HZ.EBU TALİP(as)
Ebu Talib (a.s)
Ebu Talib'in imanı geçmişten günümüze kadar Ehl-i Beyt mektebi ile diğer mektepler arasında tartışma konusu olmuştur. Bir çokları onun (Allah'a sığınırız) imansız dünyadan göçtüğüne inanmaktadır. Ama Ehl-i Beyt mektebinde onun mümin olarak dünyadan göçtüğü hususunda asla şek edilmemektedir. Şii alimleri ile bazı insaflı Ehl-i Sünnet alimleri Ebu Talib'in imanını ispat etmek için bir çok kitaplar, makaleler ve risaleler yazmışlardır. Böylece muhaliflerin ithamlarına cevap vermeye çalışmışlardır ki, bu kitaplardan çoğunun ismi bibliyografi bölümünde yer almıştır. İslam araştırmacılarına göre Ebu Talib'e istinad edilen bu asılsız iddialar, Beni Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığı yüzünden uydurulmuştur. Biz bu makalede Beni Ümeyye tarafından uydurulan iftiralar yüzünden nurlu çehresi gizli kalan bu yüce şahsiyetin, imanı sayesinde ulaştığı makamını aşikar etmeğe ve onun hayatının çeşitli boyutlarına ışık tutmağa çalışacağız: Doğumu ve İsmi
Ebu Talib Peygamber'in (s.a.a) amcası, en büyük destekcisi ve Hz. Ali'nin de babasıdır. Adı "Abdumenaf"dır. İmam Sadık'ın (a.s) rivayetine göre Abdulmuttalib'in vasiyetinde bu husus kesin bir şekilde açıklanmıştır.[2] "Esselamu aleyke ya Resulullah .... Esselamu ala ammike İmran'e Ebi Talib."[3] Ebu Talib'in Anne ve Babası
Annesi Amr b. Aiz'in kızı Fatıma'dır.[4] Babası Abdulmuttalib'tir. (Abdulmuttalib hicretten 127 yıl önce Mekke'de doğmuştur.) Abdulmuttalib uzun boylu ve beyaz çehreliydi..[5] İmam Ali (a.s), Abdulmuttalib'in isminin Amr olduğunu söylemiştir.[6] Bazıları da "Şeybe" olduğunu demişlerdir. Şeybe denilmesinin sebebi ise doğduğu zaman saçlarında ak olmasıydı. Künyesi "Ebul Haris"dir. Ve ihsan sahibi olduğundan dolayı "Feyyaz" lakabını almıştır.[7] "Zirikli'nin" nakline göre: Abdulmuttalib, miladi 520 yılından 579 yılına kadar Mekke'nin hakimiydi ve vatanını Habeşliler'in yağma ve baskınlarından korumuştur. (El A'lam 4/154) İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kıyamet gününde Abdulmuttalib, padişahlara mahsus güzellik ile peygamberlerin nişaneleri yüzünde olduğu bir halde tek ümmet olarak haşr olunacaktır."[8] Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'ye yaptığı vasiyette şöyle yeralmaktadır: "Abdulmuttalib'in uyguladığı beş sünneti İslam da tasvip etmiş ve uygulamaya koymuştur. Bu beş sünnet şunlardır: 1) Oğulun babasının hanımıyla (üvey anneyle) evlenmesini yasaklaması. 2) Bulduğu hazinenin humsunu (beşte birini) vermesi. 3) Zemzem kuyusunu açarak onu hacıların sekayesi (hacıların sudan istifade ettiği yer) olmasını sağlaması. 4) (Kasıtsız olarak) bir insanı öldürmenin diyetini 100 deve olarak belirlemesi. 5) Kâbenin etrafının yedi kez tavaf edilmesi." Abdulmuttalib asla putlara tapmadı ve putlar adına kesilen bir hayvanın etini de yemedi. O şöyle buyurmaktaydı: "Ben ceddim İbrahim'in (a.s) dini üzereyim."[9] Abdulmuttalib, sürekli Peygamber'in (s.a.a) korunmasını emrederdi. Bu konuda Ebu Talib'e şöyle buyurdu: "Sana bir şeyi tavsiye etmek istiyorum." Ebu Talib; "o nedir?" diye sorunca şöyle dedi: "Ey oğlum! Sana kendimden sonra göz nurum Muhammed'e iyi bakmanı tavsiye ediyorum. Onun ne ölçüde bana yakın ve yanımda ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Onun değerini bil ve ona saygılı davran. Sağ olduğun müddetçe onu kendinden ayırma; onu koru ve ona hürmette kusur etme." Kavmine de hitap ederek şöyle hitap ediyordu: Oğlum Muhammed b. Abdullah'a iyi bakın. Ona saygılı davranın; ona iyilik edin ve eziyet etmekten sakının."[10] İbni Sa'd'den nakledildiğine göre Abdulmuttalib 72 yaşında vefat etti ve Hucun'da[11] defnedildi. İbn-i Sa'd Abdulmuttalib'in 110 ve 120 yaşında vefat ettiğini söyleyen rivayetleri de nakletmiştir.[12] Rasulullah'ı(s.a.a)Koruyuculuğu
