İnancın konusu olan ğayb görünmeyen, bilinmeyen bir âlemdir. Hz. Hüseyin kimsenin görmediği ğayba sanki görmüşçesine kesin bir inançla inandığı ve inancının gereğini yerine getirdiği için cümle mü'minlerin şâhı olmuştur.
Hakk için kendini kurban eyleyen,
Şâh-ı Merdân oğlu İmâm Hüseyin,
Cümle erenlere fermân eyleyen,
Erenler serdârı İmâm Hüseyin.
Hakk-Muhammed-Ali'yi cândan seven her tâlibin zihnine bir kahraman olarak yerleştirdiği Hz. Hüseyin, Hakk için kendisini kurban eylemiştir. Burada kastedilen Hakk hem Allâh'ı, hem de zulüm karşısındaki hak ve hukûku ifade etmektedir. Hz. Hüseyin haksızlığa ve zulme boyun eğmediği, bütün baskı ve dayatmalara rağmen harâmları işleyen, yasakları çiğneyen, insanlara zulüm, cevr ü cefâ eden Yezîd'e biat etmediği için şehit edilmiştir. Onun bu denli büyük bir fedakârlığı yapmasına neden olan ise Hakk'a (Allâh'a) sadece bir âbid, zâhid veya ârif olarak değil âşık derecesinde bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.
Bektâşî, Halvetî, Uşşâkî, Cerrâhî, Mevlevî, Kâdirî, Nakşî veya Rufâî Alevî-meşrep bütün tâlib ve dervişlerin gönül dünyasında yer alan ve her cânın çocukluğundan itibaren âdâb, erkân ve devrân içerisinde gözüne, kulağına ve yüreğine işleyen Hz. Hüseyin rol modelinde; hakkın yerine gelmesi, adâlet, merhamet gibi İslâm'ın temel prensiplerinin sürdürülebilmesi için gerekirse cânın verilebileceği anlayışı bulunmaktadır.
Hz. Hüseyin'e böylesine büyük bir fedakârlığı yapma gücü veren yukarıdaki deyişte vurgu yapıldığı üzere; babası Şâh-ı Velâyet İmâm Ali'dir. Hz. Ali geçmişten bugüne tarih ve edebiyat kitaplarında hicret sırasında İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'in yatağına yatan, gözü kara bir yiğit olarak resmedilmektedir. Hz. Hüseyin bir insanın yapabileceği en büyük fedakârlık olan başını vermeyi, ceddi Muhammed Mustafâ'dan miras kalan İslâm davası uğruna severek kabul etmiştir. Pir Sultan Abdal'ın Hz. Hüseyin'in bu hareketiyle, erenlere fermân olduğunu söylemesinin nedeni erenlerin yolu hakkında bilgi vermektir. Gelenekte ölmeden önce ölmeyi göze alamayan, hakîkat uğrunda cânını, başını fedâ edemeyen bir tâlib-i Hakk'ın velî veya mürşid olması mümkün sayılmamıştır. Hz. Hüseyin'e gönül veren dervişler onunla öylesine bütünleşmişlerdir ki Kerbelâ'da gövdesine açılan yaralar, sanki onların vücudunda açılmış gibidir. Çünkü o Hakk için serini (başını) kurbân eylemiştir. Deli Boran bu duygusunu şöyle ifade eder:
Bakıp çâr köşeyi seyrân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin,
Hakk için serini kurbân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin.
Velâyete tâlib dervişlerden olan ve Hz. Hüseyin'i derûn-ı dilden seven Derviş Mehemmed bu sevgi ve özdeşleşmenin insanı kendinden geçirmesi; deli/dîvâne haline getirmesi sayesinde hangi manevî hallerin ortaya çıkacağını işlemektedir. Hz. Hüseyin'in yaralarını bedeninde hissettiği kadar, onun aşkına gözyaşı döken âşık, Hakk'ı kendi özünde bulma gibi bir manevî derece ile ödüllendirilmektedir. Özünü köz etmek isteyen, sözünü özünden söylemeyi murad eden âşıkların/sâdıkların gözbebeği Hz. Hüseyin'dir:
Seni seven âşık dîvâne olur,
Arar Hakk'ı kendi özünde bulur,
Yaşını silmeğe kapuna gelür,
Ver benim murâdım İmâm Hüseyin.
Teslim Abdal gözündeki perdeyi aralayan, kalbini nazargâh-ı ilâhî haline getiren ve Hakk'ın dîdârını gören gerçeklerin (velîlerin) Hasan Hüseyin aşkına başlarını nasıl kurban verebileceklerini işlemektedir. Nefsinin sesine kulak vermek, hırs, kin ve öfkenin esiri olmak Hz. Hüseyin'i şehid eden Yezîd'in özelliklerindendir. Bu sebeple kalbin manevî ikliminde seyr ü sülûk etmek yerine, nefsin emirlerine itaat etmek gibi bir bayağılığı sergileyen kişi murdâr sayılmıştır. Hüseyin'leşen cânlar onun aşkına fakire, fukarâya vermenin, yemeyip yedirmenin, giymeyip giydirmenin, nefsi aşmanın ve benlik ağacını gönül şehrinden söküp atmanın sembolü olmuşlardır:
Fehmettik dîdârımızı yüzdürelim derimizi,
Kurban verdik serimizi Hasan Hüseyin aşkına.
