İMAM ZEYN-ÜL ABİDİN (A.S.)’DAN NAKLEDİLEN HADİSLER

İmam Zeyn-ül Abidin (a.s)’dan Züht, Hikmet, Marufu Emretme, Münkerden Nehyetme ve Benzeri Konularda Nakledilen Hadisler
öğüt

İmam aleyhi's-selâm'ın her cuma günü ashap ve taraftarlarına yaptığı nasihatler:
Ey insanlar! Allah'tan korkun ve bilin ki, O'na döneceksiniz ve o gün herkes, yaptığı her hayır ve kötü amelini hazır bir halde karşısında bulacak ve işlediği kötülükle arasında çok uzun bir me­sa­fenin olmasını dileyecektir. “Allah kendisinden sakınmanızı emret­mektedir.(1)”
Yazıklar olsun sana ey gafil Adem oğlu! Oysa senden gaflet edilmemekte; ecelin her şeyden daha hızlı sana doğru süratle gel­mek­tedir; seni arıyor, seni yakalamasına bir şey kalmamıştır. Neredeyse vaktini tüketmişsin, ölüm meleği canını almış ve kabrinde yalnız başına bırakılmışsın, ruhun tekrar sana döndürülmüştür. Münker ve Nekir adlı iki melek seni sorgu ve sıkı imtihana çekmek için aniden, habersiz olarak yanına gelmişlerdir. Bil ki, onların senden soracakları ilk soru, taptığın Rabbin, sana gönderilen peygamber, inandığın din, okuduğun ki­tap, itaat ettiğin imam hakkında ve ömrünü nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp ve nerede harcadığın­dan olacaktır.
Korunmak için kendine bir vesile hazırla! Nefsini yokla, imtihan ve sorguya tabi tutulmadan önce kendine cevap ara. Eğer iman eden, dinini tanıyan, doğrulara uyan ve Allah'ın velilerini sevenler­den olur­san (o zaman) Allah, delilini (vereceğin cevabı) sana bildirir, dilini doğruya açar ve böylece güzel cevap vererek cennet ve Allah’ın rızasına kavuşmakla müjdelenirsin. Melekler rahmet ve nimetle seni karşılarlar. Böyle olmadığın takdirde dilin tutulur, delilin batıl olur, cevap vermekten aciz kalarak cehennemle müjdelenirsin ve azap melek­leri cehennemin kaynar suyu ve yakıcı ateşiyle seni karşılarlar.
Ey Adem oğlu! Bil ki, bunun ötesi kıyamet günüdür O gün daha büyük, daha korkunç ve gönülleri daha çok incitendir. İşte o gün bütün insan­ların bir araya toplanıp hazır olacağı ve her şeyin ortaya çıkacağı bir gündür. O günde Allah öncekileri ve sonrakileri bir araya toplar; o gün sûra üfürülür; kabirler alt-üst edilir; o gün pek yakındır. O gün korkudan yüreklerin ağızlara gelerek hapsedildiği bir gündür. O gün hatalardan geçilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hiç kimseden mazeret kabul edilmez ve hiç kimseye tövbe etme müsaadesi veril­mez. O gün iyiliklere karşı mükâfat, kötülüklere karşı da cezadan başka hiçbir şey ortada yoktur. Kim bu dünyada mü'min olur ve bir zerre kadar hayır veya şer işlerse (o gün) onu bulur.
Öyleyse ey insanlar! Allah'ın sizleri, kitab-ı sadık ve beyan-ı natıkta yasakladığı isyan ve günahlardan korkup sakının. Mel'un Şeytan sizleri çabuk erişilebilen şehvet ve dünya lezzetlerine davet ettiğinde kendi­nizi Allah'ın mekr (düzen) ve azabından emin gör­meyin. Zira Allah buyuruyor ki: "Takvalı kimseler, Şeytan'ın bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler bir de bakarsın ki basiret sahibi olmuş­lar bile."(2)
Allah korkusunu, kalbinize yerleştirin ve Allah'ın vaad ettiği dönüşteki güzel sevapları ve korkuttuğu şiddetli azapları hatırlayın. Çünkü bir şeyden korkan, ondan sakınır ve bir şeyden sakınan, onu terkeder. Dünya hayatının süslerine gönül bağlayan ve kötülük düzenleri kuran gafillerden olmayın; Allah buyuruyor ki: "Kötülük düzenleri kuranlar, Allah'ın onları yere batırmayacağından, yahut hiç anlamadıkları bir yerden başlarına bir azap gelmeye­ceğinden, yahut dönüp dolaşırlarken tutup onları helak etmeye­ceğinden emin mi oldular? Onlar O'nu aciz bıraka­mazlar."(3)
Allah'ın kitabında sizleri korkuttuğu şeyler­den korkun ve zalimlere verdiği azap vadelerinin bazılarının size de inmeyeceğin­den emin olmayın. Allah-u Teâla başkalarının hikâyesini anlatmakla size öğüt vermiştir. Mutlu kimse, başkalarından öğüt alan kimsedir. Allah, kitabında sizden önce şehirlerde zulmeden insan­lara ne yaptığını, şöyle duyurmuştur: "Zulmeden nice şe­hirleri helak ettik ve ondan sonra diğer kavimler yarattık. Onlar azabımızı hisseder etmez oradan kaçmaya başlıyorlardı. Kaçma­yın, dönün sahip olduğunuz mallara, nimetlere ve ev­lere; çünkü sorguya çekileceksiniz." Onları azap yakaladığında: "Yazıklar olsun bize, gerçekten de zulmetmiştik biz." der­lerdi."(4)
Ey İnsanlar! "Eğer Allah-u Teâla, bu ayetten kâfirleri kasdet­miştir" derseniz o zaman nasıl olur bu? Oysa ki Allah (sonraki ayetlerde) şöyle buyuruyor: "Kıyamet günü, adalet terâzilerini kuracağız, hiç kimseye zulüm olunmayacak; hatta hardal tanesi ağırlığında bir şey bile olsa getireceğiz onu. Hesap gören olarak biz yeterliyiz."(5)
Ey Allah'ın kulları! Bilin ki, müşrikler için terazi kurulmayacak ve hesap defterleri de açılmayacak; onlar hesapsız, grup grup ce­henneme dahil olacaklardır. Teraziler sadece Müslümanlar için kurulur ve amel defterleri de sadece onlar için açılır. Öyleyse ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah dünya süslerini hiçbir dostu için sevmemiş; onları dünyanın malına, varlığına ve çabuk erişilebilen za­hiri güzelliklerine de rağbet ettirmiştir. Allah, dünya ve dünya ehlini, yalnızca insanlardan hangisinin ahiret için daha güzel çalıştığını denemek için yaratmıştır. Allah'a andolsun ki, bu konu hakkında sizlere örnekler verilmiş ve akledenler için ayetler beyan edilmiştir. Öyleyse ey mü'minler! Akleden kimseler­den olun. Güç ancak Allah'tan­dır.
Allah'ın, ilgisiz olmanızı istediği bu dünya hayatının çabuk erişilebilen nimetlerine meyletmeyin. Zira sözü hak olan Allah buyu­ruyor ki: "Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip bir­birlerine karışmıştır. Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada gece veya gündüz, buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı, sanki bir gün önce üzerinde yaşantı yokmuş gibi biçip kurutuver­mişti. Düşünen mil­let için ayetleri böylece uzun uzun açıklıyoruz.(6)
Dünyaya meyletmeyin. Zira Allah-u Teâla Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'e şöyle buyuruyor: "Zulmedenlere meylet­meyin; sonra ateş size de dokunur..."(7) Bu dünyaya ve dünyada olana, bu dünyayı kendisine ebedi yurt ve sabit vatan edinenin güvendiği gibi güvenmeyin. Çünkü bu dünya sabit kalmayacaktır. Burası azık topla­nacak ve amel edilecek bir evdir. Günleri yok ol­madan ve Allah tarafın­dan tahrip edilmesine izin verilmeden önce, salih amelleri azık edinin. Zira Allah ilk olarak dünyayı icat ve bayındır kıldığı gibi, onu yok edecektir. Çünkü O'dur, bu dünyanın velisi (sahibi).
Allah-u Teâla'dan, takvayı azık etmekte ve dünyaya karşı ilgisiz kalmakta bize ve size yardım etmesini, bizi ve sizi dünya hayatının çabuk elde edilen geçici metasına meyletmeyen ve ahiretin kalıcı seva­bına rağbet edenlerden kılmasını niyaz ederim. Şüphesiz ki biz O'nun içiniz ve varlığımız da ondandır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