Abdulmuttalib'in vefatından sonra, Ebu Talib kendisine edilen vasiyet üzerine kardeşi oğlu Muhammed'i (s.a.a) kendi himayesine aldı. [13] İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Cebrail Resulullah (s.a.a)'a gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed, Rabbin sana selam gönderiyor ve "Seni dünyaya getiren sülbe, sana hamile kalan kadına ve seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım." diyor. Sonra şöyle devam etti: "Mezkur sülb baban Abdullah b. Abdulmuttalib'dir. Ve sana hamile olan Amine bint-i Veheb'tir ve seni terbiye eden ise Ebu Talib'tir."[15] İbn-i Ebi-l Hadid şöyle diyor: Ebu Cafer Muhammed b. Habib'in Emali adlı kitabında şöyle okudum: Ebu Talib Rasulullah'ı (s.a.a) gördüğünde ağlayarak şöyle derdi: "Onu gördüğüm zaman kardeşim Abdullahı hatırlıyorum" Ebu Talib çok zamanlar Rasulullah'ın yattığı yerin düşmanlar tarafından öğrenilmesinden korkuyordu ve bu sebeple Rasulullah'ı yerinden kaldırıp Hz. Ali'yi onun yerine yatırıyordu.[16] Şam Seferi
Ebu Talib ticaret maksadıyla Şam'a doğru sefere çıkmak üzere idi. Muhammed, Ebu Talib'e doğru koşarak devesinin dizgininden tuttu ve şöyle dedi: "Amca! beni kime bırakıyorsun? Benim ne babam var ne de annem!" Bu sözler Ebu Talib'in kalbine ok gibi işledi; bunun üzerine: "Allah'a andolsun, bizden ayrı kalmasın diye onu da kendimle götüreceğim." dedi. Böylece Peygamber de bu sefere katıldı. Kafile Şam topraklarına ulaşmıştı. Yol üstünde bulunan bir kilisede Buheyra isimli bir rahip yaşıyordu. Kervan Buheyra'nın kilisesinin çevresinde konaklamıştı. Rahip gökyüzünde bir bulutun kervandaki bir kişi (Peygamber)nin başına gölge ettiğini gördü. Bir ağacın gölgesi altına gelmesine rağmen o bulutun gölgesi kendisinden ayrılmadı. Bunun üzerine Buheyra ziyafet hazırlığı yaptı ve birini göndererek kafilede bulunan herkesi kendi adına şöyle davet etmesini istedi: "Ey Kureyşliler! küçük-büyük, hür-köle, hepinizin soframda hazır olmasını istiyorum." dedi. Kafiledekiler Buheyra'nın davetini kabul ettiler ve Hz. Muhammed'i (s.a.a) çocuk olduğundan dolayı bir ağacın altındaki yüklerin yanında yalnız bıraktılar. Buheyra oradakilere baktı ve söylenen özelliklere sahip birini göremeyince şöyle dedi: Ey Kureyşliler bu yemekten hiçbir kimse yememiş kalmasın! Oradakiler: "Eşyalarımızın yanında bıraktığımız küçük bir çocuktan başka hiçbir kimse kalmadı." dediler. Buheyra: "Böyle olmaz, onun da bu sofraya gelmesini istiyorum." dedi. Buheyra Hz. Muhammed'i görünce gözünü hayretle ona dikti ve şöyle dedi; "Ey genç! Lat ve Uzza aşkına sorduğum sorulara cevap ver." Bunun üzerine Hz. Muhammed: "Lat ve Uzza adına yemin ederek benden hiç bir şey sorma!"diye cevap verdi. Buheyra: "O halde Allah'a yemin ediyorum!" deyince, Peygamber (s.a.a) "sor" dedi. Buheyra uykusu ve onun diğer özellikleriyle ilgili bazı şeyleri sordu ve Peygamber cevap verdi. Bütün bu cevaplar Buheyra'nın bilgisiyle uyum içindeydi. Daha sonra Hz. Muhammed'in iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü görünce Ebu Talibe gelerek: İlahi kitaplarda bu çocuğun Peygamber olacağı bildirilmiştir ve Ebu Talib'i geri dönmeye ikna etmeye çalışarak: "Sakın bu çocuğu Yahudiler görmesin, zira yahudiler ona düşmandır."[17] dedi. Hz.Muhammed'in Hz.Hatice İle Evlenmesi
Hz. Muhammed (s.a.a) Hatice'nin kendisiyle evlenmeye eğilimi olduğunu duyunca amcasını bu olaydan haberdar kıldı ve Ebu Talib'i Hatice'ye görücü gönderdi.[18] Ebu Talib evlilik akdini şöyle okudu:
"Allah'a şükürler olsun ki bize İbrahim ve oğlu İsmail'in zürriyetinden olma şerefi ile bizi değerli bir şehir, haccedilen bir evle şereflendirdi ve diğer insanlardan üstün kıldı. Muhammed, kardeşim Abdullah'ın oğludur. Kureyş'ten hiçbir genç ondan değerli değildir. İyilik, fazilet, ileri görüşlülük, akıl ve fikir bakımından hiç kimse ona ulaşamaz. Gerçi mal bakımından fakirdir. Mal da ebedi olmayan bir gölge ve geri alınacak bir emanettir. Ebu Talib'in, Risaleti Desteklemesi ve Genel Davetin Başlangıcı
