Hz.Ali(a.s)'ın Mektupları-5

(İmran b. Husayn'il-Huzzâî ile Talha ve Zübeyr'e gönderdikleri mektup)

- Ebû -Câ'fer'il- İskâfi "Kitâb'ül- Makaamât"ta, Emir'ül Mü'minin'in (a.s) manâkıbında da bu mektubu zikreder.

(Allah'a hamd-ü senâ, Rasûlüne salât-ü selâmdan sonra)

Gizleseniz de bilirsiniz ki ben, insanların bana uymalarını istemedim, onlar istemedikçe. Onlarla yakınlaşmadım, onlar bana biat etmedikçe. İkiniz de, bana biat edenlerdendiniz, beni isteyenlerdendiniz.

Halk, hilâfeti gaspeden, yahut mala mülke hırsı olan bir kişi sanmadı beni, o çeşit biat almadım onlardan. Bana dileyerek biat ettiyseniz tezce isyanınızdan vazgeçin, dönün Allah'a tövbe ederek.

İstemeyerek biat ettiyseniz, görünüşte itâat ettiğinizden, suçuysa gizlediğinizden dolayı isyan ettiniz; bana da, size karşı hareket etmek için yol açtınız.

Ömrüm hakkı için ki muhâcirlerin, gönlündekini gizlemek, sırrını bildirmemek husûsunda en haklı olanı sizler değildiniz; bana biat etmeden bu işe girişseydiniz, biat edip hilâfetimi ikrâr ettikten sonra aleyhime dönmenizden, bana karşı gelmenizden daha kolay olurdu size.

Osman'ı benim öldürdüğümü sandınız, Medinelilerden ne bana uyanlar var, ne size uyanlar; aramızda onlar hükmetsinler görelim, onun öldürülmesinde benim mi daha fazla dahlim var, sizin mi?

A iki kocalmış kişi, dönün reyinizden; çünkü şimdi düştüğünüz en ağır şey utançtır; fakat utançla cehennem birleşmeden vazgeçin yaptığınızdan vesselâm.

Hakemeyn dolayısıyla yazıldığı anlaşılmaktadır.

(Hamdü senâ ve salâtü selâmdan) Sonra, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah dünyayı, dünyadan sonraki âlem için halketti; ehlini, içlerinden hangisi daha güzel amelde bulunacak, kendilerine göstermek için sınadı.

Biz dünya için yaratılmadık, dünya için çalışmamız buyrulmadı bize. Biz oraya, sınanmak için gönderildik ve Allah, beni seninle sınadı, seni de benimle; birimizi, öbürüne hüccet kıldı.

Sen Kur'ân'ı yorumlayıp dünyayı dilemeye koyuldun; elimle, dilimle bir cinâyette bulunmadığım hâlde benim hakkımda kısas hükmünü tatbike kalkıştın. Sen ve Şamlılar, o kanı benden istemeye giriştiniz; bilgininiz, bilgisizinizi, aleyhime kalkıp karşı duranınız, oturanınızı bu işe kışkırttı.

Kendine gel de Allah'tan çekin; yularını çek Şeytanın elinden; yüzünü âhiretten yana çevir; çünkü bizim de tutacağımız yol odur, senin de; biz de âhirete varacağız, sen de. Tezce gelip çatacak, kökünü sökecek,

soyunu sopunu yok edecek Allah azâbından kork; Allah'a and içerim , hem de bu andda suçlu olmam ve bu andı yersiz de içmem; Allah; benimle seni karşılaştırırsa adımımı geri atmam; "O zamana dek ki Allah aramızda hükmeder ve odur hükmedenlerin en hayırlısı." (A'râf, 85).

(Askerlerin öncülerine kumandan tâyîn edip Şam'a gönderdikleri Şurayh b. Hânî'ye vasiyet ederek buyurdular ki:)

Her sabah, her akşam Allah'tan kork, çekin; dünyânın seni aldatmasından sakın; hiçbir hâlde ondan gafil olma. Bil ki nefsini, istediği şeylerin çoğundan çekmezsen bu dilekler, seni pek çok zarara sokar. Nefsine engel o, çek çevir onu; öfkelenince öfkene hâkim ol, al ayağının altına, ez onu.

