HZ.RESUL-İ EKREM
İslami şahsiyetin tüm boyutlarıyla araştırılması ve Kur'an-ı Kerim'in belirlediği gibi bir sonuca ulaşılması Allah'a ibadet etmenin, O'na bağlanmanın o mukaddes zata yönelmenin ve O'ndan korkmanın böyle bir şahsiyetin alt yapısını oluşturduğunu gözlerimiz önüne sermektedir.
Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:
"Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki zekatı verirler ve onlar ki iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederle. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler."
İşte görüldüğü gibi mümin bir insanın şahsi yet ve sıfatlarını anlatma bu ayetler müminleri nitelendirmeye namazlarında ve Allah (c.c) karşısında huşu ile durduklarından bahsederek başlamaktadır. Daha sonra diğer güzel sıfatları sıralamakta ve namaz kılmaya devam etmeyi İslami şahsiyetin meydana gelmesinde son sıfat olarak belirtmektedir.
İşte bundan dolayı İslami şahsiyette önem ruhsal boyuttadır. mümin bir insanın şahsiyetinin oluşumunda ikinci rolü oynayan ahlaksal boyut, ruhsal boyutun hemen arkasından beyan edilmektedir. Bundan dolayı "boş ve yararsız işlerden çekinmek" "iffeti korumak" "emanete riayet etmek" "ahde vefa" ve... bunların tümü İslami bir şahsiyetin meydana gelmesinde baş rolü oynamaktadırlar.
Gerçi şuna dikkat etmek gerekir ki sözü geçen noktalar daha çok hatırlatma ve haber verme rolünü oynamak tadırlar. Zira Kur'an-ı Kerim islami şahsiyeti oluşturan faktörleri (ruhsal-ahlaksal) öyle bir macun şeklinde beyan etmiştir ki bu faktörleri bir birinden ayırmak kesinlikle mümkün değildir.
İşte bunun için islami şahsiyet yegane gerçektir. Onun tüm unsur ve faktörleri bir biriyle ilişki içerisindedir. Hiç bir durumda onun bir parçası diğerinden ayrılamaz. Hatta sözü geçen ayetlerin bu gerçeği sorguladıkları bile söylenebilir. Zira bu nitelendirme işlemine namazda huşu ile başlanmış ve namaza devamlılık ile son vermiştir. Bu konuyla ilgili başka ayetler de vardır ki yukarıdaki anlamı vurgulamaktadır:
"Gerçekten insan pek hırslı yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkan verildiğinde ise pinki kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdırlar, mallarında isteyene ve mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar. Ceza gününün doğruluğuna inananlar; Rablerinin azabından korkanlar ki Rablerinin azabı(na karşı) emin olunamaz. ırzlarını koruyanlar ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan Öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir şahitliklerini yapanlar, namazlarını koruyanlar."
Bu ayetle ruhsal ve ahlaksal boyutları öylesine birbirine karıştırmıştır ki sanki bir gerçekten iki çehre gibidir.
Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde ayetler oldukça fazladır. Onlar hakkında oldukça geniş çaplı bahisler edilmiştir. Allah'ın beğendiği şahsiyet, ameli düzene tabi olan, Allah (c.c)'a ibadeti zamanında yerine yetiren pratik hayatta ahlak sahibi, günlük yaşantısında her türlü davranışı güzel ve uygun olan bir şahsiyettir.
İslami şahsiyeti en güzel şekilde beyan eden metin aşağıdaki ayetler olabilir:
"Rahmanın (has) kulları onlardır ki yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "selam" derler. Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler. Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav.
Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.
Orası gerçekten ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir! (O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı (nın cezasını) bulur; Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.
Kim tövbe edip iyi davranış gösterirse şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. O kullar yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile geçip giderler. Kendilerine Rablerinin ayetler: hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar (Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl! derler. İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, arada hürmet ve selamla karşılanacaklardır."
Bir defa daha hatırlatıyoruz ki gördüğünüz ayetler şu gerçeği açılamaktadır ki mümin bir insan açısından ibadet bir nevi "ahlaktır." O Allah'ın ahdine vefa etmek olarak sayılmaktadır. Bu, O'nun nimetlerinin şükrü, uçsuz bucaksız rahmetinin akışına itiraf etmek ve aynı şekilde öyle birisine hürmet etmektir ki herkesten daha çok hürmet edilmeye layıktır. Bunların tümü akıl sahibi insanlar açısından ahlaksal faziletlerin ışıltılarıdır.