İbn-i İshak şöyle yazıyor: Resulullah kavmine İslâm'ı tebliğ edip davetini onlara Allah'ın buyurduğu şekilde açıklayınca akrabaları ondan ayrılmadı ve ona itiraz etmediler. Ama Resulullah onların putlarını tahkir edince bu onlara ağır geldi. Allah'ın, İslam nuruyla koruduğu bir avuç kimseler dışında hepsi ona karşı cephe aldı. İşte bu ortamda Ebu Talib Resulullah'ın yardımına koştu. Böylece Peygamber de huzur ve ümid içinde risaletini eda ediyordu. Dolayısıyla hiçbir şey ona engel olamıyordu. Kureyş, Peygamber'in kendi ilahlarına kötü söylediğini Ebu Talib'e şikayet ettiklerinde Ebu Talib Peygamber'e gelerek şöyle dedi: "Yeğenim! Kavmim bana gelerek şikayette bulundular. Hem bana hem de kendine bir lütufda bulun da gücümün dışında kalan bir şey yapma." Peygamber daha sonra ağladı. Gitmek istediğinde Ebu Talib ona "Yeğenim geri dön." diye seslendi. Resulullah da geri dönünce Ebu Talib şöyle dedi: "Git ve ne istiyorsan söyle. Allah'a andolsun ki, seni asla onlara teslim etmeyceğim."[20] Bir rivayette de yeraldığı üzere Ebu Talib Ali'ye "Oğlum seçtiğin bu din nedir?" diye sordu. Ebu Talib ise cevap olarak şöyle buyurdu: "İyi bil ki Peygamber seni iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde ona tab'i ol."[21] Böylece Cafer de Resulullah ve Ali ile birlikte namaz kıldı. Bu esnada Ebu Talib şu şiiri okudu: Allah'a andolsun ki, onu yardımsız bırakmayacağım. Oğullarım arasında temiz nesebli olanlar onu yalnız bırakmayacaktır."[22] Rabbinden hak ile geleni savun Bu yolda sadık ve azimli ol.
Hakkı asla gizleme, "O'na iman ettim" demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için Resulullah'a yardımcı ol."[24] Ammare b. Velid'i de beraberinde getiren kureyşliler sözlerine şöyle devam ettiler: "Biz sana Kureyş gençlerinin en güzelini, yücesini ve tatlısını getirdik." dediler. "Onu sana veriyoruz. Sana yardımcı olur. Sen de yeğenini bize teslim et ki, onu öldürelim. Zira bu iş kabilemiz için daha hayırlı bir sonuçtur." Ebu Talib: "Benimle insaflı konuşmadınız." dedi. "Siz, yeğeninize bakmam için bana veriyorsunuz. Ama kendi yeğenimi öldürmeniz için sizlere teslim etmemi istiyorsunuz. Hayır, bu insaf değildir." Onlar, "O halde yeğenini çağır da onunla insaflı konuşalım." dediler. Resulullah (s.a.a) gelince Ebu Talib şöyle dedi: "Ey yeğenim! Bunlar amcaların ve kavminin büyükleridir. Seninle insaflı bir şekilde konuşmak istiyorlar." Resulullah (s.a.a): "Sözünüzü söyleyin ben sizleri dinliyorum" dedi. Resulullah şöyle buyurdu: "Sizin bu teklifinizi kabullenirsem sizleri Arapların padişahı kılacak ve Arap olmayanların da karşınızda hor ve hakir olmasını sağlayacak bir kelimeyi dile getirmeye hazır mısınız?" Ebu Cehil şöyle dedi: "Evet bu yararlı bir sözdür. Evet babana andolsun ki, onu ve benzeri onlarca kelimeyi de deriz." O gece Resulullah'tan bir haber alınamadı. Ebu Talib ve Peygamber'in amcaları Peygamber'in ikamet etmekte olduğu yere geldiler ama Peygamber'i bulamadılar. Ebu Talib, Haşimoğulları ve Muttalib oğulları'ndan bir grup genci etrafına toplayarak onlara şöyle dedi: "Hepiniz keskin bir kılıc alıp benimle gelin. Her biriniz Kureyş büyüklerinden birinin özellikle de Ebu Cehil'in yanına oturun. Eğer Muhammed öldürülmüş ise Ebu Cehil de yaşamamalıdır." Gençler de: "Dediğini yerine getireceğiz." dediler. Bu esnada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, "Yeğenimi görmedin mi?" diye sordu. Harise: "Gördüm, az önce birlikteydik." diye cevab verdi. Ebu Talib şöyle dedi: "Onu görmedikçe eve gitmeyeceğim." Zeyd hemen "Safa" kenarındaki bir evde