Sıffin olaylarını şehirlere bildiren mektup:

İlk olarak Şamlılarla buluştuğumuz zaman hâlimiz şuydu: Görünüşte Rabbimiz birdi, Peygamberimiz birdi, İslâm'a çağırmamız aynıydı. Biz onların Allah'a daha fazla inanmalarını,

Rasûlünü daha gerçek olarak tasdik etmelerini istemediğimiz gibi onlar da bizden böyle bir şey istemiyorlardı. Bu hususta da hâlimiz birdi, aynıydı; ancak Osman'ın kanı husûsunda ayrılığımız vardı; oysa bizim o kanda dahlimiz yoktu.

Gelin dedik, bugün çâresini bulamadığımız şu işi bırakalım; fitne ateşini söndürelim; halkı yatıştıralım; iş kuvvetlenince, halk bir olunca hak neyse ona uyalım. Hayır dediler, biz inat ediyoruz, bu işi başarmaya karar verdik.

Dâvetimizden kaçındılar, savaş başladı, ateşi yadı, yalımlandı; tandır kızdı. Savaş, bize de dişlerini gösterdi, onlara da; pençesini attı; o zaman önce çağırdığımıza uydular; biz de icâbet ettik;

isteklerine uyduk; dileklerini yerine getirdik, buna çalıştık. Deliller göründü onlara; özür getirmeleri bitti. Kim bu kararda durursa Allah onu helâk olmaktan kurtarır; kim inadında ısrâr ederse Allah onun kalbini perdesiyle örtmüş demektir, kötülük değirmeni onun başucunda döner, dolanır.

(Fars eyâletlerinden Halvan vâlisi Esved b. Katiba'ya gönderdikleri mektup:)

Vâlinin herkese karşı dileği aynı olmazsa bu, çok şeyde onu adalete riâyetten men eder; bundan dolayı halkın her işi senin katında eşit olsun; çünkü cevirle, zulümle adalete ulaşmanın yolu yoktur.

Beğenmediğin, hoşlanmadığın şeyden, onun benzerlerinden kendini çek, sakın. Sevâbını dileyerek, azâbından korkarak Allah'ın farz ettiği şeyleri yapmaya nefsini bezlet.

Bil ki dünyâ belâ yurdudur; insan dünyâda bir an bile kendisini mihnetten sağ esen bulursa bu an kıyamet gününde ona hasret olur, nedâmet olur. Bil ki hiçbir şey ebedi olarak haktan seni çekemez;

hiçbir şey de hakkın yerini tutamaz. Sana vâcip olan hakları korumaya bak, nefsini koru; halkın işlerine adamakıllı bak; çünkü bu hususta elde edeceğin fayda, senin vâsıtanla halkın elde edeceği faydadan da üstündür.

Ordunun geçeceği yerlerdeki vâlilere ve mal memurlarına:

(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra bilin ki Allah dilerse hükmünüz altında bulunan yerlerden geçecek olan orduyu gönderiyorum; halka eziyet etmemeleri, kötülükte bulunmamaları hakkında Allah'ın onlara vâcip ettiği şeyleri tavsiye ettim;

artık ben, onlardan sorumlu olamam; sizin idârenize bıraktım onları; ancak açlık dolayısıyla askerden zor durumda kalanlar, doyacakları kadar bir şey yerlerse bu, câiz görülebilir.

Onların, halkın malına el uzatarak zulümde bulunmalarına, idâreniz altında bulunan kötü kişilerin de, dediğim zorluk müstesnâ, askere karşı durmalarına engel olun; ben de ordunun içindeyim.

Arkadan ben de gelmekteyim. Ordudan bir zulüm, bir haksızlık görürseniz onları idârede acze düşer, Allah'tan ve benden başkasının yardımından ümit keserseniz bana şikâyette bulunun, Allah dilerse, onun yardımıyla buna ben engel olurum.

