Hz.Ali(a.s)'ın Mektupları-4
İnsanların çoğunu helâk ettin; dalâlete attın; azgınlığınla onları aldattın; daldığın denizin dalgalarına kattın; şüphe dalgalarının coşkunluğuna fırlattın. Doğru yoldan saptılar; topukları üstünde gerisin geriye döndüler;
soylarına boylarına yöneldiler. Ancak içlerinden can gözleri açık olanlar, seni tanıdıktan sonra senden ayrıldılar; onları serkeş dalâlet devesine bindirdikten onları doğru yoldan helâk yoluna saptırdıktan sonra, Allah'ın amânına kaçıp sığındılar. Kendin için Allah'tan çekin ey Muâviye; yularını çek Şeytanın elinden; çünkü dünyâ senden geçip gitmede; âhiretse sana gittikçe yaklaşmada vesselâm (Allah'a hamd ü senâ, Rasûlüne ve soyuna salât ü selâmdan) Sonra, batıdaki gözetme memurum bana, onun Hac mevsiminde Şamlılardan gönül gözleri kör, an kulakları sağır, basiretleri anadan doğma a'mâ bâzı kişileri gönderdiğini yazdı. Onlar, hakkı batıla aramadalar. Yara-dana âsî olarak yaratılmışa uymadalar. Dünyânın memesinden din bahanesiyle süt sağmadalar. Allah'tan çekinen iyi kişilerin seçtikleri âhireti geçip gidiverecek dünyâya satmadalar. Hayırla ancak onu işleyen murâdına erer, kurtulur, şerrin cezâsını da ancak onu yapan bulur. Elindeki güçle ayak dire, aklı başında bir öğütçü kesil. Emirine uyan, imâmına itâatte bulunan bir kişi ol. Sonradan özür dilemek zorunda kalacağın bir işi yapma. Nimetlere sâhip oldukça azan, sıkıntılara uğradıkça korkup kaçan kişi olma. (Muhammed b. Ebi-Bekr'i (r.a) Mısır vâliliğinden azledip yerine Mâlik'ül-Eşter'i tayin ettikleri zaman Mâlik, Mısır'a gitmeden Muhammed'e yazdıkları mektup:) (Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra derim ki: Senin yerine Eşter'i tâyînime canın sıkılmış, bunu haber verdiler bana. Fakat bil ki ben bunu seni bu işte zayıf bulduğumdan, bu işe daha fazla sarılmadığından yapmadım. Seni hükmettiği yerden ayırdım ama daha kolay idâre edebileceğin, daha fazla seveceğin bir yere vâli tayin edeceğim. Mısır'a vâli olarak tâyîn ettiğim zat, bize karşı öğütçü, düşmanlara karşı çetin bir zâttı; Allah ona rahmet etsin; günlerini tamamladı, ölümle buluştu ve biz ondan razı olduğumuz hâlde vefât etti. Allah onu rıdvâniyle mükâfatlandırsın; sevâbını kat kat arttırsın. Düşmanına karşı çık; tedbirle yürü; seninle savaşanla savaşmakta çevik ol; onları Rabbi'nin yoluna çağır; Allah'tan çok çok yardım iste ki bu, Allah izin verirse sıkıntılarında sana yeter; başına gelen şeylerde de sana yardım eder. (Muhammed b. Ebi-Bekr'ine (r.a) Mısır'da şahâdetinden sonra Abdullah b. Abbâs'a mektupları:)
(Allah'a hamd ü senâ, Rasûlü'ne ve soyuna salât ü selâmdan) Sonra şunu bildiririm ki Mısır alındı, Allah ona rahmet etsin, Muhammed b. Ebi-Bekr şehit edildi. Onu, Allah katında öğüt veren bir evlât, zahmete katlanan bir vâli, kesen bir kılıç, kötülükleri defeden bir direk bilirim; onun vefâtı dolayısıyla bize ecir vermesini dilerim Allah'tan. Halkı ona uymaya, bu olaydan önce ona yardım etmeye çağırdım, teşvik ettim. Gizli, aşikâr, yeniden ve tekrar onları dâvet ettim. Bir kısmı dâvetime icâbet etti, fakat istemeyerek. Bâzısı bahâneler buldu, fakat yalan söyleyerek. Bâzısı da oturakaldı yardım etmeyerek. Onlardan tez zamanda beni kurtarmasını dilerim Allah'tan. Andolsun Allah'a ki düşmanımla buluştuğum çağda şehit olmayı istemeseydim, şehâdeti ummasaydım ölümüne razı olurdum; bunlarla birgün bile beraber bulunmayı istemezdin, bunlarla ebedî olarak buluşmazdım. Allah Allah, şaşarım şuna; sonradan icâd ettiğin, nefsinin hevasını uyup düzüp koştuğun asılsız şeylere ne kadar da sıkı sarılmışsın; şaşkınlığa ne kadar da tez yapışmışsın; hem de Allah'ın dileyip soracağı, kullarına delil olarak sunduğu ve hesabını isteyeceği gerçekleri yitirerek, ahitlerini bir yana atarak. Osman ve onu öldürenler hakkındaki fazla ve lüzumsuz sözlerine gelince: Sen o kişisin ki, kendine yardım umduğun, faydalı gördüğün zaman ona yardım ediyorsun; oysa ki ona yardımda bulunman gerektiği zaman, onu hor-hakir bıraktın, yardımına koşmadın vesselâm. (Mâlik'ül-Eşter'i Mısır'a vâli tayin buyurdukları vakit Mısırlılara gönderdikleri mektup:) Allah'ın kulu Emir'ul Müminin Ali'den; yarattığı yeryüzünde isyân edildiği, hak giderildiği, zulüm çadırının, iyinin de, kötünün de, oturanın da, yolculuk edenin de başı üstüne dikilip kurulduğu, iyilikle ferahlanmaya, kötülükten çekinmeye imkân kalmadığı bir çağda Allah için öfkelenen topluma. Size Allah kullarından öyle bir kul gönderiyorum ki; korku günlerinde uyumaz, ürküntü çağlarında ihtiyâtı elden koymaz, kötülük edenlere ateşten de çetindir: O da Muzhac boyundan Hâris oğlu Mâlik'tir. Gerçeğe uyan sözlerini dinleyin; emirlerine uyun; çünkü o, Allah kılıçlarından bir kılıçtır ki yüzü, hiç mi hiç gedilmez, nereye vurursa keser, hatâ etmez. Size gidin, dağılın diye emir verirse gidin, dağılın; durun, dayanın diye emir verirse durun, dayanın. Çünkü o, gereken şeyden ne bir adım ileri atar, ne de bir adım geri kalır, gereken işi ne geciktirir, ne o iş için iver; ancak ne yaparsa benim emrimle yapar. Sizin faydanız için, ona ihtiyâcım olduğu halde seçtim, size yolladım onu; o size öğüt verir, düşmanınıza karşı da çetindir; bu yüzden gönderdim onu. Amr b. Âs'a mektupları:
Sen, sapıklığı ortada olan, perde açılmış, ayıbı görünmüş bulunan birisine uydun; dînini, ona uyup dünyâsını elde etmesi için sattın. O, kendisiyle düşüp kalkanı ayıplara atar; yüceyse aşağılatır; akıllıysa, hilmi varsa şaşkına döndürür; işe yaramaz bir hâle getirir. Köpeğin avladığı avın artığını yemek için arslanın pençesine sığındığı gibi sen de onun izine uydun, artığını umdun, Dünyân da elinden çıktı gitti, âhiretin de. Gerçeğe sarılsaydın dilediğini elde ederdin. Allah sana ve Ebu Süfyânoğlu'na karşı, bana bir nüsrat vermeyi mümkün kılarsa yaptığınızın cezâsını veririm; buna imkân olmaz da siz kalırsanız, önünüzdeki cezâ, daha da kötüdür, daha da çetindir size vesselâm. Bâzı vâlilerine:
