12. Bölüm

12. Bölüm

 

Melekler saf saf olmuş uçmaktaydılar. Kimi iniyor, kimi kalkıyordu. Gök melekle doluydu.

En önde bulunan ikisinin, “öncü”leri oldukları beliydi. Gelip selâm verdiler ve beni kanatlarının arasına alıp göğe yükseldiler bir çırpıda. Birden, cennetin kokusu geldi burnuma. Derken, şaşırtıcı güzellikte bağlar, bahçeler, köşkler ve ırmaklar göründü.

Huriler saflar hâlinde durmuş, beni beklemekteydiler.

Önce goncanın açılmasını andırır bir tebessüm ve ardından hep birlikte:

- Hoş geldin ey cennetin yaratılış nedeni! Hoş geldin, sefalar getirdin ey “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” buyruğuna muhatap olan yüce sevgili Mustafa’nın (s.a.a) göz nuru!

Daha da yükseldik, daha yükseklere çıktık. Muazzam saraylar, uçsuz bucaksız bahçeleriyle... Göz alıcı elbiseler, süsler, biri birinden güzel ziynetler...

Şaşırmamak elde değil. Bu ne ihtişam... Bu ne fevkalâde güzellik ve letafet ya Rabbi!

Bir ırmak akıyor şurada... Sütten beyaz, miskle amberden daha hoş kokulu...

Derken, ötekilere hiç mi hiç benzemeyen bir saray.

Saray kelimesi yetmiyor bu ihtişamı anlatmaya.

- Burası kimin? diye sordum gıptayla, Kimin bu ihtişam? Burası neresi?!

Melekler:

- Burası yüksek Firdevs cennetleridir! dediler. Cennetin en yüce mertebesi! Baban ve onunla birlikte olan peygamberler ve Allah’ın kendisiyle birlikte olduğu, Allah’a gerçek anlamda kul olan herkes buraya yerleştirilir! Bu da Kevser ırmağıdır!

Saray, beyaz inciden yapılmış gibiydi. Babam yüksekçe bir sedire yaslanmıştı.

Beni görür görmez kalktı, bağrına bastı şefkatle, öpüp kokladı; alnımdan öptükten sonra:

- Burası senin, kocanın, evlâtlarının ve sizi sevenlerindir! dedi. Gel artık kızım, pek göresim geldi seni!

- Babacığım! Ben çok daha fazla özledim sizi! Hasretinizle yanıp tutuşmada kalbim!

Ah... Derken uyandım. Rüyada da olsa babam Resulullah’a (s.a.a) seslenmek bütün acıları unutturmuştu bana, nasıl da hafiflemiştim birden!

Babamla görüşüvermiştik işte. Ben “bak!” diyebilmiştim bir kez daha ona.

Ah! Ne saadet bu gerçekten! Hiçbir lakap veya künye eklemeksizin ona “baba” diyebilme saadetinin sadece bana mahsus olduğunu düşündüğümde kuşlar gibi kanatlanıp uçacağım geldi bir an.

“Aranızdan biri gibi çağırmayın onu.” mealindeki ayet nazil olunca ben de babama “ya Resulullah” diye seslenmiştim de babam sevgi ve şefkatle başımı okşayarak:

- Bu ayet diğer Müslümanlar içindir Fatıma’m, senin için değil! buyurmuş ve şöyle eklemişti: Sen yine “baba” diye çağır beni, sen hep “baba” de bana! Senin “baba” demen kalbime zindelik verir benim. Allah’ı da daha hoşnut eder!

Allah’ın en iyi sevgili kuluna; en yüce peygamberine “baba” diyebilmenin benim için ne büyük bir saadet olduğunu o da biliyordu mutlaka.

Evet... Babam, bu gece ona misafir olacağımı müjdeledi bu rüyada bana!

