HZ.MEHDİ(A.S)
Hz.Mehdi’nin Babasının Adı
Bazıları, Hz. Mehdi’nin babasının adının Abdullah olduğunun ileri sürmüşlerdir. Bu görüş bir çok sahih hadisle çelişmektedir, özellikle Ehl-i Beyt kaynağından gelen mütevatir ve sahih hadisler uyarınca Hz. Mehdi’nin 12. İmam olduğu ve babasının 11. İmam olan Hasan Askeri olduğu bildirilmiştir. Örnek olarak Cabir b. Abdullah Ensari’nin Peygamberden naklettiği 12 İmam’ın isimlerini içeren hadisi zikredebiliriz. Ama Hz. Mehdi’nin babasının isminin Abdullah olduğunu söyleyenler ise bu hususta zayıf olan bazı hadislere isnat etmişlerdir. Örneğin Ebu Davud, Zaide’den o Asım’dan, o Zer’den o da Abdullah’dan nakleder ki Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer dünyada sadece bir gün kalsa dahi Allah o günü o kadar uzatacak ki sonunda benden veya benim Ehl-i Beytimden olan birisini gönderecektir, Onun ismi benim ismimle, babasının ismi babamın ismi ile denktir. Yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi onu adalet ve eşitlikle dolduracaktır.” “Babasının ismi babamın ismi ile aynıdır” cümlesine göre İmamım babasının adı Abdullah’tır. Ama Ehl-i Beyt’ mektebine göre mütevatir olan hadislere göre İmamın babasının adı Hasan’dır. “Tirmizi bu hadisi zikrederken[1] Babasının ismi babamın adı ile aynıdır” cümlesini nakletmemiştir ve hafızlarımızın ve güvenilir ravilerin rivayetinde sadece “onun ismi benim ismimle denktir.” cümlesi geçer. Bunun rivayetindeki “babasının ismi babamın ismi ile aynıdır” cümlesi fazlalıktır ve o böyle eklemeler yapmayı adet edinmiştir.” Sonra diyor ki: “Bu konudaki son söz şudur: Doğrusu İmam Yalnız Ubeydullah bin Musa’nın Zaide’den o da Asım’dan naklettiği rivayette “ve babasının ismi babamın ismidir” şeklinde geçer. Akıl sahibi her insan bilir ki birçok imamın naklinin aksi olan bu fazlalığın itibarı yoktur. En iyisini Allah bilir.”[3] Abbasoğulları’nın kendi siyasi hedefleri ve çıkarları uğruna hadis uydurmak için yalancıları satın alarak görevlendirmeleri onların adetlerindendir. Bu konuya El Ağani kitabının yazarı açıkça nakleder.[4] El Fahri “El Adab-us Sultaniyye ve’d Düvel’ul İslamiyye” adlı kitabının 16. Sayfasında “Nefs-i Zekiyye’nin Kıyamı” başlığı adı altında şöyle nakleder: “....İşin başlangıcında zuhur edecek olan Mehdi’nin o olduğuna dair halkın arasında söylentiler yayıldı. Onun babası oğlu Muhammed-i Nefs-i Zekiyyenin müjdelenen Mehdi olduğunu halk kitleleri arasında yaymağa başladı. O aynı zamanda “Babasının ismi babamın ismi ile aynıdır” cümlesini de hadise ekleyerek rivayet ediyordu. Ama İmam Cafer bin Muhammed-i Sadık, Abdullah-ı Mahz’a oğlunun bu makama ulaşamayacağını söylüyordu...” Ehl-i Sünnet Kaynaklarında İmam Mehdi(a.s)
Büyük hadis imamları, tarihçiler, ilmi otoriteler ve Ehl-i Sünnet mezhep imamları; İmam Mehdi ilgili olarak onlarca kitap ve risale kaleme almıştırlar; bunlar Hz. Mehdi’ye inanmanın İslam akidesinin gereği olduğunu ortaya koymuş ve bunun delillerini de açıklamışlardır. Bazıları da yazdıkları kitapların bir bölümünü İmam Mehdi aleyhi’s-selâm konusuna ayırmış ve Mehdi inancının İslamî temellere dayandığını beyan etmişlerdir. Hatta bunların bazısında ayrıca Hz. Mehdi konusunda yazılmış olan kitaplardan daha geniş bir şekilde bu konuya yer verilmiştir. Bunların birçoğu kitap olarak basılmış ve birçoğu da henüz