Bu konunun tersinin de doğru olduğu açıktır. Zira "ibadet" mümin birinin yanında beğenilmiş bir ahlak ise "ahlak"da bir nevi vacip ibadet olarak sayılır. Çünkü sözü edilen ahlak "Rabbani" ahlaktır ve Allah (c.c)'a iman ona sebep olmuştur. Aynı şekilde ahiret gününe inanmak ona devamlılık bağışlar. Sonunda cennet ve ilahi sevaplarla noktalanır.
Buna göre mümin bir insan doğru sözlü, ahdine vefa eden, emanete riayet eden zorluk ve kolaylıkta sabırlıdır. Muhtaçlara yardım eder, çocuklara karşı merhametlidir. Büyüklerine saygı gösterir. Devamlı olarak halkla iyi ilişki halindedir. Bütün bunları Allah (c.c)'ın hoşnutluğunu kazanmak, O'nun emirlerini yerine yetirmek ve O'nun gazabından korkmak üzere bu görevlerini yapar.
Mümin bir insanın şahsiyetini Kur'an-ı Kerim'in diliyle ve çeşitli örnekler sunarak nitelendirmek Peygamber efendimizin önderlik ettiği metottur. İşte bundan dolayı O'nun şahsiyeti, doğal olarak İslam dünyasında görülen diğer şahsiyetlere oranla en yüksek ve doruk noktasında yer almıştır. Zira Peygamber efendimiz:
İbadet ve Rabbine bağlılıkta en ileri gelendir.
Kendi ailesi ve toplum ile olan ilişkisinde iyi ahlaklı olmada öncüydü.
Zamanı tanıma, hayatın tüm şartlarında doğruluk ve dostluk ta herkesten öndeydi. Peygamberin sahip olmadığı hiç bir fazilet, keramet ve büyüklük yoktur.
Geçmişten günümüze dek yüce İslam peygamberinin methi ve övgüsünde söylenen hiçbir söz Allah-u Tealâ'nın övgüsüyle boy ölçüşemez. Öyle ki Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin"
Bu ayet O yüce şahsiyeti vasıflandırılıp nitelendirilmesinde her kalem ve tasavvuru aciz bırakmaktadır. Bu ayet-i şerife, Allah (c.c)'ın Peygamber efendimizin yüce ahlak, sıfat ve diğer insanlarla olan güzel ilişkisine ve yüce makamına Şahitlik ettiğini göstermektedir. Elbette bu durum, ahlak mefhumu nasıl olursa olsun tüm insani davranışları kapsar denildiği taktirdedir.
Bu öyle bir şahitlik ve tanıklıktır ki Allah (c.c) ve peygamberinden başka hiç kimse onun yüceliğine ulaşamaz. Zira Allah tarafından şeref sahibi olmuştur. Bundan dolayı vücudunun derinliklerine yerleşmiş ve onun en küçük zerrecikleriyle karışmıştır. Allah (c.c) irade ettiği müddetçe melekut fezasında gidiş-geliş halindedir.
Bunlara ilave olarak böyle bir şahitlik ve tanıklığa, peygamberin onu Allah (c.c) tarafından aldıktan sonra tahammül etmesi O büyük şahsiyetin yüceliğinin delilidir. Çünkü O, Allah (c.c) kim olduğunu herkesten daha iyi bilir. Bu gerçek tanıklığı yapanın kim olduğunu çok iyi biliyor. Bütün bunlara rağmen tam bir güven ve direnişle sapa sağlam ayakta duruyor.
Bu şahitlikten sonra gururlanmıyor kendini beğenmişlik havalarına girmiyor. Dünyada hiç bir methi ve övgü onunla boy ölçüşemez. Tarih sayfalarının da belirttiği gibi bir çok insan, üst makamların yaptıkları övgü ve teşvikleri ile kendilerini kaybetmiş bencillik ve gurur hastalığına yakalanmışlardır. Onların bu övgü ve teşvikleri bir insan tarafından oda sadece sınırlı bir dairede gerçekleşmişti. Ama Peygamber efendimiz Allah (c.c) tarafından bu şekilde övgü ve teşvik görmesine rağmen yinede tam bir tevazu sahibiydi. tam bir gönül rahatlığına sahipti.
