Fedek

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 Kesin zahiri (kayıtsız ve şartsız zahirini) ‎kayıtlandırabileceğini kabul edersek ve aynı şekilde ‎peygamberin “Biz peygamberler miras bırakmayız” söylediği ‎ispatlanacak, genel anlamı da istisna kabul etmeyerek olduğu ‎ispatlanırsa yine de Ebu Bekir Peygamberin geride bıraktığı ‎şeylerden bazılarını (Örneğin Fedek) Hz. Fatıma’ya verebilirdi.‎ Bu halifenin hakkıydı ve hiç kimsenin itiraz hakkı yoktu. ‎Zira Müslümanların halifesine neyi isterse bağışlaması caizdir.‎

Örneğin Ebu Bekir peygamberin geriye bıraktığı şeylerden ‎bazılarını Zübeyr b. Avvam ‎ ve Muhammed b. Müslime ve ‎diğerlerine bağışladı.‎ ‎ Buna ilave olarak Ebu Bekir’in Hz. ‎Fatıma’dan geri aldığı Fedek’i çok geçmeden üçüncü halife ‎

Osman Mervan’a tımar olarak bağışladı.‎ ‎ İbn-i Ebil Hadid ‎geçmişteki Ehl-i Sünnetin alimlerinin bazılarından içeriği ‎birinci ve ikinci halifeyi azarlayan, ve o ikisinin peygamberin ‎kızına davranış şekillerinden nasıl şaşkınlığı kapıldıklarını ‎belirten sözler nakletmiştir.

Bu Sünni aliminin sonları şöyledir: ‎‎“Bırakın dini yönleri de onların hilafet makamı bile Hz. ‎Fatıma’ya bu şekilde davranmalarına mani olmalıydı.” İbn-i ‎Ebil Hadid bu cümlenin hemen peşi sıra şöyle söylüyor:‎ ‎ “Bu ‎cevaben olmayan bir sözdür!”‎ Yazar: Biz onların hilafet kerametleri ile ilgilenmiyoruz. ‎

Konuyu bir mahkememin gereksimleri açısından göz önüne ‎alıyor ve şöyle diyoruz: Şer’i ölçüler (bu ölçüler peygamberin ‎kızının Fedek meselesinde hakim olduğunu ispatlamaktadır.) ‎kamil ve çeşitlidir.

Bu durum insaflı akıl sahiplerinden saklı ‎değildir.‎ Halife ve o günün hakiminin, bu davada iddia sahibinin ‎mukaddeslik açısından İmran kızı Meryem ile aynı değerde ve ‎hatta ondan da değerli olduğunu, o, Meryem, Hatice ve ‎Asiye’nin (Firavunun hanımı) cennet kadınlarının efendileri ‎olduklarını, o ve diğer üç kadının dünya kadınlarını en faziletli ‎oldukların ve peygamberin ona hitaben:

“Ey Fatıma! Tüm ‎mümin kadınlar veya ümmetimin kadınlarının efendisi olmaya ‎razı değil misin? dediğini bilmesi yeterliydi. Halife bunların ‎tümünü bilmekteydi. Bütün bunlar sahih rivayetler ve açık ‎nasslarla oldukça fazla bir şekilde nakledilmiştir.

Örneği İbn-i ‎Abdulbirr Hz. Fatıma’nın şerh-i halinde El-İstiab adlı kitabında ‎ve daha bir çokları diğer kaynaklarında peygamberin Hz. ‎Fatıma’nın ziyaretine gider hal-hatır sorduğunu ‎nakletmişlerdir. Hz. Fatıma (s.a) cevaben: Acılar beni rahatsız ‎ediyor ve genellikle yiyecek bir şeyim olmadığından rahatsız ‎oluyorum dedi.‎ Resulullah (s.a.a): Kızcağızım! Dünya kadınlarının veya ‎ümmetimdeki kadınların efendisi olmaya razı değil misin diye ‎buyurdu.‎ Hz. Fatıma (s.a): Babacığım! İmran kızı Meryem dünya ‎kadınlarının efendisi deği lmiydi? dedi.‎ Hz. Resulullah (s.a.a):