yayınlanmamıştır. asırdan başlayarak, yazarlarının yaşam tarihlerine göre sıraladık. Bu kitaplarla ilgili kısa bir açıklama ve yazarlarının kısa bir biyografisini ve onların basılmış nüshalarının ilk sayfasının kopyasını küçülterek, yayınladık. Umarız bu makale, Mehdilik inancının sağlam kaynaklarını sunarak bu akideyi inkar eden görüşün son yıllarda ortaya atılan temelsiz bir görüş olduğunu gösterme açısından yararlı olur. Kitap : el-Musannef. Müellifi : Muhammed b. Yezid b. Macei er-Rebi-i el-Gazvinî Müellif : Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi, el-Secistani (202-275 Hicri) Kitap : Sünen-i Tirmizi. Bunlarla beraber, Rical ilmi, tarih ve hadis sahalarında da eserleri vardır. Eş-Şemail, el-İlel, et-Tarih ve el-Camiu’s-Sahih adlı kitapları bunlardandır. Özellikle onun bu son kitabı, Ehl-i Sünnet’te büyük değere ve şöhrete sahiptir. Aynı zamanda Kütüb-ü Sitte’den de biridir. Bu kitabıyla ilgili birçok şerhler yazılmıştır. Sünen’in dördüncü cildinde, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm hakkında bir takım hadisler nakletmiştir. Kitap : Kitab-ul Bed’u ve’t-Tarih Bu kitap İstanbul’da Damat İbrahim Paşa’nın kütüphanesinde olan nüshada ve İbnü’l Verdi’nin, “Haridat-ül Acaib” kitabında da, adı geçen müellife ait olduğu belirtilmiştir. Hacı Halife de, Keşfü’z-Zünun’un 1. cildinin, 227. sayfasında bu eserin müellifinin Ebu Zeyd olduğunu belirtmiştir. Ebu Zeyd, rical ve biyografi kitaplarında da tarihçilerin ileri gelenlerinden sayılmış; din, şeriat, felsefe, edebiyat ve diğer ilimlerde de tanınmış bir isim olarak kabul edilmiştir. Ama Fransız müsteşrik Cloman Hewar, araştırmaları neticesinde, bu kitabın müellifinin tarihçi Mutahhar b. Tahir el-Mukaddes olduğunu bildirmektedir. Çünkü, Ebu Zeyd bazı biyografi kaynaklarına göre; Hicri 322 veya Hicri 340 yılında vefat etmiştir. Oysa kitabın telif tarihinin Hicri 355 olduğu kaydedilmiştir. Hacı Halife de “Keşf üz-Zünun” adlı eserinde Ebu Zeyd’in ölüm tarihini böyle kaydetmiştir. Ama el-Mukaddes’in Biyografisi bizim için de meçhuldür. Bu kitap, Miladi 1899-1919 yılları arasında, müsteşrik Clamon Hewar’ın çalışmasıyla altı ciltte, şerhli olarak Fransa’da basılmış; daha sonra da, Bağdat’ta ofset olarak basılmıştır. Bir kısmı ise hâlâ basılmamıştır. Kitap : el-Mu’cemu’l-Kebir. Kitap : Mealimu’s Sünen Fi Şerh-i Kitab-ı Sünen-i Ebi Davud. Kitap : Mesabihu’s Sünne. Kitap : Camiu’l Usul Min Eha-disi’r Resul. En önemli eseri olan bu eserini, Kutub-u Sitte’den derlemiş ve 13 cilt halinde Beyrut’ta basılmış olan bu eserinin bir bölümünü, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm konusuna ayırmıştır. Kitap : Metalibu’s Seul Fi Me-nakıb-i Âl-ir Resul. Müellif : Sibt b. Cevzi Hane-fi Yusuf b. Kızoğlu b. Abdullah el-Bağ-dadi ed-Dimeşkî (581-654 Hicri) Yukarıda adı geçen eseri, 12 İmam ın fazilet ve özelliklerini içermektedir. Kitabın son bölümü ise Hz. Mehdi ile ilgilidir. Kitap : Şerhu Nehci’l Belağa. En meşhur eseri olan Nehcü’l-Belağa Şerhi, Allame Hoi’nin 22 ciltlik Nehcü’l Belağa Şerhinden sonra, bu konuda en geniş şerhlerden sayılır. Mısır, Beyrut ve İran’da defalarca tab edilmiştir. Kitap : Muhtasaru Sünen-i Ebu Davud. Kitap : Tezkiretu’l-Kurtubi Eserlerinden olan “el-Camiu Li Ahkam’il-Kur’an” 20 cilt olarak basılmış ve Kurtubi Tefsiri olarak tanınmıştır. Yukarıda işaret