İMAM ZEYNELABİDİN(a.s)IN KİŞİLİĞİ VE FAZİLETLERİ
Ailesi ve çocukluk Dönemi
İslam ümmetinin yaşadığı en parlak günlerden bir gün, İmam Ali (a.s)`ın adil hükümeti çatısı altında İran'ın doğu ayetlerinden birinde, vali olarak görev yapan Haris b. Cabir Hanefi, İran'ın son padişahı Yezdgird`in kızlarından ikisini hilafet merkezine göndermişti. İmam Ali (a.s) bu kızlardan "Şahzenan"ı oğlu Ebu Abdullah-il Hüseyin (a.s) ile diğerini de öğrencisi Muhammed b. Ebubekir ile evlendirdi. "Seyyidetün Nisa" (kadınların efendisi) idi ve bu lakap da sadece Peygamber efendimizin (s.a.a) kızı Fatımat-üz Zehra (s.a)`ya mahsus olan bir lakaptı. Bu değişikle aradaki isim benzerliği de, böylece kaldırılmış oluyordu. Ayrıca bu isim, ilahi takdir gereği ve yine Hz. Fatıma (s.a.)`ya has olup, başkalarında bulunmayan bir takım sıfatlar ve özelliklerden dolayı ona ait idi ve dolayısıyla bu hatun (Şahızenan)da Müslüman kadınlar arasında ikinci sırayı almış oluyordu. Şahızenan`ın yeni adından da (Şehribanu) anlaşıldığı üzere, bu hatun, artık Medine şehri kadınlarının efendisi oldu. Nitekim, Allah Resulü (s.a.a) bir gün kızı Fatıma (s.a)`ya şöyle buyurmuşlardı: "Kızım! Dünya kadınlarının efendisi olmaktan razı değilmisin? Hz. Fatıma: "Acaba ben de Meryem gibi miyim?" diye sorduğunda Resulullah (s.a.a) ikinci kez şöyle buyurdular: "O sadece kendi dönemindeki kadınların efendisi idi, senin gibi her dönem kadınlarının efendisi değil..." Bir başka açıdan ele alınacak olunursa, İmam Ali (a.s)`ın, oğlu Hüseyin (a.s)`ın eşine "Meryem" adını verip "Şehribanu" olarak lakaplandırması da pek çelişki doğurmamaktadır. Zira her iki isim de sonuçta aynı anlama gelmektedir. Bu yüce hatunun yaşantısı hakkında tarihte her ne kadar bilgi azlığı varsa da daha önce de deyinildiği gibi: İmam Ali (a.s)`ın ona olan ilgisi ve yine Hz. Hüseyin (a.s) ile onun arasında bir evlilik bağının olması, doğal olarak karşımıza şu sonucu çıkaracaktır ki; Şehribanu hatunun Ehl-i Beyt (a.s)`ın yanında pek az kadının erişe bildiği çok özel bir yeri ve konumu vardı. Henüz evliliklerinden birkaç ay bile geçmemişken vahiy evi sevinç ve mutlulukla dolup taşmıştı. Bu hatun, Şaban ayının beşinci günü 38 h.`de risalet hanedanına mübarek bir evlat takdim etmişti. Bu kutlu haber Emir'ul Müminin Ali (a.s)`a iletildiğinde hazret böylesine büyük bir ilahi nimet karşısında şükür secdesine vardı ve ardından bu çocuğa "Ali" adın verdi. İlahi takdir gereği bu çocuğun İmamet üzerine doğması ve imamların neslinin ondan devam etmesi gerekiyordu, öyle de oldu... Üçüncü İmam (Hz. Hüseyin (a.s)`dan bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: "Bir gün Resulullah (s.a.a)'in yanına gittim. Beni kucağına oturttuktan sonra bana hitaben "Ey Hüseyin, diye buyurdu. Allah-u Teala çocukların arasından dokuzunu Müslümanların imamlığını üstlenmeleri için seçmiştir. Bunların sonuncusu Hz. Kaim (Hz. Mehdi (a.f)`dir. Allah'ın yanında hepsi de aynı makama sahiptirler." İbn-i Abbas`tan nakledilen rivayete göre Resul-u Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve onun dokuz evladı pak ve masumuz." İmamet ve risalet nesli İmam Zeynelabidin (a.s) vesilesiyle devam etmiştir. Zira onun dışında İmam Hüseyin (a.s)`in oğullarının tümü Kerbela hadisesinde şehid düşmüş geriye ondan başka neslini devam ettirecek kimse kalmamıştı. Bu mübarek çocuk, risalet okulunda ve imametin gölgesi altında büyümüş, dolayısıyla daha ileride de göreceğimiz gibi İslam mektebinde tam bir ölçü, örnek olmuştur. Ceddi Ali (a.s), amcası Hasan (a.s) ve babası da Hüseyin (a.s) olan biri için bu, o kadar da şaşılacak bir konu olmasa gerek... Zira bu çocuk, onların terbiyesi altında büyümüştür. Risalet Hanedanının Dilinden