O kendi asrındaki kadınların ‎efendisiydi. Sende kendi asrının kadınlarının efendisisin. Şunu ‎bil ki Allah’a yeminler olsun ki ben seni dünya ve ahrette efendi ‎olan birisine nikahladım.‎ Hz. Fatıma (s.a) Hz. Meryem’den daha faziletli olduğu ‎konusu Ehl-i Beyt imamları, onların dostları ve diğerlerinin ‎yanında kesin olan mevzulardandır.‎ Birçok ehli sünnet araştırmacıları onu tüm dünya ‎kadınlarından hatta

Hz. Meryem’den bile faziletli bilmişlerdir. ‎Örneğin; Sebki, Suyuti, El-Bedr, Zerkeşi, Mukrizi, İbn-i Ebu ‎Davud ve Menavi Alllame Behbahani Hz. Fatıma’nın faziletleri ‎Eş-Şereful Muebbed adlı eserinde bu şahsiyetlerden ‎nakletmiştir.‎ Bu, Şafiilerin müftüsü olan Seyyid Ahmed Zeyni Dehlan da ‎bu konuları Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden nakletmiştir. Bu ‎konu ise Sire kitabının

Hz. Fatıma’nın evliliği bölümünü ‎anlattığı yerdedir. Hz. Fatıma, Meryem, Hatice ve Asiye’nin ‎cennet kadınlarının en faziletlileri olduğunu belirten konuyu ise ‎Ahmed b. Hanbel İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.‎

‎ El-İstiab adlı ‎eserde de Hz. Hatice’nin şerhi halini yazarken Ebu Davud’tan ‎Hz. Fatıma’nın şerhi halini yazarken Kasım b. Muhammed’ten ‎rivayetler nakledilmiştir. ‎ El-İstiab adlı eserde Hz. Fatıma (s.a) ve diğer üç kadının ‎cennet kadınlarının efendileri olduklarını aktaran rivayetler Ebu ‎Davud’tan silsile sened ile Enes b. Malik ve Abdulvaris b. ‎Süfyan’dan ve.... nakletmiştir. ‎

 Hz. Fatıma’nın (s.a) bu ümmet kadınlarını en faziletlisi ‎olduğu Sahih-i Buhari c. 4 s. 64’de, Sahih-i Müslim c. 2 Hz. ‎Fatıma’nın faziletleri babında, Sahih-i Tirmizi’de, Cem’u Beyne ‎sahihayn’da (Hamidi), Cem’u Beyn-e Sihah’us Sitte’de ve ‎Müsned-i Ahmed c. 6 s. 282’de nakledilmiştir.‎ İbn-i Abdülbirr El-İstiab’da ve Muhammed b. Sa’d Hz. ‎Fatıma’nın şerhi halinde (Tabakat-u İbn-i Sa’d c. 8’de ve ‎peygamberin hastayken buyurdukları babında

(c.2 Tabakat-u ‎İbn-i Sa’d) nakletmişlerdir.‎ Konunun şerhini aynen Sahih-i Buhari’den ‎ naklediyoruz: ‎‎“Mesruk Ümmül Müminin Aişe’den şöyle naklediyor: Biz ‎peygamberin hanımları hepimiz peygamberin huzurundayken

‎Fatıma çıkageldi. Allah’a yeminler olsun ki Fatıma’nın ‎yürüyüşü peygamberin yürüyüşü ile hiçbir şekilde fark ‎edilmiyordu. Peygamber onu görünce hoş geldin diyerek şöyle ‎buyurdu: Kızcağızım! Hoş geldin.‎ Daha sonra onu ya sağ tarafında yada sol tarafında ‎oturtarak yavaş bir şekilde ona bir şey söyledi. Hz. Fatıma ‎şiddetle ağlamaya başladı. Peygamber onun şiddetle ‎hüzünlendiğini görünce yine onun kulağına bir sır söyledi.