edilen eseri, Tezkiretun Bi Ahvali’l Mevta ve Ahvali’l Ahire adıyla Mısır’da iki cilt olarak basılmıştır. Kitabın ikinci cildinde, bir bölümü İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a ayırmıştır. Mehdi inancı konusunda, Şia’yla aynı görüşe sahiptir. Kitap : Vefayetu’l-A’yan. Aslen Erbil’li olup, Mısıra gitmiş, oradan da Şam’a yerleşerek bir süre kadılık yapmıştır. Kendisi, büyük tarihçi ve edebiyatçılardandır. Kitap : Zehairu’l Ukba. Kitap : Feraidu’s-Simtayn. Bu eseri, Hicri 1398’de Beyrut’ta, daha önce de Lahor’da basılmıştır. Kitap : Mişkatu’l-Mesabih. Kitap : Haridatü’l-Acaib ve Feridatü’l-Garaib. Kitap : el-Menaru’l-Munif Fi’s-Sahihi Ve’z-Zaif. Kitap : Kitabu’n-Nihaye (el-Fi-ten ve’l Melahim). Kitap : Meveddetü’l-Kurba. Kitap : Şerhu’l-Mekasid. Kitap : Mecmau’z-Zevaid ve Men-ba-ul Fevaid. Kitap : el-Fususu’l-mühimme. Kitap : el-Örfu’l-vardi Fi Ahbari’l-mehdi. Kitap : el-Eimmetu’l-isna aşer. Kitap : el-Yevagıtu ve’l-cevahir Kitap : es-Savaiku’l-muhrika. Kitap : Kenzu’l-ummal. Adı geçen 14 ciltlik ansiklopedik eseri, hadis kaynaklarından biri olarak bilinmektedir. Eserinin 14. cildinin bir bölümünü “Ahir Zamanda Zuhur Edecek Mehdi” başlığı adı altında ele almıştır. Bundan başka diğer bir eseri olan “Telhisu’l-beyan ve’l-Burhan Fi alamati’l-mehdi” adlı eserlerini de müstakil olarak İmam Mehdi aleyhi’s-selâm konusuna tahsis etmiştir. Müellif : Ahmed b. Yusuf b. Ahmed ed-Dimeşki; Karamani diye tanınır (939-1019 Hicri). Kitap : Mirkatu’l-mefatih, Şerh-u Mişkatu’l-mesabih. Kitap : el-İşaretü Fi Eşratü’s-sae. Kitap : Fethu’l-menan, Şerhu’l-fevzi ve’l-Eman. Kitap : Levaihu’l-envari’l-ilahiyye. Kitap : Nuru’l-ebsar. Kitap : Fevzu’l-kadir, Şerh-i Camiu’s-sağir. Kitap : el-İzae Lima Kane ve Ma Yekunu. Kitap : Gayetü’l-mevaiz. Kitap : Avnu’l-ma’bud. Kitap : Nazmu’l-mütenasir Min Hadisi’l-Mütevatir. Kitap : Nazretün Fi Ahadisi’l-mehdi. Kitap : Tacu’l-camiu’l-usul. Kitap : İbrazu’l-vehm Meknun Min Kelam-i İbn-i Haldun. Kitap : Huve’l-mehdi Kitap : Akidetü Ehli’s-sünne Fi’l Mehdi . Hz. Mehdi (a.s) Hakkında Müslümanların İttifakı
Mustafa İhsan Kur’an’da Gayba İman Gayba ve gaybla ilgili hakikatlere inanmak peygamberlerin ilahi davetlerinin ekseni olup vahy ve nübüvvete imanın gereklerindendir. Nitekim Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde Kur’an “gayba inananlar için hidayet edici bir kitap” olarak tanıtılmıştır: “Bu bir kitaptır ki, kendisinde şüphe yok. Takva sahipleri için de yol göstericidir. Onlar, gayba inanırlar.”[1] Gaybî bilgi, insanın kendi başına edinebileceği bir bilgi olamayıp sadece ilahî öğrenim ve vahy yoluyla elde edebileceği inkâr edilmez bir gerçektir. Öyleyse “gayb”; Allah Teala’nın kullarını, peygamberleri vasıtasıyla bilgilendirdiği, melekler, arş, kürsü, cennet, cehennem, geçmiş ve gelecekle ilgili gizli olaylar gibi geniş bir hakikatler yelpazesini kapsamına almaktadır ki, Allah Teala peygamberleri vasıtasıyla halkı bu vb. konulardan haberdar kılmaktadır. Buradaki bahsimiz gelecekle ilgili bir mevzu etrafında olduğundan; gelecekte vuku bulacak bazı olaylar hakkında semavi kitaplarda bildirilmiş olan birkaç gaybi meseleyi aşağıya aktarıyor, bu örneklerden birkaçına değiniyoruz: Son Peygamber Hz. Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in geleceğine dair daha önceki peygamberlerin bunu haber vermeleri: “Hani, Meryemoğlu İsa da “ey İsrailoğlulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra, ismi “Ahmed” olan bir peygamberin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, apaçık belgelerle onlara gelince “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.”[2] İsarailoğullarının yeryüzünde iki kere fesat çıkarıp -her ikisinde de- yenilgiye uğrayacakları haberi: “Kitapta, İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve pek kibirli bir yükselişle muhakkak kibirlenip yükseleceksiniz. Nitekim o ikiden ilk -vaid- geldiği zaman, oldukça zorlu olan kullarımızı üzerinize gönderdik de -sizi- evlerin aralarına kadar girip araştırdılar, bu yerine getirilmiş bir vaiddi”[3] - Romalıların Farsları yeneceği haberi: “Elif Lâm Mim. Rum-orduları- yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir...”[4] Allah Teala’nın insanoğluna bildirdiği gaybî işlerin her biri onun hayat ve alınyazısıyla belli bir ilişki içinde olup belli bir amaçla gerçekleşmektedir. Bu hedeflerinden bazıları şöyle sıralanabilir: 1- Gaybî haberler gerçekleşince insanlar, peygamberlerin peygamberlik iddialarının doğru olduğunu görmekte, iman ve inançları, pekişmektedir. 2- Gelecekte vuku bulacak iyi veya kötü olayların haber verilip bildirilmesi, o olayların vukuu sırasındaki zaman diliminde yaşayanların gerekli -doğru- tavrı takınabilmelerini sağlamaktadır. Çünkü bu gaybî haberler verildiğinde, bunların vukuu sırasında takınılması gereken doğru tavrın nasıl olması gerektiği de genellikle bildirilmektedir. 3- Bütün bunlardan daha da önemli olanı şudur: Olumlu hadiseler hakkında öngörü bulunup önceden haber vermek aslında o olay için uygun, fikri ve duygusal ortamı hazırlamak demektir. Olumsuz olayların bildirilmesi de, bunların karşısında fikrî ve duygusal engeller oluşturmak suretiyle, ilerleyip yayılmalarının önlenmesini sağlamaktadır. Bu öngörü ve Kur’an tabiriyle; bu gaybî haberlerin en önemlilerin- den biri de Kur’an-ı Kerim ve nebevî sünnet ile bildirilmiş olan “insanlığın geleceği ve insan topluluklarının kaderiyle ilgili haber”dir ki buradaki bahsimizin ana temasını oluşturan bu haber özetle şöyledir: “Sonunda bütün yeryüzünün hakimiyeti Allah’ın salih kullarının eline geçecek, şirk ve küfrün kökü kazılacaktır, ki Hz. Peygamber efendimiz sallâ’llâhu aleyhi ve alih’den ulaşan haberlerde bu hususta etraflıca açıklamalarda bulunulmuştur, bu hadisenin, adı “Muhammed”, Lakabı “Mehdi” olan bir İmam vasıtasıyla gerçekleşeceği ve gökten inen Hz. İsa aleyhi’s-selâm’ın onun yardımcısı olacağı, onun zamanında İslam’ın bütün dünyaya egemen olacağı, insanlığın harikulâde ve olağanüstü bir ilmî ve manevî ilerleme kaydedeceği, bütün dünyanın huzur, güven ve refaha kavuşacağı bildirilmiştir.” Bu mevzu fevkalade önemli olduğundan Hz. Resul-ü Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih üzerinde bir hayli durmuş, önemle vurgulamış ve çeşitli boyutları üzerinde etraflı açıklamalarda bulunmuştur. Nitekim bugün Müslümanlar arasında benzeri yorum ve tefsirlerde bulunulan pek az İslamî konu vardır ki, çeşitli İslam mezhepleri arasında görüş birliği ve ittifakta bulunulmuş olsun. Hatta bu hususta tam bir vahdet ve ittifaka ulaşabilmek diğer mevzularda ittifak sağlamaktan çok daha kolaydır. Keza Ehl-i Sünnete mensup bazı ulema, akidevî açıdan Sünni olduğu halde Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kimliği konusunda Şia ile aynı görüşü ve inancı paylaşır.