"Allah risaletini nereye vereceğini daha iyi bilir." İşte bu noktada Hz. Muhammed (s.a.a) ilahi risalet noktasında aynı ölçüdedir. Dahası onun canlı bir şekli olarak sayılır. İşte bundan dolayıdır ki Allah (c.c) İslam ümmetine konuşma, davranış ve yaşamlarıyla ilgili her şeyde O'na (s.a.a) tabi olmayı zaruri ve gerekli kılmıştır. Bundan kaçış yoktur. O'nu büyük bir örnek sayarak şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki Resulullah sizin için güzel bir örnektir." "Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin."
Hz. Peygamberin şahsiyeti büyüklük ve yücelik açısından öyle bir yere ulaşmıştır ki Hz. Ali (a.s)'den O'nun hakkında soru sorduklarında cevaben şöyle buyurdu: Hz. Peygamberin ahlakını nasıl anlatayım ki Allah (c.c) O'nun ahlakının yüceliğine tanıklık ederek şöyle buyurmuştur, "Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin"
Şöyle cevap verdi: "Peygamberin ahlakı Kur'an-i Ahlak idi."
Her neyse peygamberin ahlakının yüceliği, makam ve mertebesinin yüksekliği, nefsinin kerametli olması, akıllığı ve temizliği bisetten önce O'na ulaşan ve daha sonrada onunla beraber olan özel ilahi yardımların sonucudur.
Resul-i Ekrem bisetten önce Allah (c.c)'ın koruması altındaydı. O'nun hattında yürüyor, böylece ilahi risalete hazırlanıyordu. Herkesten daha çek Peygamber: tanıyan Hz. Ali bu ilahi yardımlara değinerek bir hadiste şöyle buyuruyor: Allah-u Teala, Hz. Muhammed (s.a.a)'in süt içme döneminden sonra meleklerinden en büyüğünü, O'na kerametler:, büyüklükler: ve dünyanın en iyi ahlak metodunu öğretmesi için görevlendirdi. Bu melek gece, gündüz onunla beraberdi.
Peygamberin mahsus olduğu bu durum o'nu diğer şahsiyetlerle tamamen farklı kıldı. Yaşam tarzı ve yüce ahlakı belirginleşti. fazilet, kemal, toplumsal makam ve mevki açısından ağızdan ağıza dolaşıyordu. Bu durum öyle bir yere ulaştı ki Cahiliyet dönemi insanları özellikle de kendi kavmi o'nu "Sadık Emin" olarak hitabedip lakap taktılar. Gerçekte bu lakap ile o'nu diğerlerinden ayırıyordu.
O seçkin insanın ahlakı Allah (c.c) iradesi ile şekillendikten sonra... O, parlak yıldızı (insan) tarihinde en büyük değişikliği yapmak üzere risalet için seçti. O'da insanın fikri ve sosyal yaşantısında bu değişikliği yapmak için tüm gücünü kullandı. Yüce İslam Peygamber (s.a.a)'in inkılabı tarihin gördüğü en güzel tecrübedir.
Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim islami yaşantının ilk pruyök türü (bireysel ve toplumsal olan da) olarak sayılmaktadır. İslam Peygamberinin yaşam tarzı Kur'ân'dan sonra ikinci sırada yer almıştır. eğer Kur'an ve Peygamberin yaşam tarzı bir gerçekten iki cilvedir denmiyorsa sebebi şudur: Peygamberin yaşam tarzını öğrenmek ve islami yaşantıyı peygamberden öğrenmek Allah (c.c)'ın dinini öğrenmek anlamındadır.
Bizde elimizden yeldiği kadar yüce İslam Peygamberinin şahsiyetinden bazı boyutları incelemeye çalışacağız. inşallah
Müslüman bir insanın Allah (c.c) ile olan ilişkisi yaşamının veya ihtiyaçlarının belli bir boyutuyla sınırlı kalmaz. Bilakis insan fertlerinin Allah (c.c) ile olan ilişkisi, O'nun seçtiği dinden de anlaşılacağı üzere insanın tüm nefsani arzulardan kurtulması Allah'a yönelmesi hayatının tüm aşamasında O'nu göz önüne almasıdır. Örnek olarak aşağıdakilere dikkat ediniz.
"Namaz", "Hükümet ve yargılama", "hayat ve ölüm" ve hatta "ölümden sonraki hayat".