(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra, senin bâzı işler yaptığını haber verdiler; bunları yaptıysan, Rabbini gazaba getirdin; İmâmına isyân ettin; sana emanet edilene hıyânette bulundun demektir. Bana haber verdiler ki yeryüzünün derisini yüzmüşsün. Ayaklarının bastığı yerin altında ne bulduysan almışsın; ellerine ne geçtiyse yemişsin. Hesabını hemen bana bildir ve bil ki Allah'ın sorusu, insanların sorusundan pek çetindir (Bahreyn vâlisi Ömer b. Ebi-Selmet'il Mahzûmi'yi azledip yerine, Nu'mân b. Aclân'iz-Zurakıy'yı tayini üzerine Ömer'e yazdıkları mektup:) (Hamd ü senâ salât ü selâmdan) Sonra, Bahreyn'e Nu'mân b. Aclân'iz-Zurakıy'yi tayin ettim ve vâliliği, seni kınamaksızın, suçlu bulmaksızın senden aldım. Vilâyeti iyi idâre ettin, emaneti edâ eyledin. Bana karşı bir şüpheye düşmeden seni kınayacağımı ummadan töhmet altına alınacağını, suçlu sayılacağını sanmadan hemen yanıma gel. Şam zâlimlerine hareket etmek üzereyim; senin de benimle bulunmanı istiyorum. Çünkü sen, düşmanla savaşta, Allah izin verirse bana arka olacaklardansın, din direğini dikeceklerdensin. (Adeşir-i Hurre'de vâlileri bulunan Maskala b. Hubayra'ya mektupları:)
Yaptıysan Allah'ın gazabını üstüne alacağın, İmâmını kızdıracağın bâzı şeyleri haber verdiler bana. Müslümanların, oklarıyla, atlarıyla elde ettikleri, elde ederlerken de kanlarını döktükleri, canlarını verdikleri malı, toplumundan istediklerine payetmişsin. Andolsun tohumu yarıp bitiren, insanı halkedip geliştiren Allah'a ki bu gerçekse benim katımda aşağılık biri kesilirsin, bence tartıda pek hafif gelirsin. Rabbinin hakkını hor görme, dinini yok ederek dünyânı düzene sokmaya kalkışma; sonra yaptığın işlerde en fazla ziyan edenlerden olunsun. Bilin ki bu malda, senin yanında bulunan Müslümanların da hakkı var, benim yanımda bulunanların da. Hepsi de eşittir bu malın payedilişinde. Herkes su içmek için bana gelir, suya kanıp gider. (Muâviye, Ziyâd b. Ebih'i kendisine kardeş ilân etmek niyetine düştüğü zaman Ziyâd'a gönderdikleri mektup:) Duydum ki, Muâviye aklını çelmek, kılıcını gedmek için sana mektup yazmış. Sakın ondan; o, Şeytanın ta kendisidir; adamın önünden, ardından, sağından, solundan gelir; onu gafil avlamak, habersizce kapmak ister. Ebû-Süfyan, Hattâboğlu Ömer'in zamanında nefsine uymuş, Şeytana kapılmış, bir sözdür, söylemişti; onunla soy sâbit olmaz, mirâsa da hak kazanılmaz. Böyle bir sözle kendisini bir soya mensup sayan, deveye asılmış matraya döner; boyuna sallanır durur. (Basra valisi Osman b. Huneyf'in bir düğüne çağrıldığını ve gittiğini duydukları zaman ona yazdıkları mektup:) (Allah'a hamd-ü senâdan, Rasûlüne ve soyuna salâ-tü selâmdan)
Sonra Huneyfoğlu, Basralılardan bir bölüm, duyduk ki seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen birazcık ye. Bil ki her uyan kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım eden bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah'a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, ne de üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım. Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünya yüzünden, elimizde bir Fedek vardır; ona da toplumun bir kısmı haris oldu, bir kısmı cömertlik etti; Allah ne de güzel hükmedicidir. Ben ne yapayım Fedek'i, yahut ondan başka bir yeri ki bu nefsin konağı, yarın mezardır; onun karanlığında eseri bile kalmaz, haberi bile yiter gider, duyulmaz. O mezarı açan, elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, yığılır, toprak dökülür dapdaracık bir hâle getirir. Şimdiden nefsimi takva ile riyâzete alıştırayım ki en büyük korku gününde eminliğe erişsin; mahşerin kaygan yerinden sürçmesin. Dilesem ben de yağlar ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz'da, yahut Yemâme'de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır. Nitekim deyen de demiştir: Sen karnı tok olarak yatmadasın;
Çevrendeyse tabaklanmamış deriye bile hasret çeken ciğerler var; bu dert yeter sana. Râzı olur muyum ki bana Emir'ül-Mü'minin desinler de sonra ben, zamanın sıkıntılarında onlara ortak olmayayım, yahut da darlıkta, yaşayış sıkıntısında onlara muktedâ sayılmayayım? Derdi günü, güzelim otları otlamaktan başka bir şey olmayan bağlı, yahut süprüntülerde yiyecek bulup yemekten başka bir şey düşünmeyen, sâhibinin maksadından haberi bile olmayan bir hayvan değilim, o çeşit yaratılmadım ki ben. Yahut da işsiz-güçsüz terk edileyim, yahut asılsız lâflarla uğraşayım, yahut sapıklık ipini çekeyim, yahut da şaşkınlık yoluna düşeyim; bunun için yaratılmadım ben. Sanki görüyorum, diyeniniz diyor ki: Ebu-Tâliboğlu'nun yediği buysa, akranlarıyla savaşa yiğitlerle harbe gücü yetmez, zayıflar, elden ayaktan düşer. Oysa ki bilin; sahralardaki ağaç daha kuvvetlidir; güzelim bağlarda, bahçelerde biten ağaçlarınsa gücü azdır. Ovalarda biten otlar, daha kuvvetli yanar, közü daha geç söner. Biz Rasûlullah'la bir kökten bitmiş iki ağacız; onun kolunun pâzısıyım ben. Vallahi Arap birleşse de benimle savaşa kalksa, yüz çevirmem, fırsat çağlarında boyunlarını kırarın onların. Şu ters adamdan, şu baş aşağı bedenden yeryüzünü temizlemeye uğraşıyorum; böylece de ekin, aralarındaki taştan, topaçtan kurtulsa diyorum. Semerin sırtına, yuların boynuna ey dünyâ; senin tırnaklarından kurtuldum, tuzaklarından çıktım, yollarından çekildim ben. Nerede oyunlarınla aldattığın, güldürdüğün milletler, nerede süslerinle, ziynetlerinle kandırdığın ümmetler? İşte şuracıkta onlar, kabirlere rehin olmuşlar, lahitlere girip yatmışlar. Vallahi görünür bir kişi olsaydın, tutulur bir cisme bürünseydin, olmayacak isteklerle aldattığın, sonra onları kandırıp helâk çukuruna attığın kullar, telef vâdîsine fırlattığın, belâ vartalarına uğrattığın padişahlar için sana Allah'ın hadlerini icrâ ederdim; onları öyle bir yere yolladın ki oraya ne gidenden bir haber var, ne oradan gelen var. Heyhât; ne de uzaktır senin belâ yerlerine, mihnet vâdilerine, o kaygan yola ayak basıp da düşmemek; ucu bucağı, dibi boyu bulunmayan denizlerine düşüp de boğulmamak; kim senin torundan tuzağından kurtulduysa odur başarıya eren, doğru yolu bulan. Senden kurtulup esenliğe erişen kişinin yatağı durağı dar da olsa ne var? Onca dünyâ, bir günceğizdir; can verdi mi, rahata erer. Uzak ol benden, vallahi ben seni kendime râmetmeden sen râmedersin beni; senin gemini