(Mısır'a Mâlik'ül-Eşter'i vâli tayin buyurdukları zaman Mısırlılara gönderdikleri mektup:)

(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Muhammed'i âlemlere korkutucu, peygamberlere tanık olarak gönderdi; Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun.

O göçünce Müslümanlar hilâfet husûsunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle çekiştiler. Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi, Peygamber'den sonra Ehlibeytinden alacağını, benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile getirmedim.

Fakat bir de baktım, gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi çektim; sonunda insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dînini iptâle kalkıştıklarını,

halkı buna çağırdıklarını görünceye dek dayandım. Fakat bu işe giriştikleri zaman, İslâm'a yardım etmezsem onda bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından korktum; çünkü bu musibet bana,

az bir gün sürecek, sonra serap gibi yitip gidecek, yahut bulut gibi dağılıp yitecek olan hilâfetten, size emir olmaktan mahrum kalmaktan da daha büyük olacaktı. Bu olaylar sırasında kalktım, işe giriştim; sonunda batıl yok olup gitti, din, olduğu gibi karar etti.

(Bu mektuptan:)

Vallahi onlarla tek başıma kalsam, onlarsa bütün yeryüzünü kaplasalar, gene de aldırış etmem, gene de korkmam. Can gözümle görmekteyim; Rabbimin ihsan ettiği şüphesiz bir inançla bilmekteyim ki onlar daldıkları sapıklıktalar, bense hidâyet yolundayım.

Ben Allah'a kavuşmayı özlemekteyim; onun güzelim sevâbını beklemekteyim, ummaktayım. Ancak beni hayıflandıran şu ümmetin başına aklı noksan olan kötü kişilerin, zâlim ve günahkârlarının musallat olmaları,

Allah'ın malını elden ele aktarmaları, Allah kullarını köle yapmaları, temiz ve iyi kişileriyle savaşmaları, suçlularınıysa kendilerine yardımcı etmeleri, onlara dayanmalarıdır.

Onların içinden sizin aranızda, gözlerinizin önünde haram olan şeyi içen ve İslâm hükmünce dayak yiyen var, onların içinde, mala mülke sâhip olmadıkça İslâm'a gelmeyen var.

Bunlar, bu hâller olmasaydı sizi bu kadar zorlamazdım, toplanmanızı bu derece istemezdim. Bu kadar uğraşmazdım sizinle; vazgeçtiniz, gevşeklik gösterdiniz mi bırakıverirdim sizi.

Görmüyor musunuz ki çevreniz kuşatılmakta; memleketiniz alınmakta, ülkeniz zaptedilmekte, şehirleriniz elinizden çıkmakta. Allah sizlere acısın; düşmanınızla savaşa çıkın, yurtlarınızda oturup kalmayın,

aksi hâlde horluğa düşersiniz, alçalırsınız, nasîbiniz daha da aşağı olur, perperişan kalırsınız. Çünkü savaşan kişi uyanık durur, uyuyana gelince, su uyur, düşman uyumaz vesselâm.

(Kûfe'de Ebu-Mûsâ'l -Aş'iri'nin halkı , Cemel savaşına katılmaktan men ettiğini duyunca ona gönderdikleri mektup)

Allah'ın kulu Emir'ül-Mü'minin Ali'den Kays oğlu Abdullah'a:

Senin bir sözünü bildirdiler; bu söz, hem lehinde, hem aleyhinde. İçim gelir gelmez eteğini çemre, belini bağla, deliğinden çık. Seninle berâber olanları da çağır, topla, yürüt;

sence bu işin doğruluğu anlaşıldıysa böyle hareket et; korkarsan uzaklaş, şüpheden elini çek. Allah'a and içerim ki seni bırakmam, neredeyse gelir çatarım sana, yağını sütüne,

yanıp kavrulmuşunu çiğine katıncaya dek bırakmam seni; oturma fırsatı da bulamazsın, ardından korkup çekindiğin gibi önünden de emin olamazsın. Bu, umduğun, sandığın gibi küçük bir olay değil; öyle bir büyük belâ ki devesine binmek,

gücünü yenmek, dağını bel etmek gerek. Aklını başına devşir, yapacağın işe dal; payını da al. Bu işten hoşlanmıyorsan yürü git, uzaklaş; ama ne genişliğe kavuşabilirsin, ne kurtuluşa erişebilirsin. Senin yapacağın işi, başkalarının başarması, seninse uykuya dalman daha doğru; öylesine uyu ki, filân nerede bile diyen olmasın.