müslümanlarla konuşmakta olan Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardı ve durumu kendisine iletti. Resulullah kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib şöyle dedi: "Yeğenim, neredeydin? İyi misin?" Resulullah (s.a.a) "Evet" diye buyurdu. Daha sonra Ebu Talib "Evine git." dedi. Resulullah (s.a.a) de kalkıp evine gitti. Sabahleyin Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) elinden tutarak Haşimoğulları ve Abdulmuttalib oğulları'ndan bir grub ile birlikte Kureyşliler'in yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Kureyşliler! Acaba ne yapmak istediğimi biliyor muydunuz?" Onlar "Hayır" deyince Ebu Talib onlar hakkında almış olduğu kararını açlıkladı ve beraberindeki gençlerden kılıçlarını çıkarmalarını istedi. Gençler de beraberlerinde bulundurdukları keskin kılıçlarını çıkartıp gösterdiler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun eğer Muhammed'i öldürmüş olsaydınız sizleri yok edinceye kadar savaşırdım." Bu sözler karşısında Kureyşliler özellikle de Ebu Cehil dehşete kapıldı.[25] İbn-uz Zab'ari'nin Hikayesi
Rivayette yeraldığı üzere bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılmak için Kâbe'ye gitti. Namaza durunca Ebu Cehil etrafındakilere şöyle dedi: İbn'uz Zab'ari adında birisi elini hayvan pisliğine ve kana sürerek Resulullah'ın yüzüne sürdü. Ebu Talib kılıcını alarak Kureyşlilerin yanına gitti. Onlar Ebu Talib'i görünce ayağa kalkmak istediler. Ebu Talib onlara şöyle dedi: Allah'a andolsun yerinden kalkanı kılıcımla oturturum." Ebu Talib daha sonra eline bir miktar hayvan pisliği alarak onların yüz, sakal ve elbiselerine sürdü ve onlara ağır sözler söyledi.[26] Kureyş Vesikası
Ebut Talib, Kureyş'in, Resululah'ı (s.a.a) öldürmeye kesin karar aldığını duyunca şöyle dedi: Ebu-l Futuh Razi bu hususta şöyle diyor: Bu sözler Ebu Talib'in imanını açıkça göstermektedir. Zira "Sana iman ettim ve seni tasdik ettim" sözü ile "Sen sadıksın" sözü arasında hiç bir fark yoktur."[27] Kureyş, Resulullah'ı öldüremeyeceğini ve Ebu Talib'in Resulullah'ı (s.a.a) himayeden el çekmeyeceğini anlayınca Peygamber'i öldürmek için kendilerine teslim edinceye kadar Haşim oğulları'yla alış-verişi keseceklerine dair kendi aralarında bir vesika imzaladılar. Böylece Resulullah, Haşimoğulları ve Muttalib oğulları'ndan olan yakınlarıyla birlikte bir vadide muhasara altına alındı. Bu muhasara tam üç yıl sürdü. Bu müddet zarfında Resulullah, Ebu Talib ve Hatice tüm mallarını harcadılar ve büyük bir sıkıntı ve yokluğa düştüler. Allah-u Teala, Resulüne Kâ'be binası içine asılı olan vesikayı, Allah kelimesi müstesna hepsini böceklerin yeyip yok ettiklerini vahyetti. Resulullah da durumu Ebu Talib'e bildirdi. Daha sonra hep birlikte gidip Kabe'nin yanında oturdular. Kureyşliler şöyle dediler: "Ey Ebu Talib artık sözünü hatırlamalı kavminle dostluk kurmalı ve yeğenin hususundaki tutuculuğundan el çekmelisin." Ebu Talib onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Vesikayı getirin belki sıla-i rahim etmek ve kini ortadan kaldırmak için bir yol buluruz." Vesikayı getirdiler Ebu Talib onlara şöyle dedi. "Bu sizin imzaladığınız vesikadır. Bu vesikaya hiç dokundunuz mu?" Onlar "Hayır" dediler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah-u Teala Resulüne bu vesikanın Allah kelimesi dışında tamamen yok edildiğini vahyetmiştir. Şimdi eğer doğru söylüyorsa ne yapacaksınız?" Onlar, "Ondan el çekeriz." dediler. Ebu Talib de "Eğer o yalan söylemişse o zaman da öldürmek için sizlere teslim ederim." dedi. Onlar da "insaflı konuştun, iyi dedin" dediler. Vesikayı açtıklarında Allah kelimesi dışında tüm yazılanların yok edildiğini gördüler. Ebu Talib şöyle dedi: "O halde niçin biz muhasaraya teslim olalım? Halbuki siz buna daha layıksınız." Ebu Talib daha sonra beraberindekilerle Kâbe perdelerinin içine girdi ve şöyle dedi: "Allah'ım bize zulmedenlere, bizimle akrabalık ilişkilerini kesenlere ve bizlere layık olmadığımız şeyleri yakıştıranlara karşı yardım et bize."[28] Ebu Talib'in Vefat Anındaki Vasiyeti