Ali’m... Can yoldaşım, sırdaşım... Ey en şefkatli eş, ey en vefakâr arkadaş! Ben... Senden ayrılmak üzereyim şimdi... Bu gece babama gideceğim, beka yurduna göçeceğim Ali’m... Rahman’ın misafiriyim artık! Helâl et hakkını Ali’m...

Belâlarla dolu şu dünyadan bıkkın, ebedî kalıcı beka âlemineyse hasret ve özlem doluyum. Gideceğim, ama tek endişem sen ve çocuklarımız... Bu dünyayla benim aramdaki tek bağ sizlersiniz şimdi; gidişimi zor kılan tek şey bu! Ama sizin de ahiret ehli olduğunuzu düşününce teselli buluyor gönlüm. Evet, siz de oralısınız, buralı değil! Cisminiz ve bedenleriniz burada, ama ruhunuz ve kalbinizin orada olduğunu biliyorum. Sizinle orada görüşmek çok daha kolay ve çok daha mutluluk verici şüphesiz...

Ama Ali’m... Bütün bunlara rağmen... Senden ayrılmak çok zor geliyor, inan... Ahiret âlemine iştiyak ve heyecanla göçüyor olsam da senden ayrılışın hicranı var yüreğimde... Allah’a emanet ediyorum hepinizi... Bu dünyanın zorluklarını sizlere kolaylaştırmasını dilemekteyim O’ndan.

Aliciğim! Ben hep sadık ve vefakâr kaldım sana. Bir tek kez olsun hile, düzenbazlık veya ihanet etmemişimdir ahdimize; iffet, sevgi, şefkat ve sadakat ahdinden bir adım öteye geçmemişimdir hiçbir zaman. Senin emir ve isteğine aykırı bir söz söylemedim, böyle bir davranışta bulunmadım evliliğimiz boyunca. Bunu sen de bilirsin.

Yine de helâllik istiyorum senden...

Kadının cihadının, kocasına iyi bir eş ve çocuklarına iyi bir anne olması gerektiği olduğuna inandım daima. Bu inancıma aykırı da davranmadım hiç.

Ali’m! Ölüm haktır ve eni sonu ölecek olan insan da vasiyet etmek zorundandır.

Ben den sana vasiyette bulunmak istiyorum.

Bir şeyler yazdım. Onları biliyorsun. Bir de onlara eklemek istediğim bazı noktalar var:

Yazılı vasiyetimde, Peygamber’den kalan vakıf bağlarını Hasan’a bırakmanı belirttim. O da Hüseyin’e, Hüseyin’den sonra da imam olan evlâttan bir diğer imama kalacak.

Bir de Peygamber’in eşleriyle Haşimî kadınlara ve bilhassa kız kardeşimin kızı Ümame’ye bir pay ayırdım. Eğer bunlardan bir şey kalırsa kızımız Ümmü Gülsüm’e verirsin.

Bunları yazdım sana. Ama şimdi diyeceklerim bunlardan çok daha önemli:

Birincisi; benden sonra evlenmek zorundasın sen, bekâr kalamazsın. Kızkardeşimin kızı Ümame’yle evlenmeni isterim; benim çocuklarıma karşı daha sevecen davranır o.

İkincisi, sana daha önce izah ettiğim türde bir tabutla mezara götür beni; cesedimin hatlarının belli olmasını istemiyorum...

Üçüncüsü; bana geceleyin gusül ver, elbisemi çıkarmaksızın... Entarim üzerimde kalsın... Cenaze namazımı geceleyin kıl ve yine geceleyin gizlice mezara koy beni, mezarımın yerini sizden başka kimseler bilmesin... Bana zulmeden şu insanların; bilhassa o ikisinin cenazeme, namazıma ve mezara defnedilişime katılmalarını ve mezarımın yerini bilmelerini istemiyorum.

Cenaze namazı, cenaze ve defin merasimine sadece o bir avuç çok yakın dostlarımız ve yarenlerimiz katılsın; kadınlardan sadece Ümmü Seleme, Ümmü Eymen, Fizze ve Esma bint-i Umeys; erkeklerden ise sadece Selman, Ebuzer, Mikdat, Ammar, Abdullah ve Huzeyfe... Sadece bunlar!...