Vallahi, bu söz gerçek yolda olanın gerçek sözü; mülhitlerin, doğru yoldan sapanların yaptıkları şeyse hiç ilgilendirmez beni vesselâm.

(Allah'a hümd-ü senâ, Rasûlüne salât-ü selâmdan) Sonra derim ki: Bildirdiğin gibi biz ve siz, uzlaşmış bir toplumduk, fakat dünkü gün, aramızı ayırdı bizim. Biz inandık, siz kâfir oldunuz; bugün biz gerçek yoldayız,

siz sınanıp aldandınız. Müslüman olanınız, zorla Müslüman oldu, hem de Müslüman büyüklerinin hepsi de, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'a uyduktan sonra.

Benim Talha'yı, Zübeyr'i öldürdüğümü, Âişe'yi ürküttü-ğümü, Hicaz'a yolladığımı, benimse iki şehir arasında konduğumu söylüyorsun. Bu, bir iş ki sen bunda yoktun; seninle olup biten bir şey yokken bundan sana ne.

Muhâcirlerle Ansârın da bulunduğu bir toplulukla üstüme geleceğini yazıyorsun; senin kardeşinin tutsak olduğu gün hicret bitti. Gelmekte acele ediyorsan hele dur,

rahat otur; çünkü Allah, umarım ki sana azâp etmek için gönde-recektir beni. Yok, sen geleceksen ziyaretime, Esedoğlu'-nun kardeşinin dediği gibi derim sana:

Yaz rüzgârına karşı gelenlerin o rüzgâr yüzlerine vurur;

Koca taşlarla tozu toprağa, küçük taş parçalarını onlara savurur.

Atanı, dayını, kardeşini öldürdüğüm kılıç yanımdadır benim. Vallahi benim bildiğim gibiysen sen, kalbin dalâlet perdesiyle örtülü, aklınsa kıt ve kötü. Sana şu söz söylenseydi yeri var:

Yüksek bir yere çıkmak için merdivene tırmanmadasın; ama o merdiven seni helâke götürecek, yükseltmeyecek. Çünkü sen ne yitirdiğini aramadasın; ne hayvanını otlatmadasın; bir şey istiyorsun ki ne onun ehlisin, ne onun mâdenindesin. Sözün, yaptığın işe ne de uzak.

Allah'ın salât-ü selâmı O'na olsun, Muhammed'e karşı durup kötülüğe girişen, batılı dileyen, bildiğin gibi de öldürüldükleri yerlere serilen, başlarına geleni defedemeyen amcalarına döneceksin yakında;

onlar da o savaşta sağ kalmadılar; erkekleriyle korumak istediklerini koruyamadılar; savaştan geri kalmayan kılıçlarla yok olup gittiler.

Osman'ı öldürenler hakkındaki lâfların çoğaldı gitti; sen de halkın kabûl ettiğini kabûl et; sonra toplumun, benim hakkımda vereceği hükme razı ol; Allah'ın kitâbına göre senin hakkında da gereken hükmü vereyim, onların hakkında da. Ama senin istediğin şey, memeden kesilen çocuğun ilk zamanlarındaki hilesinden başka bir şey değil.