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca Kureyş'in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu: Sizlere Kabe'yi ta'zim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah'ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız. Zira bu ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terkediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz. Hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sadık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız. Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira Muhammed Kureyş'in emini, Araplar'ın doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalb ve ruh bunu kabul etmekte, ama dil kötüleyenlerin korkusundan inkar etmektedir. Allah'a andolsun ki, adeta mustazaf halkın onun davetini kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş'in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygamber'e en muhtaç olanı, en günahkarları da ona en uzak olanlarıdır. Arap kavmi onu sevecek topraklarını ona verecek ve onu önder seçecektir. Ey Kureyş kabilesi! Peygaberi seviniz, onu himaye ediniz. Allah'a andolsun ki onun yolunda ilerleyen kemale erer ve hidayetine tabi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım ondan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım."[29] Ebu Talib'in Vefatı
Ebu Talib'in vefat tarihi hususunda da ihtilaf vardır. Muhaddis-i Kumi bi'setin onuncu yılının sonlarında Receb ayının 27'sinde vefat ettiğini ileri sürmektedir.[30] Makrizi, Zilkade ayının başında öldüğünü savunmaktadır.[31] Zerkani ise şöyle yazıyor: Bi'setin onuncu yılının, Ramazan ayının 12'sinde Ebu Talib vefat etti "[32] İbn-i Sa'd ise Ebu Talib'in bi'setin onuncu yılının, Şevval ayının ortasında, 80 küsür yaşındayken vefat ettiğini, Hatice'nin de bundan 35 gün sonra dar-u faniden göçtüğünü ve vefat anında 65 yaşında olduğunu nakletmektedir. Resulullah böylece hem Ebu Talib'i ve hem de Hatice'yi kaybetmiş oldu.[33] Bu yüzden bu yılı "hüzün yılı" olarak adlandırdı.[34] Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyuruyor: "Ebu Talib hayatta oduğu müddetçe Kureyş bana eziyet edemiyordu."[35] "Ebu Talib küfrü aşikar kıldı, imanı ise gizledi. Ebu Talib vefat edince Allah-u Teala Peygamber'ine Mekke'de kenidisini himaye edecek birinin kalmadığını ve bu yüzden hicretetmesinin gerektiğini vahyetti. Böylece Resulullah (s.a.a) Medine'ye doğru hicret etti."[36] Ebu Talib vefat edince Emir'el Müminin Ali (a.s) Peygamber'in (s.a.a) yanına gelip babasının vefatını bildirdi. Resululah (s.a.a) bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Git onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğun zaman bana haber ver." Resulullah (s.a.a) Ebu Talib'in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: "Ey Amca! Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükafatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin. Büyüdüğümde bana yardımcı oldun." Daha sonra da halka dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki, ins ve cin topluluğu şaşıracaktır."[37] Daha sonra Hz. Ali (a.s) babasının mateminde şöyle dedi: "Ey Ebu Talib, ey sığınanların sığınağı, ey rahmet yağmuru, ey karanlıkların nuru. Gerçekten de senin yokluğun, gayretli ve büyük insanları perişan etti. Sen Peygamber'e iyi bir amca idin."[38] Ebu Talibin Çocukları