Bilinçli her insan için şu bir gerçektir ki; İmam Zeynelabidin (a.s)`ın imameti, İmam Hüseyin (a.s)`ın geride kalan tek evladı olduğu ve dolayısıyla imameti babasından bu sebeple aldığı düşüncesi yanlıştır. Aksine, İmam Zeynelabidin (a.s)`ın imameti, Allah`ın taktiri ve emriyle gerçekleşmiştir; başka bir sebepten dolayı değil... Üzerinde İmam`ın adını taşıyan, onu böyle bir makama layık bilen ve ondan başkasını bu makama layık görmeyen, dini ve İslami öğretiler olup; Müslümanlara ve dinin takipçilerine onlara itaat etmelerini emreden de yine bu öğretilerin ta kendisidir. Gerçekte ise bu öğretiler, Resul-u Ekrem (s.a.a) ve onun hakiki naiplerinin bu konudaki sözlerinden oluşmaktadır. Aşağıda yer alan hadisler, bu konu hakkında rivayet edilen en güzel örneklerden sadece bir kaçıdır: 1- Cabir b. Abdullah (Cabir b.Yezid Cafi`den edilen rivayete göre der ki:" "Allah`a Peygambere ve içinizden emir sahiplerine itaat edin..." ayeti nazil olduğunda Resul-u Ekrem (s.a.a)`e "Seni ve Allah`ı tanıdık; ama onlara itaat etmek,size itaat etmek kadar önemli olan emir sahipleri de kim oluyor?" diye sordum. Hazret şu cevabı verdi:" Onlar, benden sonra gelecek olan naiplerim ve Müslümanların imamıdırlar. Bunların ilki Ali b. Ebu Talip ondan sonra Hasan, Hüseyin ve Ali b. Hüseyin (İmam Zeynelabidin) ile diğer evlatlarıdır." 2- "...Cabir Resul-u Ekrem (s.a.a)`e "Ali (a.s)`ın neslinden gelen imamlar kimlerdir?" diye sordu. Allah Resulü cevap olarak şöyle buyurdular: "Cennet gençlerinin iki efendisi Hasan ve Hüseyin, onlardan sonra Zeynelabidin, ondan sonra Bakır, ondan sonradır. (Hadisin muhtevası geniş olduğundan sadece konuyla ilgili olan bölümüne deyinilmiştir.) 3- Abdullah b. Cafer Tayyar der ki: " Allah Resulü (s.a.a)'den duydum, şöyle buyuruyorlardı: "Doğrusu ben, müminlere kendi nefislerinden daha yakınım; kendileri hakkında karar alma konusunda dahi, yine kendi nefislerinden daha layığım. Benden sonra kardeşim Ali, onun şahadetinden sonra oğlum Hasan, ondan sonra Hüseyin, ondan sonra Ali b. Hüseyin de böyledirler." 4- Emir-ül Müminin Ali (a.s), şahadetinden önce, ölüm anında oğlu Hz. Hasan`a şöyle vasiyet etmişti: 5- Kuleyni, İmam Sadık (a.s)`ın şöyle buyurduğunu nakleder: "İmam Hüseyin (a.s) Medine'den ayrılıp Irak`a doğru yol aldığında kitaplarıyla vasiyetnamelerini Ümmü Seleme'ye emanet etti. İmam Zeynelabidin (a.s) Medine'ye döndüğünde ise bu hatun, İmam Ali (a.s)'dan aldığı emanetleri ona geri verdi." İMAM`IN ÜSTÜN KİŞİLİĞİ
İmamın kendisinden başka kimsenin nail olamadığı, eşsiz bir islami terbiye ve içinde büyüdüğü özel koşullar dolayısıyla kişiliği tamamen tekamüle ulaşmış, ilahi ve İslami değerler konusunda örnek bir insan oluvermişti. Bu yüzden, İmam (a.s)`ın manevi ve fikirsel kişiliği hakkında bir çok düşünür ve İslam alimi görüş belirtmiş, onun üstün kişiliğinden söz etmişlerdir. Zehri, bu konuda şöyle der Said b. Müseyyib Kureyş`li bir gencin İmam Zeynelabidin (a.s)'ın şahsiyeti hakkında sorduğu bir sorusuna şu cevabı vermiştir: "O, abitlerin önderi ve efendisi Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip`tir (a.s)..." "Zeynelabidin (a.s); ilimde, zühtte ve takvada babasının mirasçısı idi." Bu kimseler, konuşmalarında İmam (a.s)`ın üstün kişiliğini tamamen itiraf etmişler, bu konudaki inançlarını açıkça ortaya koymuşladır. Gerçi İmam (a.s)`ın üstünlüğü o kadar açıktır ki; insaf sahibi her insanı hakikatleri ve ikrara zorlamaktadır. İmam Zeynelabidin (a.s), risalet evinden aldığı seçkin bir terbiye ile manevi ve ruhsal yönden, o dönemler Resulullah (s.a.a) ve masum imamlardan (a.s) başka kimsenin sahip olmadığı derecede ilerleme göstermişti. Öyleki, zamanının çocuğunu münacat ve ibadetle geçiriyordu. Bu nedenle, Allah-u Telala ile yakın bağından dolayı "Zeynelabidin, Seccad, Zisefenat " şeklindeki lakaplarla da anılmıştır. İmam (a.s)`a "Zeynelabidin" lakabının veriliş nedeni Zehri`nin ibn-i Abbas aracılığıyla Resulullah (s.a.a)`den naklettiği şu hadistir: "Kıyamet günü "Zeynelabidin nerede?" diye seslenilecek. İşte o sırada Ali b. Hüseyin`in (a.s) safları yara tara öne çıktığını göreceğim." Aynı şekilde yanında ne zaman secde ayeti okunsa yine secde ederdi. Vacip namazların ardından ve karşılaştığı zorlukların halli için ve... defalarca secde ederdi. Öyle ki, tüm