 Hz. ‎Fatıma bu defasında gülmeye başladı. Peygamberin hanımları ‎arasından ben Fatıma’ya şöyle dedim: Peygamber bizim ‎aramızdan sırrını sadece sana söyledi ve sende ağlamaya ‎başladın?!‎ Hz. Peygamber kalkıp gidince ben Fatıma’dan peygamber ‎senin kulağına ne söyledi diye sordum.

Fatıma cevaben şöyle ‎buyurdu: “Ben peygamberin sırrını açıklayamam.” Hz. ‎Resulullah’ın vefatından sonra bu sırrı bana söylemesi için ‎Fatıma’ya yeminler verdirdim. Fatıma (s.a) şöyle buyurdu: ‎‎“Artık söylememin hiçbir sakıncası yoktur, ilk defasında Hz. ‎Peygamber kulağıma yavaşça şöyle buyurdu:

 Her yıl Cebrail ‎gelerek yılda bir defa bana Kur’an’ı sunuyordu. Ama bu yıl iki ‎defa geldi. Bunun anlamı yakında ölümün bana geleceğidir. Sen, ‎ben öldükten sonra sabretmelisin. Zira ben kaybettiğin en ‎değerli kimseyim.

 İşte bu yüzden seninde gördüğün gibi şiddetle ‎ağlamaya başladım.‎ Peygamber benim dayanamadığımı görünce ikinci ‎defasında şöyle buyurdu: Ey Fatıma! İmanlı kadınların veya ‎İslam ümmeti kadınlarının efendisi olmak istemiyor musun?”‎ İbn-i Hacer’in Sevaik-ul Muhrika adlı kitabında ve diğer ‎muhaddislerin kendi kitaplarında naklettikleri şey şudur: ‎Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Dünya kadınlarının efendisi ‎olmak istemiyor musun?

‎ Her neyse Hz. Fatıma’nın diğer kadınlara olan ‎üstünlüğünü belirten sözü geçen hadis sahih ve peygamberin ‎nassı oldukça açıktır. Muhammed b. Sad Tabakat adlı kitabının ‎‎2. Cildinde “Peygamberin hasta iken söyledikleri” adlı babta ‎kendi senedi ile peygamberin hanımı Ümmü Seleme’den şöyle ‎nakleder: “Peygamberin ölüm vakti iyice yaklaşınca Hz. Fatıma ‎ağlamaya başlayınca bir kez daha kulağına bir şeyler söyledi.

‎Bu defa Fatıma güldü. Peygamber hayatta olduğu müddetçe ben ‎ondan bu konuda hiç bir şey sormadım.‎ Ama peygamber vefat ettikten sonra o günkü ağlama ve ‎gülmenin sebebini sordum. Hz. Fatıma (s.a) şöyle buyurdu: ‎‎“Peygamber bana vefat edeceğini haber verdi. Daha sonra ‎benim cennet kadınlarının efendisi olduğum haberini verdi.”‎ İbn-i Hacer Askalani El-İstiab adlı kitabında bu hadisi ‎Ümmü Seleme’den nakletmiştir.‎

Tüm Müslümanlar da Allah’ın kızını seçtiğini çok iyi ‎bilmektedirler. Aynı şekilde iki evladını ümmetinden evlatları ‎arasından, kocasını ise Müslüman gençler arasından seçmiştir. ‎Peygamber Necran Hıristiyanları ile lanetleşmek için vahiy ‎geldikten sonra sadece bunları seçmiştir. Lanetleşme ‎‎(Mübahale) ayeti şöyledir: “Sana bu ilim geldikten sonra ‎seninle bu konuda çekişenlere de ki:

Geliniz, sizler ve bizler de ‎dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi ‎çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı ‎çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine ‎lanet dileyelim.”‎ Fahri Razi bu ayetin tefsirinde şöyle yazmıştır:

 Bu ayet ‎nazil olduktan sonra (bu ayetle Allah (c.c) peygambere ümmetin ‎en iyi evlatlarını, kadınlarını ve peygamberin nefsi ve canı ‎niteliğinde ki şahısları Necran Hıristiyanları ile lanetleşmek ‎üzere hazırlaması emrini vermiştir) peygamber siyah bir cübbe ‎giyinmiş, Hz. Hüseyin’i kucağına almış Hz. Hasan’ın da elini ‎tutmuş,

Hz. Fatıma peygamberin peşi sıra Hz. Ali de onu takip ‎eder bir halde Hıristiyanların karşısına çıkarak şöyle buyurdu: ‎‎“Eğer lanet dilemeye başlarsam sizin iman getirmeniz gerekir.” ‎Necran Hıristiyanlarının Piskoposu şöyle dedi: Ey Hıristiyan ‎topluluğu! Ben öyle çehreler görüyorum ki eğer Allah’tan ‎dağları yerinden koparmalarını isteseler, dağları yerinden ‎koparır. Bunlar ile lanetleşmeyin.

 Yeminler olsun ki helakete ‎koparır. Artık kıyamet yeryüzünde gününe dek bir tek Hıristiyan ‎bile bulunamaz.‎ ‎ ‎ Yine tüm Müslümanlar istisnasız bir şekilde aşağıdaki ‎ayetin kapsadığı şahsiyetlerden birisinin Hz. Fatıma (s.a) ‎olduğunu kabul etmişlerdir. Ayet şöyledir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah ‎sizden her türlü pislik ve günahı gidermek ve sizi tertemiz ‎yapmak istiyor.

”‎ Yine Hz. Fatıma (s.a), Allah’ın kullarından aynen onu ‎birliğine ve peygamberinin risaletine şahadet istediği gibi ‎kendilerine selam gönderilmesi vacip kimselerdendir. ‎ Sevaik-ul Muhrika’da da nakledildiği gibi Şafii ne kadar ‎da güzel söylemiştir.‎

 ‎“Ey Ehl-i Beyt! Sizi sevmek Kur’an tarafından farzdır. ‎Sizin büyüklüğünüz için şu yeterlidir ki eğer birisi size selam ‎göndermezse namazı, namaz değildir.”‎ Yine Sevaik ve diğer kitaplarda da olduğu gibi Muhyiddin ‎A’rabi şöyle söylüyor: “Benim peygamberin hanedanını ‎sevmemin bir farz olduğunu görüyorum. Başkaları ondan fasıla ‎almasına rağmen beni daha da yakınlaştırıyor.

 Rahman olan ‎Allah (c.c) peygamberin tebliği ile kullarının hidayeti için onun ‎Ehl-i Beyt’ini sevmekten başka bir ücret istememiştir.”‎ Allame Behbahani Eş-Şereful Muebbed adlı eserinde şöyle ‎yazıyor: “Al-i Taha! Ey en iyi peygamberin hanedanı! Sizin ‎dedeniz Allah’ın seçtiği kimseydi. Sizler de Müslümanların en ‎seçkinisiniz.‎ Allah daha ilk günden sizden her türlü pislik ve günahı ‎gidermiştir.

O zaman siz tertemizsiniz. ‎ Sizin dedeniz din hakkında sizin sevginizden başka hiçbir ‎ücret istemedi. Aynı şekilde Hz. Fatıma (s.a) en faziletli iyilik ‎sevendir. Şöyle ki Allah (c.c) Kur’an’ı Kerim’de şöyle ‎buyuruyor:

 “İyiler ise, kafur katılmış bir kadehten (cennet ‎şarabı) içerler. Onlar, Allah sevgisi ile yemeği yoksula, yetime ‎ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ‎ne bir karşılık nede bir teşekkür bekliyoruz.”‎ Tüm Şia alimleri istisnasız bir şekilde bu ayetin Hz. Ali, ‎Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) hakkında nazil ‎olduğunu belirtmişlerdir.