(Allah'a hamd-ü senâ, Rasûlüne salat-ü selâmdan) Sonra derim ki: Görenin bakışıyla apaçık işleri görmek, ondan faydalanmak zamanın geldi; fakat sen, batıl dâvâlara giriştin, halkı yalanlarla kandırarak geçmişlerinin yolunu tuttun,

yalanla, senin kadrinden pek yüce olan bir mâkama yücelmek, sana verilmeyen şeyleri kapıp almak istedin; hem de haktan kaçarak, kulaklarının duyduğuna, kalbine dolana uyman, etinden,

kanından daha elzemken baş çekerek, inatlaşarak bu işe kalktın, "Haktan sonra ancak batıl var" (Yûnus, 32); apaçık bildirişten sonra insan, ona uymazsa ancak şüpheye, zanna kaçar.

Şüpheden, o elbiseye bürünmekten sakın; çünkü şüphe çağını bekleyen fitne, nice zamandır ki perdelerini salmış, insanların gözlerini örtmüş, karanlığı, hiçbir şeyi göstermez olmuştur.

Çeşitli yorumlara gelen mektubunu aldım; lâfların hikâyelere, masallara dayanmakta, onlarla örülmekte; o lâflarda ne ilim var, ne hilim. Sanki akan, durmayan kuma benzer cıvık, kaygan bir yerde sabahlamışsın,

yürüyemiyorsun; kapkaranlık bir yola düşmüşsün; adımını nereye atacağını bile göremiyorsun. Yücesine çıkmana imkân bulunmayan bir yere tırmanıyorsun; nişâneleri yok, seçemiyorsun;

oraya kartal bile uçamaz; oraya ulaşan, gökteki yıldızlara ulaşır ama bu işi başaramaz. Bu yücelik, sana lâyık değil; kadrini, haddini bil de eğil de eğil. Allah saklasın beni, Müslümanların başına seni musallat etmekten, yahut onların bir işini sana vermekten.

Bundan böyle kendi hâlini düşün, uğrayacağın âkıbetten sakın; şimdiden bu işten vazgeçersen özrün makbûl olur; fakat vazgeçmekte gecikirsen ve Allah kulları sana karşı harekete geçerlerse işlerin bağlanır kalır; her şeyin berbât olur vesselâm.

(Allah'a hamd-ü senâ, Rasûlüne salat-ü selâmdan) Sonra derim ki: Görenin bakışıyla apaçık işleri görmek, ondan faydalanmak zamanın geldi; fakat sen, batıl dâvâlara giriştin, halkı yalanlarla kandırarak geçmişlerinin yolunu tuttun,

yalanla, senin kadrinden pek yüce olan bir mâkama yücelmek, sana verilmeyen şeyleri kapıp almak istedin; hem de haktan kaçarak, kulaklarının duyduğuna, kalbine dolana uyman,

etinden, kanından daha elzemken baş çekerek, inatlaşarak bu işe kalktın, "Haktan sonra ancak batıl var" (Yûnus, 32); apaçık bildirişten sonra insan, ona uymazsa ancak şüpheye, zanna kaçar.

Mekke vâlisi Kusem b. Abbâs'a Mektupları:

(Allah'a hamd ü senâ, Rasûlüne ve soyuna salât ü selâmdan) Sonra, insanlarla haccet. Allah'ın günlerini, geçmiş ümmetlere gelen azaplarını anlat. Sabah akşam onlarla otur,

konuş; fetvâ isteyene fetvâ ver. Bilgisize bilgi öğret. Bilginle müzâkerede bulun. İnsanlara elçi olarak, ancak dilini kullan, perdeci olarak da yüzünü göster.

İhtiyâcı olanın sana başvurmasına, seni görmesine engel olma. Çünkü ihtiyaç sâhibi ilk baş vuruşunda kapılarından sürülürse ihtiyacı giderildikten sonra da övmez seni.

Allah malından, katında toplanana bak. Yanında olan ehil ayâl sâhiplerine, yok-yoksul kişilere sarfet, artanını bize yolla. Katımızda bulunanlara pay edelim.

Mekkelilere dikkat et; evlerinde konuklanan kişilerden para almasınlar. Çünkü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah "Orada yurt tutanla ziyârete gelen hakkında hüküm birdir" buyurmuştur (Hac, 25).