ÖĞÜT, Zühd ve hİkmet

Allah, bizi ve sizi zalimlerin hilesinden, kıskançların zulmünden ve zorbaların zorbalığından korusun. Ey mü'minler! Dünyaya ve onun yarın çürüyüp yok olacak mal ve solup gidecek otlarına mey­leden tağutlar ve onların yandaşları, sakın sizleri aldatmasınlar. Allah'ın, dün­yada sakınmanızı istediği şeylerden sakının ve ilgi göstermemenizi istediği şeylere de ilgi göstermeyin. Bu dünyaya, onu ebedi kalacak yurt zanneden kimselerin güvendiği gibi güvenip meyletmeyin.
Allah'a andolsun ki, dünyadaki süslerde, günlerinin dönüp do­laş­masında, durumunun değişmesinde, cezalarında ve ehliyle oyna­masında sizler için dünyanın mahiyetini gösteren birtakım deliller vardır. Bu dünya ahmakları yüceltir, şereflileri alçaltır ve sonunda da bazı kavimleri cehenneme götürür. İşte bunlarda, akle­denler için ibret, imtihan ve korunma vesilesi vardır.
Sürekli olarak karşılaştığınız karanlık fitneler, yeni bid'atler, adaletsiz gelenekler, zamanın musibetleri, sultanın korkusu ve şey­tanın vesvesesi, Allah'ın koruduğu pek az kimseler hariç gönüllerinizi hedeflerinden alıkoymak, doğru yolu ve hak ehlini tanımaktan gafil etmek için başınıza gelmektedir. Dünyanın gün­lerinin dönmesini, durum­larının değişmesini ve fitnelerinin zararlı sonuçlarını, -Allah'ın koruduğu, hidayet yolunda yürüyen, sonra bunun (bu yolun devamı) için zahitlikten yardım alan, çok düşünen, ibretlerden öğüt alan ve çekinen, dünyanın peşin güzel­liğine ilgi göstermeyen, lezzetlerinden ayrılan, ahiretin daimi nimetlerine meyleden, onun için gereken çabasını gösteren, ölümü bekleyen, zalimlerle yaşamayı sevmeyen kimseler hariç- hiç kimse tanıyamaz. Ancak böyle kimseler, dünya metasına basiretli ve keskin bir bakışla bakar ve yeni fitneleri, bid'at­lerin dalaletini ve zalim padişahların zulmünü iyice görür.
Canıma andolsun ki, geçmiş günlerde ardınızda öyle üst üste yığılmış fitneler bıraktınız ki, onunla (edindiğiniz tecrübelerle), azgın, bid'atçi, zalim ve haksızca yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kimseler­den uzaklaşmanın yolunu öğrenebilirsiniz. Öyleyse Allah'tan yardım dileyin. O'nun ve itaat edilmeye layık olan kimselerin itaatine dönün.
Korkun ve sakının; pişmanlık duymadan, hasret çekmeden ve Allah'ın huzuruna çıkıp, karşısında durmadan önce. Allah'a andol­sun ki, günah işleyen hiçbir kavimin Allah'ın azabından başka bir gidiş yönü olmamıştır ve dünyayı ahirete tercih eden hiçbir kavmin de dönüş yeri (sonucu) bedbahtlıktan başka bir yer olmamıştır. Allah'ı tanımak ve O'na itaat etmek, birbirinden ayrılmayan iki arkadaştır. Allah'ı tanıyan O'ndan korkar ve bu korku da onu Allah'a itaat etmeye sevkeder. Gerçekten bilgi sahipleri ve onlara tabi olanlar, Allah'ı tanıyıp O'nun için amel eden ve O'na doğru rağbet gösteren kimselerdir. Zira Allah buyuruyor ki: "Allah'tan, ancak kullarının bilgili olanları korkar."(8)
Allah'a karşı günah işlemekle bu dünyada hiçbir şey elde etmeye çalışmayın. Bu dünyada Allah'ın itaatiyle meşgul olun, günlerinizi ganimet bilin ve sizi yarın Allah'ın azabından kurtaracak şey için çalışın. Şüphesiz böyle davranmanız, kötü sonucu daha az, mazeretli olmaya daha elverişli ve kurtuluş için daha ümit verici bir tavırdır. Allah'ın emrini ve itaatini ve Allah'ın itaatini farz kıldığı kimsenin itaatini bütün şeylerden öne geçirin. Size yönelmiş olan dünyanın süslerine aldanmayın ve tağutların itaatini, Allah'ın emir ve itaatiyle sizden olan ululemrin itaatinden öne geçirmeyin.
Bilin ki, hepiniz Allah'ın kullarısınız, biz de sizinle beraberiz. Yarının efendisi ve hakimi (Allah) bize ve size hükmedecek ve durdu­rup sorguya çekecektir. Öyleyse, durdurulmadan, sorguya çekilmeden ve âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkarılmadan önce cevap hazırlayın. O gün hiç kimse Allah'ın izni olmaksızın konuşamaz. Bilin ki, Allah yalan konuşanları tasdik edip doğru konuşanları yalanlamaz, mazeret­linin özrünü reddedip mazeretsizin özrünü de kabul etmez. Allah'ın peygamberler ve onlardan sonra vasileri göndermesiyle bütün yaratıklarına hücceti vardır. Allah'tan çekinin, kendinizi ıslah edip Allah'ın ve velayetini kabul ettiğiniz kimselerin itaatine yönelin. Umulur ki geçmişte, Allah'ın haklarında tefritte (ihmalkârlıkta) bulunan ve O'nun haklarını zayi eden kimse pişman olur.
Allah'tan mağfiret dileyin ve O'na yönelerek tövbe edin. Çünkü O, tövbeyi kabul eden, günahları affeden ve yaptığınız her şeyi bilendir. Günahkârlarla dost olmaktan, zalimlere yardım etmekten ve fasıklarla komşu olmaktan sakının; fitnelerine karşı ihtiyatlı olun ve çevrelerin­den uzaklaşın. Bilin ki, kim Allah'ın velilerine karşı muhalefet eder, O'nun dininden başka bir din seçer ve velisi­nin emri karşısında zorbalık yaparsa, cehennemin alevli ateşine atılır; öyle ateş ki, şekaveti (kötü yönleri) kendilerine galip olan bedenleri yer.
Ey akıl sahipleri! İbret alın ve sizi hidayet ettiği şeye karşılık Allah'a hamdedin. Bilin ki, siz Allah'ın kudretinden çıkıp O’ndan başkasının kudretine sığınamazsınız. Allah yaptığınız amelleri görür; sonra O'na doğru haşrolunacaksınız. Öyleyse öğütten fayda­lanın ve salih insanların âdâbıyla edeplenin.

HUKUK RİSALESİ DİYE MEŞHUR OLAN MEKTUBU

Allah sana rahmet etsin; bil ki Allah-u Teâla'nın senin her hare­ket­inde, duruşunda, gittiğin yerde, azaları hareket ettirmende ve kul­landığın aletlerde seni kuşatmış hakları vardır. Bu haklardan bazıları bazılarından daha büyüktür. Allah'ın sana farz kıldığı, bütün hakların esası ve diğer hakların da kaynaklandığı en büyük hak O'nun kendi hakkıdır. Sonra Allah-u Teâla, başından ayağına kadar çeşitli azaların için senin üzerinde hak belirlemiştir; gözün, kulağın, dilin, elin, ayağın, karnın ve fercin için sana bazı haklar farz kılmıştır. İşte bütün işler, yedi tane olan bu uzuvlarla yapıl­maktadır.
Yine Allah (Azze ve Celle) namazın, orucun, sadakan, kurbanın ve diğer bütün amellerin için sana bazı haklar farz kılmıştır. Daha sonra sıra, başkalarının senin üzerinde farz olan haklarına gel­mektedir. Bütün haklardan daha çok senin üzerine farz olan hak, önderlerinin, sonra raiyyetinin (emrin altında olanların) ve daha sonra da akra­balarının haklarıdır. İşte bu hakların her birinden de diğer haklar ayrılmaktadır.
Önderlerin senin üzerinde olan hakları üç kısımdır: Üzerinde hakkı hepsinden daha çok farz olan, kudretiyle seni yöneten, sonra ilmiyle seni eğiten ve daha sonra maddi varlığı vesilesiyle seni idare eden kimsenin hakkıdır; her yönetici de önderdir.
Raiyyetinin senin üzerinde olan hakları da üç kısımdır: Hakkı herkes­ten daha çok farz olan, hakimiyetin altında bulunan kim­senin hakkıdır; sonra ilminle raiyyetin olan kimsenin; zira cahil, alimin raiyyeti­dir ve daha sonra kadın ve köleler gibi sahipliğinle raiyyetin olan kimselerin haklarıdır.
Akrabalarının senin üzerinde olan hakları ise çok ve akrabalık bağının yakınlığı miktarıncadır. Bütün haklardan daha çok üzerine farz olan hak, annenin, sonra babanın, sonra evladının, sonra kardeşinin ve daha sonra yakınlık sırasıyla diğer akrabalarının haklarıdır. Daha sonra sana ihsan eden efendinin, sonra ihsanının ulaştığı kölenin, sonra sana bir iyiliği dokunanın, sonra müezzinin (ezan okuyanın), sonra cemaat imamının, sonra arkadaşının, sonra komşunun, sonra dostunun, sonra ortağının, sonra malının, sonra ala­caklı olduğun adamın, sonra borçlu olduğun kimsenin, sonra muaşeret ettiğin arkadaşının, sonra aleyhine dava açanın, sonra aleyhinde dava açtığın kimsenin, sonra seninle istişare edenin, sonra istişarede bulun­duğun kimsenin, sonra senden nasihat iste­yenin, sonra sana nasihat edenin, sonra senden büyük olanın, sonra senden küçük olanın, sonra senden bir şey isteyenin, sonra bir şey istediğin şahısın, sonra, sözü veya ameli ile sana kötülükte bulu­nanın, sonra, sözü veya ameliyle seni hoşnut edenin, sonra bütün dindaşlarının ve daha sonra zimmet ehli­nin haklarıdır; daha sonra da çeşitli durum ve sebeplerin gerektirdiği miktardaki olan hak­lardır.
Ne mutlu üzerine farz kılınan hakları eda etmek için Allah'ın yardımda bulunduğu, tevfik ve istikamet bağışladığı kimseye.
1- Yüce Allah'ın senin üzerinde olan hakkı, O'na tapman ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamandır. İhlasla bu işi yaptığında Allah, dünya ve ahiret işlerinde sana yeterli olmayı ve dünyada sevdiğin şeyi senin için korumayı taahhüt eder.
2- Kendi üzerinde olan kendi hakkın ise, vücudunu tamimiyle Allah'ın itaatine vermen, dilinin, kulağının, gözünün, elinin, ayağının, karnının ve fercinin hakkını eda etmen ve bu yolda Allah'tan yardım dilemendir.
3- Dilin (senin üzerinde olan) hakkı, onu çirkin sözden koruyup güzel söze âdet ettirmen, edebe riayet etmeye zorlaman, ihtiyaç olan yerler, din ve dünya menfaatleri dışında onu kullanmaman, pek az yararı olmasıyla birlikte zararlı ve faydasız olan, çirkin ve boş sözler­den uzaklaştırmandır. Velhasıl dil aklın şahidi ve onun nişanesi olup akıllının kendi aklıyla süslenmesi de, dili hususun­daki doğru tavrıy­ladır. Güç ancak azamet sahibi yüce Allah'tandır.
4- Kulağın (senin üzerinde olan) hakkı, kalbinde hayır icat eden veya güzel huy kazandıran değerli sözden başka hiçbir şey için onu kalbine bir yol karar kılmamandır. Çünkü kulak sözün kalbe gire­cek olan kapısıdır; hayır ve, şer içeren çeşitli manaları ona (kalbe) ulaştır­maktadır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
5- Gözün (senin üzerinde olan) hakkı, helal olmayan şeye onu kapaman ve ibret alınacak, basiret kazandığın ve ilim elde ettiğin yer­ler hariç, onu kullanmamandır. Zira göz ibret alma kapısıdır.
6- Ayakların (senin üzerinde olan) hakkı, onlarla sana helal ol­ma­yana doğru gitmemen ve katedenlerini küçük düşüren bir yolda onları kullanmamandır. Çünkü ayak, seni taşıyan, din yoluna götüren bir araç ve senin için bir ilerleme vesilesidir. Kuvvet ancak Allah'tandır..
7- Elin (senin üzerinde olan) hakkı, onu helal olmayan şeylere doğru uzatmamandır; uzattığın takdirde ahirette Allah'ın azabına uğrar ve dünyada ise halkın kınamasına maruz kalırsın. Allah'ın ona farz kıldığı şeylerde de onun önünü almamalısın. Aksine, helal şeylerin çoğundan onu alıkoymak ve ona farz olmayan şeylerin (müstahapların) tarafına uzatmakla onu aziz kılmalısın. İşte o zaman, dünyada haddini bilip şeref kazanır ve ahirette de ona güzel mükâfat farz olur.
8- Karnın (senin üzerinde olan) hakkı, onu haramın azına da, çoğuna da kap yapmaman, helalde ifrat ve tefritten sakındırman, takviyet haddinden gevşeklik ve haysiyetin yok olması haddine çıkar­maman, açlık ve susuzluğu hissettiğinde de ona hakim olmandır. Çünkü ağırlığa sebep olacak derecede doymak gevşetici, tembelleştirici ve her hayır ve erdemden uzaklaştırıcıdır. İnsanı sarhoş edecek derecede su içmesi de akılsızlaştırıcı, cahilleştirici ve mürüvveti gidericidir.
9- Fercin (tenasül organının) senin üzerinde olan hakkı, onu sana helal olmayan şeylerden koruman ve gözü kapatmakla onun kontrolüne yardımcı olmandır. Zira gözü helal olmayan şeylere kapa­mak, ölümü çok anmak ve nefsi Allah'ın azabıyla tehdit edip korkut­mak, onu korumak için en iyi yardımcılardandır. Güç ve Kuvvet an­cak Allah'tandır.