Buna göre kul ve Rabbi arasındaki gerçek ilişki şunu icab etmektedir: kul kendisi ile ilgili tüm meselelerde -ister vücuduyla ilgili olsun ister yaşantısıyla- Allah'a karşı olan kulluğuna dikkat etmeli ve sadece o'na itaat etmesinde ortaya çıkar malıdır. Şu anlamda ki, şeriat hükümlerine amel etmeli, Allah'ın emirlerini yerine getirmelidir. Değerli kitabımız Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Deki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hapsi alemlerin Rabbi Allah içindir."
Namaz, oruç hac ve... gibi büyük İslami şiarlar gerçi Allah (c.c)'a kulluk ve ibadetin bir bölümüdür ve insan yaşantısının çeşitli boyutlarını kapsamaktadır. Ama bu türden şiarlar has bir kalıba sahiptir -Onların niceliği, sayıları ve zamanları- Allah (c.c) tarafından belirlenmiştir ve hiç bir değişikliğe maruz kalmazlar.
Bunlara ilave olarak, bu şiarların tümü Allah (c.c)'a karşı kulluk, huşu ve ihlas kastı ile yapılır. Bunların başka bir hedefi yoktur. Bu durum insanların diğer işlerinin tam tersinedir. Zira onlar "mal sevgisi" ve "cinsel eğilimden" kaynaklanmaktadır. Bunlar her ümmet ve toplum arasında var olan türden meselelerdir. (İster geçmişte, ister günümüzde, ister Kur'an'ın nüzulundan önce ve ister sonra.)
İlahi şeriatın bu eğilimlerle ilgili en önemli rolü şudur:
Onları meşru ve doğru yöne yöneltir, onları temizler. Şu kasıtla ki: İnsan -bu eğilimlerle bocaladığı bir halde- Allah (c.c)'ın kulluğunu kabul eder. Elbette İslam'da kulluk şiar ve edepleri bu şekilde değildir.
Bunlar maddi ve içgüdüsel dürtülerden kaynaklanmaz. Bilakis Allah (c.c) onları uzun veya kısa olarak belirlemiş kullarına ise belli bir zaman içerisinde has bir şekilde onları yapmasını emretmiştir. İnsan kesinlikle bunları değiştirme veya yerlerinden oynatma yetkisine sahip değildir.
İşte bundan dolayı yüce İslam alimleri bu türden Şiarları "İbadet" olarak isimlendirmişlerdir. Ama İslam'ın inayet ettiği diğer faaliyetleri (evlilik, ticaret, kira ve ...) muameleler olarak adlandırmışlardır.
Yukarıdaki açıklamaya göre Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Allah ile irtibatını "kulluk şiarları" açısından (ister farzlar bölümü olsun ister nafileler) ele alarak inceliyoruz. Peygamber efendimizin yaşantısındaki diğer faaliyetleri ayrı bölümler halinde inceleyeceğiz. Bunun sebebi ise şekil ve muhtevası Allah için ihlas ile yapılan işleri, her ne kadar islami de olsa diğer hedefleri olan işlerden ayırmaktır.
Namaz, canın rahatlığı, ruhun temizliği ve Allah ile kul arasındaki en kuvvetli ve güçlü irtibat vesilesidir. Allah (c.c) mümin kullarından sabah, akşam, güneş doğmadan önce ve batmadan önce namaz kılmalarını istemiştir. o'nun kulları da bu yüzden ne zaman namaz vakti yaklaşırsa kendi Rableri ile razu niyaz etmek için bir bekleyiş halini alırlar.
İslam dininde namaz öyle bir makama sahiptir ki hiçbir ibadet ona ulaşamaz. Namazın ikame edilmesi ve onun devamı hakkındaki vurgulamalar, onu hafife almak hususundaki azarlamalar kısacası İslam dünyasında namazın ne derece önemli olduğu hakkında o kadar ayet ve rivayet vardır ki sayılamaz. Örneğin Allah (c.c) meleklerin ve cehennemliklerin arasındaki konuşmayı anlatırken şöyle buyuruyor:
"Derler ki: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk"
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir yöresidir."
Bir başka yerde şöyle buyuruyor: "Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin huşu içinde, Allah için namaza durun"
Resul-i Ekrem (s.a.a)'de bu hususta şöyle buyuruyor:
"İslam baş gibidir, namaz ise beden, Allah yolunda cihad ise hakikatın cilvelendiği yer olarak sayılır."