hiç salıvermem; çünkü dilediğin yere çekersin beni. Allah izin verirse der de and içerim Allah'a; nefsimi, bir kuru ekmek parçası bulunca onu yeter bulup sevinecek, onu yiyip şükredecek bir hâle getiririm; gözlerimi suyu çekilmiş, nemi kalmamış bir kaynak haline getirinceye dek de gözyaşları dökerim. Otlayan hayvan, otlayıp karnını doyurur da yan üstü mü yatar? Koyun sürüsü, yayılıp doyar da uyuyacağı yere mi gider? Ali de azığını yer de uykuya mı dalar? Bunca yıldan sonra ovada otlakta otlayan, yazıda yayılan hayvanlara dönerse gözleri aydın olsun. Ne mutlu o kişiye, Rabbinin farzlarını edâ eder de; uğradığı çetin şeylere dayanır; geceleri gözlerine uyku girmez; sonunda uyku ağır basarsa da yeryüzünü döşek, elini yastık eder de dalar; hem de kıyâmet gününden korkarak gözlerine uyku girmeyen, yanları yatak yüzü görmeyen, dudakları gizlice Rablerini zikreden, boyuna yarlıganma dileklerinden günahları kendilerinden giderilen, arınan topluluk içinde. "Onlardır Allah bölüğü; bilin ki Allah bölüğü, kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir. " Ey Huneyfoğlu, Allah'tan çekin; birkaç parça ekmek yeter sana; yeter kurtuluşun için cehennemden. (Bâzı vâlilerine:)
(Allah'a hümd ü senâ, Rasûlün'e salât ü selâmdan) Sonra sen, kendilerine dayanarak dîni yücelttiğim, suçludan ululanmayı giderdiğim, korkularla dolu sınırları tuttuğum kişilerdensin. Seni düşündüren her işte Allah'tan yardım iste. Halkla muâmelede çetin oluşuna biraz da yumuşaklık kat; yumuşak davranman gerektiği zaman yumuşaklıkla o işte dayan. Ama sert olan gereken yerlerde de sert davran. Halka kanatlarını ger; yüzün güleç olsun, onlara iyi muâmelede bulun; bakışta , görüşte, işarette, selâmda bile onları bir tut; tâ ki büyükler senin onlara meyledeceğini ummasınlar; zayıflar, adaletinden ümit kesmesinler vesselâm. İsyan ve zulüm, yalan ve iftira, insanı dünyada da rezil eder, âhirette de; bunlara uğrayanlar, din bakımından da işte budur o kötü kişi diye parmakla gösterilir, âhiret bakı-mından da. Ayıplayanlar katında zulmeden, iftirada bulunan kişinin ayıbı da belirir, söylenir, kusuru da. Ve sen, çağı geçtikten sonra elde etmek istediğin şeyi elde edemezsin; bir bölük de haksız olarak şüphelere düşerler; işleri isteklerine göre ve Allah hükmüne aykırı yorumlarlar; Allah onların yalanlarını da meydana çıkarır; bunu da inkâr edemezsin. Çekin o günden ki kişi, yaptığının iyiliğini bulacak, sevinecektir o gün, yularını Şeytanın eline veren, onun yettiği yere giden kişi de nâdim olacaktır o gün. Sen bizi Kur'ân'ın hükmüne çağırdın; oysa ehli değildin onun. Senin çağrına uymadık, Kur'ân'a uyduk; onun hükmüne razı olduk. Sınırları silahlarıyla koruyan kumandanlara:
Allah'ın kulu, Mü'minlerin emiri Ali'den sınırları silahlarıyla koruyan kumandanlara: (Allah'a hamd ü senâ, Rasûlüne ve soyuna salât ü selâmdan) Sonar, emire gereken şey, ulaştığı üstünlüğe güvenip, elde ettiği yüceliğe dayanıp, hâlini, şânını değiştirmemesi, Alâh'ın ona ihsan ettiği nimeti kullarına vererek onları kendisine yaklaştırması, ısındırması, din kardeşlerine lütuflarda bulunmasıdır. Bilin ki sizden, ancak savaş halinde gizlemem gereken bâzı şeylerden başka hiçbir şey gizlememekteyim. Şer'i hükümlerden başka hiçbir şeyde sizinle danışmaktan uzaklaşmadım, çekinmedim. Uygun ve doğru bulduğum, icrâ ettiğim, gerçek olarak tanıyıp yerine getirdiğim şeyden başka, her şeyde hak bakımından siz benim katımda denksiniz, eşitsiniz. Bunları da yaparsam bu, Allah için bir nimettir size; sizden gereken şey de itâat etmektir bana. Buyruğumdan çıkıp geri kalmayın; uygun gördüğünüz şeyleri yapmaktan kaçınmayın; gerçek uğruna zahmetlere katlanın, sıkıntılara dayanın. Bu hususta doğru hareket etmezseniz, bence, sizden eğrilen, doğruluktan sapan kişiden daha aşağı kişi bulunamaz; ona cezâ vermemem de mümkün olamaz; o da benden kurtuluş yolunu bulup kaçamaz, kaçınamaz. Bu emrileri buyruk verenden duydun, kabûl edin; önce siz, bunlara itâat edin ki Allah da sizi düzene soksun, işlerinizi onarsın, düzüp koşsun. Sınırları silahlarıyla koruyan kumandanlara:
Allah'ın kulu, Mü'minlerin emiri Ali'den sınırları silahlarıyla koruyan kumandanlara: (Allah'a hamd ü senâ, Rasûlüne ve soyuna salât ü selâmdan) Sonar, emire gereken şey, ulaştığı üstünlüğe güvenip, elde ettiği yüceliğe dayanıp, hâlini, şânını değiştirmemesi, Alâh'ın ona ihsan ettiği nimeti kullarına Haraç memurlarına emirleri: Allah'ın kulu, Mü'minlerin emiri Ali'den haraç memurlarına: Kim, kendisine er geç gelip çatacak olan soru gününden çekinmezse, kendisine o gün koruyacak şeyi önceden hazırlamaz. Bilin ki size yüklenen vazife kolaydır, güçlüğü yoktur; fakat ecri büyüktür, cevâbı çoktur. Tutalım Allah'ın nehyettiği suçun düşmanlığın, kötülüğün sorusu, azâbı olmasın; ondan çekinmekte öylesine sevap vardır ki, onu elde etmeye çalışmamakta bir özrümüz olamaz; onu yitirmekten daha büyük bir musibet de bulunamaz. İnsanlara insafla muâmele edin; ihtiyaçları olan şeyleri almayın, dayanın, çünkü siz halkın hazine memurlarısınız, o hazineyi koruyanlarsınız; ümmetin vekillerisiniz, imâmın elçilerisiniz. Bir işe koyulanı, işinden alıkoymayın; onu arayıp elde etmesine engel olmayın; haraç husûsunda kışın, yazın giyecekleri şeyleri satmaya kalkışmayın; kendilerine gereken şeyleri taşıdıkları hayvanlara, iş gördürdükleri kişilere dokunmayın. Bir pul için bile onları dövmeyin; namaz kılan Müslümanların, yahut Müslümanların amânında bulunan Kitap ehlinin mallarına el atmayın. Yalnız İslâm ehline karşı kullandıkları sâbit olan atlarına, yahut silahlarına el koyun; çünkü onları İslâm düşmanlarının ellerine vermek, onlara kuvvet temin etmek elbette câiz olmaz ve bu, akla da, şer'a da uymaz. Allah yolunda size ne gerekse yerine getirin, çünkü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah lütfetmiştir de bizim ve sizin bu çalışmamıza karşılık ona şükretmemize imkân vermiştir; gücümüz yettikçe, emirlerine uyup yardımda bulunmamıza fırsat ihsan eylemiştir; güç kuvvetse ancak Allah'ındır. Mâlik'ül-Eşter'i Mısır'a vâli tayin buyurdukları vakit ona yazdıkları Ahit Nâme
Rahmân ve Rahim Allah adıyla.