[5] Bu inancın İslamî olduğu ve öteden beri, çağlar boyunca İslam ulemasının Kur’an ve sünnete dayanarak bu hususta görüş birliği içinde bulunduğu noktasına ışık tutucu bazı delilleri burada aktarmanın faydalı olacağı inancındayız. İslam’ın en önemli kaynağı Kur’an-ı Kerim diğer konularda olduğu gibi bu alanda da ayrıntılara girmeden genel ve tümel olarak bahsetmekte ve iman sayesinde cihanşümul adil bir hükümetin gerçekleşeceğini haber vermektedir. Örnek olarak bu konuyu söz konusu eden şu ayetleri gösterebiliriz: 1- “Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da da: Hiç şüphesiz arza salih kullarım varis olacaktır diye yazdık. Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur’an’da) açık bir mesaj vardır.”[6] Her şeyden önce ayette geçen bazı kelimelere dikkat etmek gerekir: Arz: Yer küresine denilmektedir ve başka bir anlamda kullanıldığına dair özel bir belirteç olmadıkça bütün yeryüzünü kapsamına almaktadır. İrs ve miras: Lügat anlamı, muamele ve alış-veriş etmeden elde edilen şeye denir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de bazı yerlerde salih bir kavmin salih olmayanlara galibiyet ve üstünlüğü, onların güçlerini ele geçirmesi anlamında kullanılmıştır. Zebur: Her çeşit kitap ve yazı anlamına gelmektedir; ancak Ahd-i kadim’de “Mezamir-i Davud” diye anılan Hz. Davud’un kitabı için kullanılan bir tabirdir. Bu kitap Hz. Davud’un Allah’a yakarışlarını, öğütlerini içermektedir. Zebur’un, Kur’an’dan önceki bütün ilahî kitaplar için kullanılır bir tabir olması ihtimali de vardır. Zikir: Uyarma ve hatırlatma kaynağı olan her şeye zikir denir. Ancak yukarıdaki ayette Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın kitabı “Tevrat” olarak tefsir edilmiştir. Bunun sebebi de ayette onun Zebur’dan önce olduğunun bildirilmesidir. Başka bir tefsire göre “Zikir” Kur’an-ı Kerim’e işarettir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bu tabir Kur’an’ın kendisi için kullanılmıştır. Örneğin Tekvir / 27’de şöyle geçer: “O (Kur’an), alemler için ancak bir zikirdir.” Dolayısıyla ayette geçen “min ba’dı” kelimesi “ayrıca” ve “ilaveten” anlamına gelir. Salih: Liyakat sahibi anlamındadır ve genel olarak kullanıldığında ise ister ilim açısından olsun, ister ahlak, iman, takva, bilinç ve yönetim açısından her alandaki liyakat anlamına gelir. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: Biz, Kur’an’a ilaveten (veya Tevrat’tan sonra) Zebur’da da yeryüzünü benim salih ve liyakatli kullarım ele geçireceklerdir diye yazdık; işte bu da kulluk ve ibadet edenlere yeterlidir. Bu konunun Zebur’da zikredilmiş olması bunun bütün ilahî kitaplarda sabit ve kesin bir ilke olarak var olduğunu göstermektedir. Elbette eğer Zebur’dan maksat tüm ilahi kitaplar değil de Hz. Davud aleyhi’s-selâm’ın kitabı olursa, Hz. Davud aleyhi’s-selâm’ın hak, adalet ve insanların çıkarları doğrultusunda geniş ve güçlü bir hükümete sahip olması için bu müjdenin o peygamberin kitabında kaydedilmiş olması mümkündür. Tabii Hz. Davud aleyhi’s-selâm’ın hükümeti bölgesel olup yeryüzünün bütününü kapsamıyordu. Ama Zebur’da, özgürlük, adalet ve emniyet ilkelerine dayanan cihanşümul bir hükümetin gerçekleşeceği ona