Ah, ağlıyor musun Ali’m?! N’olur ağlama... Bakma benim ağladığıma; ben senin için gözyaşı döküyorum, sen ne diye ağlıyorsun? Senin gözlerini ağlar görmeye dayanamam Ali’m, ne olur ağlama... Hem, hâline ağlanacak biri varsa o da sensin; senden daha mazlum, senden daha garip ve senden daha yalnız kim var?... Bütün kâinat ağlasa senin başına getirilenlere, yeridir. Ben, senin gasp edilen hakkın için çırpındım, seni savundum ve bunu canı gönülden yaptım. Yüz canım olsa, hepsini sana feda ederdim Ali’m, ağlama, ne olur ağlama!... Ben gidiyorum artık... Babam kendisine ilk benim kavuşacağımı söylemişti zaten; benden sonra senin başına neler geleceğini de... Ve oğlumuz Hasan’ın ve Hüseyin’imizle şu minik Zeyneb’imizin... Babam hepsini anlattı Ali’m... O hâlde sen ağlama, bırak da ben ağlayayım, benden sonra sizlere reva görülecek olan onca acı, zulüm ve felâketlere...

Bu benim kurtuluşum, dertler ve acılarımın noktalanışıdır biliyorum... Sen ve yavrularımız içinse dertler ve acıların başlangıcı... Bunun için ağlama diyorum ya... Ey en yiğit er, ey en mazlum eş, ey en dertli baba, ey en yalnız İmam...

Ağlama Ali’m, ağlama amcamın oğlu, ağlama Haydar’ım, ağlama Ebu Turab’ım, Murtaza’m, küfür ordularının korkulu rüyası Safter’im, Ebu’l-Hasan’ım... Babamın vasisi, onun ilminin ve hilminin varisi, Zülfikar’ın emsalsiz yiğidi, ilim şehrinin kapısı, Hendek günü bir tek kılıç vuruşuyla bütün insanlar ve cinlere imam olmaya hak kazanan Allah aşığı, yetimlerin sevgilisi, kimsesizlerle fakirlerin dostu, dayanağı; mazlumun sevecen yari, zalimin şiddetli düşmanı... Ağlama ne olur! Bunca acıdan sonra bir de gözyaşlarını görmeye tahammül edemem senin...

Seni ve yavrularımı Allah’a emanet ediyorum Ali’m. Kıyamete dek bütün evlâtlarımıza selâmımı söyle. Allah yariniz, yardımcınız olsun.

Ah! Ali, bak!... Sen de görüyor musun benim gördüğümü? Bak, işte Cebrail bu! Bana hoş geldin diyor, tebrik ediyor, bak!

- Aleykesselâm ya Cebrail!

Bu da Mikail, bu da İsrafil işte! Evet, selâm veriyorlar, bak!

- Aleykümesselâm ya Mikail, ya İsrafil!

Bunlar da diğer melekler... Beni karşılamaya gelmişler.

Ne görkem bu ya Rabbi! Bu ne haşmet, bu ne azamet!

Ve bu da Azrail işte Ali’m! Selâm vermekte bana.

- Aleykesselâm ey ölüm meleği! Al canımı da, babama kavuştur beni... Baba!... Ne kadar da özledim seni, bir bilsen!

Allah’ım! Rabb’im! Ey yüceler yücesi! Ben sana gelmekteyim şimdi, al beni Allah’ım!

Evet, sana gelmekteyim şimdi, ateşe değil!

Selâm babacığım! Vaatlerin hep hak çıktı, selâm olsun sana! Selâm o şipşirin tebessümüne! Fatıma’n geldi, Zehra-yı Merziyye’n geldi işte! Gözün aydın olsun baba! Merhaba!...

 

Yeni yorum ekle