Amellerin Hakları

10- Namazın (senin üzerinde olan) hakkı şudur: Bilmelisin ki, namaz Allah'ın huzuruna çıkmaktır; sen bu halde Allah'ın karşısında duruyorsun. Bunu bildiğin takdirde, kendi küçük­lüğünün farkında olan, ilahî nimetlere meyleden, korkan, ümitli, miskin ve yalvarıp yakaran, sükunet halinde başını ve gözlerini öne dikip, kollarını sarkarak, huzurunda bulunduğu kimseye tazim eden, gönlünde onunla güzel münacat eden bir kulun makamında olur, hata ve helak edici günahlarla çevrilmiş olan bir kul gibi kur­tuluşunu istemeye layık olur­sun. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.
11- Orucun, senin üzerinde olan hakkı şudur: Bilmelisin ki oruç, Allah'ın, seni cehennem ateşinden koruması için, diline, kulağına, gözüne, fercine, karnına çektiği bir perdedir. Nitekim hadiste de şöyle geçer: "Oruç ateşe karşı bir siperdir." Eğer uzuvların, o per­denin arka­sında sakin olursa (korunursa), umulur ki ateşten örtülü kalırsın. Eğer uzuvlarının perdenin arkasında (ve böyle bir sığınakta) taşkınlık göstermelerine ve perdenin açılmasına müsaade edersen, uzuvlar kendi hadlerini aşarak, bakılması câiz olmayan şeye şehvetle bakarlar; ve güçler de Allah'a uyma yerine başka bir yerde harcanırlar, artık o zaman per­denin yırtılarak bedenin dışarıya çıkmayacağına güvenme. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.
12- Sadakanın senin üzerinde olan hakkı şudur: Bilmelisin ki sadaka, senin Rabbinin katındaki azığın ve şahide ihtiyacı olmayan emanetindir. Bunu bildiğinde, gizli verdiğin emanete, açıkta ver­diğin emanetten daha emin olacaksın ve aşikâr etmekte olduğun şeyi gizlice Allah'a emanet vermeye daha fazla liyakat kazanacaksın. Her halükârda bu iş seninle O'nun arasında bir sır olmalıdır. (Sakın) Allah'a emanet verdiğin şeyde, kulak ve gözleri O’nun aleyhine şahit tutmayasın. Allah'a emanet vermede kulak ve gözlere daha çok itimat etmeyesin; ve Allah'a güvenmeyen birisi gibi davranmayasın. Daha sonra sadakada hiç kimseye minnet et­memelisin. Çünkü o senin kendin içindir (kendin için biriktirdiğin bir maldır). Onunla bir kim­seye minnet ettiğinde senin durumunun da karşı tarafın durumu gibi kötü olmayacağına güvenme. Zira minnet etmen, onu kendin için biriktirmediğine bir delildir. Eğer kendin için biriktirmiş olsaydın (o zaman) onunla bir kimseye min­net etmez olurdun. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.
13- Kurbanlığın senin üzerinde olan hakkı şudur: Onunla kastını Allah'a halis etmen (halis bir niyetle onu yapman), rahmetine ulaşmayı ve kabul buyurmasını arzulaman ve O'ndan başka diğer­lerinin dikka­tini çekmeyi istememendir. Böyle olduğunda kendini meşakkate düşürmez ve riyakâr olmazsın; ve sadece Allah'ı kastedip O'na doğru yönelirsin. Bil ki, Allah’ın rızasına ka­vuşmanın yolu kolaydır, zor değil. Nitekim Allah da kulları için kolaylığı istemiştir, meşakkati değil. Böylece alçak gönüllülük de senin için, ağalık yapmaktan daha iyidir. Çünkü ağalığın sıkıntı ve masrafı da çoktur. Ama tevazu ve alçak gönüllülüğün ne zahmeti vardır ve ne de masrafı. Çünkü bunlar yaratılıştan insanın tabi­atında mevcut olan şeylerdir. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Önderlerin Hakları

14- Sana önderlik yapan yöneticinin senin üzerinde olan hakkı şudur: Bilmelisin ki, Allah seni ona bir imtihan vesilesi kılmıştır; sana olan hakimiyetinden dolayı da imtihana tabi tutulacaktır. Hali­sane bir şekilde onun hayrını istemelisin. Sulta ve iktidarını nazara alıp ona karşı mücadele etmemelisin. Çünkü bu iş, hem senin helak olmana sebep olur, hem de onun. Alçak gönüllülük ve yumuşak­lıkla, şerrini kendinden uzaklaştıracak şekilde ve dinine zararı dokunmayacak derecede onu razı etmelisin ve bunu yapmak için de Allah'tan (onu defetmeye) yardım dilemelisin. Ona karşı böbür­lenme ve mücadeleye de kalkışma. Aksi takdirde ona asilik yapmış olursun ve kendine eziyet edip kendini onun çirkin davranışına maruz bırakır ve onu da helak olmaya sevkedersin. (Sonuçta) onunla kendi aleyhine yardım­laştığın gibi, sana karşı yapacağı zulümde de ona ortak olursun. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.
15- İlmiyle seni eğiten üstadın senin üzerindeki olan hakkı: Ona tâzim etmen, meclisini muhterem (ve ganimet) sayman, sözlerini iyice dinleyip ona dikkat etmen, kendi cehaletini gidermekte ve öğrenmeye muhtaç olduğun ilmi elde etmede hocana yardımda bulunmandır. Şöyle ki, ondan istifade etmek için aklını her türlü meşguliyetten arındırarak zihnini toparlamalısın ve lezzetleri terkedip şehvetleri azaltmakla kalbini temizleyip gözünü cilalamalısın. Şunu da bilme­lisin ki, sana öğrettiği şeylerde, karşılaştığın her cahile, üstadın me­sajını iyice ulaştırmak için onun elçisisin. Öyleyse bu risaleti üstlendiğinde, bu vazifeyi yerine getirmekle ona hıyanet etmemen gerekir. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
16- Malikiyeti vesilesiyle seni idare eden efendinin senin üze­rinde olan hakkı, kudretiyle seni terbiye edip yetiştiren önderin hakkı gibi­dir; (şu farkla ki) seni idare eden efendinin malik olduğu şeye, o malik değildir. (Bu yüzden) efendinin her emrine, ister büyük olsun, ister küçük itaat etmen lazımdır. Ama eğer Allah'ın hakkını eda etmekte, Allah'ın ve halkın haklarını yerine getirmene engel olursa, o zaman ilk önce Allah'ın ve halkın hakkını yerine getirirsin ve daha sonra da onun hakkını eda etmeye koyulursun. Güç ve kuvvet ancak Allah'tan­dır.

Raiyyetin Hakları

17- Hakimiyetin altında olan kimselerin senin üzerinde olan hakları şunlardır: Bilmelisin ki, sen gücünün çok olması vasıtası ile onları raiyyet etmişsin (elinin altına geçirmişsin). Onları sana raiy­yet eden (sadece) onların zaaf ve güçsüzlükleri olmuştur. Zaaf ve zilletleri kendilerine yeterli gelen, hatta onları senin elinin altına sokan, hük­münü onlara geçerli kılan ve sözünden çıkmaya kudretleri olmayan ve senin bir emrini ağır ve zor gördüğünde de Allah'tan başka yardımcısı olmayan kimseler, (senin) şefkat, himaye ve hilmine ne kadar da layıktırlar. Allah'ın sana verdiği egemenlik vesilesi olan bu izzet ve kudreti tanıdığında da O'na şükretmen senin için ne kadar evlâdır. Kim Allah'a şükrederse, Allah ona verdiği nimetini çoğaltır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
18- İlmin için sana tabi olan kimsenin (öğrencinin) senin üzerin­deki hakkı şudur: Bilmelisin ki, Allah'ın sana ilim vermesi ve seni hikmet hazinelerine veli kılması onlara hizmet etmen içindir. Eğer Allah'ın seni veli kıldığı (uhdene bıraktığı) şeylerde, vazifeni güzel yapar ve onlar için, köleleri hakkında efendisinin hayrını isteyip bir ihtiyaç sahibini gördüğünde elindeki maldan ona veren sabırlı bir hazinedar gibi olursan, doğru yolu bulur ve buna ümit eden ve inanan bir kimse olursun. Aksi takdirde hıyanetkâr ve Allah'ın yaratıklarına zulmeden biri olup O'nun sana verdiği izzetini almasına maruz kalırsın.
19- Evlenmekle raiyyetin olan kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki, Allah onu (senin için) bir sükûnet, huzur, üns ve koruma vesilesi kılmıştır. Yine sizlerin her biriniz eşi için Allah'a hamd etmelidir ve bilmelidir ki, bu (evlilik), Allah'tan ona verilen bir nimettir ve Allah'ın nimetine iyi davranıp ona ikram etmesi ve yumuşaklık göstermesi gerekir. Gerçi senin, onun üzerinde olan hakkın daha çok ve Allah'a karşı günah işlemek dışında sevdiği veya sevmediği (her) şeyde sana itaat etmesi daha lazımdır.
Onun da senin üzerinde olan hakkı: Ona karşı merhametli davran­mak, ve samimi olmak, ona huzur bağışlamak ve gereken zevk ve lezzetleri sağlamaktır. İşte bu büyük bir haktır. Kuvvet ancak Allah'tan­dır.
20- Sahip olduğun köle ve cariyenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki o, Rabbinin yarattığı bir kuldur; seninle aynı vücut ve kandandır (et, kan ve beden yapısı açısından hiçbir farkınız yoktur, aynı köktensiniz). Sen onun malikisin, (ama) onun yaratıcısı, ona kulak, göz ve rızk veren sen değilsin. Bunları Allah yaratmış ve daha sonra onu senin emrine vermiş, seni ona emin kılmış, onu koruman, Allah'ın gösterdiği yol üzere ona davranman, yediğinden ona yedir­men, giydiğinden ona giydirmen ve gücü yet­mediği bir işi ona yükle­memen için onu sana emanet vermiştir. Onu sevmezsen Allah’ın emri üzere ondan uzaklaşırsın ve bir diğerini alırsın; ve ona işkence et­mezsin. Kuvvet ancak Allah’tandır.