Olay ise kendi iftarlıklarını üç gün peş ‎peşe yoksula, yetime, esire infak etmeleridir. ‎ Zamahşeri aynı konuyu Keşşaf adlı tefsirinde İnsan ‎suresinin sözü geçen ayetinin tefsirinde İbn-i Abbas’tan ‎nakletmiştir. Silsile senet ile Vahidi’nin El-Besid’inden, Salebi, ‎Tefsir-i Kebir’de ve Muvaffak b. Ahmed El-Fezail adlı kitabında ‎getirmiştir.‎ Doğru sözlü bir grup alim Menakib kitabında bu konuyu ‎kesin olarak kati bilinen şeylerden saymışlardır.

 Bizde El-‎Kelimet-ul Garra adlı kitabımızın dördüncü faslında Hz. ‎Fatıma’nın faziletlerini yazdığımız zaman bu konuda ‎araştırmacı bazı alimlerin görüşlerini de ekledik. (Oraya ‎müracaat ediniz.)‎

 Özet ile Hz. Fatıma’nın (s.a) Allah, Resulü ve müminler ‎yanında sahip olduğu mukaddeslik insanın ona ve takip ettiği ‎davasına karşı tam bir itminan ve güven duymasına sebep ‎olmaktadır. Bu durum öyle bir hadde ulaşmaktadır ki davasının ‎ispatı için şahide bile ihtiyaç kalmamaktadır.

Zira onun dili ‎batılı söylemekten mahfuzdur. Hz. Fatıma’nın (s.a) hakkın ‎tersine veya zıddına bir şey söylemesi imkansızdı.‎ Buna göre onun davası başlı başına iddia ettiği şeyin ‎doğruluğuna delalet etmektedir. Hatta daha başka ip uçlarına ‎gerek bile yoktur.

Bu Hz. Fatıma’yı (s.a) tanıyan bir kimsenin ‎şüphe bile etmeyeceği konudur. ‎ Ebu Bekir Hz. Resulullah’ın kızını en iyi tanıyanlardan ve ‎davasında yüzde yüz haklı olduğunu bilen şahıslardan idi. Ali ‎Faruki’nin de (Ali Faruki Bağdat’ın ileri gelmiş alimlerinden ve ‎Bağdat’ın batı medresesinin üstadlarındandır.) Söylediği gibi ‎aslında konu başka bir şeydi. Ali Faruki İbn-i Ebil Hadid ‎Mutezili’nin hocalarından birisidir. ‎

 Bir gün İbn-i Ebil Hadid ondan şöyle sordu: Hz. Fatıma ‎Fedek davasında doğru sözlümüydü?‎ Ali Faruki: Evet.‎ İbn-i Ebil Hadid: Peki eğer doğru sözlü idiyse neden Ebu ‎Bekir Fedek’i ona geri vermedi?‎ Ali Faruki: Tebessüm ederek her yönüyle ilgi çekici bir ‎cevap verdi: Eğer o gün Ebu Bekir Hz. Fatıma’nın iddiasını ‎kabul ederek şahit istemeksizin Fedek’i verecek olsaydı,

Fatıma ‎ertesi gün geri dönerek hilafetin kocası Ali’ye ait olduğunu ‎söyleyecek ve Ebu Bekir’i oturduğu makamdan indirecekti! Bu ‎konunun karşısında Ebu Bekir hiçbir özür getiremezdi. Zira Ebu ‎Bekir Fatıma’nın söylediği her şeyde doğruluk sahibi olduğunu ‎kabul etmiş olacak ve şahide gerek duymayacaktı.