Peygamber yine şöyle buyuruyor:
"Doğrusu dinin direği namazdır. Namaz, İnsan oğlunun amellerinden ilk bakılandır. Eğer namazı sahih ise diğer amellerine de bakılır. Eğer namazı sahih değilse diğer amellerine de bakılmaz."
Başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Namazı hafif sayan benden değildir. Yemin olsun ki (Kevser) havuzunda bana gelemeyecektir."
Buna göre: Namaz İslam dininde özel bir makama sahiptir. Peygamber namaza çok büyük bir önem veriyor. namaz hususunda eşsiz bir şekilde özen gösteriyordu. O'nun yaşantısı anlattıklarımızın açık bir delilidir. Örneğin aşağıdaki bölüme dikkat ediniz.
1- Hz. Hüseyin b. Ali (a.s)'dan: -İmam peygamberin namazdaki huşusunu beyan etmek istiyor- şöyle nakledilir:
"Peygamber hiç bir günah işlemediği halde Allah (c.c) korkusundan öyle bir ağlardı ki seccadesi ıslanırdı."
Peygamberin namazdaki huşusunun yüceliği hakkında Mutarraf b. Abdullah b. Şühayr babasından şöyle naklediyor:
"Peygamberi namaz kıldığı halde hıçkırık sesleri göğsünde hapsolmuş. bir halde gördüm."
2- Peygamberin Allah'a (c.c) olan şiddetli ilgisi konusunda Aişe'den şöyle nakledilir:
"Biz Resulullah ile beraberdik, onunla sohbet ediyorduk. Ama namaz vakti gelince öyle bir hale geliyordu ki sanki ne O bizi tanıyordu nede biz O'nu."
3- Hz. Ali (a.s) bir hadislerinde kendi ashabına yaptığı konuşmada peygamberin namaza verdiği öneme değinerek şöyle buyurdu:
"Peygamber namaz için kendisini zahmete sokardı. Bu durum O'nu cennetle müjdelemesi ve Allah'ın "kendi ehlini namaza ve ona sabretmeye emret." Sözünden sonraydı. O kendi ehlini namaza emreder kendisi de ona sabrederdi."
4- Peygamberin namaza ve Allah karşısında namaz halinde kıyam etmeye çok fazla isteği vardı
"Peygamber namaz saatini beklerdi bu arada namaza olan ilgisi de git gide artardı. Namaz saati olduğunda müezzini olan Bilal'a; ezanınla bizi, neşe veren dostumuza çağır." derdi.
5- Peygamberin Allah (c.c)'a bağlılığı ve diğerlerini namaz yoluyla Allah'a (c.c) yönlendirmeleri. Ebuzer'den şöyle nakledilir:
"Ey Ebuzer! doğrusu Allah (c.c) gözümün aydınlığının namazda karar kıldı. Yemek nasıl aç birisi için su nasıl susuz birisi için sevimliyse namazda benim için o kadar sevimlidir. Elbette aç ve susuz, yemek yeyip su içtiklerinde doyarlar. Ama ben hiçbir zaman namazda yorulmuyorum..."
6- Peygamberin ibadeti adet edindiğinin, Allah (c.c) yöneldiğinin açık bir örneği kendisinden nakledilen bir hadistir:
"O kadar namaz kılardı ki mübarek ayakları şişerdi. Peygambere şöyle arz edildi: Neden böyle ibadet ediyorsunuz?
Sizin geçmişteki ve yelecekteki tüm günahlarınız bağışlanmıştır. Cevapta şöyle buyurdular: Şükreden bir kul olmayayım mı?!"
7- Abdullah b. Abbas, Peygamberin gece namazı hakkında şöyle söylüyor:
"Gece yarısı olduğu vakit -biraz daha erken veya geç- peygamber uykudan uyanırdı. Uyku belirtilerini kendisinden uzaklaştırırdı. Âl-i İmran suresinden on ayet okurdu. Daha sonra su kırbasının yanına gider, abdest alırdı. Güzel bir şekilde abdest alırdı. Ondan sonra namaza durur, vitir namazından sonra yatağına dönerdi. Bu durum müezzin hazır oluncaya kadar sürerdi. Ezan okunduğunda kalkar iki rekat hafif namaz kılardı. Bu namazdan sonra dışarı çıkar ve sabah namazını kılardı."
