Kerbela Şehitlerinin ardından
BİRİNCİ BÖLÜM
İmam Hüseyin (a) hicri dördüncü yılında Şaban ayının beşinci gününün akşamı, bir görüşe göre de üçüncü gününde dünyaya gelmiştir. Bazıları da, hicri üçüncü yılında Rebi'ul Evvel ayının sonlarında dünyaya geldiğini söylemişlerdir. İmam'ın (a) doğumu hakkında daha farklı rivayetler de mevcuttur. İmam (a) dünyaya geldiğinde, Cebrail bin melek ile birlikte Resulullah'ın (s) huzuruna varıp tebrikte bulundu. Fatimetü'z-Zehra (aleyha selam) çocuğunu alıp Resulullah'a (s) götürdü. Peygamber onu görünce sevindi ve Hüseyin adını verdi ona. İbn-i Abbas "Tabakat" kitabında Abdullah b. Bekr b. Habib-i Sahmi'den ve o da Hatem b. San'a'dan şöyle rivayet eder: Abbas b. Abdül Muttalib'in zevcesi Ümm'ül Fazl şöyle dedi: "Hüseyin (a) dünyaya gelmeden evvel, bir gece rüyamda, Peygamberin bedeninden bir parçanın ayrıldığını ve benim kucağıma bırakıldığını gördüm. Rüyamı Resulullah'a (s) anlatıp tabir etmesini istedim. Buyurdu ki; Eğer rüyan sadık rüyalardan ise, kızım çok yakında bir erkek çocuğuna sahip olacak ve ben de emzirmen için onu sana vereceğim." Bir süre geçti ve Hz. Fatıma (a) bir erkek çocuğu dünyaya getirdi ve emzirmem iç onu bana verdiler. Bir gün onu Resulullah'a (s) götürdüm. O hazret, Hüseyin'i (a) alıp dizi üzerine oturttu ve öpmeye başladı. Bu arada Hüseyin (s) altını ıslattı ve bir damlası da Peygamberin elbisesine düştü. Hızla ve şiddetle onu Peygamberin kucağından öyle uzaklaştırdım ki ağlamaya başladı. Resulullah (s) öfkeli bir ses tonuyla: "Ağır ol Ümm'ül Fazl! Benim elbisem yıkanır; ama sen çocuğuma eziyet ettin" buyurdu. Ben Hüseyin'i (a) kendi haline bırakıp su getirmek için odadan çıktım. Döndüğümde Resulullah'ın (s) ağladığını gördüm. "Ey Allah'ın Resulü (s), neden ağlıyorsunuz!" dedim. Peygamber: "Az önce Cebrail gelip ümmetimin bu çocuğu öldüreceği haberini verdi!" buyurdular. Muhaddisler şöyle rivayet etmişler: Hüseyin (a) bir yaşını doldurduktan sonra muhtelif suretlerde ve yüzleri kırmızı renginde on iki melek Resulullah'ın (s) huzuruna varıp kanatlarını açarak şöyle dediler: "Ya Muhammed, Kabil'in Habil'e yaptığı zulme oğlun Hüseyin (a) de uğrayacak, Habil'e verilen mükafat ona da verilecek ve onu öldürenler ise Kabil'in duçar olduğu azaba duçar olacaklar." Bu arada göklerdeki bütün mukarreb melekler Resulullah'ın (s) huzuruna müşerref olup Hüseyin'in (a) öldürülme hadisesi hakkında tesliyette bulundu, Allah'ın bu şehadete karşılık tayin buyurduğu mükâfat hakkında bilgi verdi ve Hüseyin'in (a) kabrinin toprağını Resulullah'a (a) gösterdiler. Bu durum karşısında Peygamberin ağzından çıkan cümleler şunlar oldu: "Allah'ım! Oğlum Hüseyin'i (a) aşağılayanı aşağıla, onu öldüreni öldür ve amacına ulaştırma." Hüseyin (a) iki yaşına girdiğinde Resulullah (s) bir yolculuğa çıktı. Aniden yolda durup "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" –Biz Allah'ınız ve şüphesiz O'na döneceğiz- dedi ve gözlerinden yaş süzüldü. Ağlamasının sebebini sordular. Buyurdu: "Şimdi Cebrail inip, Kerbela denilen Fırat nehrine yakın bir yerde oğlum Hüseyin (a) öldürüleceği haberini verdi." Sordular: "Ya Resulullah (s), onun katili kimdir?" Buyurdu: "Yezit adında biridir. Şimdiden oğlum Hüseyin'in (a) öldürülüşünü ve defnedildiği yeri gözlerimle görür gibiyim." Resulullah (s) bu üzücü seferden döndükten sonra minbere çıkıp bir hütbe okuyarak halka nasihatta bulundu. Sonra sağ elini Hasan'ın (a) ve sol elini de Hüseyin'in (a) başına koydu, yüzünü gökyüzüne çevirip dedi: "Allah'ım, Muhammed Senin kulun ve peygamberindir; bu ikisi de benim Athar Ehl-i Beyt'imden ve zürriyemin seçkinlerindendir. Onları kendi ümmetimin arasında halife bırakıyorum. Cebrail, bu oğlumun aşağılanarak öldürüleceği haberini verdi bana. Allah'ım! Şehadeti ona mübarek kıl, onu şehidlerin serveri kıl, şehadetini de katilleri için kutlu kılma." Resulullah'ın (s) sözü buraya varınca mecliste bulunanların ağlama sesi yükseldi. Peygamber buyurdu: "Ona nasıl ağlar ve yardımına koşmazsınız?" Bunu dedikten sonra mesccidden çıktı. Kısa bir süre sonra yeniden mescide döndü, yüzünün rengi değişmişti. Yaşlı gözleriyle kısa bir hutbe okudu ve dedi: "Ey insanlar, sizin aranızda iki büyük emanet bırakıyorum; biri Kur'an ve diğeri Ehl-i Beyt'imdir. Onlar benim sevgi beslediğim kişilerdir, kalbimin eyveleridirler, benim canımdırlar. Onlar (Kur'an ve Ehl-i Beyt'im) Kevser havuzunda bana gelinceye değin birbirlerinden ayrı düşmezler. Bilin ki ben kıyamet günü bu iki büyük emaneti bekleyeceğim. Allah Teala'nın sizden istememi emrettiği Ehl-i Beyt'ime sevgi dışında siz bir şey sormayacağım. O halde iyice düşünün, kalbinizde Ehl-i Beyt'imin düşmanlığını taşıyarak ve onlara zulmetmiş olarak kıyamet günü beni mülakat etmeyin. Bilmiş olun kıyamet günü ümmetim üç (farklı) bayrak altında bana gelecekler: Bazıları siyah bir bayrak altında bana gelecekler. Bu görüntü melekleri inletecektir. O bayrağın sahipleri benim karşımda duracaklar. "Siz kimsiniz?" diye soracağım onlara. Benim adımı unutarak diyecekler "Biz tevhid ehliyiz ve arabız." Onlara: "Ben arap ve acemin peygamberi Ahmed'im" diyeceğim. "Senin ümmetindeniz" diyecekler. "Benden sonra Kur'an ve Ehl-i Beyt'im hakkında nasıl davrandınız?" diye soracağım. Diyecekler: "Kur'anı zayi ve emirlerine uymayı terkettik, Senin Ehl-i Beyt'ini nabud etmek ve yeryüzünden silmek istiyorduk." Onlardan yüz çevireceğim ve onlar susuz bir halde ve siyah yüzleriyle benden uzaklaşacaklar. Diğer bazıları gelecekler ve bunların bayrağı birinci grubun bayrağından daha siyah olacaktır. Bunlara "Aranızda bıraktığım iki büyük ve küçük emanet; Kur'an ve Ehl-i Beyt hakkında nasıl davrandınız?" diye soracağım. Diyecekler ki: "Kur'an'a karşı muhalefet ettik ve Ehl-i Beyt'ini de aşağılayarak darmadağın ettik." Onlara "Benden uzak