 ‎ Yazar: İşte bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın Fedek ‎davasında Hz. Ali (a.s)’ın şahitliğini caiz bilmedi. Aksi taktirde ‎yani eğer böyle olmasaydı Hz. Ali Hayber’i fethetmesine ve ‎yahudilerin çok pislik insanlar olmasına rağmen Hayber ‎yahudileri yine de Hz. Ali (a.s)’ın yalan şahitlik yapmayacağını ‎çok iyi anlamışlardı.‎ Yine bu yüzden Ebu Bekir konuları karıştırarak malı ‎elinde bulundurup kullanan şahısı iddia eden yerine koyarak ‎ondan şahit istedi. Halbuki Ebu Bekir’in kendisi iddia sahibi idi ‎ve şahit getirmesi gerekirdi. ‎

 Şu söz unutulmamalıdır ki o Hz. Fatıma’ya şöyle dedi: ‎Ben senin sözünün doğruluğuna inanmıyorum. Halbuki onun ‎sözünün kendisi başlı başına en açık hüküm ölçülerine göre Hz. ‎Fatıma’nın faydasınaydı.‎ Eğer bu şahitlerin ve ipuçlarının tümünü yok sayarsak, ‎peygamberin kızının bunca imtiyazlarına rağmen onu diğer ‎imanlı ve mümine kadınlar gibi bile kabul edersek veya diğer ‎müminler gibi iddia ettiği davasının ispatı için şahide muhtaç ‎olduğunu bile kabul etsek peygamberin kardeşi ve Harun’un ‎Musaya olan yakınlığı gibi peygambere yakın olan

Hz. Ali ‎‎(a.s)’ın Hz. Fatıma’nın davası için şahitlik yapması yeterli idi. ‎Ali (a.s) cümlelerinden yakin ve doğruluk nurlarının ışıldadığı ‎bir şahittir. Şer’i hakimin yakine ulaştıktan sonra dava ‎sahiplerinden isteyeceği bir şey yoktur. İşte bu yüzden Hz. ‎Resulü Ekrem (s.a.a) Hüzeyme b. Sabit’in şahitliğini aynen iki ‎adil şahidin şahitliğiymiş gibi kabul etmiş idi. Allah da ‎bilmektedir ki bu hususta

Hz. Ali Hüzeyme ve diğerlerinden ‎daha üstündür. ‎ Eğer bunu da görmezlikten gelerek Hz. Ali’nin de aynen ‎Müslüman adil mümin birisi olduğunu farz ederek bir şahit ‎olduğunu söyler isek peki neden Ebu Bekir Hz. Fatıma’yı ikinci ‎şahit yerine koyup yemin etmesini istemedi? Eğer yemin etmese ‎idi. Onun davasını reddedebilirdi. Ama Ebu Bekir bunu ‎yapmadı.

Hz. Ali (a.s) ve Ümmü Eymen’in şahitliğini geçersiz ‎saydığı yetmezmiş gibi bir de Resulü Ekrem’in kızı Hz. ‎Fatıma’nın şahitliğini de reddetti. ‎ Saygı değer okurların da bildiği gibi bu iş hiçbir dini ‎kanuna dayanmamaktadır. Halbuki Kütüb-ü Sitte yazarları ve ‎diğer yazarların da naklettiği Sakaleyn hadisine göre Kur’an’ın ‎eşidir.‎ Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aranızda iki ‎değerli ve paha biçilmez emanet bırakıyorum. Onlara ‎sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz; Allah’ın kitabı ‎ve İtretim; Ehl-i Beytim.

” Açıktır ki Ehl-i Beyt’in en ileri geleni ‎Hz. Ali (a.s)’dır.‎ Yine peygamberin buyurduğu hadis uyarınca daima Hz. ‎Ali Kuran ile Kuran, Ali iledir. (Kevser) havuzu başında ‎peygambere gidene dek birbirlerinden ayrılmazlar.‎ Bu hadisi Hakim-i Hişaburi ‎ peygamberin hanımı Ümmü ‎Seleme’den naklederek şöyle demiştir: Bu hadis sahih senetlere ‎sahiptir. ‎ Zehebi de bu hadisi Telhis adlı eserinde naklederek ‎senetlerinin sahih olduğunu belirtmiştir. ‎