8- İmam Bakır veya İmam Sadık (a.s)'dan şöyle nakledilir:
"Peygamber gece yarısından sonra on üç rekat namaz kılardı."
9- Ümmü Seleme'den peygamberin gece namazı hakkında sordular cevaben şöyle söyledi:
"Sizin, peygamberin namazıyla ne işiniz var? Namaz kılardı, daha sonra namaz kıldığı müddet kadar yatardı. Daha sonra aynı ölçüde namaz kılardı. O zaman namaz müddeti kadar uyurdu. Bütün bunlardan sonra sabah namazı kılardı."
10- Peygamberin gece nafilesi ve Allah'a olan bağlılığı hakkında Hüzeyfe b. El-Yaman şöyle rivayet ediyor:
Gecenin bir bölümünü onunla namaza durdu. Hüzeyfe: Namaz vakti girdi dedi. Peygamber buyurdu: "Allah (c.c) (her şeyden) büyüktür. O "Melekut ve Ceberut"un sahibidir. O Allah'tır ki yücelik ve büyüklüğün sahibidir." Hüzeyfe daha sonra şöyle devam ediyor: Bakara suresini okudu ve rükua vardı, (rükuunun uzunluğu kıyamının uzunluğu kadardı). Rüku halinde şöyle diyordu: Benim yüce Allah'ım temiz ve münezzehtir.
Temiz ve münezzehtir benim Rabbim. Bu sırada rükudan kalktı. Rükudan sonraki kıyam, da aynı rükusu gibiydi. Bu halde şöyle söylüyordu: Hamd Allah'a mahsustur, hamd Allah'a mahsustur.
Ondan sonra secdeye gitti. Secdesi de kıyamı gibiydi. Secde halinde şöyle söylüyordu: Benim yüce Allah'ım temiz ve münezzehtir, temiz ve münezzehtir benim Rabbim. Secdeden kalktı. Peygamberin iki secde arasındaki duraklaması aynı secdesi gibiydi. O halde iken şöyle söylüyordu: İlahi! Beni bağışla. Beni bağışla ya Rabbi! ya Rabbi! Beni bağışla Bakara, Al-i İmran, Nisa ve Maide surelerini okudu."
Buraya kadar okuduğunuz bölüm Peygamberin namaza verdiği önem ve Allah'a (c.c) karşı duyduğu huşunun sadece bir bölümüydü. Allah'ın selat ve selamı O'na ve pak Ehl-i Beytine olsun.
Mukaddes İslam dininde orucu bozan maddi şeylerden çekinmekle sınırlı değildir. Bilakis oruç her şeyden önce ruhsal bir icabdır. Hedefi ise ilahi takvayı elde etmektir. Oruç tutan kul ilahi takvaya ulaşmıştır. Bundan sonra orucun belirti ve sonuçları kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey İman edenler! Oruç sizden önce gelip geçen ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'den şöyle nakledilir.
"Oruçlu bir kimse Müslüman kardeşinin gıybetini (çekiştirme) yapmadığı müddetçe devamlı olarak uykuda bile olsa ibadeti halindedir."
Hz. peygamber Allah (c.c)'ın şöyle buyurduğunu nakleder:
"Oruç benim içindir. Onun sevabını sadece ben veririm."
Bir başka yerde işe şöyle buyuruyor:
"Oruçlu bir kimsenin uykusu ibadettir. Nefse alıp vermesinin tesbih etme sevabı vardır."
Orucun İslam dinindeki önemine göz attığımızda, peygamberin ona, Allah (c.c)'ın rızasına ulaşmak ve O'na yaklaşmak için ona vesile olarak baktığını görüyoruz. Aşağıdaki bölüme dikkat ediniz.
1- İmam Sadık (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilir:
"Resulullah (s.a.a) iftar edilmez denilene kadar oruç tutardı. Yine oruç tutulmamalıdır denildiğinde iftarını açardı. Daha sonra günaşırı oruç tutardı. Ondan sonra pazar ertesi ve perşembe günleri oruçlu iki. Üç gönü oruçlu geçirirdi. O Üç gün şunlardır; ayın ilk perşembesi ayın ortasında çarşamba günü, ayın son perşembesi."
