünniye fi Teracim'il Hanefiye, Riyad baskısı, Yıl:1983.

[106] Muhakkik Üstad Seyyid Mehdi Ruhani'nin görüşüdür, bu. Bu konunun asıl unvanını ona borçluyuz.

[107]Müteşabih'ül Kur'an ve Muhtelefuhu, c: 1, s: 61. Bu şayiada imam Seccad (a.s.)'dan şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Kur'an, ne haliktir ve ne de mahluk; o halik (yaratan) Allah'ın kelamıdır.

[108]Kafi, c: 1, s: 102. Tevhid (Şeyh Saduk), s: 101

[109] Meşarik'ül Envar, s: 100. Müsned'ül İmam'il Hadi, s: 45.

[110] Emali (Şeyh Tusi), c: 1, s: 282. Menakib (İbn-i Şehr Aşub), c:2, s: 451. Müsned'ül imam'il Hadi, s: 37.

[111] Uyûn'u Ahbar'ir Rıza, c: 2, s: 260.

[112] Müsned'ül imam'il Hadi, s: 317. Tankih'ul Makal, c: 2, s: 90.

[113] Ehsen'üt Takasım, s: 315, 358, 361, 371.

[114] Ehsen'üt Takasim, s: 366.
[115] Rical-i Keşşî, s: 526.

[116] Müsned'ül imam'il Hadi, s: 352.

[117] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 141. Müsned'ül imam'il Hadi, s: 123.

[118] Muhtasaru Tarih-i Dimişk, c: 10, s: 104.

[119] Rical-i Keşşi, s: 610.

 

Yeni yorum ekle