Akrabalarin Hakları

21- Annenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki, o hiç kimsenin diğerini taşımadığı bir yerde (karnında) seni taşımıştır. Hiç kimsenin başkasına vermediği kendi yüreğinin meyvesinden sana yedirmiş ve seni seve seve kulağı, gözü, eli, ayağı, saçı, derisi ve (kısacası) bütün azalarıyla korumuştur. Hamilelik döneminin bütün zorluk, dert, elem ve gamlarını yüklenen de yine o olmuştur. Sonra Rabbin seni ondan ayırıp yeryüzüne getirmiştir. Aç kalıp seni doyur­maya, çıplak kalıp seni giydirmeye, susuz kalıp sana su vermeye, güneşte kalıp seni gölgede tutmaya, zorluklar çekerek seni nazlıca yetiştirmeye, uykusuz kalarak seni tatlı tatlı uyutmaya razı olan yine o olmuştur. Karnı sana yuva, eteği örtü, göğsü su kabı, canı siper, dün­yanın sıcaklık ve soğukluğuna, senin için biz­zat kendisi tahammül eden yine de o olmuştur. Öyleyse bu iyilikler miktarınca ona teşekkür etmelisin. Bunu Allah'ın yardımı olmaksızın yapman mümkün değildir.
22- Babanın senin üzerindeki olan hakkı şudur: Bilmelisin ki baban senin kökündür ve sen ise onun dalı. Eğer baban olmasaydı sen de olmazdın. Kendinde hoşuna giden bir şey gördüğünde, bil ki baban bu nimetin köküdür. Bu nimet değerince Allah'a hamd ve şükret. Kuvvet ancak Allah'tandır.
23- Evladının senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki ev­ladın, senin vücudunun bir parçasıdır. Dünyada tüm hayır ve şerriyle sana mensuptur. Onu güzel terbiye etmekten, Rabbine yönlendirmekten, senin ve kendisi için olan hususlarda (Allah’ın emirlerine) itaatkâr olması için ona yardımda bulunmaktan sorum­lusun. Bu hususta ya Allah'ın sevabına nail olur veya Onun cezasına uğrarsın. Öyleyse ona güzel terbiye vermekle kendini süsle; onunla ilgili üzerine düşen vazi­feyi iyice yaparak (ahirette) Rabbinin huzurunda mazeret kazan ve onu eğitmek için de onun kendisinden yardım al. Kuvvet ancak Allah'tan­dır.
24- Kardeşinin senin üzerinde olan hakkı şudur: Bilmelisin ki, o senin güçlü kolun, sığınacağın yardımcın, itimat ettiğin izzetin ve düşmana karşı koyduğun kudretindir. Öyleyse onu, Allah'a karşı isyan etmek ve Allah’ın hakkına zulüm etmek için bir vesile kılma; ona, nefsine ve düşmanına karşı yardımcı olmayı, onunla şeytanlar arasında engel olmayı, ona nasihat etme hakkını eda etmeyi ve Rabbine teslim olup emrine uyarsa, Allah'ın rızası için ona tevec­cüh etmeyi terketme. Ama Allah'ın emrine itaat etmezse, Allah-u Teâla senin nezdinde, kardeşinden daha üstün ve daha aziz ol­malıdır.
25- Seni serbest bırakan efendinin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki o kendi malını senin yolunda harcamıştır. Seni kölelik zilleti ve yalnızlığından kurtarıp hürriyetin izzet ve ünsi­yetine kavuştur­muştur. O seni kölelik esaretinden kurtarmış, kulluk zincirini boynundan açmış, izzet kokusunu sende vücuda getir­miştir. O seni baskı zindanından çıkarmış ve zorluğu senden uzaklaştırmıştır. İnsaf ve adalet üzere senin hakkında konuşmuş ve bütün dünyayı (gidip gelmek, çalışıp kazanmak vs. şeyleri) sana helal etmiştir. Seni kendine malik kılmış, esaret bağını çözmüş, Rabbine ibadet etmek için seni serbest bırakmış ve bu yol uğrunda da kendi malının azalmasına katlanmıştır. Öyleyse bilmelisin ki o, akrabalarından sonra hayatında ve ölümünde sana (herkesten) daha yakın ve daha evlâdır; ve Allah yolunda senin yardım ve desteğine herkesten daha layıktır. Sana ihti­yacı olduğu şeyde kendini ona tercih etme.
26- Serbest bıraktığın kölenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bil­melisin ki, Allah seni ona himayeci, koruyucu, yardımcı ve sığınak kılmıştır. Onu, seninle kendi arasında bir vasıta yapmıştır. Elbetteki seni ateşten koruyacaktır. Bu senin ahiretteki mükâfatındır. Dün­yada akrabası olmayanın da mirası, kurtuluşu için harcadığın mal ve ondan sonra da yaptığın vazifeler karşısında sana yetişir; hak­kına riayet etme­diğin takdirde mirasının sana hoş (helal) olmayacağından korkulur. Ve kuvvet ancak Allah'tandır.
27- Sana iyilik edenin senin üzerindeki hakkı, ona teşekkür et­men, iyiliğini anman, hakkında güzel sözler yayman ve Allah ile kendi aranda onun için halisane dua etmendir. Böyle yaptığında gizlide ve açıkta ona teşekkür etmiş olursun; yaptığı iyiliği telafi etmek mümkün olursa telafi et; mümkün olmazsa fırsat bulup bu iyiliğin karşılığını vermeye hazırlan.
28- Müezzinin senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki, müez­zin, sana Rabbini hatırlatır. Seni nasibine (ibadetten yararlan­maya) davet eder ve Allah'ın farz kıldığı farizayı yapmada da en güzel yardımcındır. Sana iyilikte bulunan herkese teşekkür ettiğin gibi bu amelin karşısında ona teşekkür etmelisin.
Eğer sen evinde bulunduğunda da buna (namaza) önem verir­sen, Allah için müezzinin işine itiraz etmez ve onun hiç kuşkusuz Allah'ın bir nimeti olduğunu bilirsin. Öyleyse her halukârda Allah'a hamd ederek nimetine karşı iyi davran. Kuvvet ancak Allah'tandır.
29- Cemaat imamının senin üzerindeki hakkı şudur: Bilmelisin ki, cemaat imamı seninle Allah arasında elçi olmuş ve Rabbinin huzuruna çıkmada temsilci olmayı üzerine almıştır. O, seni temsi­len konuşuyor, sen onu temsilen değil. O senin için dua ediyor, sen onun için değil. O senin hakkında istekte bulunuyor, sen onun hakkında değil. Allah'ın huzurunda durmak ve senin hakkında O'n­dan istekte bulunmak zah­metini o üstlenmiştir; sen onun hakkında değil. Bunların herhangi birinde kusur olursa, o suçludur, sen değil. Eğer günahkâr olursa (vazifesine aykırı hareket ederse), sen o günaha ortak değilsin; ve senin ona karşı bir iyilik ve minnetin yoktur. Cemaat imamı kendisini aracı kılıp seni korumuştur; namazıyla da namazını korumuştur. Öyleyse buna karşı ona teşek­kür et. Güç ancak Allah'tandır.
30- Birlikte oturduğun kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Ona karşı yumuşak ve alçak gönüllü olmalısın. Konuşurken ona da hak tanımalısın. Aniden bakışını ondan kesmemelisin. Konuşurken hedefin ona anlatmak olmalıdır. Eğer sen onun yanına gitmişsen kalkmakta yetki sana aittir. Ama eğer o senin yanına gelmişse (o zaman) yetki onundur ve ondan müsaade almaksızın kalkman doğru değildir.
31- Komşunun senin üzerindeki hakkı şudur: Gıyabında onu (haklarını) korumalısın. Huzurunda ona saygı göstermelisin. Her halu­kârda ona yardımda bulunmalısın. Ayıbını aramamalısın. Kötülük­lerinden haberdar olmak için araştırmamalısın.
Eğer tesadüfen kasıtsız olarak ve onu takip etmeksizin ayıplarından birini öğrenirsen, haber­dar olduğun şeye, sağlam bir kale ve muhkem bir perde gibi olmalısın. Eğer mızraklar, onu bul­mak için kalbini yarsalar bile, ona ulaşama­malıdırlar. Haberi olmadığı bir yerden (bir kimseyle gizli konuşurken) sözlerine kulak asmamalısın. Zorlukta onu yalnız bırakmamalısın. Nimette ona haset etmemelisin. Suçlarını görmezlikten gelmelisin. Hatalarını affetmeli, cahillik yaptığında tahammül etmelisin. Onunla daima uzlaşmalısın. Hakkında kötü söyleyenlere müsaade etmeme­lisin. Kendisini iyilik taraftarı gösteren münafığın hilesini (ona bildir­mekle) etkisiz hale getirmelisin. Ona güzel davranmalısın. Kuvvet ve kudret ancak Allah'tandır.
32- Yol arkadaşının senin üzerindeki hakkı şudur: Mümkün olduğu kadar ona ihsan ve iyilikte bulunmalısın; bunu yapamıyor­san, en azın­dan insaflı davranmalısın. Sana nasıl saygı gösteriyorsa, sen de ona öylece saygı göstermelisin. Seni koruduğu şekilde onu korumalısın. Aranızda olan şeyde (iyilik yapmakta) senden ileri geçmemesine dikkat etmelisin; senden ileri geçtiğinde de onu telafi etmeye çalışmalısın. Ona layık olan dostlukta kusur etmemelisin. Onun hayrını istemeyi ve onu korumayı kendine gerekli bilmelisin. Allah'a itaat et­mekte ve günahı terketmekte ona yardımcı olmalısın. Kısaca onun için rahmet vesilesi olmalısın, azap vesilesi değil. Güç ancak Allah'tandır.
33- Ortağın senin üzerindeki hakkı: Gıyabında sorunlarını hal­let­men, huzurunda onunla eşit olman, onun görüşünü bilmeden karar almaman, ona istişare etmeden kendi başına bir iş yapma­man, malını koruman ve önemli veya önemsiz olan her şeyde ona hıyanet etme­mendir. Zira şöyle bir hadis bize ulaşmıştır: "Allah'ın eli, iki ortak bir­bir­lerine hıyanet etmedikçe onların üzerindedir." Güç ancak Allah'tan­dır.
34- Malın senin üzerindeki hakkı şudur: Onu ancak helal yoldan elde etmelisin; haram olan yerde sarf etmemelisin; lazım olan yer­den esirgeyip lazım olmayan yerde harcamamalısın; bu mal, Allah'tan olduğu için ancak O’nun razı olduğu yerde kullanmalısın. Seni övmemesi (zahmetlerinin kadrini bilmemesi) muhtemel olan bir kim­seyi (yani varisi) o malda, kendine tercih etmemelisin. Zira şayet geride bıraktığın malda mirasçı iyi mirasçılık yapmayıp Rab­binin itaati yolun­da o malı harcamaz olursa, sen de bu işte ona yardım etmiş olursun; veyahut da mirasçı, o malda kendi halini düşünüp onu Allah'ın itaati yolunda harcarsa, o zamanda o fayda­lanır ve azapla birlikte günah, hasret ve pişmanlık sana kalır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
35- Alacaklının senin üzerindeki hakkı şudur: Eğer zengin isen borcunu ödemelisin; işinde ona yardımcı olmalısın; borcunu öde­meyi geciktirmemelisin.
Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: "Zenginin, borcu ödemeyi geciktirmesi zulümdür." Ama eğer elin darda olursa, onu tatlı bir dille razı etmelisin ve güzelce mühlet ver­mesini istemelisin ve iyi bir şekilde (rahatsız etmiyerek) geri çevirme­lisin; hem malını vermeyip, hem de kötü muâmelede bulun­mamalısın; zira böyle bir tavır alçaklıktır. Ve güç ancak Allah'tandır..