secde yerleri; alnı, elleri ve dizleri nasır bağlamıştı. Dolayı siyle ona "çok secde eden" anlamına gelen "Seccad" lakabı verildi." "Zisefenat" (çok nasırı olan) olarak lakaplandırılmasının nedeni ise yine, çok secde ettiğinden dolayı secde yerlerinin su toplaması ve adeta deve bacağı gibi nasır toplamasından kaynaklanmaktadır. İmam (a.s) abdest alırken Allah korkusuyla adeta rengi sararır, namaza dururken de yine aynı korkudan dolayı titremeye başlardı. İmam Bakır (a.s), bu konuda şöyle buyurur: "İmam Zeynelabidin (a.s), namaz saati geldiğinde ezik ve zelil kullar gibi Rab binin karşısına geçer, Allah korkusuyla adeta kavak ağacı gibi titremeye başlardı. Namaza durduğunda ise sanki bu son namazıymış gibi namaz kılardı." Tavus Yemeni der ki: "Ali b Hüseyin (a.s), her akşam sabahlara kadar namaz ve niyazla meşgul olur, yalnız kaldığı zamanlar ise başını gökyüzüne kaldırarak şunları söylerdi: "Ey Allah`ım! Yıldızların gökyüzünden kullarına ve hareket halindeki her şeye gözünü diktiği, rahmet kapılarının kullarına doğru açıldığı şu sıralarda bana merhamet etmen, günahlarımı bağışlaman ve kıyamet gününde gözlerimi Muhammet (s.a.a)'ın cemaliyle nurlandırman için sana geldim. "Ardından, ağlar ve şöyle devam ederdi: "Allah`ım ! izzet ve Ceberut sıfatlarının üzerine yemin ederim ki, sana karşı olmak gayesiyle günah işlemedim. Ceza ve azabına karşı cahil ya da inkarcı da değilim. Ama, ey Allah`ım! nefsim beni kandırdı, üzerine perde çektiğin günahlarım, aynı günahları (tekrar) işlemem için beni bu işe teşvik etti. Ey Allah`ım! Beni senin azabından kim kurtarabilir? Eğer seninle olan irtibatım kesilirse artık kimin ipine sarılabilirim? O halde, kıyamet gününde ayıplarımla, eksikliklerimle ve günahlarımla huzuruna çıkarsam yazıklar olsun bana, yazıklar olsun utancıma ve hayama. O gün gelip çattığında, (dünyadayken) iyi işlerde bulunup da yükleri hafif olanlara geçiş izni verildiğinde ve ardından, kötü işlerde bulunup yükleri ağır olan kimselere "durun! "denildiğinde acaba ben de iyi amel sahipleriyle birlikte geçip gidebilecek miyim? Yoksa, yükleri günahlarla daha ağırlaşan kötü amel sahipleriyle mi kalacağım? Yazıklar olsun bana! Ömrüm uzadıkça günahlarımın ağırlığı da bir o kadar artmakta... Oysaki, henüz sana dönmüş değilim ve yaptıklarımdan ötürü pişmanlık dahi duymamışım! O halde, Rabbime karşı utanç duymamın sırası gelmedimi hala?!" İmam (a.s) yaşlı gözlerle yine şunları söylüyordu: Allah`ım! Ben senin emirlerine karşı itaatsizlik ediyorum sen ise buna göz yumuyorsun. Asilerle, sanki onlara ihtiyacın varmış gibi, dostça geçiniyorsun. Oysa ki sen, hiçbir mahluka muhtaç değilsin" İmam (a.s), Tavus`un sözlerini dinledikten sonra dikkatini üzerine çeker şu cevabı verdi: "Sen ey Tavus! Bana babamdan, annemden ve ceddimden bahsetme! Çünkü Allah cenneti iyi amel sahipleri için yaratmıştır; o halde bu kimseler Habeşli zenci köleler de olabilir. Ateşi de asiler ve haddi aşanlar için mukadder kılmıştır; o halde bunlarda Kureyş kabilesine mensup kimseler olabilir. Her şeyden münezzeh olan Allah-u Talanın şöyle buyurduğunu duymadın mı: "Sur üflendiği vakit artık aralarında hiçbir bağ kalmaz ve onlardan yakınları (akraba bağları) da sorulmaz." O gün sadece ve sadece önceden işlenen salih ameller insanın yardımına koşacaktır. İmam Bakır (a.s)`ın babası İmam Zeynelabidin (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali b. Hüseyin (a.s), tüm varlığını iki kez Allah-u Teala ile paylaştı." İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Ali b. Hüseyin (a.s), Allah`a ibadet konusunda çok çaba sarfeder; gündüzleri oruç tutar, geceleri ise (sabahlara kadar) ibadet ederdi. Bu yüzden bedeni epey zayıf düşmüş, dolayısiyle de yıpranmıştı. Bir ara ona hitaben babacığım, dedim. Neden kendini zor durumda bırakıyorsun? İmam (a.s), şu cevabı verdi: " Allah-u Talanın beni dergahına kabul etmesi ümidiyle bunları yapıyorum..." İnsan, İmam Zeynülabidin (a.s)`ın dualarını okuduğu vakit, onun Allah`a olan tarif