Orada yurt tutan, orada yerleşmiş olandır. Ziyârete gelense Mekke ehlinden olmayıp hac için oraya gidendir. Allah bize ve size sevdiği işlerde bulunmamız için başarı ihsan etsin vesselâm.

* * *

(Muâviye'nin Hac mevsiminde hacıları, Osman'ı, Emir'ül-Müminin'in öldürttüğü, hiç olmazsa öldüren-lerle bir olduğu hakkında kandırmak ve onları kendisine itâate çağırmak için Mekke'ye bâzı kişiler gönderdiğini duydukları zaman Kusem'e şu mektubu yollamışlardı:)

Cemel Savaşından Önce ve Cemel Savaşı Sırasında

(Hilâfetlerinden önce Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh'e gönderdikleri mektup)

(Allah'a hamd-ü sena, Rasûlüne ve soyuna salât-ü selâmdan)

Sonra bilin ki dünya, dokunulunca ele yumuşak gelen, fakat zehiri insanı öldüren yılana benzer; dünyadan elde ettiğin, seni aldatan, sana hoş gelen şey, az bile olsa gene ondan yüz çevir.

Değil mi ki ondan ayrılacağını iyiden iyiye biliyorsun; onun gamlarını da fırlat, at; hâlden hâle dönüşüne de aldırış etme. Onunla uzlaştığın zaman, en fazla ondan sakınacağın zaman olsun.

Çünkü ona dost olan, neşeyle, sevinçle ona inandı, yüreğini ona verdi de kandı mı dünya,onu hâlden hâle sıyırır atar, dertlere, belâlara katar. [1]

Hâris-i Hemdânî'ye Mektupları:

Kur'an ipine sarıl, onu kendine öğütçü bil. Tam helâlini helâl tanı, harâmını haram. Geçmişlere dâir Kur'an'da anlatılanları gerçekle, inan; haktır Kur'an'da anlatılan.

Dünyâda geçen çağları düşün, geleceklere dâir ibret al onlardan. Çünkü geçenle gelen birbirine benzer ayan beyan. Dünyânın sonu önüne bağlıdır, geçip gitmiştir; kalan zamanın hepsi de geçecektir, olup bitmiştir.

Allah'ın adını ulula; onu andın mı hakkıyla an. Ölümü, ölümden sonraki halleri çok çok an; ama âhireti düzüp koşmadan da ölümü istemek yok. Bir işi yapanın o işten razı olduğu,

fakat bütün Müslümanların nefret ettiği her işten çekin. Gizlice yapılan, fakat açıkça yapılınca utanılan her işten sakın. Sâhibine sorulunca inkâr ettiği işi yapma; yahut özür dilediği işe yaklaşma.

Haysiyetini halkın kınayış oklarına amaç etme; her duyduğunu halka söyleme; çünkü yalan söylemek bâbında bu yeter sana. Halkın her söylediği sözü de reddetme, bilgisizlik olarak da bu yeter sana.

Öfkeni yen, gücün yettikçe suçtan geç; öfkelenince halîm ol, bağışla; bu senin âkıbetini hayreder. Allah'ın sana ihsan ettiği nimetlerin birini bile yitirme; şükredegör. Allah'ın lütfettiği nimetlerin eseri de sende görünsün. Şükret de nimetler geledursun.

Bil ki insanların en üstünü, kendinden, ehlinden, malından Allah yolunda ihsan eden, Allah rızası için hayırda bulunandır. Çünkü, önce yaptığın hayır, senin için azık olarak kalır; geriye bıraktığınsa başkalarının hayrı olur.

Reyi gevşek olan, yaptığı hoş görünmeyen kişiyle görüşmekten çekin. Çünkü insanı görüşüp konuştuğu kişiyle ölçerler; arkadaşından ibret alırlar da hakkında hüküm verirler.

Büyük şehirlerde otur, yerleş; çünkü oraları Müslümanların toplandıkları yerlerdir. Halkı gaflete dalan, cefâ ve zulmeden, Allah'a itaatten yardımcısı az olan yerlerden çekin. Çarşılarda, pazarlarda oturmaktan sakın. Çünkü oraları Şeytanın geldiği, fitnelerin belirdiği yerlerdir.