durun" diyeceğim. Onlar da yüzü kara ve susuz bir halde gidecekler. Yüzlerinden nur yağan üçüncü bir grup da yanıma gelecekler ve ben onlara "Siz kimsiniz?" diye soracağım. Onların cevabı: "Tevhit sözünü yücelten, takva ehli ve Muhammed'in (s) ümmetindeniz; dini inançlarında sarsılma ve tereddüde yer vermeyen hak ehlinin mirasçılarıyız. Biz Aziz Allah'ımızın kitabı Kur'an'ı elimize alarak helalını helal ve haramını da haram olarak kabul ettik. Peygamberimiz Muhammed'in (s) Ehl-i Beyt'ini sevdik, onları kendimiz gibi kabul edip onlara yardım etmede ve düşmanlarıyla savaşmada ihmal etmedik" olacaktır. "Ne mutlu size" diyeceğim onlara. Ben sizin Peygamberiniz Muhammed'im (s), siz dünyada söylediğiniz gibi yaşadınız. Daha sonra Kevser havuzundan onlara su vereceğim. Güler yüzle ve mutlu bir halde cennete doğru gidecek ve orada ebedi olacaklardır. MUAVİYE'NİN ÖLÜMÜ VE YEZİD'İN MEKTUBU
O gün de akşam oldu ve mescidde bulunanlar dağıldılar, ancak Resulullah'ın (s) sözleri olduğu gibi halkın kulaklarında çınlamadaydı. Bulundukları her mecliste ve gittikleri her yerde Hüseyin'in (a) öldürüleceğini anlattılar. Halk bu konu üzerinde titizlikle durdular ve bu hadiseyi gözleriyle görmeleri için beklemeye koyuldular sanki. Hicri 60 yılının Recep ayında Muaviye öldü. Yezit Medine valisine -Velid b. Utbe- bir mektup yazarak bütün Medine halkından ve özellikle de Hüseyin'den (a) kendisi için biat almasını, biat etmediği takdirde başını bedeninden ayırıp kendisine göndermesini emretti. Velid, Mervan'ı çağırarak istişarede bulundu ve görüşünü sordu. Mervan şöyle açıkladı konuyla ilgili düşüncesini: "Hüseyin (a), Yezit'e biat etme zilletine boyun eğmez. Eğer senin yerinde ben olsaydım, eğer senin gücün bende olsaydı hiç gecikmeden Hüseyin'i (a) öldürürdüm." Velid buna karşı şöyle dedi: "Bu durumda böyle bir işe girişmektense dünyaya gelmez olaydım keşke. Asla bu zilletin yükünü omuzlarıma almam." Velid daha sonra elçi göndererek Hüseyin'i (a) evine davet etti. Hüseyin (a) Ehl-i Beyt'inden ve dostlarından oluşan otuz kişilik bir grupla Velid'in evine geldi. Velid Muaviye'nin ölüm olayını duyurdu ve Yezit için biat etmesini istedi. Hüseyin (a) biat meselesinin önemine değinerek, bunun gizlilikde yalılamayacağını dedi ve ekledi, halkı biat için davet edeceğin zaman bize de haber sal. Mervan dedi: "Hüseyin'in (a) sözüne kulak asma, mazeretini kabul etme ve eğer biat etmiyorsa onu sağ bırakma." Hüseyin (a) öfkelenerek şöyle buyurdu: "Vay olsun sana ey kötü kadının oğlu! Benim öldürülmem için ferman mı veriyorsun? Andolsun Allah'a, sen yalan söyledin ve bu sözünde de kendini zelil ettin, aşağıladın." Daha sonra Velid'e dönerek "Ey emir (vali), biz nübüvvet Ehl-i Beyt'i ve risalet kaynağıyız, meleklerin inip kalktığı ev bizim evimizdir. Allah bizim hatırımıza rahmetini insanların yüzüne açtı ve sonu da bizim adımızla olacaktır. Yezit'e gelince, o fasık, içki içen, kan döken ve alenen günah işleyen biridir. Benim gibi biri Yezit gibi birine biat etmez. Ancak siz de bu geceyi sabahlayın, biz de; siz de iyi düşünün, biz de. O zaman hangimizin hilafet makamına daha layık olduğunu anlarız" dedi ve Velid'in evinden çıktı. Mervan, Velid'e dönerek dedi: "Benim nasihatıMa kulak asmadın ve söylediğimin aksine hareket ettin." Velİd ona dedi: " Vay haline! Ne yani, dinimi ve dünyamı kaybetmemi mi öneriyorsun bana? Andolsun Allah'a, yeryüzünün saltanatını bana verseler bile Hüseyin'i (a) öldürmem. Andolsun Allah'a, her kim elini Hüseyin'in kanına batırırsa, Allah'ın huzuruna çıktığında iyiliklerinin kefesi çok hafif olacak ve bağışlanması da imkansız. Öyle birine Allah rahmet gözüyle bakmaz, onu günahtan arındırmaz ve çok elin bir azapta onu cezalandırır."O gece de sona erdi. Sabahın ilk saatlerinde Hüseyin (a) yeni bilgiler edinmek için evinden çıktı. Mervan'la karşılaştı yolda. Mervan imam'a şöyle dedi: "Ya Eba Abdillah, ben senin hayrını isterim. Benim nasihatimi dinle ki saadete kavuşasın." Hüseyin (a) "Nedir nasihatin, de de duyayım" buyurdu. Mervan dedi: " Ben Yezit b. Muaviye'ye biat etmeni emrediyorum. Çünkü bu hem dünyan hem ahiretin için en iyi olanıdır." Hüseyin (a) dedi: " İnna lillahi ve inna ileyhi raciun -Şüphesiz biz Allah'a aitiz ve dönüşümüz de O'nadır-. Şimdi İslam dinine veda etmek gerekir, çünkü Peygamberin (s) ümmeti Yezit gibi birinin sultasına düçar olmuştur. Ben ceddim Resululllah'ın (s) 'Hilafet Ebu Sufyan oğullarına haramdır' buyurduğunu duydum." Bir hayli konuştuktan sonra Mervan öfkeli bir şekilde ayrıldı. HÜSEYİN'İN (A), ŞEHADETİNDEN HABERDAR OLUŞU
Müellif der ki: Araştırmalarımız sonucu Hüseyin'in (a),şehadetinden ve karşılaşacağı olaylardan haberdar olduğunu ve yapması gerekenin de yaptıkları olduğunu anladık. İsimlerini (/ıyasu Sultan-il Vera li-Sükkan-is Sera) kitabında detayıyla zikrettiğim bazı ravilerin kendi belgeleriyle Ebu Cafer Muhammed b. Babuye el-Kummi'den ve "Emali" kitabında da Mufazzal b. Ömer'den naklettiklerine göre İmam Sadık (a) kendi babalarından şöyle rivayet etmiştir: Bir gün Hüseyin b. Ali (a) kerdeşi Hasan'ın (a) evine gitti. Kardeşinin durumunu görünce gözlerinden yaşlar süzüldü. Hasan (a): "Niye ağlıyorsun?" dedi. Hüseyin (a) "Size yapılan zulüm ve haksızlıklara ağlıyorum" dedi. Hasan (a): "Bana yapılan zulüm gizlide içirilen zehirdir, ki neticede zehirlenmeme ve öldürülmeme sebep olacaktır. Ancak senin düşeceğin duruma kimse düşmeyecek ya Eba Abdillah. Çünkü ceddimiz Muhammed'in (s) ümmetinden olduklarını iddia eden otuz bin kişi senin etrafını saracak, kanını akıtmak, saygısızlıkta bulunmak, seni öldürmek, aileni ve Ehl-i Beyt'ini esir etmek ve ganimet toplamak için tetikte bekleyecekler. Bu arada Allah da lanet ve gazabını Beni Ümeyye'ye yöneltecek, gökyüzü kan ağlayacak, toz-toprak savuracak herşey ve hatta