edilmesi güç aşkını, ona olan sevdasını net bir şekilde görebilir. Nitekim, dualarından birinde şöyle buyurmaktadır: "Allah`ım! Eğer senin emrine itaat etmek bize vacip olmasaydı, yine de seni hamd ve tesbih ederdim. Gerçi, benim seni tesbih ve takdis etmem senin sırının ya da şanının ancak bu kadarını hakkettiğinden dolayı değil, seni anmadaki gücümüzün ancak bu kadarına layık olduğundan kaynaklanmaktadır ve ben nimetlerine karşı şükrederek veya mukaddes zatına hamdederek üzerimdeki hakkının üstesinden asla gelemem! Biz kullarına bağışladığın en büyük nimet, seni zikredebilmemiz ve anmamız için bize izin, dilimize de kuvvet vermendir. Ey Allah`ım! Adının ve yadının azınlıkta (yalnızlıkta) ve çoğunlukta, darlıkta genişlikte, gece-gündüz daima zihinlerimizde kalmasını ve hatırımızdan asla çıkmamasını sağla! Bizleri benimseyip sevdiğin hayır işlerde, atak ve başarı kıl ve kapsamlı terazinle bizleri ödüllendir!..." sahip olup; ilim, hikmet, zühte ve takva pınarları yine bu dualardan kaynağını almaktadır. Bu nedenledir ki, İmam`ın dualarını içeren "Sahife-i Seccadiye" adlı kitabı, öteden beri, hak yolunun yolcuları olan müminler ve muttakiler için manevi bir azık, ilham verici bir kitap olarak telakki edile gelmiş, o tarihlerden günümüze kadar bu amaçla kullanılmıştır. 2- Ahlaki Yönü
Ahlaki yönünden amaç, İmam (a.s)`ın halkla ilişkiler ve toplumsal hayat konusunda ortaya koyduğu tavır ve davranışlarıdır. Gerçi İmam Seccad (a.s)`ın halkla ilişkiler ve inanç konularında diğer imamlarla hiç bir ihtilafı yok idi ancak, zamanın şartlarına ve mısdaklarına göre bazı tavır ve metot farklılıkları mevcuttu. Dolayısiyle aralarında; fikri, toplumsal ve siyasi faaliyetler konusunda ihtilaf varmış gibi görünse de bunlar, temel fikirler üzerinde değil; tarihi, siyasi ve toplumsal ortamın farklı oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu başlık altında İmam Seccad (a.s)`ın fikri ve manevi yüceliğini, doğru yol olan Allah`ın yolu üzerinde payidar kaldığı ve bu yolda halkla ilişkiler konusunda izlediği ahlaki tutumlarını, yine ahlaki açıdan ele alarak görsel örnekler şeklinde açıklamaya çalışacağız: İmam(a.s)ın Halka Duyduğu Yakın İlgisi
Bu konuda, İbn-i İshak`ın rivayeti çok ilginçtir. İbn-i İshak şöyle der: "Medine`de yaşayan fakir ailelerin günlük yiyecekleri meçhul bir yerden karşılanıyordu. Ali b. Hüseyin (a.s) hatta veda ettiğinde bu yiyecekler de kesildi. İşte o zaman, yiyecekleri kimin gönderdiği konusu da böylece anlaşılmış oldu." İmam Bakır (a.s), babası (Zeynelabidin (a.s)`ın geceleri içi yiyecek dolu çuvalla evden dışarı çıktığını, fakir evleri kapı kapı dolaşıp onlara yiyecek verdiğini ve onu kimse tanımasın diye yüzünü örttüğünü anlatır. Amir b Sabit, yine bu konu hakkında şöyle anlatır: Bir fakir yardım talebinde bulunduğundan İmam (a.s) ona doğru yönelir, şöyle karşılandı: "Selam olsun sana ey ahiret yükümü taşıyan ve yükümü hafifleten insan!" Sabrı ve Tevazusu
Diğer özellikleri gibi bu da İmam (a.s)`ın üstün ahlaki şahsiyetini gösteren başka bir yönüdür. Bir gün adamın biri İmama çıkışmıştı. Hizmetçiler (gulamlar) edepsizce davranışından ötürü bu adamı cezalandırmak istediler. İmam (a.s) onları bu işten men ederek bu adamdan biraz daha yakına gelmesini istedi. Adam yaklaşınca "Herhangi bir şeye ihtiyacın varmı?" diye sordu yaptıklarından pişmanlık duymuştu. Ardından İmam (a.s) ona elbise ve bir miktar da para verdi. Adam; (beklemediği olaylarla karşılaşınca:) "Şehadet ederim ki sen Allah Resulünün evladısın" (deyip oradan ayrıldı.) Yine bir gün adamın biri, İmam (a.s)`a yakışıksız şeyler söylemiş, İmam, cevap olarak sessiz kalmıştı. Bunun üzerine adam; bu sözlerden seni kastediyordum, deyince İmam; Bende günahını affettim, buyurdular. İmam Zeynelabidin (a.s)`ın bir kenizi vardı. Keniz, İmamın başını yıkaması konusunda daima yardımcı olur, başına su dökerdi. Bir gün, yine İmam (a.s)`ın başına su döktüğü bir sırada elindeki tas ansızın elinden çıktı ve İmamın başına isabet etti. İmam, başını kaldırıp gözlerini kenize dikti. Keniz; Hışmını yatıştır, dedi. İmam: Yatıştırdım, diye cevap verdi. Keniz: Hatamı bağışla, dedi. İmam, Bağışladığını söyleyince keniz tekrar: (O halde) bana bir iyilik yap dedi. İmam bunun üzerine kenize "seni Allah yolunda azat ediyorum "buyurdular. Bir gün İmam, kalabalık bir gurubun yanında geçiyordu. Arkasından gıybet (dedikodu) edildiğini duyunca onlara hitaben şöyle buyurdu: "...