36- Kendisiyle oturup kalktığın kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Onu aldatmamalısın, ona hile yapmamalısın, ona yalan söyle­memelisin, onu gaflette bırakmamalısın, şefkatsiz bir düşman gibi onu yıkmaya çalışmamalısın, sana itimat ederse mümkün olduğu kadar onu gözetmelisin ve bilmelisin ki, itimat ederek işi diğerine bırakan kimseyi (alış verişte) aldatmak bir nevi faizdir. Ve kuvvet yalnızca Allah'tandır.
37- Aleyhine dava açan kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Aleyhine açtığı dava hak olursa delilini reddetmemelisin, iddiasını iptal etmeye çalışmamalısın. Nefsine düşman olmalısın, kendi aleyhine hükmetmelisin. Tanığa ihtiyaç olmaksızın onun yararına tanıklık etme­lisin. Zira bu Allah'ın senin üzerindeki hakkıdır. Yine eğer batıl bir şeyi iddia ederse, onunla uzlaşmalısın, onu korkut­malısın, dinine yemin ettirmelisin, Allah'ı hatırlatmakla sana olan öfkesini yok etmelisin ve karşı tarafın tecavüzünü senden uzak­laştırmayan, aksine günahını senin üzerine atan ve düşmanlık kılıcını aleyhine bileyen boş lafları ve kargaşayı bir kenara bırak­malısın. Zira çirkin söz, şer çıkardığı gibi, güzel söz de şerri giderir. Ve güç sadece Allah'tandır.
38- Aleyhine dava açtığın kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: İddia ettiğin şey hak olursa, mümkün olduğu kadar onunla yumuşak konuşmalısın. Çünkü dava, daima karşıdakine ağır gelir. Delilini yumuşak­ça, ağır ağır en açık bir beyan ve en latif bir tavırla söylemeli ve delilini bırakıp yaygara çıkarmakla meşgul olmamalısın. Zira delilin ortadan yok olup gider ve bunu telafi et­men de mümkün olmaz. Ve kuvvet yalnızca Allah'tandır.
39- Seninle istişare eden kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Eğer doğru ve yararlı bir fikrin var ise, onu söylemeli ve ona öyle bir yol göstermelisin ki, onun yerine olsaydın sen de aynı yolu takip eder­din. Elbette bu, şefkat ve yumuşaklıkla birlikte olmalıdır. Zira yumuşak­lık, korkuyu giderdiği gibi, sertlik de korku doğurur. Eğer kendi görüşün olmaz, (ama) görüşüne güvendiğin ve kendin için beğendiğin bir kimseyi tanıyor isen, onu o adama göndermelisin ki, onun için bir hayrı esirgememiş olasın. Kuvvet ve kudret yalnızca Allah'tandır.
40- İstişare ettiğin kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Bir konuda aynı görüşü paylaşmadığınızda onu suçlamamalısın. Çünkü insanların görüşleri muhteliftir. Görüşünü sakıncalı görüyor isen, onu kabul edip etmemekte serbestsin. Ama sence istişareye layık gördüğün kimselerden sayılıyorsa, artık onu suçlaman câiz değildir. Görüşünü dile getirip istişareyi kabul ettiği için ona teşek­kür etmelisin. Eğer görüşü sana uygun ve isabetli olursa, Allah'a hamd edip kardeşine teşekkür ederek onu kabul etmelisin ve eğer bir gün, (görüş açısından) sana ihtiyaç duyarsa, yaptığı iyilikleri telafi etmeye çalışmalısın. Güç yalnızca Allah'tandır.
41- Nasihat isteyenin senin üzerindeki hakkı şudur: Onu kabul ede­ceği doğru bir yola yönlendirmelisin Duyduğunda hoş ve yu­muşak gelen ve aklının kavrayabileceği sözleri konuşmalısın. Zira her aklın, sözü kabul ve reddetmekte belli bir haddi vardır. Her halükârda tavrın şefkat ve rahmet üzere olmalıdır. Ve kuvvet yal­nızca Allah'tandır.
42- Nasihat edenin senin üzerindeki hakkı şudur: Ona karşı yu­mu­şak ve mütevazı olmalısın. Nasihatlerini anlaman için kalbini ona verip sözlerini iyice dinlemelisin ve daha sonra nasihatlerine bakıp üzerinde düşünmelisin.
Nasihatleri hakka uygun olursa, buna karşı Allah'a şük­redip on­ları kabul etmeli ve hakkını tanımalısın. Nasihatlerini hakka uygun bulmadığında ise, onu suçlamamalısın ve bilmelisin ki, hayrını istemekte kusur etmemiş, ancak (görüşünde) hata etmiştir. Ama (geçmişini bildiğinden dolayı) suçlanmaya müstahak olursa, o zaman onun hiçbir sözüne itina göstermemelisin. Ve kuvvet ancak Allah'tan­dır.
43- Büyüğün senin üzerindeki hakkı şudur: Yaşlılık hürmetini korumalısın. İslam'da fazilet ehlinden olursa, İslamiyette senden önce olduğundan dolayı onu yüceltmelisin. Çekişmelerde ona karşılık ver­memelisin. Yolda ondan ileri geçmemeli ve onun önünde yürümemeli­sin. Ona saygısızlık yapmamalısın; o seni say­mazlıktan gelirse, tahammül etmelisin. Yaşlılığıyla beraber islamiyetinden (önce Müslüman olduğundan) dolayı hürmet göstermelisin. Zira yaşlılık hakkı, İslam hakkı miktarıncadır. Güç ancak Allah'tandır..
44- Küçüğün senin üzerindeki hakkı şudur: Ona merhametli olma­lısın. Eğitimi ve öğretiminde gayret etmelisin. Hatalarını af­fetmeli, onlara göz yummalısın. Ona yumuşak davranmalı ve yardımda bulun­malısın. Çocukluk suçlarını örtmelisin. İşte bu tu­tum, onun tövbe etme­sine (ve ıslah olmasına) sebep olur. Yumuşaklık gösterip ona karşı inat etmemelisin. Çünkü bu tavır, onun gelişmesi ve hidayeti (doğruyu bulması) için daha uygundur.
45- Senden bir şey isteyenin senin üzerindeki hakkı şudur: Doğru söylediğine yakin edip ihtiyacını karşılamaya gücün yeterse, bağışta bulunmalısın. Başına gelen belâlardan dolayı ona dua et­meli ve iste­ğine ulaşması için yardımda bulunmalısın. Eğer doğru konuşmasında şüphe eder, önceden de onun hakkında böyle bir suçlama olduğundan dolayı bu işi yapmaya karar almazsan, bu tavrının, şeytanın hilesinden olup böylece seni kendi nasibinden alıkoymak ve seninle Rabbinin rızası arasına girmek istediğinden korkmalısın. Buna rağmen yardım etmediğin takdirde, haysiyetini zedelememeli ve hoş bir şekilde onu geri çevirmelisin. Eğer nefsine galip gelir ve kalbine onun hakkında yönelen (şeytani) ves­veselere rağmen onun ihtiyacını karşılarsan, şüphe yok ki bu işin, azim ve iradeye dayanan işlerdendir elbette.
46- İstekte bulunduğun kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: İstediğin şeyi verirse, kabul edip teşekkür etmelisin ve iyiliğini bilme­lisin. Vermediği takdirde de mazeretli olduğunu kabul edip hüsn-ü zanda bulunmalısın. Şunu da bil ki, esirgese de kendi malını esirgemiştir (senin değil). Hiçbir kimseyi malını esirge­diğinden dolayı, zalim olsa bile, kınamamak gerekir. Çünkü insan kendisine çok zulüm edendir ve nimetlere karşı da nankördür.
47- Allah'ın, aracı ve vesile kılıp seni hoşnut ettiği kimsenin senin üzerindeki hakkı şudur: Eğer farkında olarak bunu yapmışsa, ilk önce Allah'a ve daha sonra karşılık olarak bu iyilik miktarınca ona teşekkür etmelisin ve öncelikli davranmasını telafi etmeye çalışmanın yanısıra onun iyiliğine karşılık vermek için fırsat aramalısın. Ama eğer maksadı seni hoşnut etmek değilmişse, yine de Allah'a hamd ve şükretmelisin ve bilmelisin ki, bu hoşnutluk O’ndan taraf sana gelmiştir. Allah'ın nimetlerinin sana ulaşmasına sebep olduğu için de o adamı sevip hayrını istemelisin. Zira her ne olursa olsun, kasıtsız olsa bile nimete sebep olan şey berekettir. Ve kudret yalnızca Allah'tandır.
48- Sözü veya ameli ile sana kötülük eden kimsenin senin üze­rin­deki hakkı şudur: Eğer kasıtlı olarak bu işi yapmışsa, şerrin kökünün kesilmesi ve onun gibi insanlara iyi edep verilmesi, (kırgınlık ve düşmanlığın ortadan kalkması) için onu affetmen daha evlâdır. Allah buyuruyor ki:
"Kim zulme uğradıktan sonra nusret bulur (hakkını alır)sa, artık onlar için aleyhlerinde (onları suçlu saymaya) bir yol yok­tur. Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere tecavüz ve haksızlıkta bulunanların aleyhinedir. İşte bunlar için acıklı bir azap vardır. Kim de sabreder ve bağışlarsa hiç şüphesiz bu azme değer işlerdendir.” (1)
Yine buyurmaktadır ki: "Ceza verecekseniz, size ceza veri­lenin misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, andolsun, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır."(2)
Elbette bu (kısas), kasıtlı olduğu takdirde uygulanır. Ama kasıtlı olmazsa, kasıtlı intikam alarak ona zulmedip, hatayı kasıtlı olarak telafi etmeye çalışmamalısın. Ona yumuşak davranmalısın ve mümkün olduğu kadarıyla da lütuf ve şefkatle onu geri çevir­melisin. Ve kudret ancak Allah'tandır.
49- Dindaşlarının senin üzerindeki hakkı şudur: Kalbinde onlara karşı esenlik arzusunu taşımalı, onlara karşı merhametli olmalısın. Kötü hareketlerde bulunanlarıyla iyi geçinmeli, samimiyet kurarak onları ıslah etmeye çalışmalısın. Kendilerine veya sana karşı iyi olan­larına ise teşekkür etmelisin; çünkü onun sana eziyet etmekten çekin­mesi, geçimini sağlayarak seni zahmete düşürmemesi, sana bir zararının dokunmaması, kendisine iyilik olduğu gibi, sana da iyilik sayılır.
Öyleyse onların hepsine dua et. Onlara yardımda bulun. Her birisi­nin makam ve mevkisini gözet. Büyüklerini baba, çocuklarını evlat, orta yaşlılarını ise kardeş yerine koy. (Onlardan) kim yanına gelirse, lütuf ve şefkatle karşıla ve haklarında kardeşliğe riayet et.
50- Zimmet ehlinin(3) senin üzerindeki hakkı şudur: Allah'ın on­lar­dan kabul ettiği şeyi kabul etmelisin. Allah'ın onlar hakkındaki taahhüt ve misakına riayet etmelisin (onlara verdiği güvenceyi bozma­malısın).
Onlardan, (akid ve zimmet gereğince) kendilerini sorumlu kıldıkları şeyleri istemelisin. Yaptığınız muâmele ve muaşeretlerde Allah'ın sana hükmettiği şeyle onların hakkında hükmetmelisin. İslam'ın sığınağında olmaları, Allah ve Resulu’nün salla'llâhu aleyhi ve alih ahdine riayet edilmesi gerekçesi, seni onlara zulmet­mekten alıkoymalıdır. Zira Peygamber'den şöyle bir hadis bize ulaşmıştır:
"Kim İslam'ın sığınağında olan bir kimseye zulmederse, ben onun düşmanıyım." Öyleyse Allah'tan çekin. Kuvvet ve kudret yalnızca Allah'tan­dır.
İşte bu, seni kuşatan elli tane haktır. Şartlar ne olursa olsun, bu hakların sınırını aşma. Bunların hepsine riayet etmen, edası için çalışman ve bunları yapabilmek için de Allah'tan yardım dilemen lazımdır. Kuvvet ve kudret yalnızca Allah'tandır ve bütün övgüler alemlerin Rabbi Allah içindir.