Ebu Talib'in, dördü erkek ikisi kız altı çocuğu vardı. En büyük oğlu Talib ve diğer çocukları ise sırasıyla Akil, Cafer ve Ali (a.s) idi ki, bunların herbirinin arasında da onyıllık bir fasıla vardı. Kızlarından biri Ümmü Hani diğeri ise Cümane idi.[39] İbn-i Sa'd diyor ki: Ebu Talib'in Reyta adında bir başka kızı da vardı. Onların annesi Fatıma bint-i Esed idi. Ayrıca Tuleyk adında bir erkek çocuğu da vardı ki, annesi "Alle" adında bir kadındı.[40] Ebu Talib ve Hz. Ali
Ebu Talib'in en büyük özelliklerinden biri de Ali'nin (a.s) makam ve mevkisinin farkında olmasıydı. Ebu Talib oğlunun doğumu esnasında Allah'ın yardımıyla onun velayet ve vesayet makamına sahip olacağından haberdardı. Bu konu tarihi metinlerde yeralan hadislerden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 1- Seyyid Ali Han-i Medeni şöyle yazıyor: Peygamber hayattayken kavmine Ali'nin (a.s) kendi vasi ve halifesi olduğunu duyurdu. Orada Ebu Talib de hazır bulunuyordu.[41] "Bu hususta bana hanginiz yardımcı olsa o, benim kardeşim ve halifem olur. Hiç bir kimse yerinden kıpırdamadı. Ben (Ali) en küçükleri olmama rağmen kalkıp şöyle dedim: "Ben, ey Allah'ın Resulü; sana yardımcı olacağım." Resulullah şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, bu şahıs (Ali) benim kardeşim ve halifemdir. Sözünü dinleyiniz ve itaat ediniz." 2- Şeyh Tabersi, Ebu Talib'in bir kasidesini nakletmektedir ki, bir beyti şöyledir: "Hazret-i Adem'den beri daima 3- Şeyh Ebu-l Futuh Razi, İmam Rıza'dan (a.s) naklettiği üzere Ebu Talib'in yüzük kaşında şöyle bir ifade yeralmıştır: 4- Şeyh Kuleyni'nin İmam Sadık'dan (a.s) naklettiği bir hadiste şöyle yeralmıştır: O, "Ne görüyorsun?" diye sorunca da "Şu doğu ve batıyı kuşatan nuru." diye cevab verdi. Bu esnada Ebu Talib içeri girdi ve onlara şöyle dedi: Ebu Talib Fatıma'ya hitaben şöyle dedi: Sana bir müjde vereyim mi?" "Evet" deyince de Ebu Talib ona şöyle dedi: "Sen dünyaya öyle bir çocuk getireceksin ki, o çocuğun (Peygamber'in) vasisi ve halifesi olacaktır."[45] 5- Cabir b. Abdullah şöyle diyor: Resulullah'tan (s.a.a) Ali'nin (a.s) doğumunu sordum, şöyle buyurdu: "Doğumu Mesih gibi olan en iyi çocuğun doğumunu sordun. Allah-u Teala Ali'yi benim nurumdan, beni de Ali'nin nurundan, ikimizi de bir nurdan yarattı. Sonra da bizleri temiz sulblerden temiz rahimlere yerleştirdi. Nakledildiğim her sulbde Ali de benimleydi. Sonunda Allah beni annem Amine'nin rahmine yerleştirdi Ali'yi de Fatıma bint-i Esed'in rahmine yerleştirdi." Bizim zamanımızda Mubrem b. Duayb b. Şekban adında Allah'a tam 270 yıl ibadet etmiş olan birisi vardı. O, bu müddet zarfında asla Allah'tan bir şey istememişti. Allah-u Teala Ebu Talib'i onun yanına gönderdi. Mubrem Ebu Talib'i görünce ayağa kalktı onu öptü ve karşısında oturdu. Daha sonra Ebu Talib'in kim olduğunu sordu. Ebu Talib "Tehame"den birisi olduğunu söyledi. Daha sonra Tehame'nin hangi boyundan olduğunu sordu. Ebu Talib, "Haşimoğullarından." diye cevab verdi. Abid yerinden kalkarak başını öptü ve daha sonra şöyle dedi: "Ey adam, Allah-u Teala bana, senin neslinden velisi olacak birisinin dünyaya geleceğini ilham etmiştir." Ali (a.s)'ın doğum gecesi olduğunda yeryüzü nurlandı ve Ebu Talib dışarı çıkınca şöyle dedi: "Ey halk, Allah'ın velisi Ka'bede dünyaya geldi." Sabah Kabe'ye gelince şöyle diyordu kendi kendine: "Ey Allah'ım bu siyah zulmette ve nurlu bir ay. Gizli emrini bize açıkla Bu çocuğun adı hususunda" O esnada şöyle bir gaybi ses duyuldu: Ey seçkin Peygamber'in Ehl-i Beyti, tertemiz bir çocuk size verildi, Allah tarafından adı Ali seçildi ki, Allah'ın "Ali" adından alınmıştır."[46] Ebu Talib'in Şiiri