Öfkesini yenenlere ve halkın hatasından geçenlere gelince... İşte Allah, iyi işlerde bulunan (böyle) kimseleri sever " (o halde) ona karşı hışmımı yatıştırdım ve hatasını affettim. "Ardından ona doğru dönerek şöyle dedi: "İçinden ne geçtiyse bana söyledin; eğer ben söylediklerinin misdakı isem Allah`tan af diliyorum ve eğer öyle değilsem Allah seni affetsin! Onca yaptıklarına rağmen İmam`dan bu sözleri duyan adam, yaptıklarından ötürü pişmanlık duyarak: "Söylediğim onca çirkin şeyleri siz değil, ben hakketmiştim meğer! "Dedi. İmam (a.s)'ın yüce şahsiyetini açık ve net bir şekilde anlatan rivayetlerden biri de şudur: "İmam Zeynelabidin (a.s)'ın tezesinin varlıksız, fakir bir oğlu vardı. İmam, her akşam onun evine gider, kimliğini belirtmeden yardımda bulunurdu. Oysa teyzesinin oğlu her defasında "Allah yardımını benden esirgeyen Ali b. Hüseyin`den razı olmasın!"der, imam ise bu beddua karşısında tahammül gösterir, kendisini tanıtmazdı. İmam (a.s) hayata veda ettikten sonra bu yardımların da kesildiğini gören teyzesinin oğlu nihayet,ona yardım edenin İmam olduğunu anlamış, ağlar vaziyette ama, yaptıklarından utanç duyarak teyze oğlunun kabri başına koştu. İmam (a.s)`ın iyi ahlakına verilecek örnekler pek çoktur ancak, burada onların hepsine yer vermemiz mümkün değildir" Hişam'ı O halde görünce selam edip takipçilerinden ona eziyet etmelerini istedi. İmam daha sonra Hişam'a gönderdiği bir mesajında onu şu şekilde uyarmıştı: "Müptela olduğun servetin ile şu anki acizliğin arasındaki mesafeye bir bak! oysa ki, bizde ve cömertlik hazinemizde O kadar mal ve servet var ki, (bunların tümü) seni işkence köşelerinden kurtaracak güçtedir. O halde, bizden ve bize kendisini bize adayanlardan yana gönlün rahat olsun! Hişam, bu mesajı işittikten sonra şöyle dedi: "Gerçekten de Allah İmamet ve risalet emanetini kime vereceğini çok iyi biliyor. Hürre ayaklanmasının hemen ardından Ümeyye oğulları dönemi son bulmuş cezalandırmaktan korkan Emevilerden kıyıda köşede kim varsa, 3-Fikri Yönü
Daha önce de denildiği gibi, Şii imamları, Peygamberlerden başka, kimseyle aynı değerde olduğu söylenemeyecek fikirsel, bilimsel ve aklı tekamül düzeyleri açısından olağanüstü, yüce bir konuma sahiptirler. Zira onlar bir taraftan İslam Peygamberi (s.a.a)'in ilmi ve fikri hazinelerinin mirasçıları olup Hz. Ali (a.s) vesilesi ile bunları direkt olarak Peygamber (s.a.a)'den almışlar, daha sonrada nesilden nesile; bir İmamdan diğer bir İmama intikal ettirmişlerdi. Diğer taraftan ise, ruhlarının ve batınlarının saf ve arı olmaları nedeniyle de huzuri ilimler ve gaybi ilhamlar yoluyla bir takım ilme sahip ilme sahip idiler. Onların ilmi ve akli mutlak üstünlükleri, halka nazaran gerçekçidir. Tarihteki yaşantılarına göz atılacak olunursa, bunu çok açık bir şekilde görmek mümkündür. Zira onlar, yaşamları boyunca ilmi, fikri ve fıkhı sorunlara cevap vermekten kesinlikle aciz kalmamışlar; aksine, halkın ilmi ve fikri sorunlarını daima çözmüşlerdir. Şimdi, bu başlık altında, kitabın kapasitesine göre İmam Seccad (a.s)'ın ilmi ve fikri makamını, tarihteki hayatından bir kaç numune şeklinde sunmaya çalışacağız: 1-İlahi nimetlerin değişmesine yol açan günahlar şunlardır: Zulüm ve başkalarının hakkına tecavüz etmek iyi adetleri terk etmek, iyiliğe çağıranları duymamazlıktan gelmek,nimete karşı nankörlük edip Allah'a karşı şükretmeyi terketmek. (Zira) Allah Yüce Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: 2-Pişmanlığıda beraberinde getiren günahlar şunlardır: 2)Yardıma muhtaç yakınlarının ihtiyacı giderilinceye dek, onlara yardım etmekten çekinmek. 