Bu, Allah'ın kulu Emir'ül-Müminin Ali'nin, vergisini toplamak, düşmanlarıyla savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Hâris'ül-Eşteroğlu Mâlik'i Mısır'a vâli tayin ettiği zaman ona verdiği emir-nâmedir. Ona, Allah'tan çekinmesini, kullukta bulunmayı seçmesini, kitabında, farzlarına, sünnetlerine dâir emredilenleri yerine getirmesini buyurur; çünkü hiçbir kişi yoktur ki Allah'ın emrettiği şeylere uymasın da kutlu olsun, mutluluk bulsun; onlara uymayan da yoktur ki âsî olmasın, kötülüğe düşmesin. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah kalbiyle, eliyle, diliyle yardım etmesini buyurur; çünkü adı ululandıkça ululansın. Allah dînine yardım edene yardım edeceğini, onu üstün tutana üstünlük vereceğini vaad etmiştir. İsteklere düşünce nefsiyle savaşmasını, onun serkeşliğini giderip zaptetmesini emreder; çünkü "nefis, gerçekten de kötülüğü pek emredicidir. Ancak Allah'ın acıdığı kişi kurtulur ondan." (Yûsuf, 53). Sonra şunu bil ki ey Mâlik, seni öyle bir yere yollamaktayım ki senden önce oradan adaletle hükmeden, zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan halk da senin yaptığın işleri, senin gibi görecek, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan halk da senin hakkında o çeşit sözler söyleyecek. Allah kullarının dillerine neler ilhâm eder de onları söyletirse, temiz kişiler, o sözlerle gerçeği anlarlar, hükümde bulunurlar. Kendine temiz işleri zâhire edin, en fazla sevdiğin azık, sence bu olsun. Hevâ ve hevesine hâkim ol, sana helâl olmayan şeyleri yapma; nefsini bunlara meylettirme; nefsini kötülükten alıkoymak, sevdiğin, yahut nefret ettiğin şeylerde ona hakim olmak, ona insafla muâmelede bulun-maktır. Halka merhametle muâmeleyi kendine âdet et; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü halk iki sınıftır: Bir kısmı dinde kardeştir sana, öbür kısmı yaratılışta eştir sana. Onlar sürçebilirler, kusur ederler; bilerek, yahut yanılarak ellerinden bâzı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyor, istiyorsan sen de onları bağışla; kusurlarından geç. Çünkü senin mevkiin onlardan üstür; seni bu işe memûr edenin mevkii senin mevkiiden üstün; Allah'sa vâli tayin edenden de üstün; onların işlerini senin emrine vermiş, onlarla seni sınanmaya uğratmış, Allah'la savaşmaya kalkışma sakın; onun azâbından kurtulmana çâre yok; bağışlamasına, merhametine aldırış etmememe de imkân yok. Halkın kusurlarını bağışlayınca nedâmete düşme; onlara cezâ verince de sevinme; seni yoldan çıkaracak öfkeye kapılıp ceza vermekte tez davranma. Ben onlara buyruk verenim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma; çünkü bu gönle gurur verir; dini gevşetir, nimeti bozar gider. Gönlüne böyle bir düşünce geldi mi, gücünün, kuvvetinin üstünde olan Allah'ın gücünü, kuvvetini düşün, onun kudretine karşı aczini gör; bu, baş kaldıran, serkeşlik eden nefsini yatıştırır, kibrini, gururunu giderir, yitip giden aklını başına getirir. Sakın Allah'ın azametiyle boy ölçüşmeye, onun kudretine kendi gücünü kuvvetini benzetmeye girişme; çünkü Allah, her zorbayı hor-hakir eder; her baş çekeni, ululananı alçaltır gider. Allah'a karşı da insaflı ol, insanlara, ehline ayâline, adamlarından buyruğuna uyanlardan hoşlandıklarına karşı da insafla muâmelede bulun; böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun. Allah kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır, Allah'la düşmanlığa girişenin delilini Allah batıl kılar, zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek de o kişi Allah'la savaşmış olur. Allah'ın nimetlerini bozan, zâil eden, azâbının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah mazlûmların duâlarını duyar; zâlimlere de çağı gelince azâbını yollar. Halkın vâliye en ağır gelen sınıfı belâ çağında ona en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan, isteklerinde direndikçe direnen, kendilerine ihsanda bulunulduğu zaman en az şükreden, ihsanda bulunulmayınca özrü güç kabûl eyleyen, zamânenin çetinliklerine az dayanan, ileri gelenleridir. Dînin direği olan Müslümanların topluluğuna sebep bulunan, düşmana karşı duranlarıysa halk tabakasıdır; onları sevmelisin; onlara meyletmelisin. İnsanların ayıplarını görüp gözeten, onları açıp söyleyen kişiler sana en uzak kişiler olsun. Onları kendine yaklaştırma. Çünkü insanlarda ayıp olabilir; vâliyse bunları örtmeye en fazla hakkı olan kişidir. Onların bilmediğin ayıplarını açmaya, öğrenmeye kalkışma; sence bilinenleri, iyiliğe, temizliğe yormaya bak; bilmediklerin hakkındaysa Allah hükmeder. Ayıpları elinden geldikçe ört; buyruğuna uyanların ayıplarını örtmeyi sevdikçe, bu huyla huylandıkça Allah da senin ayıplarını örter, bağışlar. Halka karşı duyduğun kîni bırak, her suça ceza vermeye kalkma; sence doğru olmayan şeyleri bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyenlerin sözleri hemencecik gerçek bulma; çünkü halkın kötülüğünü söyleyen kovucu, öğütçülere benzese bile garez sâhibidir. Nekes kişiyle meşverette bulunma; seni üstünlükten alıkor, ihsandan men eder, yoksulluğu gösterir sana, seni yoksulluğa sevk eyler. Korkakla danışma; işlerde zaafa düşürür, yapacağın şeyden seni alıkor. Haris kişiyle de danışma; zulümle mal yığmayı güzel gösterir sana. Nekeslik, korkaklık, hırs, ayrı ayrı huylardır ama bunların hepsi birden Allah'a kötü zan meydana getirmede birleşir. Vezirlerinin en kötüsü, senden önce, kişilere vezirlik edenlerdir; suçta onlarla birlik olanlardır. Bunların yerine reyleri onlar kadar isâbetli geçkin olan, fakat onlar gibi zâlime zulmünde yardımcı, suçluya suçunda ortak olmayan hayırlı kişiler bulabilirsin. Bunların yükü sana daha hafiftir; yardımları sana daha güzeldir; sana besledikleri sevgi daha gerçektir; senden başkalarıyla ülfetleri daha azdır. Yalnızken de bunlarla düş kalk, meclislerinde de bunları bulundur. Sonra acı bile olsa sana gerçeği söyleyen, Allah'ın dostlarında bulunmasını hoş görmediğin şeylerde sana az müsâade eden kişileri seç; onların sözleri seni gerçeğe götürür, haksızlıktan geri kor. Takvâ ehliyle gerçek kişilerle dost ol; onların seni fazla övmelerine, yapmadığın işleri yapmış göstererek övünmene sebep olmalarına müsâade etme; çünkü fazla övülme, insanı kibre götürür, faziletten düşürür. İyilik edenle kötülükte bulunanı, katında bir görme sakın, çünkü onları bir