İbn-i Şehraşub şöyle yazıyor: "Ebu Talib'in mümin olduğunu gösteren şiirlerin sayısı üçbini geçmektedir.[47] Ayrıca Afif b. Es'ad'ın Osman b. Cinni'den rivayet ettiği şekliyle Divan-u Şeyh'il Ebatih Ebi Talib" adıyla basılan, Ebu Heffan-i Mehzem-i Abdi'nin toplamış olduğu bir divan vardır. İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali (a.s), Ebu Talib'in şiirlerinin rivayet ve tedvin edilmesini çok severdi ve daima şöyle derdi: Bu şiirleri öğreniniz ve çocuklarınıza öğretiniz. Zira Ebu Talib Allah'ın dini üzereydi. Bu şiirlerde birçok bilgiler vardır."[49] Yetimlerin sığınağı, dulların koruyucusu İmam Sadık (a.s) ve İbn-i Abbas son beytin Ebu Talib'in imanına delil olduğunu buyurmuşlardır."[50] İbn-i Ebi-l Hadid'in nakline göre Harun Reşid'in babası Abdullah Memun şöyle diyordu: Allah'a andolsun ki, Ebu Talib şu sözüyle iman etmiş birisi olduğunu ortaya koymuştur: "Allah'ın elçisine şimşek gibi parlak bir kılıçla yardım ettim. Düşmanlarına genç bir deve gibi yumuşak davranıyorsam da İbn-i Eb-il Hadid şöyle diyor: Gerçi bu lafız mütevatir değilse de ancak manası mütevatirdir. Hepsi de Resulullah'ın risaletini tasdik etmekte olan ortak bir manayı ifade etmektedir."[54] Adamın birisi, Hz. Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Senin yüce bir makamın var. Ama baban azab içindedir." Allah'a andolsun ki, Ebu Talib'in nuru kıyamette Muhammed, Fatıma ben, Hasan, Hüseyin ve evlatlarının (imamların) nuru dışında tüm nurları söndürür. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki babam, dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdulmenaf asla putlara tapmamıştır." "Allah-u Teala Resulü'ne müslümanların kafirlerle evlilik bağını kesmelerini emretti. Fatıma bint-i Esed İslam'ı kabul edenlerden idi. Ölünceye kadar da Ebu Talib'in karısıydı."[57] İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in misali de Ashab-ı Kehf misalidir ki, imanını gizlemiş şirki açığa vurmuşlardı. Allah onların sevabını iki kat yazmıştır."[58] Şeyh Saduk İmam Hasan-i Askeri'den o da babasından naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır: Ebu Talib Hakkında Alimlerin Görüşü
İbn-i Ebi-l Hadid, Emir-el Müminin Ali'nin (a.s) fazileti hakkında şöyle diyor: Babası Mekke'nin seyyidi, Kureyş'in şeyhi ve Mekke'nin reisi olan birisi hakkında ne söyleyeyim.[60] Meşhur Arap şairi Sabit b. Cabir'e "Arapların efendisi kimdir? diye sorulunca "Ebu Talib'dir" diye cevab verdi.[61] Kays b. Asım'a; "İlim ve hilmi kimden aldın?" diye sorudular, o da "Eksem b. Sayfi-i Temimi'den diye cevab verdi. Eksem'e "Bu hikmet, riyaset, hilim ve siyadeti kimden öğrendin?" diye sorunca o da "Ebu Talib'den" diye cevab verdi.[62] Eksem'e; "Sen zamanımızın en bilgili ve sabırlı insanısın" denilince şöyle dedi: "Ben uzun süre Ebu Talib, Abdulmuttalib, Haşim, Abdumenaf ve Kussa ile yaşadım. Niçin böyle olmayayım ki? Onların davranışlarını örnek aldım ve onlara tab'i oldum."[63] Ebu Osman Amr b. Bahr (Cahiz) Ebu Talib hakkında şöyle diyor: "Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) hamisi, yardımcısı ve seveniydi. Onun kefili eğiticisi ve nübüvvetini ikrar eden biriydi. Menkıbeleri hakkında bir çok beyitler inşad etmiştir. Kureyş'in de büyüğü idi.[64] Şeyh Saduk şöyle diyor: Ebu Talib mümin idi. Ama Resululah'a (s.a.a) tam manasıyla yardımcı olmak için imanını gizlemiş, şirki zahir kılmıştır. Ama bunu aşikar etmiyordu. Peygamber'e yardımcı olabilmek için imanını gizledi. Aksi takdirde Resulullah'ı (s.a.a) ve İslam dinini gereğince savunamazdı. O, imanını gizleyerek bu önemli görevi yerine getirdi. İmanını açığa vurmuş olsaydı Kureyş'in nefretini kazanırdı. Kureyş onu sadece yeğenini savunmakla suçluyordu. Ama imanını açığa vursaydı artık kendisine saygı göstermezlerdi. Ebu Talib'i sadece yeğenini koruyor diye mazur görüyorlardı.[65] Aslı Olmayan İsnatlar