çöllerdeki vahşi hayvanlar ve denizlerdeki balıklar senin musibetinde ağlayacaklar" dedi. Bazılarına değindiğim bir cemaat, Ömer-i Nessabe'nin (r) naseb ilmi hakkındaki "Şafi" kitabında senedini ceddi Muhammed b. Ömer'e dayandırdığı bir rivayeti bana nakletti. Ömer-i Nessabe (r) kitabında şöyle demiş: Babam Ömer b. Ali b. Ebi Talip (a) dayılarıma (Akil'in oğulları) şöyle naklederdi: Kardeşim Hüseyin (a) Yezit'e biat etmeyince yanına gittim ve yalnız olduğunu gördüm ve şöyle dedim: "Canım feda olsun sana, kardeşin Hasan(a) babası Ali'den (a) naklederdi." Bunu demek istiyordum ki ansızın ağlamaya başladım, feryadım yükseldi. Hüseyin (a) beni yanına oturtup buyurdu: "Benim öldürüleceğimi kardeşim sana söyledi mi?" Dedim ki: "Allah o günü göstermesin ey Peygamberin oğlu!" İmam Hüseyin (a): "Seni babanın hakkına yemin veriyorum, bu haberi sana söyledi mi?" dedi. Dedim ki: "Evet, canım kardeşim mahfuz kalman için niye Yezit'e biat etmedin?" İmam Hüseyin (a) buyurdu: "Babam benim ve O'nun şehid edileceğini Resulullah'tan (s) nakletti ve benim kabrimin babamın kabrine yakın olacağını söyledi. Bildiğin bazı şeylerden benim habersiz olduğumu mu sanıyorsun? Andolsun Allah'a, asla zillete boyun eğmeyeceğim. Annem Fatimet'üz Zehra (a) ceddim Resulullah (s) ile mülakat ettiğinde ümmetin, onun zürriyesine yapmış olduğu zulümlerden şikayet edecektir, Onun evlatlarına eziyet etmiş olanların hiç biri cennete girmeyecektir. Müellif der ki: Bazı dar görüşlüler, örümcek kafalılar şehadetin ne denli büyük bir saadet olduğunu anlamaz ve bir insanın böyle bir durumda kendini tehlikeye atmasından Allah'u Teala'nın razı olmayacağnı sanırlar. Oysa ki Allah Kur'an-ı Mecid'de bazı insanlara emrediyor ki nefsinizi öldürün: "Tevbe ederek kendi Allah'ınıza dönün ve nefsinizi öldürün. Çünkü bu Allah'ınızın katında sizin için daha hayırlıdır." (Bakara-54) Belki de bu dar görüşlü insanlar: "… ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın." (Bakara-195) ayetinin şehadet hakkında olduğunu sanıyorlardır. Oysa ki böyle bir düşünce tümüyle yanlıştır. Şehadet insan için en büyük saadetlerdendir. "Maktel" kitabının yazarı bu ayetin tefsiri hakkında İmam Sadık'tan (a) bir rivayet nakletmiştir ve bu rivayetin ravisi Aslem'dir. "Nehavend veya başka bir savaşa katılmıştık. Müslümanlar savaşmak için saflarını düzenlediler ve düşman da karşımızda saf düzenlemesi yaptı. Hiçbir savaşta bu kadar uzunluk ve genişkte saflar görmemiştim. Rumlar şehrin duvarına sırtını dönerek savaşa hazırlanıyorlardı. Bu arada bir müslüman saftan ayrılarak düşmana saldırdı. Gören müslümanlar "la ilahe illallah" dedi, kendi eliyle kendini tehlikeye attı (Bakara, 195. ayete istinaden). Bunu duyan Ebu Eyyüb Ensari şunları söyledi: "Siz şu ayeti, düşmana saldırarak şehadete kucak açan bu adam hakkında tevil etmedesiniz. Oysa ki bu doğru değil ve bu ayet bizim hakkımızda nazil olmuştur. Çünkü biz Resulullah'a (s) yardım ettik, kendi aile ve mallarımızdan el çektik, kendi işimizi yoluna koymadık ve neticede yaşatımızın düzeni bozuldu. Durum böyle olunca kendi yaşantımızı düzene sokmak için Resulullah'a (s) yardım etmemeye karar verdik ve bundan ötürü de: "… ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın." (Bakara-195) ayeti nazil oldu. Ayetin demek istediği şudur: Eğer Resulullah'a (s) yardım etmez ve evlerinize çekilirseniz kendi elinizle kendinizi bedbahtlığa itmiş ve Allah'ı gazaplandırmış olursunuz. Bu ayet, evlerine çekilmeye karar veren bizleri reddetmekte ve İslam düşmanlarıyla savaşmaya teşvik etmektedir, düşmana saldırarak müslümanları da bu işe teşvik eden biriyle ve ya Allah yolunda cihad ederek uhrevi sevaba nail olmak isteyenlerle hiçbir alakası yoktur bu ayetin. Allah'ın evliyası hak yol uğrunda alacakları kılıç ve mızrak yaralarından dehşete kapılmazlar." Bu kitapta işleyeceğimiz bazı konular konumuzu daha bir aydınlatacaktır. HÜSEYİN'İN (A) MEDİNE'DEN HİCRETİ
Muhaddisler, Hüseyin'in (a) Velid b. Utbe ve Mervan'la mülakatını şerhiyle yazdıktan sonra şunları yazmaktalar: O gecenin sabahı Hicri 60 yılının Şaban ayının üçüncü günü Hüseyin (a) Mekke'ye doğru hareket etti. Şaban ayının kalan bölümünde, Ramazan, Şevval ve Zi'l Kâde aylarında Mekke'de bulundu. Abdulluh b. Abbas ve Abdullah b. Zübeyr İmam Hüseyin'in (a) huzuruna müşerref olup "Siz Mekke'de kalın" dediler. İmam buyurdu: "Ben Resulullah'tan (s) bir emir almışım ve onu yerine getirmeliyim." İbn-i Abbas Hüseyin'den (a) ayrılıp çıktı ama "Va Hüseyinah!" diyerek yürüyordu. Daha sonra Abdullah b. Ömer Hüsey'in (a) yanına gelip dedi: "İyisi mi bu dalalete düşen insanlarla uzlaşmaya bak ve savaşa girişme." İmam Hüseyin'in (a) cevabı şu oldu: "Yahya b. Zekeriyya'nın (a) başının kesilerek İsrailoğullarından bir serkeşe hediye edilmesinin, dünyanın alçaklığından olduğunu bilmez misin? Bilmez misin ki İsrailoğulları şafağın söküşünden güneşin doğuşuna kadar yetmiş Peygamberi öldürüyor ve sonra da hiç bir şey olmamış gibi pazara giderek alış verişlerini yapıyorlardı. Fakat Allah onları cezalandırmada acele etmedi, onlara mühlet verdi ve bu mühletten sonra çok katı bir şekilde onlardan intikam aldı. Ey Abdullah! Allah'ın hışım ve gazabından sakın ve bana yardım hususunda ihmal etme." KÜFE HALKININ HÜSEYİN'İ (A) DAVETİ