ZÜHd HAKkINDAkİ sözlerİ

Dünyada zahid olup ahirete ilgi gösterenlerin alâmeti, aynı he­defi taşımayan dost ve arkadaşları terketmeleri ve böyle kimselerle oturup kalkmamalarıdır. Ey insanlar, bilin ki ahiret için amel eden, dünyanın peşin mal ve mülkünden el çekip ölüm için hazırlık ya­par, vakit geçmeden ve mutlaka karşılaşacağı ecel gelmeden önce ahiret işine koşar ve ölümden önce ihtiyatlı davranır.
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Onlardan birine ölüm gelip çattı mı, "Rabbim beni geri çevir, umulur ki geride bıraktığım dün­ya­da, salih amellerde bulunurum."der."(4) Öyleyse her biriniz, bugün kendisini dünyaya dönmüş, ihtiyaç ve çaresizlik günü için salih ameller yapmakta kusur ettiğinden dolayı pişman olmuş kimse gibi farzet­melidir.
Ey Allah'ın kulları! Biliniz ki kim, dünya sultanlarının gece saldırısından korkarsa uykusu kaçar; rahat uyuyamaz; yeme ve içmeden kesilir. Öyleyse ey insanoğlu! Aziz Allah'ın ansızın taar­ruz edip elemli yakalayışla yakalaması ve günah ehline ansızın baskın yapması var iken, sana yazıklar olsun. Ölüm gece ve gündüz kapıları çalmak­tadır. Bu öyle bir ansızın baskındır ki, ne ondan kaçıp kurtulmak olur ve ne de O'ndan başka bir sığınak bu­lunur.
Ey mü'minler! Takva ehlinin, korktuğu gibi, Allah'ın ansızın göndereceği azabından korkun. Zira Allah-u Teâla buyuruyor ki: ‘İşte bu (zalimler yok olduktan sonra yerlerine varis olmak), benim makam ve azabımdan korkan kimselere âit bir şeydir.’ (5)
Öyleyse dünya yaşantısının süsünden ve aldatmasından korkun. Ona meyletmeyin ve zararlı sonucunu hatırlayın. Çünkü dünyanın süsü imtihan vesilesi, sevgisi de günahtır.
Ey insanoğlu, yazıklar olsun sana! Bil ki fazla yemekten oluşan kasa­vet, dolu karnın sıkıntısı, doymanın sarhoşluğu ve mülkün gafleti (gururu), insanı amel etmekten alıkor, Allah'ı hatırlamayı unutturur ve ecelin yaklaşmasını akıldan çıkarır. Dünya sevgisine tutulan, şarap sarhoşluğundan aklını yitiren kimse gibidir. Şüphesiz ki Allah'ı tanıyan, O'ndan korkan ve O'nun için çalışan, doymayı sevmeyecek derecede kendisini açlığa alıştırmalıdır; evet, yarış atı da böylece zayıflatılır.
Ey Allah'ın kulları! Allah'ın sevabına ümitli olan ve azabından korkan kimseler gibi, O'ndan korkun. Allah'a andolsun ki O, size bir mazeret yolu bırakmamış, sizi korkutmuş, teşvik ve tehdit et­miştir. Ama siz, ne O'nun teşvik ettiği değerli sevaplara iştiyak gösterip çalışıyorsunuz ve ne de sizi tehdit ettiği elemli ve şiddetli azaplardan korkup çekiniyorsunuz. Halbuki Allah-u Teâlâ, ki­tabında size bildir­miştir ki: "İnanarak iyi işlerde bulunanların çalışmaları karşılıksız bırakılmaz ve biz, şüphe yok ki onları yazmaktayız."(6)
Sonra Yüce Allah Kur'an'da, dünya hayatının peşin şatafat ve parıltısından çekinmeniz için size ayetler indirerek buyurmuştur ki: "Mallarınız ve evlatlarınız, sizin için ancak bir denemedir; Allah katındaysa pek büyük bir mükâfât vardır."(7)
Öyleyse gücünüz yettiği kadar Allah'tan çekinin, dinleyin ve itaat edin. Yine Allah'tan korkun ve öğütleriyle öğütlenin. Ben, günahın (zararlı) sonuçlarının sizlerin çoğunu zayıf ve güçsüz bir hale getirdiğini görüyorum. Ama yine de onlar, günahtan çekin­meyip din­lerine zarar verdiği halde ondan nefret etmiyorlar.
Ey insanlar! Allah'ın, dünyanın ayıbı ve hakirliği hakkındaki çağrısını duymuyor musunuz? Buyuruyor ki:
"Bilin ki dünya yaşayışı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatlar da bir çoğalma tut­kusudur. Bir yağmur örneği gibi onun bitirdiği ekin, ekincileri şaşırtır, sevindirir, sonra kuruyuverir de bir de bakarsın, sap­sarı olmuş, sonra da çerçöp oluvermiştir. Oysa ahirette şiddetli bir azap, Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. Rabbinizden olan mağfirete (erişmek) ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın ki, (o) cennetin genişliği gök ile yerin genişliği kadar olup da Allah'a ve O'nun Resulüne iman et­mekte olanlar için hazır­lanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir."(8)
Yine buyuruyor ki: "Ey inananlar, Allah'tan sakının ve herkes, yarın için neyi takdim edip gönderdiğine baksın ve çek­inin Allah'tan; şüphe yok ki Allah, ne yapıyorsanız hepsinden haber­dardır. Ve o kişilere benzemeyin ki, Allah'ı unutmuşlar da O da onlara kendi nefislerini unutturmuştur. İşte onlar fasık olanların tâ kendileridir." (9)
Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun, tefekkür edin ve yaratıldığınız şey için çalışın. Zira Allah sizi abes olarak yarat­mamış ve sizi başı boş da bırakmamıştır. Kendisini size tanıtmış, Resulünü size göndermiş ve helali, haramı, delil ve misalleri içeren kitabını da size nazil etmiştir. Öyleyse Allah'tan sakının. Çünkü Rabbiniz size delil olarak şöyle buyurmuştur: "Onun için iki göz ve bir dille iki dudak vermedik mi? Ve ona iki sarp yolu (hayır ve şerri) göstermedik mi?"(10)
İşte bu, Allah'ın size olan hüccetidir. Öyleyse gücünüz yettiğince Allah'tan sakının. Zira Allah'ın gücünden başka bir güç yoktur ve O’ndan başkasına tevekkül edilmez. Allah'ın salatı Muhammed Peygambere ve O'nun pâk soyuna olsun.