Yine İbn-i Hacer ‎ peygamberin ölümüyle sonuçlanan ‎hastalığı ve odasının ashapla dolu olduğu bir esnada ‎peygamberin şöyle buyurduğunu nakleder: “Ey insanlar! ‎Ruhumu teslim etmem ve sizin aranızdan ayrılmam yakındır. ‎Şimdi sizlere unutmamanızı istediğim bir şey söylemek ‎istiyorum: Aranızda Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimi ‎bırakıyorum.” Daha sonra Ali (a.s)’kın elini tutup havaya ‎kaldırarak şöyle buyurdu:

Ali Kur’an iledir ve Kur’an da Ali ‎iledir. Hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar.”‎ Buna ek olarak Hz. Ali (a.s) Mübahale ayetinde ‎peygamberin canı ve nefsi olarak adlandırılmıştır. ‎ Bütün bunlara rağmen Hz. Ali (a.s) bu mahkeme de ‎şahitliği hiç sayılan bir kimsedir! Bu. İslam’da meydana gelen ‎ne de büyük bir faciadır. Bu facianın “İnna Lillah ve İnna İleyhi ‎Raciun”‎ ‎ diye bahsetmek gerekir.

‎ Ümmü Eymen Sa’lebe’nin kızı (Hz. Fatıma’nın ikinci ‎şahidi) Hz. Resulü Ekrem’in ebesi ve kadın hizmetçisiydi. ‎Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Annemden sonra Ümmü ‎Eymen benim annem idi! Hz. Resulullah ne zaman ona bakacak ‎olursa şöyle söylerdi: “Bu hanedanımdan geriye kalan ‎şahıstır.

”‎ Yine Hz. Resulullah (s.a.a) (İbn-i Hacer’in El-İsabe adlı ‎kitabında Ümmü Eymen’in şerhi halinde yazdığı gibi) Ümmü ‎Eymen’in cennetlik olduğunu söylemiştir. İbn-i Abdulbirr El-‎İstiab’da ve diğerleri Ümmü Eymen’den övgüyle ‎bahsetmişlerdir.‎ Oğlu Eymen peygamberin yanında Hayber savaşında şehit ‎olunca Ümmü Eymen bu şehadeti kendisine büyük bir mükafat ‎ve sevap olarak bildi.‎ B.AKYOL

-------------------------

[1]- Zübeyr b. Avvam, Ebu Bekir’in damadı, Abdullah b. Zübeyr’in annesi olan kızı Esma’nın kocasıdır.

[1] -Ebu Bekir’in kızı Aişe peygamberin özel odasını babasına mahsus kıldı. O öldükten sonra peygamberin yanında toprağa verildi. Onun yerine geçen Ömer’de Aişe’nin izni ile Ebu Bekir’in yanına defnedildi.

Ama Resulullah’ın torunu Hz. İmam Hasan (a.s) şehit olunca Ben-i Haşim onu peygamberin yanına defnetmek istediklerinde Aişe ve Ben-i Ümeyye el ele vererek buna mani oldular. Öyle bir ortam meydana geldi ki açıklamak bile istemiyorum, sizlerde sormayın.

[1] -Ebu     makalesi Mısır’da er Risale adlı dergide yayınlanmıştır. Bkz. Er Risale 11. Yıl Sayı: 518 S. 457

[1]

[1]- Müsned-i Ahmed c. 1 s. 293

[1] -Sahih-i Buhari c. 4 (İstizan kitabının son sayfası)

[1] -Âl-i İmran/61

[1] -Bu hadisi, tefsirciler, muhaddisler, sire yazarlar ve hicretin 10. Yılı olaylarını yazanlar (Mübahale olayı hicretin 10. Yılında gerçekleşmiştir.) nakletmiştir. Fahri Razi bu hadisi naklettikten sonra kendi tefsirinde şöyle yazıyor:

Bu Hadis müfessirler ve muhaddisler arasında sıhhat açısından ben ise şöyle söylüyorum: Ebu Bekir nasıl bu çehrelere itina göstermeyerek , Hz. Fatıma’nın Fedeki’i istemesinden şahitliklerini kabul etmedi?

Yeni yorum ekle