Küfe halkı Hüseyin'in (a) Mekke'ye geldiğini ve Yezit'e biat etmediğini duyunca Süleyman b. Surad-i Hüzai'nin evinde toplandı. Süleyman kalkıp bir takım konuları hatırlattıktan sonra şu cümlelerle sözünü noktaladı: "Ey şialar, hepiniz biliyorsunuz ki Muaviye öldü ve hesap vermek için Allah'ının huzuruna gitti, yaptıklarının hesabını orda verecek ve oğlu Yezit onun yerine oturdu. Şunu da biliyorsunuz ki Hüseyin b. Ali (a) ona biat etmedi ve Beni Ümeyye zalimlerinin şerrinden korunmak için Allah'ın evine sığındı. Sizler onun babasının şialarısınız, bugün Hüseyin'in (a) sizin yardımlarınıza ihtiyacı var. Eğer ona yardım edeceğinize ve düşmanlarıyla savaşacağınız inanıyorsanız hazır olduğunuzu yazıp ona bildirin. Eğer tembellik edecekseniz şayet, onu kendi haline bırakın ve en azından aldatmayın." Bu konuşmadan sonra şöyle bir mektup yazdılar: Bismillahirrahmanirrahim Süleyman b. Surad-ı Hüzai, Musayyib b. Necibe, Rüfaet ibn-i Şeddad, Habib b. Mezahir, Abdullah b. Vâil, müminlerden ve şialarından Hüseyin'in (a) huzuruna arzedilir. Selamun Aleykum! Hamdolsun Allah'a ki senin ve babanın düşmanını helak etti. O zalim ve hunhar ki ümmetin idaresini onlardan selbedip zulüm ve haksızlıkla tasarrufta bulundu, müslümanların beyt'ül malını gasbetti, onların rızasını almadan kendini yetki sahibi ilan etti, iyileri katletti ve kötülere dokunmadı, Allah'ın malını zalimlerin ve serkeşlerin serveti haline getirdi. Semud Allah'ın rahmetinden uzak olduğu gibi o da uzak olsun! Şimdi bizim senden başka İmam ve önderimiz yoktur. Zahmete katlanıp bizim şehrimize gelmeniz çok uygun olacaktır. Sizin vesilenizle Allah'ın bizi saadet yoluna hidayet etmesi tarafımızca ümid edilmektedir. Küfe valisi Nüman b. Beşir dar'ül emarettedir, fakat biz onun cuma ve cemaat namazlarına katılmıyor ve bayram günleri onunla birlikte namazgâha gitmiyoruz. Eğer bize gelecek olursanız onu Küfe'den çıkarır Şam'a göndeririz. Selam olsun sana ey Peygamberin evladı ve babanın pak ruhuna. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. La havle ve la kuvvete illa billah'il aliyy'il azim. Bu mektubu yazıp gönderdiler. İki gün bekledikten sonra yeniden her biri bir kaç kişinin imzasını taşıyan yüz elliye yakın mektubu bir grup insanla İmam Hüseyin'e (a) gönderdiler. Mektupların her birinde o hazret davet edilmişti. Hüseyin (a) bunca mektubun gelmesine rağmen sessiz beklemedeydi ve onların mektubuna cevap vermiyordu. Nitekim bir gün altıyüz mektup aldı ve diğer mektuplar da peyderpey İmam'a (a) takdim edilmedeydi. Öyle ki mektupların sayısı onikibine vardı. Daha sonra Kufe halkının en son mektubu Hâni b. Hâni Sebîi ve Said b. Abdullah Hanefi tarafından İmam Hüseyin'e (a) takdim edildi. Mektup şöyleydi: "Bismillahirrahmanirrahim Hüseyin (a) ve babası Emir'ül Mümin'in (a) şialarından Hüseyin b. Ali'nin (a) huzuruna; Selamun Aleykum İnsanlar sizi beklemekteler ve sizden başkasını istemiyorlar. Ey Peygamberin evladı, çok çabuk bize doğru hareket et. Çünkü bahçeler yeşile bürünmüş, meyveler olgunlaşmış, bitkiler yeşermiş ve yeşil yapraklar ağaçların güzelliğine güzellik katmıştır. Bize gel, çünkü amade ve mücehhez orduna gelmiş olacaksın. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi size ve babanızın üzerine olsun. Hüseyin (a) mektubu okuduktan sonra onu getiren iki kişiye "Bu mektubu kimler yazdı?" diye sordu. "Ey Resulullah'ın (s) evladı, bu mektubu Şems b. Rib'î, Haccar b. Abcer, Yezit b. Haris, Yezit b. Rüveym, Urvet'ibn-i Kays, Amr b. Haccac ve Muhammed b. Ömer b. Utarid gönderdi" dediler. MÜSLİM B. AKİL'İN KÜFE'YE GÖNDERİLMESİ
Hüseyin (a) kalkıp Rükn ile Makam arasında iki rekat namaz kıldı. Allah'tan bu olayı hayırlı kılmasını istedi. Daha sonra Müslim b. Akil'i çağırdı ve durumu anlattı ve halkın göndermiş olduğu mektupların cevabını yazarak Müslim'le gönderdi. İmam (a) mektubunda onların isteğini olumlu bulduğunu belirterek şöyle yazmıştı: "Ben, amcam oğlu Müslim b. Akil'i size gönderiyorum ki sizin hedefinizi öğrenip bana bildirsin." Müslim mektubu alıp Küfe'ye geldi. Küfe halkı Hüseyin'in (a) cevap göndermesine ve Müslim'in gelmesine sevindiler ve Müslim'i Muhtar b. Ebi Übeyde-i Sakafi'nin evinde ağırladılar. Şialar Müslim'i görmek için grup grup geliyorlardı ve Müslim de gelen her gruba İmam Hüseyin'in (a) mektubunu okuyordu. Gözleri sevinçten yaşarıyordu ve biat ediyorlardı. Nitekim biat edenlerin sayısı onsekizbine ulaştı. İBN-İ ZİYAD'IN KÜFE'YE VALİ TAYİN EDİLİŞİ
Abdullah b. Müslim-i Bahili, İmaret İbn-i Velid ve Ömer b. Sa'd Yezit'e bir mektup yazarak Müslim'in geldiğini bildirdiler ve Nüman b. Beşir'in Küfe valiliğinden azledilerek yerine bir başkasının atanmasını istediler. Yezit, Basra valisi olan Ubeydüllah b. Ziyad'a mektup yazarak Küfe valiliğini ona verdiğini bildirdi. Müslim ve Hüseyin'in (a) olayını da yazarak Müslim'i tutuklamasına ve öldürmesine dair kesin emir verdi. İbn-i Ziyad mektubu okuduktan sonra Küfe'ye gitmek üzere hazırlık yapmaya koyuldu. Hüseyin (a), Yezit b. Mes'ud Nehşeli ve Münzir b. Carud-i Abdi gibi Basra büyüklerine mektup yazarak kendisine yardım ve emirlerine itaat etmeleri gerektiğini belirtmiş ve mektubu da kendi kölesi Süleyman'la göndermişti. Yezit b. Mes'ud Beni Temim, Beni Hanzele ve Beni Sa'd kabilelerini biraraya toplayarak şöyle hitab etti:"Ey Temim oğulları, sizin aranızdaki makam ve mevkimi nasıl görüyorsunuz?" "Andolsun Allah'a ki çok iyi ve yüce bir makama sahipsin. Senin varlığınla kabilemiz varlığını korumuştur ve en büyük itfihar sana mahsustur. Herkesten yüce ve herkesten öncesin." Bunun üzerine Yezit b. Mes'ud şöyle devam etti sözlerine: "Sizi buraya toplamamın bir sebebi var. Sizinle istişarede bulunmak istiyor ve yardımınızı bekliyorum." Andolsun Allah'a, dediler; nasihat etmekten çekinmez ve düşüncelerimizi takdim ederiz. Şimdi amacını söyle." Yezit b. Mes'ud dedi: "Ey Temimoğulları, öncelikle bilmelisiniz ki Muaviye öldü. Andolsun Allah'a, çok alçak ve değersiz bir ölüdür ki yokluğunda üzüntü duyulmaz. Bilin ki onun ölmesiyle zulüm ve günah kapıları kırıldı, zulüm temelleri sarsıldı. Muaviye halktan biat alarak oğlu Yezit'in saltanatını sağlamlaştırmak istedi. Heyhat, böyle olamaz. Andolsun Allah'a, çalıştı ve çaba harcadı ama iş zaafa uğradı ve sarsıldı, hilakarlarla meşveret etti ama rezil oldu. Şimdi de içkici ve fasid oğlu