2- Bir rivayette şöyle nakledilir:
"Peygamber Şaban ayı ve Ramazan ayını oruçlu geçirirdi. Her ay ise üç gün oruç tutardı. O üç gün şunlardır: Her ayın ilk perşembesi, ayır ortasında çarşamba ve ayın son perşembesi..."
3- Üsame b. Zeyd şöyle söylüyor:
"Peygamber Şaban ayında oruç tuttuğu kadar hiç bir ayda oruç tutmazdı. Peygambere: Ey Allah'ın Resulü! Şaban ayında tuttuğunuz oruç kadar hiçbir ayda oruç tutmadığınızı görüyorum?! dedim. Bana cevaben şöyle buyurdu: Şaban ayı öyle bir aydır ki insanlar ondan gafildir. Recep ve Ramazan ayı arasında yer almıştır. O ayda kulların amelleri alemlerin Rabbine sunulur. Zira amellerim Allah'a sunulurken oruçlu olmayı istiyorum."
4- Resul-i Ekrem (s.a.a) öyleydi ki:
"Ramazan ayı geldiğinde O'nun rengi değişir, fazla namaz kılar, dualarında ağlardı."
5- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Ayın son on günü olduğunda (Ramazan ayının son on günü) kemerini sıkı bağlar, kadınlarından uzaklaşır, geceleri sabaha kadar uyanık kalır, her yönüyle ibadet ederdi."
Bunlar ve diğer hadislerden anlaşıldığı üzere peygamber oruca oldukça fazla önem verirdir. Zira O farz orucun tutulmasına üstelik bir çok nafile oruç tutardı. Hatta bazen her günü peş peşse oruçlu olarak geçirirdi. Daha sonra ömrünün bir bölümünü ise gün aşırı oruç tutarak geçirdi. Şaban ayının tümünü ve her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerini oruçlu olarak geçirir. Kısacası Şaban ayını ve her ayın üç gününü oruçlu olarak bitirirdi. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Peygamber bisetin ilk zamanlarında iftar açmak reva değildir denilene dek oruç tutardı. Oruç tutmak reva değildir denildiği vakit iftarını açardı. Daha sonra bu yöntemi terk etti. Gün aşırı oruç tutardı. bu yöntemle oruç tutmak Davud Peygamberin yöntemiydi. Daha sonra geçmiş gelenekleri de bir kenara bıraktı. Sonraları ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerini oruç tutardı. Bir müddet sonra bunu da terk etti. Günlerini oruç açısından bölmüştü. Her on yünde bir gün oruç tutardı. Şöyle ki her ayın ilk ve son perşembeleri ve ayın ortasında çarşamba günü oruç tutardı. Peygamber vefat ettiği zamana kadar bu yöntemi uyguluyordu."
"Peygamber Allah (c.c)'tan izinli olduğu müddetçe günlerini peş peşe oruç tutardı. Sonraları bunu terk etti ve Hz. Davud'un oruç tuttuğu gibi oruç tuttu. Yani bir günü Allah rızası için oruç tutar. bir günüde kendisi için iftar ederdi. Daha sonra bunu da terk etti. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmaya başladı. sonunda bunu da terk etti. Her ay üç gün oruç tutardı ..."
Allah Resulünün orucu bu şekildeydi. O oruç sayesinde Allah'a (c.c) öylesine yaklaşıyordu ki Allah (c.c)'ın yakın kulların dan başka hiç kimse ona ulaşamaz.
İslam dininde dua canlı ve yaşayan bir tabire sahiptir. İnsanın her işinde Allah'a muhtaç olduğu şuurundan doğar.
Aynı şekilde dua insanın, Allah'ın bir kulu olduğuna ve O'na derinde bağlı olduğuna itiraftır. Bu açıdan özel bir yere sahiptir.
Açıktır ki gerçek iman böyle bir duygu olmaksızın meydana gelmez.
Zira Allah (c.c)'ın uçsuz bucaksız kudretini derk etmeden meydana gelen imanın hiçbir anlamı yoktur. Dua ise insanın bu hakikata olan imanının göstergesidir. İslam dini devamlı olarak müminleri duaya önem vermeye duanın sayesinde Allah (c.c) ile olan rabıtalarını kuvvetlendirmeye ondan af ve rahmet dilemeye, O'ndan hidayet istemeğe davet etmektedir. Kısacası kendi kulluklarının huşusunu ilan etmelerini istiyor:
Allah (c.c) yüce kitabında şöyle buyuruyor: "Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir."
bir başka yerde şöyle buyuruyor: "Kullarım sana beni sorduğunda, (şöyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin isteğine karşılık veririm. O halde (kullarımda) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar."