görüş, iyilik edenleri iyilikten vaz geçirir; kötülük edenleri kötülüğe alıştırır; bunlara karşı lâyık oldukları muâmeleyi yap. Bil ki vâlinin, halka lütufta, ihsanda bulunmasından, işlerini kolaylaştırmasından başka halkın emniyetini celbedecek bir şey olamaz. Onlara lütfeder, aralarında adaletle muâmelede bulunur, işlerini kolaylaştırırsan evvelce yüreklerinde uyanmış bir nefret varsa yok olur, yerini emniyet ve sevi duygusu tutar. Onlara öylesine muâmele et ki, halk senin hakkında güzel bir zanna sâhip olsun. Gerçekten de iyi ve güzel zan, senin ağır yükünü hafifletir; o yükü senin sırtından alır. Şunu da bil ki senin hakkında iyi fikir güden, idârenden memnun olandır, kötü fikir taşıyanda idârenden memnun olmayandır. Bu ümmetin ileri gelenlerinin, büyüklerinin güttükleri yolu yordamı, halkın alışıp yaptığı, böylece de birbirleriyle uzlaştığı, işlerinin düzene girdiği şeyleri eksiltme. Koyanların ecre, sevâba nâil oldukları eski yolu yordamı bırakıp onlara zarar verecek, yeni âdetler, yeni yollar icâd etmeye girişme; onlardan eksilttiklerinin vebâli sanadır. İdaren altındaki şehirlerin düzene girmesi, halkın huzûra kavuşması için dâima bilginlerle görüş, bu hususta düşünceli kişilerle danış. Bil ki halk sınıflara ayrılmıştır. O sınıfların bir kısmı öbür kısmının düzene girmesiyle düzelir, huzûra erer; bir kısmının öbür kısmından müstağni kalmasına imkân yoktur. Bu sınıflardan biri, Allah ordusudur, askerlerdir; biri umûmi ve hususi işleri düzene sokan kâtiplerdir; biri adaletle hükmeden kadılardır; biri insafla, yumuşaklıkla kullar arasında hükmeden, beytülmal işlerini gören kişilerdir,biri Müslümanların amânına girmiş olan ve cizye veren Kitâp ehlidir, vergi veren Müslümanlardır; biri alış verişle uğraşanlar ve sanat ehli olanlarıdır; bir de ihtiyaç sâhibi olan yok yoksul kişilerdir ki bunlar, bu sınıfların en aşağı tabakasıdır. Bunların hepsinin de adlı adınca Allah katında payı vardır; Kitabında, yahut Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun Peygamberinin sünnetinde haddi konmuş, farzı bildirilmiştir ki bu ahidde, katımızda korunmaktadır. Askerler, Allah'ın izniyle halkın sığınaklarıdır, vâlilerin ziynetleridir; dînin üstünlüğü, eminlik esenlik yolları onlarla korunur; halk ancak onlarla kalkınır, huzûra kavuşur. Askerler Allah'ın emriyle alınan vergiyle beslenebilirler; düşmanlarına karşı o sâyede güç kuvvet sâhibi olurlar; düzene girmeleri ancak o vergiye dayanılarak olur; neye ihtiyaçları varsa onunla düzene sokulur. Sonra bu iki sınıf, ancak üçüncü sınıfla, kadılar, zekât ve vergi memurları ve kâtiplerle nizâma girer. Onlar halkın işlerini düzene sokarlar; faydalı şeyleri toplarlar ; ileri gidenlerin de, aşağı olanların da işleri onların sâyesinde emniyete kavuşur. Bütün bu sınıfların ayakta durmaları, tâcirlerle, sanatkârlarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu şeyleri toparlar; çarşılara, pazarlara dökerler, böylece başka sınıfların yapamayacağı şeyleri yaparlar. Sonra ihtiyâcı olan, yokluk içinde bulunan, aşağı tabaka gelir. Bunları görüp gözetmek, bunlara yardım etmek gerektir. Allah katında bu sınıfların hepsinin de genişliği vardır, hepsinin de yeri vardır; ihtiyaçlarının giderilmesi, hallerinin düzene sokulması icâb eder. Bu da vâlinin vazifesidir. Vâlinin, Allah'ın emirlerini gereği gibi yapar, halkın düzenine çalışır, çabalarken Allah'tan yardım dilemesi, hakka riâyet etmesi, bu işler kendisine hafif gelsin, ağır gelsin dayanması gerektir. Orduna sence Allah için, Rasûlü için ve İmâmı için en fazla öğüt verenlerinden, emanet ve iffet bakımından en temiz olanlarından, hilimde en üstün bulunanlarından kumandanlar seç. Bunları, öfkelendiği zaman öfkesini yenen, cezâ vermekten acele etmeyen, özrü kabûl eden, zayıfları esirgeyen, kuvvetlilere karşı gevşemeyen kişilerden seçip tayin et; bunlar ne zora başvuranlardan olsun, ne zaafa düşenlerden. Sonra toplumun soy-boy bakımından şereflilerinden, temiz ev bark sâhibi olanlarından, geçmişlerinde iyilik bulunanlarından, savaşlarda yiğit davrananlarından, cömertlerinden asker al. Çünkü bunlarda yücelik, büyüklük huyları toplanmıştır. İyiliğin, adamlığın dalları budaklarıdır bunlar. Sonra da babaların oğullarını görüp gözetmesi, esirgemesi gibi onların işlerini gör gözet, araştır; onlara ettiğin iyilik ve ihsan gözünde büyümesin; onlara verdiğin şey az bile olsa aşağı görünmesin sana. Çünkü bu ihsan, sana öğüt vermelerine, seni iyi bilmelerine, tanımalarına vesiledir. Onların büyük işlerini göreceğim diye küçük ehemmiyetsiz işlerinde ihmâl gösterme. Az bir lütfün bile bir yerde işe yarar, ondan faydalanırlar; çoğunun da yeri var; ondan da müstağnî kalamazlar. Askerine en çok yardım edenleri kendilerine istihkaklarını, erzaklarını tam olarak verenleri, yurdu korumak için şehirlerde kalanlarla savaşa gidenlerin ailelerinin ihtiyaçlarını giderenleri, kumandanlarının sence en itibar görenleri olmalı; onlara öylesine muâmelede bulunmalısın ki düşmanla savaşta hepsinin de derdi, fikri bir olsun. Onları esirgemen, kalplerinin sana meyletmesine sebep olur. Vâlilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü şehirlerde, dosdoğru olarak adaleti yaymak, halk arasında sevginin belirmesine sebep olmaktır. Onların sevgileri de, ancak gönüllerinin huzûra ermesiyle mümkün olur. Öğütlerinin doğruluğu ancak vâlilerinin hizmet müddetinin sona ermemesini istemeleriyle, idâresi kendilerine ağır gelmemesiyle, bir ayak önce gitmesini dilememeleriyle imkân bulur. Halkın dileklerini yerine getir, iyilerini öv, çektikleri zahmetleri say dök; çünkü güzel huylarını fazla anış, onların yiğitliklerini artırır; onları sevindirir. Allah dilerse iyilikte geri kalanları da o yola sevk eder, iyileştirir. Sonra herkesin, sınanan, bilinen derecesini tanı; birinin çektiği zahmeti başkasına mal etme; onun yerine başkasını övme; herkese noksansız olarak hakkını ver; herkesin hakkını tanı. Birisinin büyük oluşu yaptığı, başardığı iş küçük bir işse, büyük görmene, gene birinin yaptığı iş büyükse, fakat kendisi düşkünse o işi küçük görmene sebep olmasın. Büyük ve çetin işlerde, sana şüpheli görünen hususlarda Allah'a ve Rasûlü'ne başvurur. Yüce Allah irşâd etmeyi takdir buyurduğu topluma "Ey inananlar, Allah'a Peygamber'e ve içinizden emredecek kudret ve liyakate sâhip olanlara itâat edin. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü o hususta, Allah'a ve Peygamber'e müracaat edin" buyurmuştur (Nisâ, 59). Allah'a baş vurmak, onun Kitabının muhkem emrine uymak, Rasûle başvurmak da onun reyde aykırılığı mucib olmayan apaçık sünnetine tâbi olmaktır. Halka hüküm verecek kişileri, sence idâresine memur olduğun kişilerin en üstünlerinden seç. Öyle ki işler onları daraltmasın, birbirlerine hasım olanlar, onlara üst gelmesin, ayakları sürçüp yanlış bir işe düşmesinler; bilmezken sonra bilip, anlamazken sonra anlayıp hakkı yerine getirmediklerine nâdim olmasınlar; kendilerini zanna kaptırmasınlar, azacık bir anlayışla hükmün sonunu araştırmaktan kalmasınlar; şüpheli işlerde hüküm verirken düşünsünler, dayansınlar; apaçık delillere uysunlar; hasmın mürâcaati onları sıkmasın, gönüllerini daraltmasın; işleri iyice açıp yayıp anlayışta en sabırlı kişiler, hak meydana çıkınca da en kesin hükmü verenler olsunlar; övülmede ileri gidiş onları kibre sevk etmesin; aldatışa kapılmasınlar; bu çeşit kişiler de pek azdır. Sonra onların hükümlerinden de haberdâr olmaya fazlasıyla çalış; hâkimin geçimini fazlasıyla temin et; halka ihtiyâcını azalt. Sana yakın olanlara karşı küçük görünmemeleri, halkın dedikodusundan emin olmaları, hîleye kapılmamaları için onlara, katında yüksek bir mevki sağla. Bilhassa buna çok dikkat et; çünkü bu din, kötü kişilerin ellerine tutsak düştü; onunla hevâ ve havese uyuldu; onunla dünyâ dilenir oldu. Sonra vergi ve zekât memurlarına dikkat et. Onları sınadıktan sonra tayin et; onları şahsî bir meyille ve rasgele tayin etme; çünkü bu iki şey cevir ve hıyânet kollarının bir araya toplanmasına sebep olur. Bunları temiz âilelerden, İslâm'a eskiden girmiş olanlardan tecrübe ve utanç sahibi kişilerden seç; çünkü onlar, ahlâkça en üstün namusça en doğru, garezlerden en kurtulmuş, tamahları en az, işlerin sonuçlarını dikkatte en fazla gayretli kişilerdir. Sonra da onların rızıklarını bol bol ver. Çünkü bu nefislerini düzeltmeye kuvvet verir onlara. Müslümanların elleri altında bulunan malları yemekten alıkor onları. Aynı zamanda, emrine uymazlar, emanetine hıyânette bulunurlarsa bu, onların aleyhine de delil olur sana. Sonra işlerini teftiş et, onlara gerçek ve vefâlı gözcüler gönder; hâllerini, işlerini görüp, anlayıp sana bildirsinler. Çünkü onların haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, onların emin bir sûrette iş görmelerine, halka yumuşaklıkla muâmele etmelerine sebep olur. Onların içinde zâlimlere yardım edenler varsa onlardan korun. Onlardan biri, vazifesinde hıyânet eder de gözcülerin verdikleri haber onun aleyhinde olur, hepsinin de verdiği haber aynı bulunursa bu tanık olarak yeter sana. Artık ona bedenî cezâyı verebilir, yaptığına karşılık onu suçlu tutar, onu aşağılık bir derkeye düşürür, onu hıyânet dağıyla dağlar, töhmet zincirini boynuna takarsın. Vergi işini de araştır, memurlarını ahvâlini düzene koy, çünkü vergi işinin ve vergi memurlarının düzene girmesi, onlardan başkalarının da düzene girmesi demektir. Onlardan başkaları ancak onların düzeniyle düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi de verginin ve vergi memurlarının ehlidir, ayâlidir. Ancak vergi toplamaktan ziyâde memleketin kalkınmasına dikkat etmelisin; çünkü vergi memleket kalkındıkça toplanabilir. Memleket kalkınmadıkça mâmur bir hâle gelmedikçe vergi isteyen, şehirleri yıkar gider, kullarıysa helâk eder; öyle bir buyruk sâhibinin işi, idâresi pek az bir müddet sürür. Vergi verenler, verginin ağırlığından, yahut vergi verecekleri şeylere bir âfet geldiğinden, yahut içecekleri, sulayacakları suyun kesildiğinden, yahut bir bendin yıkılıp arâzîyi su bastığından, toprağın kaydığından, yahut da mahsûlün mahvolduğundan şikâyet ederlerse hallerini düzene sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerektir. Bu sana güç gelmeli. Çünkü bu yardımla, bu kolaylık göstermenle halk refâha kavuşur, ülke de mâmur olur; bu takdirde senin idâren bezenir; ayrıca da halkı adaletle idâre ettiğin için onların saygısını, sevgisini kazanmış olursun; refahlarına hizmet ettiğin, adaletle muâmelede bulunduğun, onları kuvvetlendirdiğin için gerekince bu kuvvete de dayanabilirsin; onları esirgeyişin, haklarında adaletle muâmele edişin, onlara yumuşak davranışın da buna sebep olur. Öyle bir ân olur, öyle bir çağ gelir çatar ki onlara baş vurman gerekir; onlar da dileğini seve seve kabûl ederler; istediğini yerine getirirler; çünkü ülkede vücuda gelen mâmurluk ve servet, onlara yükleyeceğin yükü çekmelerine kuvvet verir. Bir yarin harâp olması oradaki halkın yoksul düşmesin-den ileri gelir; oradaki halkın yoksulluğuysa vâlilerin, kendilerine mal yığmalarından, vâlilikte kalacaklarına emin olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret almalarındandır. Sonra kâtiplerini de teftiş et; onların da hallerine dikkat et; işlerine, onların hayırlılarını tayin et. Düşmanlara karşı kullanacağın düzenleri, gizli tuttuğun şeyleri, kendini büyük gören, bu yüzden de topluluğun önünde sana karşı durmaya cür'et eden kişilere değil, temiz ve iyi huylu olanlarına yazdır. Memurlarından gelen mektupları sana sunmakta gaflet etmemeleri, senden aldıkları emri, aldıkları gibi bildirmeleri, bir ahde gireceğin vakit şartları gevşek, zayıf bırakmamaları, gerekirse o ahdi bozmakta aciz göstermemeleri, şartları ona göre koşmaları, işleri başarırken de hadlerini bilmeleri gerektir. Kendi haddini bilmeyen kişi başkasının haddini hiç bilmez. Sonra onları, kendi anlayışına güvenerek, onlara meyline uyup haklarında iyi bir zan besleyerek tâyîn etme; çünkü insanlar, yapmacıklara baş vurarak, güzel hizmetler göstererek kendilerini vâliye iyi tanıtırlar; oysa ki yapmacık hareketlerin ötesinde ne öğüt vermeyi bilirler, ne emanete riâyet etmeyi. Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri kişilere bak, sen de onları seç, halka en güzel muâmelede bulunmalarını, en fazla emanete riâyetle tanınmış olanlarını iş başına getir; bu, Allah'a karşı özü doğru olduğunu, işlerine memur olduğun kişilere de hayırlı bulunduğunu ispât eder. Her işin başına en büyüğü kendine üç gelmeyecek, işlerin çokluğu, onu şaşırtmayacak kişileri geçir. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan o ayıpla da sen ayıplanırsın, sonra cevap da veremezsin. Bir de tâcirleri, sanat ve zanaat erbâbını tavsiye ederim sana; onlara karşı hayırlı ol. Onların bir kısmı oturdukları yerlerde ticaretle meşgul olur. Bir kısmıysa bir yerden bir yere gider, mal götürüp getirir; bir başka bölüğü de halkın muhtâç olduğu şeyleri ellerinin emekleriyle hazırlar. bunlara hayırla muâmelede bulun; çünkü onlar faydalı kişilerdir. Gereken şeyleri uzun yollar aşarak, beller geçerek, ülkendeki karalarda, denizlerde, düzlüklerde, dağlıklarda gezerek alırlar, getirirler; oysa halkın o şeylerin bulunduğu yerlere gitmesine ne imkân vardır, ne de gücü yeter. Onlar düzene bağlıdırlar, isyanlarından korkulmaz; barış adamlarıdır, gailelerinden ürkülmez. Bulunduğun yerde de onların işlerini gör gözet, uzak, yakın şehirlerde de hâllerini izle, dikkat et, bir zulme uğratma onları. Ama şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı bir hırs, kötü bir nekeslik, bencillik, faydalı şeyleri gizleyip, saklayıp azalınca değerinden fazla satma gayreti, menfaat düşkünlüğü vardır; ellerinde bulunanları bildikleri gibi satmak isterler; buysa halkın zararına sebep olduğu gibi vâlilere de buna göz yummak ayıptır, noksandır. İhtikârı men et; çünkü Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun Rasûlullah da men etmiştir. Alış veriş, güzel sûrette, adalet terazilerine uygun olarak, bir narh konarak yapılsın; iki taraf da, satan da zarar etmesin, alan da. Sen ihtikârı nehyettikten sonra onu yapmaya kalkışan olursa cezâlandır, fakat cezada pek de ileri gitme. Sonra Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör gözet. Onlar başvuracakları bir düzen bulamayan, yok yoksul, muhtaç, darlıkla bunalmış, dertlere karmış, kazançtan âciz kalmış kişilerdir. Bu sınıf içinde dilenenler olduğu gibi bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır, Onların hakkına dâir Allah'ın sana emrettiği şeyi Allah için olsun, koru. Onlara, memur olduğun beytülmâlden, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arâzînin gelirinden, ekininden bir pay ayır. Bulunduğun şehirde, o şehre yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hükme tâbidir; onların her biri hakkına riâyet etmeni ister. Nimetler içinde bulunuşun, ehemmiyetli işlere dalışın, onları unutturmasın sana; ehemmiyetli işlere bakman, küçük sayılan işlere bakmayışına bir mâzeret olamaz; böyle bir özürde kabûl olunamaz. Unutturmasın sana onları ehemmiyetli işlere dalman; yüzünü çevirme onlardan. Onların gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hâllerini anlatamayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hâllerini sorup anlamak için Allah'tan korkan, ona karşı ululanmayan güvendiğin kişiler yolla; onların hâllerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki Allah'a ulaştığın gün onlar hakkında özürler getirmeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından daha fazla insafa lâyık kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermeye gayret et, bilmeyerek hakkına riâyet etmediklerin için de Allah'tan bağışlanmanı dile. Yetimlerden, kocalmış kişilerden bir düzene baş vuramayanları, kimseden bir şey dilemeyenleri gör gözet. Bu, vâlilere ağır bir yüktür. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak Allah, hayırlı bir sonuca varmalarını isteyip ona dayananlara, vaad ettiğini gerçek bilip inananlara o yükü hafifletir. Zamanın bir kısmını ihtiyaç sahiplerine hasret, onların hepsini huzuruna al, otur, onlarla görüş. O mecliste seni yaratan Allah'a karşı gönül alçaklığını takın. Askerinden, yardımcılarından, koruyucularından, zaptiye erkânından hiç kimse onları korkutmasın; onlara mâni olmasın, onlar da seninle yüzyüze korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'ın bir yerde değil, birçok yerde "Zayıfın kokup çekinerek, dili dolaşarak söz söylemeye çalıştığı, fakat kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne kutluluğa kavuşur" buyurduğunu duymuşumdur; onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır lâflar edenlerine tahammül et; daralmayı, onlarla görüşmekten çekinip utanmayı bırak da Allah bu yüzden sana rahmetlerini yaysın; ona itâatin yüzünden sevaplar versin. İhsanda bulunduğun zaman minnet yükleyerek verme ki, verdiğin, alana sinsin; vermediğin zaman da güzellikle özürler getirerek verme ki almayan, hiç olmazsa sevinsin. Biri de halkın ihtiyacı sana hangi gün arzedilirse hemen o gün o ihtiyaçları gidermendir ki bu, olabilir ki yardımcılarını sıkar; vaktinde yapmazlar bu işi. Her günün işini o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş vardır. Vakitlerinin en üstününü, en fazlasını seninle Allah arasındaki kulluğa hasret. Fakat halka sarf ettiğin vakitlerin de hepsi, işlerde niyetin temiz oldu mu, halk bu yüzden esenliğe erişti mi Allah'a ait olur, ona kulluk sayılır. Allah için dînini hâlis kılan farzlara bilhassa dikkat et. Gecende gündüzünde bedenî ibâdetlerini onlarla Allah'a yaklaşmak kastıyla kusur etmeden, riyâya düşmeden nasıl gerekse o çeşit yerine getir. Halka namaz kıldırdığın zaman namazı uzatıp onları usandırmadan, tez, fakat erkânını yitirmeden kıldır; çünkü halk içinde hasta olan vardır, işi-gücü olan vardır. Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun, bene Yemen'e gönderdiği zaman Rasûlullah'a, onlara nasıl namaz kıldırayım diye sordum. En zayıfının kıldığı namaz gibi kıldır, inananlara karşı merhametli davran buyurdular. Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlara uzun müddet görünmez olma; çünkü vâlilerin halka görünmemeleri darlıktan bir kısımdır; halkı sıkar; vâlilerin idâre işlerinde az bilgili olduklarına delâlet eder. Onlara görünmemek, onların birçok şeyleri öğrenmelerine de engel olur; onlarca büyük şeyler küçük görünür, küçük şeylerse gözlerinde büyür; güzel ve iyi, çirkin görünür onlara; çirkinse güzelliğe bürünür; hakla batıl birbirine karışır gider. Vâli de bir insandır ancak; halkla görüşmedikçe onların hâllerini bilemez. Kendisinden gizli kalanları göremez. Gerçeğin apaçık alâmetleri yoktur ki bunlarla doğru, yalandan ayrılsın. Sen iki kişiden birisin ancak: Birisi mutlâka hakkı yerine getirir, herkese hakkını verir; gereken hakkı verdikten, iyi iş gördükten sonra neden gizleneceksin? Öbürü, vermemeyi, hakkı edâ etmemeyi âdet edinmiştir; halk senden ümit kestikten sonra hemencecik el çeker senden, ne diye onlara görünmeyeceksin? Oysa ki halkın sana zahmet vermeyen şikâyetlerinin çoğu, ya bir zulme uğradığındandır, yahut muâmelede insaf ve adalet isteğindendir. Sonra vâlinin bâzı adamları da bulunabilir ki onlar, kendi reyleriyle hareket ederler; zulümde bulunurlar; insafları azdır; muâmelelerinde adaleti gözetmezler; bütün bunların sebeplerini kesip ortadan kaldırarak şerlerini insanlardan gider. Yakınlarına, yanında bulunanlara arâzi verme ki bâzı yerleri, bâzı tarlaları elde etmek tamahına düşmesinler; aksi halde oradaki köye zarar gelir; bu işin, bir ırmaktan su almak ihtiyâcında bulunanlara zararı dokunur; o sudan faydalanmak, o yerden fayda sağlamak isteyenlere arâziye sâhip çıkanlar zulmederler; bunun faydası başkasına düşer, vebâliyse vâlinin boynuna yüklenir; oralardan, verdiğin kişiler faydalanırlar, ayıbıysa dünyâda da sana düşer, âhirette de sana. Yakın olsun, uzak olsun, kime gerekse hakkını ver; bu hususta sabırlı ol, ecrini Allah'tan iste; akraban ve yakın adamların bile olsa haktan ayrılma; işin sonunu düşün; isterse sana ağır gelsin bu iş, hayırlı olduğu sence mâlûmsa yapmaktan çekinme; hakkını yerine getir. Halk bir işte zulüm var zannına düşer, sana hayıflanırsa aslını anlatarak, özürler getirerek zanlarını değiştir; bu sûretle sen adaletle iş görmüş olursun, buyruğun altındakilere de yumuşaklıkla muâmele etmiş bulunursun. Özür getirmekle sen hakka riâyet eder, murâdına erersin, halk da doğruyu anlar, işin aslını bilir. Düşmanın, seninle barışmak isterse reddetme. Barışta Allah'ın rızası var, orduna huzur ve istirahat ver, sen de sıkıntılarından kurtulmuş olursun; şehirlerinse eminliğe kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra düşmanından sakın da sıkın; çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, bu hususta iyi bir zanna düşmeyi töhmet altına al. Seninle düşmanının arasını bir bağla bağladın, onunla bir muâhedeye vardın, yahut da ona aman elbisesini giydirdin mi ahdine vefâ et; verdiğin amana riâyet et; nefsini, ona verdiğin söze, ahde kalkan yap. Çünkü dilekleri birbirine aykırı, reyleri darmadağın ve çeşit çeşit olduğu hâlde insanların Allah'ın farz ettiği şeylerde hepsi de ahde vefâ etmeyi ululadıkları gibi ululadıkları bir farz yoktur. Hattâ Müslümanlar şöyle dursun, müşrikler bile bunu gerekli saymışlar, buna riâyet etmişler, ahitte, amanda durmamanın ne zararlar vereceğini bilmişlerdir. Verdiğin amana gadretme; ahdini bozma, hıyânette bulunarak düşmanını aldatma, çünkü Allah'a karşı böyle bir cür'ette bulunan, çok kötü, çok ziyankâr bir bilgisizdir ancak. Allah, ahdini, amanını kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır ki o, bir emniyettir, herkes orda esenleşir; bir haremdir, herkes ona sığınır; bölük bölük herkes onun civârına koşar gider. Onu bozmak, ona hıyânet etmek, ona hîle katmak olamaz. Bahânelerle bozulacak ahde girme, pekiştirdikten sonra yorumlara güvenme; Allah adına verdiğin ahdi bozmaya, haksız olarak ondan dönmeye kalkışma; genişlemesi umulan, sonunda üstünlük bekleyen darlığa dayanman, günahından korkacağın gadirden hayırlıdır; bozarsan Allah'ın gazabı gelip çatar sana; ne dünyada berhudar olursun, ne âhiretinde. Sakın haksız olarak kan dökmekten, çünkü azâba sebep olan, suç bakımından ondan daha büyük bulunan, nimetin zevâline, devletin yitmesine sebep teşkil eden hiçbir şey yoktur ki haksız olarak kan dökmekle kıyaslanabilsin. Kan dökenlerin hesâbını kıyâmet gününde bizzat noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah görecek, azaplarını o verecektir. Harâm olarak kan dökmekle gücünü kuvvetini çoğaltmaya kalkışma; çünkü bu gücü kuvveti zayıflatır, hatta yok eder gider. Bilerek kan dökme husûsunda ne Allah katında bir özrün kabûl edilir, ne benim katımda. Çünkü cezâsı kısastır bunun. Yanlışlıkla kamçın, yahut kılıcın, yahut da elin bir kötülüğe sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine, onun diyetini vermekten kaçınma. Kendini beğenmekten, seni ululuğa sevk eden şeylere uyup güvenmekten, övülmeyi istemekten çekin; çünkü bunlar, ihsan sâhiplerinin ihsanlarını yok etmek, ecirlerini mahveylemek için Şeytanın göz attığı fırsata yol açan şeylerdir. İdârene tâbi olanlara ihsanda bulununca da onları minnet altında bırakmaya, ihsanını başlarına kakmaya kalkışma. Yaptığını çok görmekten de çekin. Vaadedince ve vaadinden dönme. Başa kakmak, ihsanı yok eder; yapılan iyiliği çok görmek, büyük saymak, gerçeğin ışığını söndürür; vaatten dönüş, Allah'ın gazabını, halkın nefretini mucib olur; Yüce Allah, "Allah katında en beğenilmeyen şey yapmayacağınız şeyi söylemenizdir" buyurur.(Saf, 3) Zamânı gelmeden işlerde aceleye düşme. Yapmak imkânı olunca da o işte ihmâl etme; doğruluğu sence belli olmayan işe girişme, ama doğruluğu açıkça belli olan işi de savsaklama. Her işi yerinde yap, her işi yerinde işle. Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma; herkesin gözettiği şeylerde gaflete düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten perdeler açılır, mazlûmun hakkı da senden alınır. Öfkeni yen, kendine sâhip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hâllerde hemencecik cezâ vermekten çekin; cezâyı geriye at, öfken yatışıncaya dek elini, dilini gözet. Bu söylediklerimi âhireti anarak, Rabbine ulaşacağına inanarak derdini, gussanı çoğaltmadıkça da yapamazsın. Sana, senden önce, adaletle hüküm sürenleri, yahut üstün yol yordamları, Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun, Peygamberimizin eserini, yahut da Allah Kitabındaki farzları anmak, bizim bunları anıp düşünerek nasıl hareket ettiğimizi görmek, bu ahit-nâmemden sana verdiğim buyruklara uymaya kendini zorlamak gerektir; nefsine uymak husûsunda bir gevşeklik göstermemen için bu kadar delil gösterdim sana. Ve ben, benim ve senin, kulların en güzel anışlarına iyi ve yerinde övüşlerine mazhar olmamızı, şehirlerde iyi ve güzel eserler bırakmamızı, nimetin,hakkımızda tam ve olgun olarak, lütuf ve ihsanın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de, senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehit olarak tamamlanmasını Allah'ın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak niyâz etmekteyim ve biz, gerçekten Allah'ın rızasını istemekteyiz. Selâm Rasûlullah'a; Allah'ın salâtı ve selâmı o'na ve tertemiz soyuna olsun. |
Yeni yorum ekle