4-Düşmanların topluma musallat olmasına yol açan günahlar şunlardır: Açıkça zulümde bulunmak, fesadı aleni etmek, haram olan şeyleri helal saymak, iyilerin emrine karşı gelmek ve kimsenin güven duymadığı, yoldan çıkmış zararlı insanlara uymak. 5-Duaların kabulünü engelleyen günahlar şunlardır: Niyetlerin kötü olması ve (başkaları hakkında) kötü düşünmek, kötülük ve kötü huy, din kardeşlerine karşı riyakarlık etmek, dostların davetine icabet etmemek, farz namazları eda vaktinden öteye ertelemek, sadaka vererek veya hayır işlerde bulunarak Allah'a yaklaşılan yolları terketmek ve son olarakta (başkalarına) yakışmayan şeyler söylemek, küfretmek." Züht kavramının gerçek anlamının Kur'an'ın açıkladığı şekilde İmam (a.s)'da; Zühtün takva, yakin, rıza vb. gibi İslami geniş anlamlara sahip kavramlar arasındaki yerini güzel beyanıyla açıklamıştır. Bir başka hadisinde ise net bir dille nifak perdeleri, iki yüzlülük, insanların zahiri görüntüleri, mümin ve münafık konularına ve bunları birbirinden ayırdedici özelliklerine açıklık getirmiştir:"Görünüşte metin ve vakarlı, kılık-kıyafette temiz ve titiz birine rastlarsanız sakın onun zahirine aldanmayasınız! Nice insanlar vardırki, dini para karşılığında satarlar. Dine olan bakış açılarını, zahire aldanan saf insanlar karşısında süslerler. Bunların, haram mal yemekten yana korkularıda yoktur. Eğer birinin haram mal yemekten çekindiğini görseniz yine güvenmeyesiniz sakın. Zira insanların amelleri ve şehvet duyguları farklıdır. Öyleyse ona bir bakın; akıl ve fikir sahibimi, yoksa cahil ve düşüncesiz birimi? Eğer akıl sahibi ve düşünceli biriyse acaba aklınamı yoksa isteklerinemi uyuyor diye bir bakın ve yine makam sevdası varmı-yokmu diye araştırın. Zira, nice insanlar vardır ki, dünya malına meyilleri yoktur ancak, içleri batıl yere riyaset aşkıyla çalkalanmaktadır. Dünyada da, ahirettede hüsranda olan; ne dine nede dünyaya sahip bu insanlar, riyasetin izzetini, ahiretin zilletiyle satın almışlardır. Zira onlar, riyaseti elde etmek için haram fiillerden kesinlikle kaçınmazlar. Onu elde ettiklerinde ise her türlü katılığa, taş yürekliliğe başvururlar. İşte ahiret azabı onlarındır. İmam (a.s)'ın kalıcı fikirsel eserlerinden bir başkasıda bir grup yarenine hitaben yazdığı hukuksal ilimler içeren meşhur mektubudur. İmam (a.s), bu mektubunda insanların ferdi ve toplumsal görevlerine ve yine Allah-u Teala ile ilişkilerine değinerek şöyle buyuruyor: Senin kendi üzerinde ki, hakkın ise; kendini (daima) Allah'ın huzurunda bilmen ve gözünle, kulağınla, dilinle, elinle, ayağınla, bütün azaların ve organlarınla ona olan hakkını eda etmendir. Halkın sultan üzerindeki hakkına gelince... bilesin ki, onlar hem senin hem de kendilerinin güçlülüğünden dolayı halk sınıfına girmişlerdir. O halde onlarla insaf ve adaletinle muamele et. Onlara karşı bir baba şefkati ile yaklaş; hata yaptıklarında cezalandırmak için -acele etme. Onlar üzerinde seni velayet sahibi kıldığı için (daima) Allah'a şükret. Onlarla oturup kalktığın kimselere gelince onlarında senin üzerinde ki hakkı; (herhangi bir şeyi) onlardan gizli tutmaman, konuşurken mihriban olman, kalkarken izin alman, hatalarını görmemezlikten gelmen ve yad ederken iyiliklerinden başka şeylerini yad etmemendir. İKİNCİ FASIL
İMAMIN TOPLUMSAL KİŞİLİĞİ VE HÜSEYNİ HAREKETİN TAMAMLANMASI VE DEVAMI İÇİN GÖSTERDİĞİ ÇABALAR
İmam(a.s)ın İçinde bulunduğu Dönem Koşulları