Yezit onun yerine oturmuş ve halifelik iddiasında bulunmaktadır. Müslümanların rızasını almadan kendini onların emiri olarak tanıtmaktadır. Oysa ki ne sabrı var ne de ilmi. Hak yolundan ayağını koyduğu kadarını bile bilmez. Öyleyse ümmeti nasıl yönetebilir? Kat'i olarak Allah'a yemin ederim ki dini muhafaza etmek için Yezit'le savaşmak müşriklere karşı cihad etmekten daha hayırlıdır. Peygamberimizin kızının oğlu Hüseyin b. Ali (a) ise yüce, asil ve iyi düşünceli biridir. Fazileti vasfedilemez ve ilmi de sonsuzdur. O, hilafete daha layıktır, çünkü İslam'daki geçmişi parlak, yaşı olgun ve Resulullah'a (s) olan yakınlığı da herkesçe bilinmektedir. Küçüklere karşı şefkatli ve büyüklere karşı da iyilikle davranandır. O en güzel İmam ve önderdir ki Allah onunla hüccetini sizlere tamamlamış ve saadet yolunu göstermiştir. O halde hakkın nuru karşısında gözlerinizi kaybetmeyin ve hidayet yolunu tanımadan batıl kuyularına düşmeyin. Sahr b. Kays Cemel savaşında sizin itibarınıza gölge düşürdü, ancak bugün Peygamberin evladına yardımda bulunarak o lekeyi silebilirsiniz. Andolsun Allah'a, her kim ona yardım etmezse çocukları zelil olur ve yakınlarını kaybeder. Bilin ki ben savaş için kuşanmış ve zırhımı giymişim. Şunu da bilmelisiniz ki her kim öldürülmezse nitekim ölecektir ve firar insanı kurtarmayacaktır. Allah sizleri bağışlasın. Sözlerime müsbet cevap verin." Beni Hanzele söze başlayarak şöyle dedi: "Ey Eba Halid, biz senin yayındaki oklar gibiyiz; hangi hedefe yöneltirsen oradan şaşmaz. Biz senin kabilenin süvari ve piyade askerleriyiz, bizi hangi savaşa gönderirsen zafer ve fetih senin olacaktır. Andolsun Allah'a, hangi girdaba atılsan biz de seninle olacağız; hangi zorlukla karşılaşsan senin yanında yer alacağız. Andolsun Allah'a, kendi kılıçlarımızla sana yardım edecek ve kendi bedenlerimizle seni koruyacağız. Şimdi ne yapmak istiyorsan gecikmeden yap." Onlardan sonra Beni Sa'd şöyle başladı söze: "Ey Eba Halid, senin emrinden çıkmak ve sana muhalefet etmek bizim yanımızda en çirkin ve en kötü düşmandır. Fakat Sahr b. Kays, bizi savaş yapmamaya emretmiştir ve bizce en doğru olanı budur ve şimdiye kadar da savaş yapmadığımız için izzetimizi koruduk. Madem durum bundan ibaret, istişarede bulunmamız için bize mühlet ver. Daha sonra görüşümüzü bildireceğiz." Bu arada Beni Temim söze başladı: "Ey Eba Halid, biz senin kabilendeniz ve seninle ant içmişiz. Eğer öfkelenirsen öfkelenecek ve sefere çıkarsan yanında olacağız. Emir senin elindedir, emret icabet ve itaat edelim." Yezit b. Mes'ud Beni Sa'd'a dönerek şunları dedi: "Ey Beni Sa'd kabilesi, andolsun Allah'a, eğer Hüseyin'e (a) yardım etmezseniz, Allah aranızdan fitne ve kan dökmeyi kaldırmayacak ve her zaman birbirinizle savaşacaksınız." Daha sonra Hüseyin'e (a) şu mektubu yazdı: "Bismillahirrahmanirrahim, Mektubunuzu ziyaret ettim ve beni emirlerinize itaat etme saadetine kavuşmak için davette bulunduğunuzu anladım. Allah, yeryüzünü, hayırda bulunan, kurtuluş ve saadete yönelten birinden boş bırakmaz. Siz Allah'ın insanlara hücceti ve yeryüzündeki emanetisiniz. Siz Tayyib Ahmedi (s) şeceresinin dallarısınız. Onun aslı Peygamber-i Hatem (s) ve siz de onun dallarısınız. Ferah ve neşat içinde bize gelin, çünkü ben Beni Temim'i size yardım etmek üzere hazırladım. Şimdi onların sana yardımda bulunmak için olan meyilleri, suya doğru koşan çok susuz develerin suya meylinden daha fazladır. Beni Sa'd'ı da sana yardım etmeleri için hazırlamış bulunuyorum. Onların sinelerinde taşıdıkları kini, ateşin ve öğütle yoğrulmuş sözlerle yıkamışım. Hüseyin (a) bu mektubu okuyunca çok sevindi ve onun hakkında şöyle dua etti: "Allah, kiyametin korkutucu ve ürkütücü gününde seni korusun, aziz kılsın ve susuzluğun doruğa ulaştığı gün seni sirâb etsin." Bu mektubu gönderen Yezit b. Mes'ud, Hüseyin'in (a) huzuruna gitmek ve yardımda bulunmak için hazırlandı. Fakat Basra'dan hareket etmeden önce Hüseyin'in (a) şehid edildiği haberini aldı, çok ağladı ve çok üzüldü. Yezit b. Mes'ud Hüseyin'in (a) mektubuna böyle yanıt verdi. Münzir b. Carud ise -onun kızı Bahriyye İbn-i Ziyad'ın zevcesi idi- Hüseyin'in (a) mektubunu görence İbn-i Ziyad'ın bir komplosu olduğunu düşünerek, mektubu da mektubu getireni de İbn-i Ziyad'a teslim etti. Ubeydullah b. Ziyad hiç bekletmeden elçiyi dar ağacına astı, kendisi minbere çıkarak hutbe okudu ve Basra halkına muhalefet ettikleri ve ayaklanma başlattıkları taktirde tehditler savurmaya başladı. O geceyi Basra'da geçirdi. Sabah olunca kardeşi Osman b. Ziyad'ı kendi yerine bıkarak hızla Küfe'ye yöneldi. Küfe'ye yaklaşınca bineğinden indi ve güneşin batmasını bekledi. Akşamın ilk saatlerinde Küfe'ye girdi. Hava karanlık olduğundan Küfe halkı Hüseyin'in (a) geldiğini zannederek birbirlerine müjde verdiler. Ona yaklaştıklarında İbn-i Ziyad olduğunu görüp dağıldılar. İbn-i Ziyad da valilik sarayına girerek geceyi orda geçirdi. Sabahın ilk saatlerinde dar'ül emâretten çıkarak vaaz kürsüsünde hutbe okudu ve halkı Yezit'e muhalefet etmekten sakındırdı ve onu itaat etmeleri için ihsan vaadinde bulundu. MÜSLİM'İN HANİ'YE SIĞINMASI