Allah'ın sana üstün ettiği kişiye fazla bak, onun üstünlüğünü düşün; çünkü bu, şükrü açan kapılardır.

Cuma günü Allah yolunda, yahut mecbûr olduğun yolculuktan başka, namazda bulunmadıkça, namaz kılmadıkça sefere çıkma.

Her işinde Allah'a itâat et. Çünkü Allah'a itâat, ondan başka her şeyden üstündür. Nefsini kulluğa alıştırmaya bak. Fakat ona yumuşak muâmele et; kahretme onu; ancak sana farz olan şeylerden başka şeylerde onun huzûrunu da hoş gör; çünkü farzların, vaktinde ve yerinde yapılması gerekir.

Sakın dünyâyı dilerken, Rabbinden kaçarken ölüm gelip çatmasın sana. Sakın kötülük edenlerle konuşma, onlarla düşüp kalkma, Çünkü şer şerre ulaşır ancak. Allah' ı büyük bil, ulu tanı, onu sevenleri sev. Öfkeden çekin, çünkü öfke İblisin ordusundan bir bölüktür.

(Medine vâlisi Sehl b. Huneyf'il Ansâri'ye Medinelilerden bir kısmının Muâviye'ye katılması dolayısıyla yazdıkları mektup:)

Yanında olan, idaren altında bulunan kişilerin bir kısmının birer birer Muaviye'ye katıldığını haber aldım. Onların gitmesiyle sana uyanların sayısının azaldığına, onların yardımından mahrum kaldığına hayıflanma.

Onların hidâyetten ve haktan kaçarak körlüğe ve bilgisizliğe sığınarak gitmeleri, onlara sapıklığa düşmek bakımından yeter bir belâdır. Senin için de onlardan kurtulmak bakımından âdetâ şifâdır.

Çünkü onlar dünyâ ehlidir, ona yönelirler, ona koşarlar. Ona adaleti tanıdılar, gördüler, işittiler; bellediler ve bildiler ki insanlar bizim katımızda hak bakımından birdir, eşittir; bundan çekindiler, nimet ve devlet sâhibi olmaya, eşitlerinden büyük tanınıp mal mülk elde etmeye kaçtılar.

Uzak olsunlar onlar, uzak. Vallahi onlar, bir zulümden kaçmadıkları gibi adalete de ulaşmadılar. Biz bu işin zorluklarında bize yardım etmesini, sertliklerini yumuşatmasını Allah'tan ummaktayız vesselâm.

Münzir b. Cârûd'il Abdi'ye mektupları:

(Allah'a hümd ü senâ, Rasûlüne salât ü selâmdan) Sonra derim ki: Babanın temizliği aldattı beni. Seni de onun yolunu tutar, izini izler sandım. Oysa sen bana söz verdiğin gibi çıkmadın;

nefsine boyun eğdin; âhiretine ait işleri yüzüstü bıraktın; âhiretini yıkarak, dünyânı onarmadasın; dînini bırakarak aşîretine ihsanda bulunmadasın.

Hakkında bana bildirilenler gerçekse, ehlinin devesiyle ayak kaplarının sırımı bile senden hayırlıdır. Senin gibi birisi, sınır korumaya, bir iş başarmaya, birinin kadrini yüceltmeye,

bir emanete ortak olmaya ehil olmadığı gibi öyle kişinin hıyânetinden de emin olunmaz. Allah izin verirse, bu mektubumu alır almaz hemen katıma gel.

Mektubuna cevap vereyim mi, mektubunu okuyayım mı, reyimi gevşeteyim mi, anlayışımı yanlış sayayım mı? Âdetâ tereddüt içindeyim. Benden olmayacak şeyler istiyorsun, bana mektuplar yazıp gönderiyorsun.