Her İmamın gidişat ve davranışlarının içinde bulundukları siyasi, içtimai, fikri ve kültürel koşullara uygun olması, dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bu yüzden yaptıkları eylemleri, zamane koşullarını göz önünde bulundurmadan değerlendirmek yanlış olacaktır. Dolayısıyla, İmam Seccad (a.s)'ın gidişatındaki metodunu incelemeden önce, içinde bulunduğu tarihi koşulları araştırmaya çalışacağız.Örnek olarak, İmam (a.s)'ın hayatını üç ana döneme ayırmamız mümkündür: a) Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hayatı dönemi: Bu dönemde, O'nu tamamen itaatkâr ve İslami hareketin ilerlemesinde etkin bir asker olarak görmekteyiz. c) Müslümanlara emirlik etme görevinin ona havale edildiği dönem: Hz. Ali (a.s), bu dönemde ilk üç halife vasıtasıyla ortaya çıkan sapmaları düzeltmekle işe başladı: Yeni valileri iş başına getirdi, hükümet ve iktisat alanlarında hazırladığı islahatçı programlarıyla yeni düzenlemelere koyuldu, asi ve mütecaviz kimselere karşı katı ve sert muamelelerde bulundu. Hz.Ali'den sonra İmam Hasan (a.s)'da hareketin rehberliğinde farklı bir rol üstlendi. İmam Hasan (a.s)'ın Muaviye'yle sulh anlaşması imzalamadan önce ve sonraki rölleride değişik ve farklıydı. İmam (a.s)'ın İslami hedefleri ileriye götürmek için, içinde bulunduğu ortam koşullarına göre hareket etmesi üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir. Bir İmamın farklı ortamlara göre hareket etmesinde yada iki İmamın yöntemleri arasında farklılık varsa bu, şu demek değildir ki, onlar nereye gitseler olaylarla içiçeydiler ve bu olaylar doğrultusunda hareket ederlerdi, İmamların hayatını, içinde bulundukları asrın tarihi koşullarını göz önünde bulundurmadan incelemeye çalışmak, bu konuda bilgi sahibi olmayan kimseler, için hata ve yanlışlığa yol açacaktır. Örnek olarak; bazı kimseler, sulhu seçtiği gerekçesiyle İmam Hasan (a.s)'ı suçlu bulup İmam Hüseyin (a.s)'ı överken bazılarıda tam aksine, kardeşinin yolunu devam ettirmediği için İmam Hüseyin (a.s)'ı kınamaktadırlar. İmamlarımız, kendilerinden önce gelen İmamlarla aralarındaki konumdan kaynaklanan farklılığı açıkça beyan etmişlerdir. Örneğin; İmam Hasan (a.s), İslam'ın ve Müslümanların çıkarını korumak için Muaviye ile yaptığı sulhun en makul ve en doğal yol olduğunu, ondan başka yapılabilecek bir muamelenin ise hata doğurduğunu defalarca vurgulamış, sulhun nedenini şöyle açıklamıştır: "Allah Resulü niçin Zümre oğulları, Eşce oğulları ve Mekkelilerle Hudeybiye barış antlaşmasını imzaladıysa bende o yüzden Muaviye'yle barış antlaşmasını imzaladım ve ben şerri defetmek, Müslümanların katliamını önlemekten başka bir sebepten dolayı sulh etmedim." Ayrıca, İmam Hüseyin (a.s)'da kendisi hakkında "Benim şahadetimi Allah istemiştir." Diyerek şüpheleri hedefleri üzerinden kaldırmış, net bir dille içinde bulunduğu dönemde dindeki sapmalara ve saptırmalara karşı yapılabilecek en doğru hareketin silahlı mücadele olduğunu açığa kavuşturmuştur. Halbuki Yüce Allah şöyle buyurmamışmıydı. Doğrusu Allah, Müslümanların canını ve malını satın almıştır..." İmam (a.s), cevap olarak şöyle buyurdu: "Ayetin devamınıda okudunmu? Allah-u Teala bu sözlerinin devamında şöyle buyurmaktadır: " (Allah'ın vaadde bulunduğu kimseleri) tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. (O halde) müminleri müjdele!" Öyleyse, bu özellikteki İmam (a.s), vermiş olduğu bu cevabıyla kendine has siyasi metodunu ve izlediği mücadele yöntemini açıkça gözler önüne sermektedir. Aslında, imamın silahlı mücadeleden ve Ümeyye oğullarının katı düzenleriyle yüzyüze gelmekten vazgeçmesinin sebebi, dünyaya ilgi duyduğu veya savaş ya da cihattan korktuğu için değil; aksine her türlü askeri müdahaleyi olumsuz kılan mutlak yenilgiyle karşı karşıya getiren ortamın boğucu ve tıkanık olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle ileriki sayfalarda da değineceğimiz gibi; İmam (a.s) diğer imamların stratejik mücadeleleri doğrultusunda yeni bir yöntem izledi.Müslümanlara Rehberliği Bakımından İmam Seccad (a.s) İlahi takdir gereğince İmam Seccad Kerbela hadisesinden sağ olarak çıkmıştı. Kerbela'da şehit olan Ehl-i Beyt gençlerinden geride kalan tek kişi oydu. Bu Umeyye oğulları'nın Peygamberin Ehl-i Beyt'ini kılıçtan geçirmeyi ve onları kökten yoketmeyi hedeflediği bir sırada gerçekleşiyordu. Hatta onlar, hedeflerine ulaşabilmek için kundaktaki çocukları dahi öldürmekten çekinmemişlerdir. İmam Seccad (a.s), bu konuyu onaylayan bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Bizim durumumuz Firavunlar dönemindeki İsrail oğulları'nın durumuna benzemektedir; Firavunlarda İsrail oğullarının erkeklerini ve çocuklarını öldürür, kadınları canlı tutardı." Kerbela hadisesi sırasında henüz 23yaşından gün almayan İmam Seccad o, zamanlar taze bir genç olmasına rağmen Umeyye oğulları'nın kin güttüğü ve haset ettiği biri haline gelmişti. Umeyye oğulları İmamı ortadan kaldırmak için her yola baş vurmalarına rağmen ilahi takdir gereğince bunda başarılı olmamışlar, giriştikleri her teşebbüsten sonuç alamamışlardı. 1-Yarım Kalan Hüseyni Hareketin Tamamlanması ve Devamı