Müslim b. Akil İbn-i Ziyad'ın Küfe'ye geldiği haberi duyunca, kendisinin Kufe'de olduğundan haberdar ve kendisine engel olabileceğini düşünerek Muhtar'ın evinden çıkıp Hani b. Urve'nin evine gitti. Hani Müslim'i evine aldı. O günden sonra şialar onun evine gelip gitmeye başladılar. İbn-i Ziyad da Müslim'in yerini bulabilmek için casuslar görevlendirdi. Müslim'in, Hani'nin evinde saklandığını öğrenince Muhammed b. Eş'as, Esma b. Harice ve Amr b. Haccac'ı çağırarak onlara dedi: "Neden Hani bizi görmeye gelmiyor?" "Bilmiyoruz, dediler; ancak Hani'nin hastalandığını söylüyorlar." İbn-i Ziyad: "İyileştiğini duydum, evinin kapısının arkasında oturuyormuş. Eğer hasta olduğunu bilseydim, görüşüne giderdim. En iyisi siz gidin, bizim hakkımızı zayi etmemesini ve görüşümüze gelmesini söyleyin. Ben, onun gibi Arap büyüklerinden olan birinin benden uzak durmasını ve hakkının heba olmasını istemem" dedi. Bu üç kişi gecenin girmesiyle Hani'nin evine gelip dediler: "Neden valiyi görmeye gelmiyorsun? Oysa ki o senin durumunu sordu ve eğer dedi, hasta olduğunu bilsem görüşüne giderim." Hani, "Hasta olduğum için gelemedim" dedi. Cevaben dediler ki İbn-i Ziyad, geceleri evinin kapısının arkasında oturduğunu öğrenmiş ve görüşüne gitmediğinden dolayı da sana kırgındır. Güç sahibi biri, senin gibi kabilesinin büyüğü olan kimsenin itinasızlığına tahammül edemez. Biz seni ant veriyoruz, giyin-kuşan birlikte onu görmeye gidelim." Hani elbisesini giyip bineğine bindi ve beraberce gittiler. Emirlik sarayına yaklaştıklarında, acı olayların kendisini beklediğini hissediyor gibiydi. Bu yüzden Hisan b. Esma b. Harice'ye "Ey kardeşimin oğlu, andolsun Allah'a ben bu İbn-i Ziyad'dan korkuyorum. Sen ne düşünüyorsun?" dedi. Andolsun Allah'a, amcacığım dedi, ben senin açından hiç korkmuyorum ve sen de bu düşünceleri kafandan çıkar. Ancak Hisan, İbn-i Ziyad'ın neden Hâni'yi çağırdığını bilmiyordu. Hani beraberindeki kişilerle İbn-i Ziyad'ın yanına geldi. Ubeydullah b. Ziyad Hani'yi görünce "Hain kendi ayaklarıyla sana geldi." dedikten sonra yanında bulunan Şureyh-i Gâzi'ye dönerek Hani'ye işaretle Amr b. Ma'di Kerb-i Zübeydi'nin şiirini okudu ve şunu anlatmak istedi: Ben Hani'nin yaşamasını istiyorum, o ise evinde oturmuş benim aleyhimde komplo kuruyor. Hani, ne demek istiyorsun? dedi. İbn-i Ziyad "sus, dedi, emir'ül müminin ve Müslümanlar aleyhinde evinde dönen dümen nedir? Müslim b. Akil'i evine getirir ve onun için silah ve savaşçı tedarik eder ve komşularının evinde saklarsın öyle mi? Bunları bilmediğimi mi sanırsın? Hani, ben dedi, böyle birşey yapmamışım. İbn-i Ziyad, "Sen bunları yapmışsın" dedi. Hani yine inkar etti. İbn-i Ziyad "Kölem Makil'isesleyin" dedi. Makil, İbn-i Ziyad'ın kölesiydi, Müslim ve adamları hakkında birçok bilgi edinmiş ve onların birçok sırrını çözmüştü. Makil gelip İbn-i Ziyad'ın yanında durdu. Hani onu görünce casus olduğunu anlayınca "Ey emir, Müslim'i ben davet etmedin, onun kendisi benim evime sığındı ve ben de onu reddedemedim. Bu yüzden onu ağırlamak ve korumak benim görevim. Madem bundan haberin olmuş, izin ver gidip evimden çıkmasını isteyeyim ve böylece de yüklendiğim sorumluluktan çıkmış olurum. İbn-i Ziyad "Andolsun Allah'a, Müslim'i buraya getirmeden benim yanımdan ayrılamazsın." dedi. Hani "Andolsun Allah'a, onu buraya getirmem, öldüresin diye misafirimi sana teslim etmem" dedi. İbn-i Ziyad: Andolsun Allah'a, onu burada hazır etmelisin. Hani: Andolsun Allah'a, onu getirmem. Müslim b. Amr-i Bahili, Ey Emir, Hâni'yle yalnız kalmak ve birşey söylemek istiyorum. Dedi ve Hâni'yi alıp dar-ul emarenin bir köşesine götürdü. İbn-i Ziyad onları görüyor ve yüksek sesle konuştuklarını duyuyordu. Müslim b. Amr-i Bahili: Ey Hani, seni Allah'a ant veriyorum, kendi ölümüne sebep olma ve kabileni de belaya salma. Andolsun Allah'a, ben seni ölümden kurtaracağım. Müslim b. Akil bunların amcaoğludur, onu öldürmez ve zarar vermezler. Onu teslim et. Bu, sana ne ayıp getirir ne de horlanmana sebep olur. Çünkü sen onu sultana teslim etmiş olursun ve sultana teslim etmek de ayıp değildir. Hani: Andolsun Allah'a, bu rezillik ve aşağılık getirir. Benim emanımda, misafirim ve Peygamberin evladının elçisi olan birini düşmana teslim etmek benim için bir lekedir, ayıptır. Oysa ki ellerim sağlam ve bir hayli de dostum var. Hatta kimse yardım etmese ve yalnız kalsam dahi, ölürüm de onu teslim etmem. Müslim b. Amr Hâni'yi yemin vermeye başlayınca Hani, andolsun Allah'a, dedi, onu İbn-i Ziyad'a teslim etmem. İbn-i Ziyad bunu duydu. İbn-i Ziyad, Onu yanıma getirin. Yanına götürdüler, İbn-i Ziyad yeniden söze başladı: Andolsun Allah'a, Müslim'i buraya getirmelisin, aksi taktirde başını bedeninden ayırırım. Hani: Eğer bunu yapacak olursan, evinin etrafı kılıçlarla çevrilir. İbn-i Ziyad: Bre zavallı, beni kılıçlarla mı korkutuyorsun? Hani kabilesinden olan adamların onun sesini duyuyor olduklarını sanıyordu. Ubeydullah İbn-i Ziyad "Onu yanıma getirin" dedi. Yanına götürdüler. Elindeki çubukla Hani'nin alnına, burnuna ve yüzüne vurmaya başladı. O kadar vurdu ki burnu kırıldı, elbiseleri kana bulandı. Alnından ve yüzünden ayrılan et parçaları sakalına sarktı ve sonunda İbn-i Ziyad'ın elindeki çubuk kırıldı. Hani elini uzatıp nöbetçilerden birinin kılıcını aldı ama nöbetçi sıkıca tuttu onu. İbn-i Ziyad, "Onu tutun" diye bağırdı. Hani'yi tutup sürüklediler ve odalardan birine kapattılar. İbn,i Ziyad'ın emriyle birçok nöbetçi dikildi kapıya. Bu arada Esma b. Harice ve bir görüşe göre de Hisan b. Esma yerinden kalkıp dedi "Ey emir, sen bize Hani'yi getirmemizi emrettin ve biz de getirdik. Yüzünü parçaladın, burnunu kırdın ve sakalını kanıyla boyadın, onu öldürebileceğini mi sanıyorsun?" İbn-i Ziyad öfkelendi ve "Sen de bizim yanımızda kalacaksın" dedi. O kadar dövüldü ki sonunda susmak zorunda kaldı. Daha sonra onu bağladılar ve sarayın bir köşesine hapsettiler. Kendini bu halde görünce "İnna lillahi ve inna ileyhi raciüne" dedi. Sanki birden saraya girmeden önce Hani'nin söylediklerini hatırlar gibi oldu ve "Ey Hani, şimdi ben öldürüleceğimi sana söyleyebilirim." dedi. Amr İbn-i Haccac -kızı Rüveyha Hani'nin zevcesiydi- Hani'nin katledildiğini duyunca Mazhec kabilesini toplayarak dar'ül emareyi muhasara etti ve bağırdı: "Ben Amr İbn-i Haccac ve bunlar da Mazhec kabilesinin büyükleri ve süvarileri. Biz padişaha karşı muhalefet etmemiş ve müslümanların cemaatinden de ayrılmamışız. Ancak büyüğümüz ve efendimiz Hani'nin öldürüldüğünü duyduk." İbn-i Ziyad onların toplandığından ve sözlerinden haberdar olup Şureyh-i Gazi'ye "Git Hani'yi gör ve ölmediğini de kabilesine söyle" dedi. Şureyh gidip Hani'yi gördü ve kabilesine dönüp öldürülmediğini söyledi. Mazhec kabilesi de bu haberle yetinerek dağıldılar. MÜSLİM İBN-İ AKİL'İN BAŞKALDIRISI