Ehl-i Beyet mektebine muhalif olanlardan bir grup "Onları Peygamber'e (s.a.a) yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışır hem de kendileri ondan uzaklaşırlar." ayetinin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu iddia etmişlerdir. Zira müşrikleri Resulullah'a (s.a.a) eziyet etmekten alıkoyar ama kendisi iman etmezdi.[66] Ebu Talib'in şahsiyet ve sözleri ve Ehl-i Beyt imamlarının açıklamalarında anlaşıldığı üzere bu gibi isnatlar Beni Ümeyye'nin Ehl-i Beyt'e olan düşmanlıkları neticesinde hadis olarak uydurdukları iftiralardır. Taberi ayet hakkında üç görüşü naklettikten sonra şöyle yazıyor: Bu ayetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayetler ise bir çok açıdan reddedilmiştir.[68] Orada hazır olan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebi Umeyye; "Ey Ebu Talib, sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çeviriyorsun?" dediler. Ebu Talib de bunun üzerine "Ben Abdulmuttalib'in dini üzereyim." dedi. O zaman da Resulullah şöyle buyurdu: "Ben de nehyedilinceye kadar senin için dua edeceğim." O zaman da şu iki ayet nazil oldu: "Yakınları bile olsa kendilerine (hak) açıklandıkdan sonra müşrik olanlar için Peygamber ve Allah'dan yarlıganma dilemesi (doğru) olmaz." "Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin."[69] Ebu-l Futuh Razi bu rivayete cevab olarak şöyle yazıyor: Bu rivayet batıldır. Zira bu ayetler Resulullah'ın (s.a.a) vefatına yakın bir zamanda nazil olmuş Ebu Talib ise çok önceleri ölmüştü.[70] Kaldı ki, bu hadisin ilk bölümüyle son bölümü arasında çelişki vardır. Zira, hadis Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söylemiştir. Abdulmuttalib ise müslüman idi. Zeyni Dehlan şöyle yazıyor: Ahmed b. Hanbel, Tirmizi Teyalisi İbn-i Ebu Şeybe ve Nesai'nin Hz. Ali'den rivayet ettikleri üzere bu ayetin nüzul sebebi şuydu ki, insanlar müşrik olan babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkur ayet nazil oldu. Bu hususu açıkça tasrih eden bir hadisi İbn-i Abbas rivayet etmiştir.[71] Zemahşeri de ayetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu kabul etmiyor ve şöyle diyor: "Ebu Talib hicretten önce ölmüştür. Bu ayetler ise Medine'de nazil olan son ayetlerdendir."[72] Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilen bazı rivayetlerde yeraldığı üzere Resulullah'a (s.a.a): "Acaba Ebu Talib'e bir yararın dokundu mu? Zira o seni himaye ediyor ve senin için müşriklere gazab ediyordu" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Evet Ebu Talib topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatim olmasaydı muhakkak o cehennemin en derin çukurunda bulunurdu."[73] Bu hadis de önceki hadis gibi uydurulmuştur. Seyyid Fehhar'ın naklettiği dört rivayette imam Rıza (s.a) ve imam Sadık (a.s) bu hadisi reddetmiş ve onun yalan olduğunu açıklayarak Ebu Talib'in iman etmiş olduğunu söylemişlerdir.[74] Bu hadiste şefaat meselesi sözkonusudur. Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere şefaat muvahhidlere yani müminlere mahsustur. Yani şefaat şehadete bağlıdır. Dolayısıyla kafirlere şamil olmaz.[76] Buna binaen tevhidi şehadet olmadığı takdirde Peygamber kimseye şefaat edemez ve azabının azalmasını istemez. Dolayısıyla bu hadisi kabul etmek mümkün değildir. EbuTalib'in Cenaze Namazı
İbn-i Hacer şöyle yazıyor: Eğer Ebu Talib müslüman olsaydı Resulullah (s.a.a) cenazesine namaz kılardı.[77] İbn-i Sa'd şöyle nakletmektedir: Ebu Talib, Resulullah'ın (s.a.a) zamanında vefat etti. Cafer ve Ali ona varis olmadı. Ama Akil ve Talib ona varis oldular. Zira müslümanlar kafirlerden ve kafirler de müslümanlardan miras alamaz."[80] Abdulcelil-i Kazvini buna cevab olarak diyor ki: Ehl-i Beyt mektebine göre kafirler müslümana varis olamazlarsa da müminler kafirlerden miras alabilirler. Zira küfür miras almaya engel olur ama iman engel değildir. Dolayısıyla Ali (a.s) Ebu Talib'e varis olmuştur. Kaldı ki, Ebu Talib'in kendisi de mümin idi.[81] BİBLİYOGRAFİ
---------------------------------------- ---------------------------- |
Yeni yorum ekle