İmam Hüseyin (a.s) ve yarenleri, görevlerini en güzel ve en kâmil bir şekilde yerine getirmişlerdi. Ancak, İmamın Müslümanlar arasında ne denli sevilip sayıldığını, ona değer verildiğini çok iyi bilen Ümeyye oğulları hükümeti, yalan yere uydurdukları bir takım safsatalarla gerçekleri aksine çevirmiş; İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerini dinden çıkan asiler olarak tanıtmıştı. İşte böyle bir ortamda kanlı Hüseyni hareketin mesajını halka duyurmak ve Ümeyye oğullarının kirli oyunlarını su yüzüne çıkarmak için çok acil bir şekilde birilerine ihtiyaç vardı. Bu nedenle İmam Seccad (a.s) ve Ehli Beyt hatunları, Ümeyye oğullarının kan dökücü kimliğini aşikâr kılmak; hile ve çirkefliklerle dolu siyasetlerini herkese duyurmak için bu görevi üstlendiler. İlahi ve tarihi görevlerini halka açıkladılar. İmam (a.s), Zeynep (s.a) ve diğer hatunların Irak'ta yaptıkları genel konuşmalar, halkın hislerini harekete geçirmek ve vicdanlarını uyandırmak için yapılan bu tür faaliyetlerdendir. Zira, Irak halkı İmam Hüseyin (a.s)'ı ve Ehli Beyt (a.s)'ı çok iyi tanıyordu. Ümeyye oğullarının hileli siyasetleriyle onları Harici (dinden çıkanlar) olarak tanıtmaları buralarda etkili olmamıştı. Ne var ki onlar, korku ve nefsi zaaflarından dolayı İmam (a.s)'a yardım etmediler. Bu nedenle hutbeler ve konuşmalar, genellikle halkı Ümeyyeoğulları tehlikesine karşı uyandırmak ve onların İmam Hüseyin (a.s)'ı katletmekle çok büyük bir günaha mürtekip olduklarını duyurmak için yapılmıştı. İmam Seccad (a.s), Küfe halkına hitaben şöyle bir konuşma yapmıştır: "Ey halk! Beni tanıyanlar tanır, tanımayanlar için ise kendimi tanıtayım: Ali b. Ebu Talip oğlu Hüseyin (a.s) oğlu Ali'yim ben. Öyle bir kimsenin oğlu ki, hürmeti parçalanmış; nimeti, asayişi ve sağlığı elinden alınmıştır. Malı yağmalanmış, ailesi ve çocukları esir edilmiştir. O ki, hiçbir pahası ve mirası olmaksızın kanı Fırat kenarında yere akıtılmış, gururla şehadete ermiştir... Ey halk! Babama yazdığınız hile ve aldatmacalarla dolu mektubunuzdan ötürü Allah'ın laneti üzerinize olsun! (Onunla bir) antlaşma yaptınız ve bu ahdinize sadık kalacağınızı söylediniz. Dahası, onu bu topraklara davet ettiniz. Sonra da yardım elinizi geri çekip bu kez de onunla çarpışmak için ayaklandınız. Ahiret yolculuğunuza ne kadar da kötü bir azık hazırlamışsınız meğer! Kıyamet günü Allah Resulü (s.a.a)'in huzuruna ne yüzle çıkacaksınız? Sizinle göz göze gelip "Ehli Beyt'imi katlettiniz, hürmetimi ortadan kaldırdınız, artık benden değilsiniz!" buyurduğunda ne cevap vereceksiniz ona?.." /6 Hz. Zeynep (s.a), Ümmü Kulsum ve Hz. Hüseyin'in kızı Fatıma'nın konuşmaları da İmamın konuşmalarıyla aynı içeriği taşımaktaydı. Ancak, hutbelerin muhtevası Şam'da bir takım değişikliklere uğradı. Şam'daki hutbeler daha çok halkı İmam Hüseyin (a.s)'ın kıyamındaki hedefleri konusunda bilinçlendirmeye, onlara Ehli Beyt'i tanıtmaya ve mazlumiyetlerini duyurmaya yönelik idi. Oysa, Irak'ta yapılan konuşmalar, genellikle halkı uyandırmayı ve vicdanlarıyla dini görevlerini karşı karşıya getirmeyi hedefliyordu. Zira, Irak halkı hem Ehli Beyt (a.s)'ı, hem Ümeyye oğullarının düzenini ve hem de onlar tarafından gerçekleştirilen büyük faciayı tanıyorlar ve biliyorlardı. Fakat, nefsi zaafları ve dünyaya olan tutkunlukları, hakkın yanında ve zalimin karşısında olmalarını engelliyordu. Dipnotlar
----------------------------- |
Yeni yorum ekle