Müslim, Hani'nin öldürüldüğünü duyunca kendisine biat edenlerle birlikte İbn-i Ziyad'la savaşmak için evden çıktılar. Ubeydullah dar'ul emareye sığındı, kapıları kapattı ve askerleri de Müslim'in dostlarıyla savaşmaya başladı. İbn-i Ziyad'ın adamları sarayın üstüne çıkarak Müslim'in ashabını Şam ordularının gelişiyle tehdit ediyorlardı. O gün böylece geçip akşam oldu, karanlık çöktü. Müslim'in dostları birbirlerine "Fitne ateşini neden biz körükleyelim? En iyisi evlerimizde oturalım, Müslim ve İbn-i Ziyad'ın işine karışmayalım, Allah onların arasını ıslah etsin" diyerek dağıldılar. On kişiden başka kimse kalmadı Müslim'in yanında. Müslim akşam namazını kılmak için mescide geldiğinde o on kişi de ayrılmıştı. Müslim durumu görünce kimsesiz bir halde mescitten ayrıldıktan sonra Küfe sokaklarında yürümeye başladı ve Tav'a diye bilinen bir kadının evinin önüne geldi. Ondan su istedi. Müslim kadının getirdiği suyu içtikten sonra ona sığınmak istedi. Kadın Müslim'i evine aldı ancak oğlu durumu İbn-i Ziyad'a bildirdi. Ubeydullah Muhammed b. Eş'as'ı sesledi ve bir grup askerle gidip Müslim'i getirmesini emretti. Bunlar kadının evinin arkasına kadar geldiler. Müslim atların nal sesini duyunca zırhını giydi, atına bindi ve onlarla savaşarak birkaçını öldürdü. Muhammed b. Eş'as: "Ey Müslim, sen emandasın" diye bağırdı. Müslim "Hilekar ve günahkar insanların emanı eman olmaz" dedi ve savaşa devam etti. Hamran b. Malik-i Has'ami'nin şiirlerini okumaya başladı: And içmişim, ölüm şerbetini olanca zorluk ve acılığıyla içsem dahi mertlikle öleceğim. Bana hile yapılarak gururlandırılmak ve sonra da esir edilmekten hoşlanmam. Serin ve tatlı suyu acı suya karıştırmayı sevmem. (Yani, savaş meydanında şecaat ve cesaretten vazgeçip kendimi düşmanın eline teslim etmem) Dünyada herkes birgün zorluğa düşer, ancak ben kılıcamla size vuracak, hiçbir ziyan ve zarardan da korkmayacağım. İbn-i Ziyad'ın adamları "Ey Müslim, Muhammed b. Eş'as sana yalan söylemiyor ve seni aldatmıyor" diye bağırdılar. Müslim hiç itina etmedi bunlara, bir süre daha savaştıktan sonra aldığı kılıç ve mızrak yaraları sonucu halsız kalınca düşman da saldırısını yoğunlaştırdı. Namerdin biri mızrağıyla arkadan vurarak Müslim'i attan düşürdü. Esir alıp İbn-i Ziyad'a götürdüler, fakat Müslim ona selam etmedi. Nöbetçilerden biri: "Emire selam et" dedi. Müslim:Yazıklar olsun sana, o benim emirim değildir. İbn-i Ziyad: Ziyanı yok, selam etsen de etmesen de öldürüleceksin. Müslim: Beni öldürecek olman pek önemli değil. Çünkü senden daha alçak olanlar benden çok daha üstün olanları öldürmüşler. Ayrıca senin insanları kalleşce öldürmen, feci bir şekilde işkence etmen ve düşmana karşı galip gelince en kötü muamelede bulunman başkalarına bir şey bırakmıyor zaten. Hakikaten de bu habislikler için senden daha iyisi olamaz. İbn-i Ziyad: Ey günahkar isyancı, sen imamına başkaldırdın, müslümanların topluluğunu dağıttın, fitne ve isyan çıkardın. Müslim: Ey Ziyad'ın oğlu, yalan söyledin. Müslümanların topluluğunu Muaviye ve oğlu Yezit dağıttı. Fitneyi de sen ve baban Ziyad İbn-i Ubeyd - Ubeyd, Sakif kabilesinden olan Beni İlac'ın kölesiydi- çıkardınız. Allah'ın bana şehadet nasip buyuracağını arzulamaktayım ve bunu da en habis birinin eliyle gerçekleştirecektir. İbn-i Ziyad: Ey Müslim, bir makam elde etmek istedin ve bunun için de girişimde bulundun ama Allah bunu istemedi ve o makamı ehline bıraktı. Müslim: Ey Mercane'nin oğlu, o makama kim daha layıktır? İbn-i Ziyad: Yezit b. Muaviye. Müslim: El-hamdülillah! Bizimle sizin aranızda Allah'ın hükmetmesine biz razıyız. İbn-i Ziyad: Yoksa hilafette senin de payın olduğunu mu düşünüyorsun? Müslim: Andolsun Allah'a, zannetmiyorum; buna yakinim var. İbn-i Ziyad: Söyle, neden bu şehre geldin? Onun düzenle çalışan işlerini neden karıştırdın ve ihtilaf çıkardın? Müslim: Ben isyan ve ihtilaf çıkarmak için bu şehre gelmedim, ancak siz kötülüklerde bulundunuz, iyilikleri ortadan kaldırdınız, halkın rızasını almadan kendinizi onların emiri gösterdiniz, Allah'ın razı olmadığı işlere halkı yönelttiniz ve onların içinde İran ve Rum padişahları gibi davrandınız diye biz geldik, ki halkı iyiliklere davet ve fenalıklardan sakındıralım, insanları Kur'an-ın emirleri ve İslam Peygamberinin kanunlarına itaat ettirelim ve biz bu liyakat ve yeterliliğe sahibiz. İbn-i Ziyad ona, İmam Ali (a), Hasan (a) ve Hüseyin'e (a) küfretmeye başladı. Müslim "Küfredilmeye sen ve baban daha layıktır. Ey Allah'ın düşmanı, istediğini yap" dedi. MÜSLİM'İN HANİ'YE SIĞINMASI
Müslim b. Akil İbn-i Ziyad'ın Küfe'ye geldiği haberi duyunca, kendisinin Kufe'de olduğundan haberdar ve kendisine engel olabileceğini düşünerek Muhtar'ın evinden çıkıp Hani b. Urve'nin evine gitti. Hani Müslim'i evine aldı. O günden sonra şialar onun evine gelip gitmeye başladılar. İbn-i Ziyad da Müslim'in yerini bulabilmek için casuslar görevlendirdi. Müslim'in, Hani'nin evinde saklandığını öğrenince Muhammed b. Eş'as, Esma b. Harice ve Amr b. Haccac'ı çağırarak onlara dedi: "Neden Hani bizi görmeye gelmiyor?" "Bilmiyoruz, dediler; ancak Hani'nin hastalandığını söylüyorlar." İbn-i Ziyad: "İyileştiğini duydum, evinin kapısının arkasında oturuyormuş. Eğer hasta olduğunu bilseydim, görüşüne giderdim. En iyisi siz gidin, bizim hakkımızı zayi etmemesini ve görüşümüze gelmesini söyleyin. Ben, onun gibi Arap büyüklerinden olan birinin benden uzak durmasını ve hakkının heba olmasını istemem" dedi. Bu üç kişi gecenin girmesiyle Hani'nin evine gelip