müjdelenmiştir. Yani, yeteri kadar liyakat kazanmış “salih kullar”ın olduğu bir zamanda insanlar, yeryüzünün bütün maddî ve manevî miras ve bağışlarının sahibi olacaklardır. Yukarıdaki ayetin tefsirinde nakledilen bazı rivayetlerde bu alanda daha sarih ve açık tabirler göze çarpmaktadır. Örneğin, Mecma-ul Beyan tefsirinde yukarıdaki ayetin tefsirinde İmam Bâkır aleyhi’s-selâm’dan şöyle nakledilmektedir: “Onlar Mehdi’nin ahir zamanda gelecek olan ashabıdır.” Böylece yeryüzünün mirasçısı, kendini yetiştiren ve bu büyük risalete layık olan o erkek ve kadınlar olacaktır. İlginç olan şu ki: Ahd-i Kadim’in (Tevrat’ın) bir bölümü sayılan “Hz. Davud’un Mezmurlarında” da bu konu yaklaşık aynı tabirlerle göze çarpmaktadır. Mesela otuz yedinci mezmurda şöyle geçer: “Biraz bekle ve kötü yok olacaktır; Onun yerini araştıracaksın ve yok olacaktır. Fakat halimler dünyayı miras alacaklar” Yine 37. mezmurda bu konu başka bir tabirle şöyle geçer: “Salihler yeri miras alır; ve onda ebediyen otururlar”[7] Gördüğünüz gibi Kur’an-ı Kerim’de geçen “müjde” aynen bu gün elimize ulaşan Zebur’da da mevcuttur. 2- Nur suresi 55. ayette zikrolunduğu gibi “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl halife ettiyse (güç ve iktidar sahibi kıldıysa), onları da yeryüzünde halife edecek (güç ve iktidar sahibi kılacak), kendileri için seçip beğendiği dinlerini yerleştirip sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvene kavuşturacaktır. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık olanlardır.”[8] Bu ayette mümin ve liyakatli kullara üç açık vaat da bulunulmuştur. Her vaatte üç ilkenin olduğunu bilmekteyiz: 1- Vaat eden (burada Allah Teala’dır). 2- Vaat olanlar (içinizden iman edenler ve salih amellerde bulunanlardır). 3- Vaat edilen şeyler. Bu da yine üç tanedir: 1- Yeryüzünde Halife Olma: Allah’ın temsilcisi olarak yer yüzünde hükümet etme, yani hak ve adil hükümet. 2- Dini Yerleştirip Sağlamlaştırmak: Allah’ın hükümlerinin hayatın bütün alanlarında manevî nüfuzu ve hakimiyeti. 3- Korkunun Emniyete Çevrilmesi: Korku ve emniyetsizliğe sebep olan bütün etkenlerin ortadan kaldırılması, yeryüzünde tam bir emniyet ve huzurun hakim oluşu. Dini yerleştirip sağlamlaştırmaktan maksat, “temkin” kelimesinin kullanıldığı diğer yerlerden anlaşıldığı gibi İslamî öğretinin köklü bir şekilde hayatın tüm alanlarına etki etmesidir. Bu üç vaat sonucu, insanlar yetişir, Allah’ın halis kulu olma ve bütün kalplerde tüm putların kırılması için ortam hazırlanır. (Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar.) Burada müfessirlerin sözleri ve bu ayetin nüzul sebebi hakkında kaydedilen şeylere de bir göz atalım: Bazı müfessirler bu ayetin, Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in ashabı Medine’ye hicret ettikten sonra indiğine inanmaktalar. Yepyeni bir hareket başlamıştı; zulüm, cehalet ve cahiliyet döneminin hurafeleriyle dolu olan eski ve çürük toplumun temellerini titreten bir hareket başlamıştı ve tabiatıyla dört bir yandan muhalefet sesleri yükselmişti. Bu ilahî inkılabın sayıları az ama fedakâr elemanları bu yeni dinin büyük etkinliğinden yararlanarak gerçek yeniliği getirdilerse de ancak muhaliflerin sayıları ve çıkardıkları gürültüler o kadar çoktu ki hak sözler onların arasında kayboluyordu. Kabilelerin muhalefetleri o kadar çoktu