Muhammed İbn-İ Muslİm-İ Zührİ'ye(1) mektubu

Allah, bizi ve sizi fitnelerden korusun ve ateşe yakalanmaman için sana rahmetsin. Bu gün öyle bir duruma düşmüşsün ki, seni tanıyan herkesin sana acıması gerekir. Şüphesiz, Allah sana verdiği sağlıklı vücut ve uzun ömür ile yükünü ağırlaştırmıştır. Kur'ân'ın ilmini sana öğrettiği, seni dininde fakih kıldığı ve peygamberi olan Muham­med salla'llâhu aleyhi ve alih'in sünnetini sana tanıttığından dolayı da hüccetleri sana tamam olmuştur. Sana verdiği her nimet ve gösterdiği her delil karşısında da sana bazı vazifeleri farz kılmıştır. Bu ihsanları, şükretmeni denemek ve fazlını sana aşikâr etmek için yapmıştır ancak. Nitekim buyuruyor ki: "...Nimetlerime şükrederseniz nimeti arttırırım; nankörlük eder­seniz, şüphe yok ki azabım pek çetin­dir."(2)
Öyleyse bak gör, yarın Allah'ın huzuruna çıktığında nasıl birisi ola­caksın; “sana verdiği nimetlere nasıl riayet ettin ve emrine bıraktığı hüccetlerin hakkını nasıl eda ettin?” diye seni sorguya çekecektir. Sanma ki Allah senin mazeretini kabul edip kusurlarına göz yuma­caktır. Heyhât, heyhât; sandığınız gibi değildir. Allah alimlerden, “(Semavi kitapların hakikatlerini) insanlara mut­laka açıklaya­caksınız ve gizlemeyeceksiniz.”(3) diye söz almıştır.
Bil ki, gizlediğin en ufak hak ve taşıdığın en hafif günah, zalime yaklaşmakla ve davetini kabul etmekle onun yalnızlık ve korkusunu giderip sapıklık yolunu ona kolaylaştırmandır. Beni korkutan şey, yarın günahınla birlikte hainlerle Allah'ın huzuruna çıkman ve zalim­lerin zulmüne yardım etmenle de aldığın ücretten sorguya çekil­mendir. Çünkü sen, hakkın olmayan bir malı alarak hiç kimsenin hakkını vermeyen bir adama yaklaşmışsın. Ona yak­laşmanla da hiçbir batılı önleyememiş ve Allah'a düşmanlık eden bir kimseyle dostluk kurmuşsun. Acaba onlar, kendi yanlarına çağırmakla seni kendi zulüm değirmenlerinin etrafında döndürdükleri bir eksen, kendi gayelerine ulaşmak için bir köprü, dalaletlerine bir merdiven, sapık yollarına teb­liğci ve gittikleri yolu izleyen birisi yapmamışlar mı? Seninle gerçek alimler hakkında şüphe icat ederek cahillerin kalplerini kendilerine çekiyorlar. On­ların fesadlarının üzerini kapamakta, has ve ammenin (alim ve cahillerin) ayağını onların kapısına açmakta, onların en yakın vezir ve en güçlü yardımcılarının bile yapamadığı hizmeti sen yapmak­tasın. Senden aldıkları şeye karşılık, verdikleri ne de azdır. Senin için onardıkları değersiz şey karşısında, gör, başına neyi yıkıyorlar? (Verdikleri dünya mal ve makamı karşılığında, ahiretini ve şerefini yok ediyorlar.) Öyleyse kendi haline bak -çünkü başkası senin halini düşünmez- ve sorumlu bir kimse gibi kendi hesabına yetiş.
Küçüklük ve yaşlılık döneminde nimetleri ile seni rızıklandıran Allah'a nasıl şükredeceğine dikkat et. Beni en fazla korkutan şey, Allah'ın şu ayette buyurduğu gibi olmandır: "Onlardan sonra ki­taba varis olan öyle bir nesil geldi ki, hem bu dünyanın geçici yararını alırlar da elbette ilerde bağışlanırız suçlarımız örtülür bizim, derler."(4)
Şüphesiz sen ebedi kalınacak bir evde değilsin, aksine göç ilan et­miş bir yurttasın. İnsan akranından sonra ne kadar baki kalabilir ki? Dünyada korku içerisinde olan kimseye ne mutlu! Ölüp de kendisin­den sonra günahı baki kalan kimsenin hali de ne kötüdür!
Kısa bir mühlet verildiğine göre de çabuk davran. Zira sen, yaptığın işten habersiz olmayan biriyle karşı karşıyasın; seni koruyup kollayan, durumundan gaflet etmemektedir. Hazır ol ki, uzun yolculuk yaklaş­mıştır. Günahını tedavi et ki, (ruhun) ağır bir şekilde hastalanmıştır.
Sanma ki (bu sözlerle) seni kınayıp azarlamak ve kusurlarını dile getirmek istiyorum. (Hayır!) Allah'ın, kaybettiğin isabetli görüşünü diriltmesini ve dininden unuttuğun şeyi geriye çevirmesini istiyorum ve Allah-u Te­âla'nın Kur'ân'daki şu sözünü hatırladım ki: "Hatırlat, gerçekten de hatırlatmak mü'minlere fayda verir."(5)
Yaşıtlarının ve tanıdıklarının öldüğünü ve onlardan sonra boynuzu kırık bir (koyun) gibi (yardımcısız) kaldığını unuttun mu? Bak, senin duçar olduğun duruma onlar da duçar oldu mu? Veya senin düştüğün uçuruma onlar da düştü mü? Veya senin hatır­ladığın hayra onlar da iltifat gösterdi mi? Ya da senin bildiğin bir şeyi onlar bilmiyorlar mıydı? Senin onlardan farkın halkın sana yönelmesi, senin fikrine uyup emrine itaat etmesi, helal bildiğin şeyi helal, haram ettiğin şeyi de haram kabul etmesidir. Senin bu durumun, bu makama lâyık olduğun için değildir. Bunun sebebi, halkın senin elinde olan dünya malına göz dikmesi, gerçek alim­lerin olmayışı, cehaletin, makam ve dünya malı sevgisinin sana ve onlara galip gelmesidir. Bu konuda kendi cehalet ve aldanışının farkında değil misin? Halkın bela ve fitneye uğradığını görmüyor musun? Onları bu duruma düşüren ve aldatan sen oldun. Senin makamını görüp iş ve kazançlarından el çektiler.(6) Böylece, senin ilmi derecene ulaşmayı ve onunla elde ettiğin şeyi elde etmeği arzuladılar. Neticede bunlar, senin yüzünden derinliği idrâk olun­mayan bir denize düşüp haddi ölçülmeyen bir belaya duçar oldular. Allah bize ve sana yardım etsin. Yardım eden de O'dur.
Bu denilenlerden sonra, (bu tehlikeden kurtulmak istiyorsan,) salih kimselere katılabilmen için her şeyden (mal ve makamından) yüz çevir; öyle salih kimseler ki, (açlıktan) karınları sırtlarına yapıştığı halde eskimiş elbiseleri ile defnedilmişlerdir; onlarla Allah arasında hiçbir perde yoktur. Ne dünya onları aldatabildi ve ne de onlar dün­yaya aldandı; (âhirete) ilgi gösterip onu talep ettiler ve gecikmeksizin de maksatlarına erdiler. Eğer dünya senin gibi yaşlı, ilimli ve eceli yakın birisi yanında bu kadar değer kazanırsa, o zaman yaşı az, bilgisi yetersiz, düşüncesi zayıf ve aklı kâmil ol­mayan bir kimse nasıl kurtulabilir? "İnna lillah ve inna ileyhi raciun."
(Bu halimizle) Kime güvenelim?! Ve kime şikâyet edelim?! Biz keder ve üzüntümüzü ve sende gördüğümüz şeyi Allah'a şikâyet edi­yoruz ve elinden çektiğimiz musibetleri de Allah'a bırakıyoruz.
Küçüklük ve büyüklük döneminde nimeti ile halk arasında seni besleyen Allah'a nasıl şükredeceğine, halk arasında dini ile sana haysi­yet verene nasıl tâzim edeceğine, kisvesi ile seni örtenin kis­vesini nasıl koruyacağına, kendisine yakın ve dergâhında hakir olmayı sana emre­den kimseye nasıl yakın ve uzak olacağına dikkat et. Neden uykudan uyanmıyor ve yanlışlığından dolayı af dilemiyor da açıkça şöyle demi­yorsun?: "Allah'a andolsun ki, ben şimdiye kadar bir defa olsun, Allah'ın dinini diriltmek veya batılı yok etmek için kıyam etmedim." İşte bu ikrarın kendisi, ilmin yükünü omzuna bırakan Allah'a şükretmektir. Beni en fazla korkutan şey, Allah'ın buyurduğu şu kimseler gibi olmandır: "Onlardan sonra öyle bir soy geldi ki, namazı zâyi etti onlar, şehvetlerine kapıl-dılar, pek yakında onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır."(7)
Allah Kur'ân'ın yükünü senin omzuna bırakıp ilmini sana ema­net vermiş ve sen ise onu zayi etmişsin. Seni duçar ettiği beladan bizleri kurtaran Allah'a hamd olsun.
Vesselam.