dediler: "Neden valiyi görmeye gelmiyorsun? Oysa ki o senin durumunu sordu ve eğer dedi, hasta olduğunu bilsem görüşüne giderim." Hani, "Hasta olduğum için gelemedim" dedi. Cevaben dediler ki İbn-i Ziyad, geceleri evinin kapısının arkasında oturduğunu öğrenmiş ve görüşüne gitmediğinden dolayı da sana kırgındır. Güç sahibi biri, senin gibi kabilesinin büyüğü olan kimsenin itinasızlığına tahammül edemez. Biz seni ant veriyoruz, giyin-kuşan birlikte onu görmeye gidelim." Hani elbisesini giyip bineğine bindi ve beraberce gittiler. Emirlik sarayına yaklaştıklarında, acı olayların kendisini beklediğini hissediyor gibiydi. Bu yüzden Hisan b. Esma b. Harice'ye "Ey kardeşimin oğlu, andolsun Allah'a ben bu İbn-i Ziyad'dan korkuyorum. Sen ne düşünüyorsun?" dedi. Andolsun Allah'a, amcacığım dedi, ben senin açından hiç korkmuyorum ve sen de bu düşünceleri kafandan çıkar. Ancak Hisan, İbn-i Ziyad'ın neden Hâni'yi çağırdığını bilmiyordu. Hani beraberindeki kişilerle İbn-i Ziyad'ın yanına geldi. Ubeydullah b. Ziyad Hani'yi görünce "Hain kendi ayaklarıyla sana geldi." dedikten sonra yanında bulunan Şureyh-i Gâzi'ye dönerek Hani'ye işaretle Amr b. Ma'di Kerb-i Zübeydi'nin şiirini okudu ve şunu anlatmak istedi: Ben Hani'nin yaşamasını istiyorum, o ise evinde oturmuş benim aleyhimde komplo kuruyor. Hani, ne demek istiyorsun? dedi. İbn-i Ziyad "sus, dedi, emir'ül müminin ve Müslümanlar aleyhinde evinde dönen dümen nedir? Müslim b. Akil'i evine getirir ve onun için silah ve savaşçı tedarik eder ve komşularının evinde saklarsın öyle mi? Bunları bilmediğimi mi sanırsın? Hani, ben dedi, böyle birşey yapmamışım. İbn-i Ziyad, "Sen bunları yapmışsın" dedi. Hani yine inkar etti. İbn-i Ziyad "Kölem Makil'isesleyin" dedi. Makil, İbn-i Ziyad'ın kölesiydi, Müslim ve adamları hakkında birçok bilgi edinmiş ve onların birçok sırrını çözmüştü. Makil gelip İbn-i Ziyad'ın yanında durdu. Hani onu görünce casus olduğunu anlayınca "Ey emir, Müslim'i ben davet etmedin, onun kendisi benim evime sığındı ve ben de onu reddedemedim. Bu yüzden onu ağırlamak ve korumak benim görevim. Madem bundan haberin olmuş, izin ver gidip evimden çıkmasını isteyeyim ve böylece de yüklendiğim sorumluluktan çıkmış olurum. İbn-i Ziyad "Andolsun Allah'a, Müslim'i buraya getirmeden benim yanımdan ayrılamazsın." dedi. Hani "Andolsun Allah'a, onu buraya getirmem, öldüresin diye misafirimi sana teslim etmem" dedi. İbn-i Ziyad: Andolsun Allah'a, onu burada hazır etmelisin. Hani: Andolsun Allah'a, onu getirmem. Müslim b. Amr-i Bahili, Ey Emir, Hâni'yle yalnız kalmak ve birşey söylemek istiyorum. Dedi ve Hâni'yi alıp dar-ul emarenin bir köşesine götürdü. İbn-i Ziyad onları görüyor ve yüksek sesle konuştuklarını duyuyordu. Müslim b. Amr-i Bahili: Ey Hani, seni Allah'a ant veriyorum, kendi ölümüne sebep olma ve kabileni de belaya salma. Andolsun Allah'a, ben seni ölümden kurtaracağım. Müslim b. Akil bunların amcaoğludur, onu öldürmez ve zarar vermezler. Onu teslim et. Bu, sana ne ayıp getirir ne de horlanmana sebep olur. Çünkü sen onu sultana teslim etmiş olursun ve sultana teslim etmek de ayıp değildir. Hani: Andolsun Allah'a, bu rezillik ve aşağılık getirir. Benim emanımda, misafirim ve Peygamberin evladının elçisi olan birini düşmana teslim etmek benim için bir lekedir, ayıptır. Oysa ki ellerim sağlam ve bir hayli de dostum var. Hatta kimse yardım etmese ve yalnız kalsam dahi, ölürüm de onu teslim etmem. Müslim b. Amr Hâni'yi yemin vermeye başlayınca Hani, andolsun Allah'a, dedi, onu İbn-i Ziyad'a teslim etmem. İbn-i Ziyad bunu duydu. İbn-i Ziyad, Onu yanıma getirin. Yanına götürdüler, İbn-i Ziyad yeniden söze başladı: Andolsun Allah'a, Müslim'i buraya getirmelisin, aksi taktirde başını bedeninden ayırırım. Hani: Eğer bunu yapacak olursan, evinin etrafı kılıçlarla çevrilir. İbn-i Ziyad: Bre zavallı, beni kılıçlarla mı korkutuyorsun? Hani kabilesinden olan adamların onun sesini duyuyor olduklarını sanıyordu. Ubeydullah İbn-i Ziyad "Onu yanıma getirin" dedi. Yanına götürdüler. Elindeki çubukla Hani'nin alnına, burnuna ve yüzüne vurmaya başladı. O kadar vurdu ki burnu kırıldı, elbiseleri kana bulandı. Alnından ve yüzünden ayrılan et parçaları sakalına sarktı ve sonunda İbn-i Ziyad'ın elindeki çubuk kırıldı. Hani elini uzatıp nöbetçilerden birinin kılıcını aldı ama nöbetçi sıkıca tuttu onu. İbn-i Ziyad, "Onu tutun" diye bağırdı. Hani'yi tutup sürüklediler ve odalardan birine kapattılar. İbn,i Ziyad'ın emriyle birçok nöbetçi dikildi kapıya. Bu arada Esma b. Harice ve bir görüşe göre de Hisan b. Esma yerinden kalkıp dedi "Ey emir, sen bize Hani'yi getirmemizi emrettin ve biz de getirdik. Yüzünü parçaladın, burnunu kırdın ve sakalını kanıyla boyadın, onu öldürebileceğini mi sanıyorsun?" İbn-i Ziyad öfkelendi ve "Sen de bizim yanımızda kalacaksın" dedi. O kadar dövüldü ki sonunda susmak zorunda kaldı. Daha sonra onu bağladılar ve sarayın bir köşesine hapsettiler. Kendini bu halde görünce "İnna lillahi ve inna ileyhi raciüne" dedi. Sanki birden saraya girmeden önce Hani'nin söylediklerini hatırlar gibi oldu ve "Ey Hani, şimdi ben öldürüleceğimi sana söyleyebilirim." dedi. Amr İbn-i Haccac -kızı Rüveyha Hani'nin zevcesiydi- Hani'nin katledildiğini duyunca Mazhec kabilesini toplayarak dar'ül emareyi muhasara etti ve bağırdı: "Ben Amr İbn-i Haccac ve bunlar da Mazhec kabilesinin büyükleri ve süvarileri. Biz padişaha karşı muhalefet etmemiş ve müslümanların cemaatinden de ayrılmamışız. Ancak büyüğümüz ve efendimiz Hani'nin öldürüldüğünü duyduk." İbn-i Ziyad onların toplandığından ve sözlerinden haberdar olup Şureyh-i Gazi'ye "Git Hani'yi gör ve ölmediğini de kabilesine söyle" dedi. Şureyh gidip Hani'yi gördü ve kabilesine dönüp öldürülmediğini söyledi. Mazhec kabilesi de bu haberle yetinerek dağıldılar. |
Yeni yorum ekle