ki Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in ashabı her zaman hazır durumdaydı, her akşam silahla uyuyor, sabahları da silahla, dar ve ağır savaş elbisesiyle uyanıyorlardı. Bu durumun uzun bir süre devam etmesi gerçekten üzücüydü. Çizme, zırh, kılıç ve kalkanla nasıl uyuyabilirlerdi?! Hem de yarı uyanık bir şekilde. Bazen geceleri rahat bir uykuyla dinlenebilecekleri ve düşman tarafından hiç bir tehlikenin kendilerini tehdit etmediği bir zamanın gelmesini; namaz kılarken düşmanın gafil avlamasından korkmayacakları ve geceleyin düşman baskınından korkmadan serbestçe ibadet edecekleri, putları kırarak Kur’an’ın adilane hükümeti sayesinde huzurlu bir hayat yaşayacakları günü arzuluyorlardı. İster istemez içinde bulundukları bu durumdan dolayı endişelerini dile getirerek birbirlerine, “Acaba böyle bir gün gelecek mi?” diye soruyorlardı. Bu sırada yukarıdaki ayet inerek onları müjdeledi: Evet, böyle bir gün gelecek; bu Allah’ın büyük vaadidir, değişmez ve kesin vaadi. Çok geçmeden Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in Arap yarımadasına tamamen zaferiyle o günün nasıl gelip çattığını her kes gördü. Bu ayetin nüzul sebebi tabii bir görünüm arzetmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerini ve onların nüzul sebeplerini araştıran kimseler, ayetlerin geniş anlamlarının hiç bir zaman onların iniş nedenleriyle sınırlandırılamayacağını, aksine, nüzul sebebinin ayetin içerdiği mananın örneklerinden biri olduğunu bilirler. Bir ayeti onun nüzul sebebine has kılmak tıpkı zaruret gereği düşmanla savaşmak için elde ettiğimiz bir silahı her ne kadar kullanışlı, pahalı ve eşsiz de olsa o savaş bittikten sonra bir kenara bırakmak gibidir. Elbette Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in yaşadığı asrın sonlarında bu ayetin anlamından geniş bir bölümünün gerçekleşmiş olduğunu gördük. Fakat bu ayette ifade edilen vaat, yeryüzünün tümünü kapsayacak şekilde gerçekleşmemiştir ve dünyanın da bu olayı beklediğini bilmekteyiz. Yukarıdaki ayet bütün asırlarda, bütün liyakatli müminleri sonunda cihanşümul hükümetin liyakatli kulların eline geçeceğini, birbirleriyle paslaşan bir grup bencil ve sömürgecinin elinde top gibi oyuncak olmayacağını müjdelemektedir. Dolayısıyla, hadislerde bu ayetin, Hz. Mehdi’nin kıyamına tefsir edildiğini görmekteyiz. Mesela değerli müfessir Tabersî Mecma-ul Beyan tefsirinde İmam Seccad aleyhi’s-selâm’dan şöyle nakletmektedir: “Andolsun onlar bizim Şiilerimiz (izleyicilerimiz)dirler. Allah Teala bunu bizden olan bir kişinin vasıtasıyla gerçekleştirecektir ve o bu ümmetin Mehdi’sidir.” Daha sonra bu konuyu, İmam Bâkır aleyhi’s-selâm ve İmam Sadık aleyhi’s-selâm’dan nakletmektedir. Sonra da şunu eklemektedir ki: ayet mutlak olup bütün yeryüzünün hilafetini kapsamına almaktadır. Bu ilahî vaat henüz gerçekleşmediği için onun gerçekleşmesini beklemek gerekir. “el-Burhan” tefsirinde, bu ayetin Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kıyamına işaret ettiğine dair İmam Bâkır aleyhi’s-selâm ve İmam Sadık aleyhi’s-selâm’dan çeşitli rivayetler nakletmektedir. Şunu da hatırlatmak gerekir ki: Ayette geçen minkum (sizden) kelimesinden anlaşılıyor ki, ortam hazırlandığında cihanşümul bir inkılaba girişmek için liyakatli, mümin ve salih bir azınlığın varlığı yeterlidir. |
Yeni yorum ekle