kIsa sözlerİ

1- Acı kaza ve kadere razı olmak, yakinin en yüksek mertebe­sidir.
2- Nefsinin kıymetini bilene, dünya hakir görünür.
3- “Halkın en değerlisi kimdir?” diye sorduklarında: "Dünyayı kendisi için bir değer bilmeyen kimsedir." buyurdu.
4- Birisi, İmam aleyhi's-selâm'ın huzurunda: "Allah'ım, beni kullarına muhtaç kılma." dediğinde şöyle buyurdu: "Öyle değildir, çünkü insanlar birbirlerine muhtaçtır; fakat sen şöyle de: "Allah'ım, beni kötü kullarına muhtaç kılma".
5- Allah'ın verdiğine kanaat eden, halkın en zenginlerindendir.
6- Takvayla yapılan hiçbir amel az olmaz; Allah katında kabul olan bir şey nasıl az olabilir ki?
7- İster ciddi olsun, ister şaka, büyük ve küçük her yalandan sakının. Çünkü insan küçük yalan söylediği zaman yavaş yavaş büyük yalan söylemeye de cüret eder.
8- Düşmanının senin hakkında Allah'a karşı günah işlemekte olduğunu görmen, Allah'ın bir yardımı olarak sana yeter.
9- Hayrın tümü, insanın kendisini (çirkin işlerden) korumasıdır.
10- İmam aleyhi's-selâm evlatlarından birine şöyle buyurdu: Oğlum, Allah beni senin için beğenmiş, ama seni benim için beğenmemiştir; (işte bunun içindir ki) benim hakkımda sana tavsi­yede bulunmuştur, ama senin için bana tavsiyede bulunmamıştır. Az bir hediyeyle de olsa (babana) iyilik yapmayı terketme.
11- Birisi: “Zühd nedir?” diye sorduğunda, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Zühd on kısımdır, zühdün en yüksek derecesi, vera'nın (şüpheli şeylerden çekinmenin) en aşağı derecesidir; vera'nın en yüksek derecesi de yakinin en aşağı derecesidir; yakinin en yüksek derecesi de rızânın en aşağı derecesidir. Zühd, Kur'ân'ın bir ayetinde şöyle açıklanmıştır: "Elinizden çıkarıp kaybettiğiniz şeye üzülmeyin ve size verdiği şeyden dolayı da sevinmeyin." (8)
12- Halktan bir şey istemek, hazır bir fakirlik olduğu gibi, zil­letli bir yaşayışa, hayânın yok olmasına ve vakarın da azalmasına sebep olur. Halka az ağız açmak ise peşin bir zenginliktir.
13- Allah katında en sevimliniz, ameli en güzel olanınızdır. Ameli en üstün olanınız, Allah indinde olan sevaba en fazla rağbet göstere­ninizdir. Azabından daha çabuk kurtulanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. O'na en yakın olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır. Allah'ın hoşnutluğunu en fazla kazananınız, ailesinin refahını en iyi sağlayanınızdır. Ve en değerliniz ise, takvası daha çok olanınızdır.
14- Evlatlarından birine şöyle buyurdu: Oğlum, dikkat et beş kim­seyle arkadaş olma, onlarla konuşmaya dalma ve onlarla yolcu­luğa çıkma. "Babacığım onlar kimlerdir?" diye sorduğunda İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Sakın yalancıyla arkadaş olma, çünkü böyle birisi serap gibi (aldatıcı)dır; uzağı yakın ve yakını da uzak gösterir sana. Sakın fasıkla arkadaş olma; çünkü böyle birisi seni bir öğün veya ondan daha az bir yemeğe satar. Sakın cimriyle arkadaş olma; zira ona en çok muhtaç olduğun bir zamanda malını esirgeyerek seni terkeder. Sakın ahmakla arkadaş olma; çünkü o sana fayda ver­mek isterken zarar verir. Sakın sıla-i rahmi kesen bir kimseyle de arkadaş olma; çünkü Kur'ân-ı Kerim'de onu mel'un olarak gördüm.
15- Şüphesiz, Müslümanın Allah'ı tanımasının nişanesi ve dininin kemâli, yararsız sözleri terketmesi, az cedel yapması, hilimli, sabırlı (AY1) ve güzel huylu olmasıdır.
16- Ey Ademoğlu! Kendi kendine öğüt veren olduğun, kendini muhasebe etmeyi düşündüğün ve Allah'tan korkmak, gömleğin; günahtan sakınmak ise örtün olduğu müddetçe daima hayırdasın. Ey Ademoğlu! Sen öleceksin, sonra dirilip (hesap vermek için) Allah'ın huzurunda duracaksın. Öyleyse O’na cevap hazırla.
17- Ne Kureyş’ten ve ne de Araptan olan bir kimse için, tevazu­dan başka hiçbir iftihar yoktur. Üstünlük, ancak takvayladır ve amelin değeri ise niyete bağlıdır. Gerçek ibadet de ancak dinde bilinç sahibi olmaya bağlıdır. Ey insanlar, bilin ki Allah katında en fazla nefret edilen kimse, bir imamın gidişatını kabul edip (onun imam olduğuna inanıp) amellerine uymayan kimsedir.
18- Mü'min dua ettiğinde üç sonuçtan biri gerçekleşir: Ya kendisine ahirette azık olur veya bu dünyada kabul olur ya da ona ulaşacak bir belayı geri çevirir.
19- Münafık, (diğerlerini) günahtan sakındırır; ama kendisi sakın­maz. Namaza durduğunda (Allah'tan) yüz çevirir (fikir ve kalbiyle başka şeylere yönelir); rükuya gittiğinde (doğrulmadan koyun gibi) yere çöker; secde ettiğinde (karga gibi) başını yere vu­rup kaldırır; akşamlar, (oruç tutmaksızın) düşüncesi yemek olur; sabahlar, (gece) uykusuz kalmaksızın gündüz uyumayı düşünür. Ama mü'minin ameli hilmiyle birliktedir. Öğrenmek için oturur; salim kalmak için susar; dostların ona emanet ettiği sırrı açıp söylemez; yabancılar için tanıklığı gizlemez (şahitlik yapmaktan kaçmaz); hak olan bir işi gösteriş için yapmaz ve utanarak da onu terketmez; övülüp tezkiye edilirse, onların söyledikleri sözlerden (gurura kapılır diye) korkar; bilmedikleri günahları için Allah'tan mağfiret diler ve cahillerin cehaleti ona zarar vermez.
20- Şifa bulan bir hastayı görüp şöyle buyurdu: Günahlardan tertemiz olman mübarek olsun. Allah seni hatırlamıştır, sen de O’nu hatırla; günahlarını affetmiştir, sen de O’na şükret.
21- Beş şey elde etmek için seferlere çıksanız, binekleri yorup güçsüz kılsanız, yine de onların mislini elde edemezsiniz: Hiçbir­iniz günahından başka bir şeyden korkmasın. Hiçbiriniz Rabbinden başkasına ümit bağlamasın. Hiçbiriniz kendisinden, bilmediği bir şey sorulunca, onu öğrenmekten (başka bir nüshaya göre: bilmi­yorum demekten) utanmasın. (Sabredin; çünkü) sabrın imana göre konumu, vücuttaki baş gibidir. Sabrı olmayanın imanı olmaz.
22- Allah buyuruyor ki: Ey Ademoğlu! Verdiğim şeye razı ol ki, insanların en zahidlerinden olasın. Farz kıldığım şeye amel et ki, halkın en çok ibadet edeni olasın ve haram kıldığım şeyden kaçın ki, halkın günahlardan en çok çekineni olasın.
23- Nice insanlar var ki, hakkında söylenen övgüyle aldanmıştır; ve nice insanlar var ki, Allah'ın, (günah ve sırlarını) örtmesiyle mağrur olmuştur; ve yine nice insanlar var ki, Allah'ın onlara ver­diği ihsanla meşgul olup gaflete dalmışlardır.
24- Birleri, onlarına galip olan kimseye yazıklar olsun. (Bir günaha karşılık bir ceza, bir haseneye karşılık da on mükâfat veril­diği için birlerden maksat günahlar ve onlardan maksat sevap işlerdir.)
25- Gerçekten dünya bize sırt çevirerek gitmekte; ahiret ise bize yönelerek gelmektedir. Bunlardan her birine uyanlar vardır; siz ise ahirete uyanlardan olun, dünyaya uyanlardan olmayın. Dünyada zühd edip ahirete meyledenlerden olun. Çünkü zahidler, yeryüzünü kendi­lerine sergi, toprağı döşek, keseği yastık, suyu ise esans et­mişlerdir. Geçimleri için, ancak az bir miktar dünyadan koparırlar.
Bilin ki, kim cennete müştak olursa, iyiliklere koşar ve şehvetler­den uzaklaşır. Kim ateşten korkarsa, günahlarından tövbe ederek Allah'a yönelir, haramlardan sakınır. Kim dünyaya rağbet göster­mezse, dünya musibetleri ona kolay gelir, hatta onları çirkin bile görmez. Allah-u Teâla'nın bazı kulları vardır ki, kalpleri ahirete ve ahiretin sevabına bağlanmıştır; sanki onlar, cennet ehlini, cennette ebedi, nimet ve refaha kavuşmuş olarak görürler; cehen­nem ehlini ise cehennemde azap çektikleri halde görürler. İnsanlar, onların şer ve kötülüklerinden korunmuşlardır. Çünkü onların kalpleri insanlarla değil, Allah korkusuyla meşgul olmuştur; gözlerini harama yum­muşlardır; insanlara olan ihtiyaçları pek azdır; geçimlerinde Allah'ın verdiği az azığı kabul eder, az bir yemekle yetinirler; kıyametin uzun hasretinden kurtulmak için bu kısa günlere sabrederler.
26- Birisi İmam aleyhi's-selâm'a: "Ben seni Allah rızası için çok seviyorum." dedi. İmam aleyhi's-selâm başını aşağı eğip şöyle buyurdu: "Allah'ım, senin bana buğzedip de insanların, beni senin için sevmesinden sana sığınıyorum." Daha sonra buyurdular ki: “Ben de, rızası uğruna beni sevdiğin Allah için seni seviyorum."
27- Şüphesiz Allah-u Teâla, ısrarla dilencilik yapan cimri kim­seyi sevmez.
28- Nice aldanmış mağrur kimseler vardır ki, boş şeylerle meşgul olup sevinçle sabahlarlar ve Allah'ın onlara gazap ettiğini ve bununla cehennem ateşine düşeceklerini bilmedikleri halde yi­yip içerler.
29- Geliri miktarınca infak etmek , zenginliği miktarınca ailes­inin refahını sağlamak, kendisi hakkında insanlara hak vermek ve selam vermekte öne geçmek müminin sıfatlarındandır.
30- Üç şey mü'minin kurtarıcısıdır: Dilini insanlardan ve onların gıybetini yapmaktan korumak, dünya ve ahireti için yararlı olan şey­lerle meşgul olmak, günahlarından dolayı çok ağlamak.
31- Mü'minin, mü'min kardeşinin yüzüne sevgi ve muhabbetle bakışı ibadettir.
32- Üç şey her mü'minde olursa, Allah'ın sığınağında olur; Allah-u Teâla kıyamet günü, arşının gölgesinde ona yer verir ve onu o büyük günün korkusundan kurtarır: Halkın kendisi için nasıl davranmalarını istiyorsa, onlara aynı şekilde davranması; Allah'a itaat veya masiyet olduğunu bilmeden hiçbir işe başlamaması ve kendisindeki ayıbı gidermeden, kardeşini o ayıpla ayıplamaması. İnsanın kendi ayıbıyla meşgul olması, halkın ayıplarını aramaya fırsat bulmaması için ona yeterlidir.
33- Allah katında, O'nu tanımaktan sonra, karın ve tenasül or­ganın iffetini korumaktan daha sevimli bir şey yoktur. Yine Allah nezdinde, O'ndan bir şey dilenilmesi kadar sevimli hiçbir şey yok­tur.
34- Oğlu İmam Muhammed Bâkır aleyhi's-selâm'a şöyle buyurdu: "Kim senden bir iyilik yapmanı isterse yap; eğer ona lâyık olursa, bu yerinde bir davranıştır; eğer lâyık olmazsa, sen böyle davranmaya layıksın. Sağında iken sana küfür eden bir kimse, soluna geçer de özür dilerse özrünü kabul et."
35- Salih insanların meclisi, insanı iyiliğe götürür. Bilginlerin âdâbı, aklı çoğaltır. Ulu'l-emre (ilahî hükümdarlara) itaat etmek izzetin ke­malidir. Bir şey üreterek malını çoğaltmak yiğitliğin kemâlidir. İstişare edene doğru olanı göstermek, nimetin hakkını eda etmektir. Halkı incitmekten sakınmak, aklın kemâli (olduğu gibi), kısa ve uzun va’dede de bedenin rahatlığına sebep olur.
36- İmam aleyhi's-selâm, "Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışırsanız sayamazsınız."(9) ayetini tilavet ettiğinde şöyle buyurdu: Münezzehtir O Allah ki, nimetlerini tanıma hususunda hiç kimseye acizliğini itiraf etmekten fazla ilim vermemiştir ve Allah'ı idrak etme hususunda hiç kimseye O’nun zatını idrak ede­meye­ceklerini anlamaktan fazla marifet vermemiştir. O'nu idrak etmekten aciz olduklarını anlayanların bu marifetini övmüş ve aciz olduklarının bilincinde olmalarını, onların şükrü kılmıştır. Nitekim, künhünü idrâk edemeyeceklerini anlamalarını da iman kılmıştır. Zira O biliyor ki, kullarının gücü ancak bu kadardır ve bundan öteye geçemez.
37- Münezzehtir O Allah ki, nimeti itiraf etmeyi hamd ve şük­retmek­ten aciz kalmayı itiraf etmeyi de şükür saymıştır.

Dipnotlar

--------------------------------------------

(1)- Al-i İmran Sure'sinin 28. ayetine işarettir.
(2)- A'raf/200.
(3)- Nahl/47-49.
(4)- Enbiya/11-14.
(5)- Enbiya/49.
(6)- Yunus/23.
(7)- Hud /112.
(8)- Fatır/25.
------------------------------

(1)- Şura/41-42-43.
(2)- Nahl/126.
(3)- Müslümanların himayesinde olan veya Müslümanların anlaşma yaptığı Hıristiyan, Yahudi vs. gibi gayr-i müslim topluluklar.
(4)- Mü’minun/99.
(5)- İbrahim/14.
(6)- Enbiyâ/94.
(7)- Teğabün/15.
(8)- Hadid/20-21.
(9)- Haşr/18-19.
(10)- Beled/8-9.
-------------------------

(1)- Zühri, bu hadisden de anlaşıldığı kadarıyla Emevilerin saray alimlerinden olup kadılık ve fetva makamında oturan bir kimsedir.
(2)- İbrahim/7.
(3)- Al-i İmran/187.
(4)- A'raf/169.
(5)- Zariyat/55.
(6)- Bu bölüm, ilim öğrenmek için onun etrafında toplanan öğrencilerle ilgilidir.
(7)- Meryem/59.
(8)- Hadid/23.
(9)- İbrahim/34.

 

Yeni yorum ekle