Gerçekler kalbini güder nefsini dinleyen murdâr,
Verdiğin za'ya mı gider Hasan Hüseyin aşkına.
Zulmün karşılığı adâlet, merhamet ve cömertliktir. Muharremiyye'de yas ve matem günleri yetim ve fakîrlerin gönüllerinin kazanılacağı zaman dilimi haline getirilmiştir. Şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: "Bir kişi âşûrâ günlerinde bir fakîrin karnın doyursa cemî' ümmet-i Muhammed'in yoksulların doyurmuşça sevap bula ve her kim âşûrâ günlerinde bir yetimin başın sığasa şefkat eliyle, Hak Teâlâ Hazreti Kemâl-i Kerem'inden eli altında ne kadar kıl var ise, adedince ol kulun derecâtını arturur. Pes mü'min olan kişiye lâzımdır ki âşûrâ günlerinde ve gayrı günlerde fakîrleri, yetîmleri, ve garîbleri hoş tutalar. Allah içün kâdir olduklarınca hürmet ve şefkat ve riâyet ideler, rencîde ve remîde (ürkütmek, korkutmak) etmiyeler. Zira gönül Hakk'ın evidir ve hem nazargâhıdır. Ev sâhibi evden hâlî değildir." Muharremiyye'deki şu ifadeler ise ihtiyaç sahiplerine yardım etme konusunda Hz. Ali'nin örnekliğini gözler önüne sermektedir: "Rivâyettir ki ol Esedullâhi'l-Gâlib Hazret-i Emîrü'l-Mü'minîn İmâm Ali ibn-i Ebî Tâlib kerremallâhu vechehû yetimleri yetîmleri ve garîbleri göricek merhamet ve şefkat idüp gâyetle hoş tutardı ve riâyet etmesine işâret iderdi..."
Öğrendiği dinî bilgiyi, uğruna cân fedâ edilebilecek kadar hazmedemeyen, özü (rûhu) ve sırrıyla buluşturamayan, yani zâhiri bâtınla bütünleştiremeyen kişi rûh-ı revân-ı Muhammedî'yi kavrayamamış demektir. İnancın konusu olan ğayb görünmeyen, bilinmeyen bir âlemdir. Hz. Hüseyin kimsenin görmediği ğayba sanki görmüşçesine kesin bir inançla inandığı ve inancının gereğini yerine getirdiği için cümle mü'minlerin şâhı olmuştur. Mü'minler Fuzûlî'nin Hadîkatü's-Süedâ'da anlattığı üzere akrabası Müslim bin Akil'in ölüm haberini alınca; "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir." (Ahzab, 23) âyetini okuyan Hz. Hüseyin örneğinden yola çıkarak, îmânın bedelinin yüksek bir tasdîk olduğunu kavrayabilmektedirler. Şehitler serdârı İmâm Hüseyin mü'minlerin îmânını artıran bir fenomendir. Pir Sultan Abdal yukarıdaki deyişin bir başka dörtlüğünde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:
Bâtının sultânı mü'minler şâhı,
Ğayb âleminin şems ile mâhı,
Şah Hüseyin deyü ederler âhı,
Mâtem ile zârı İmâm Hüseyin.
Muharrem ayı ve özellikle aşûre günü, sadece mü'minlerin değil, bütün cihânın hû çekip ağladığı bir gündür. Hz. Hüseyin ve Âl-i Abâ muhibbi olan Âşık Cevâbî Ehl-i Beyt'i sevenleri ağlamaya davet ederken, Hz. Hüseyin aşkına gözyaşı dökenlerin ancak îmân ehli olabileceklerini haber vermektedir. Hakk'a îmân, Hakk için kendisini kurban eyleyen İmâm Hüseyin için gözyaşı dökmeyi gerektirmektedir:
Sen nice gâfil durursun ey muhibb-i hânedân,
Firkatinden hû çeker cümle cihân ağlar bugün,
Hakk'ı inkâr eyleyen münkir, münâfık ağlamaz,
Didesinde nem döken ehl-i îmân ağlar bugün.
Âşık Ali de tıpkı Cevâbî gibi gaflete dalıp, Hz. Hüseyin'in çektiği acıları görmezden gelenleri, hayatında Muharrem yasına yer vermeyenleri uyandırmak istemektedir. Ancak onun dikkat çektiği konu biraz daha farklıdır. O Muharrem'de İmâm Hüseyin aşkına ağlamanın Allah tarafından bir şekilde değerlendirileceği üzerinde durmaktadır:
Ağla bugünlerde gözünü silme,
Âb-ı revân eyle, za'y olur sanma,
Aç gözün gafletten sen, gâfil olma,
Ağla gözler İmâm Hüseyin aşkına.
Zahmî'ye göre; matemin her Muharrem'de yenilenmesi normal bir durumdur. Çünkü bütün melekler, insanlar ve cinler aşûre günü matem tutmaktadırlar:
Dila tecdîd-i ma'tem et bugün mâh-ı muharremdir,
Melâik, ins ile cinnî bugün hep ehl-i ma'temdir.
Yeni yorum ekle