Tıpkı dolgun mideyle yatan, derin bir uykuya dalan, dağınık ve saçma rüyalar gören, ne yapacağını bilmez bir halde kalkan, yaptığı iş aleyhine mi çıkar, lehine mi, bilmeyen kişiye benziyorsun; sen o adam değilsin ama, o, sana çok benziyor.

Allah'a and içerim ki birazcık barış ümîdini gütmesem sana öylesine bir gelip çatardım ki kemikler kırılır, etler dökülürdü.

Bil ki Şeytan, iyi işlere dönmene, öğüde kulak vermene engel olmakta. Selâm, ona ehil olana.

Allah'ın kulu Emir'ül-Müminin Ali'den Ebu-Süfyan oğlu Muâviye'ye:

Sen de iyice bilirsin ki (Osman b. Affan hakkında ve ondan evvelki olaylara ait) özürlerimi size bildirdim; böylece de sizinle muâraza kapısını kapattım. olmamasına çare bulunmayan, def'ine imkân olmayan şey oldu bitti. Hikâye uzundur, söz çoktur.

Dönen döndü, gelen geldi. Yanındakilerden adıma biat al, onlardan bir bölükle de dön, bana gel.

(Abdullah b. Abbas'ı Basra'ya vâli tayin ettikleri zaman ona buyurdular ki.)

İnsanları, yüzünle, meclisinle, hükmünle ferahlat, hoşnût et. Öfkeden sakın; çünkü öfke Şeytanın insanı aldatmak için iğvâ ettiği kötü bir şeydir. Bil ki seni Allah'a yaklaştıran herşey, ateşten uzaklaştırır; Allah'tan uzaklaştıran her şey de seni ateşe yaklaştırır.

(Haricilere delil getirmek üzere Abdullah b. Abdullah b. Abbâs'ı gönderirken buyurmuşlardı ki:)

Onlarla Kur'ân'a dayanarak bahse girişme; çünkü Kur'an, bir çok yönü olan, türlü yorumlarla yorulabilen bir kitaptır; sen söylersin, onlar da söylerler; onlara sünnete dayanarak delil getir; çünkü ondan kaçmaya yol bulamazlar onlar.

Ebû-Mûsâ'l-Aş'ari'nin, hakem olarak gittiği yerden yazdığı mektuba cevapları:

(Bu mektubu Said b. Yahyâ'l-Emevî "Kitâb'ül-Magaazî"sine almıştır.)

Gerçekten de insanların çoğu, hakka yardım edip kazanacakları ebedî saâdeti dünya malına değişmiştir; onlar dünyâya meyletmişlerdir, hevâ ve heveslerine uyup söz söylemişlerdir.

Ben bu işte, şaşılacak bir konağa kondum; orada nefisleri, onları şaşılacak bir hale düşürmüş bir toplum da geldi toplandı. Ben onların kan kesilip pıhtılaşacak yaralarını onarmak istiyorum.

Bil ki, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun Muhammed ümmetine benden daha düşkün olan, onların uzlaşmalarını benden daha fazla isteyen biri yoktur; bununla da iyi bir sevâba, gidilecek güzel bir yere nâil olmayı ummaktayım.

Söz verdiğim şeye vefâ edeceğim, fakat sen, benden iyi, temiz bir hâlde ayrılmıştın; bu hâli bozarsan bil ki kötü kişi, aklın, tecrübenin kendisine verdiği faydayı kendisine harâm eden kişidir. Verilen hüküm gerçek de doğru olursa onu bozmam; Allah'ın düzene soktuğu bir işi ifsât etmem.

Bilmediğin, tanımadığın sözlere kulak asma; çünkü insanların kötüleri, sana kötü sözlerle kanat açıp uçanlar, o kötü sözlerle sana gelip konanlardır vesselâm.

Ordu kumandanlarına hitâbeleri:

(Allah'a hamd ü senâ, Resûlüne selât ü selâmdan) Sonra, sizden önce gelip geçenleri, ancak halkı haktan men etmeleri, halkın da hakkı satmaları, onların batılı kabûl etmeleri, halkın da batıla uymaları helâk etmiştir.

 

Yeni yorum ekle