Allah (c.c) yine şöyle buyuruyor. (Sayfa 48 ve 49 kitapta yer almıştır. Bundan sonraki sayfa(22), sayfa so'den başlıyor dikkat ederiz.) Sayfa 48 ve 49 buraya tercüme edilmeli (Kitapta s.48 ve 49 yoktur.
Şüphesiz Resul-i Ekrem (s.a.a) devamlı olarak Allah (c.c) ile dua veya Zikir sayesinde irtibat halindeydi. Aşağıdaki bölüm O'nun dualarından bir bölümdür.
"İlahi sen pak ve münezzehsin! bizler için verdiğin nimetlerin ne kadarda güzeldir! Sen temiz ve münezzehsin; bizler için bahşişlerin ne kadar fazladır! Sen temiz ve münezzehsin, afiyet hediyen bize karşı ne kadarda çoktur! İlahi! Bizlere, fakirlere, mümin erkek ve kadınlara, Müslüman erkek ve kadınlara genişlik ver."
2- Namazın sonunda okuduğu duadan bir bölüm:
"İlahi! Benim geçmişteki, gelecekteki, açıktaki, gizlideki, kendi nefsim hakkındaki israfımı, benden daha iyi bildiğin her şeyimi, hatamı bağışla. İlahi! Sen herkesten öndesin, sen bekada herkesten sondasın (senden başka baki yoktur. müt.) Senden başka ma'bud yoktur. Seni ilm-i gaybına ve bütün varlıkları yarattığın kudretine yemin verdiriyorum ki hayatı bana hayır ve sâlâh bildiğin müddetçe beni yaşat.
Ölümü benim için hayır ve sâlâh bildiğin zaman beni öldür. İlahi! Ben senden korkmayı ve seni açıkta gizlide istiyorum. Öfke ve sevinçli halde hakka taraf olmayı istiyorum. fakirlik ve zenginlik hallerinde orta yolu istiyorum. Senden, son bulmayacak bir nimeti istiyorum. Senden öyle bir göz aydınlığı istiyorum ki hiçbir zaman gözlerimden kaybolmasın.
Senden saptırıcı sınavlar olmadan kaza ve kaderde rizayet, hayattan sonraki ölüm bereketi, ölümden sonra güzel bir hayat... hakkı görmeye istek istiyorum."
İlahi! ben rüşd, gelişme, sabır ve bu yolda direnme gücü istiyorum. Yine senden nimetinin şükrünü, afiyetinin güzelliğini ve hakkını ifa edebilmemi istiyorum.
Ey Allah'ım! Senden iyi bir batin, kusursuz ve doğru sözlü bir dil istiyorum. Ey Allah'ım! Senden bildiğin her şey için bağışlanma istiyorum. Senden, kabul ettiğinin en iyisini diliyorum. Mahlukların şerrinden sana sığınırım. doğrusu sen her şeye vakıfsın, biz cahiliz. Mukaddes zatın elbette gizli sırları bilir."
Peygamberin sabah namazından sonra okuduğu duanın bir bölümü Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor:
"Peygamber öyle idi ki sabah namazından önce iki rekat namaz kıldıktan sonra sağ tarafı üzerine uzanır, sağ elini alt taraftan sağ yanağına bırakarak şöyle buyuruyordu: Ben Allah'ın sıkı ipine sarıldım. Öyle bir ip ki kırılmaz. Ben Allah'ın ipine asıldım. Arabın ve Acemin el ele vermesinden, insü cinin şerrinden Allah'a sığınırım. Allah'a (c.c) tevekkül ettim ve ihtiyacımı O'ndan istedim. Allah (c.c) bana yeter. O çok iyi bir yardımcıdır. Allah'ın yüce zatı tarafından başka hiçbir değişiklik ve kudret yoktur."
"İlahi! Kendi korkundan nasibimiz kadar ver ki biz ve günah arasında perde olsun. bizleri senin rızana ulaştıracak kadar itaat ver. Bize öyle bir ölçüde yakin ver ki bize dünya üzüntüleri kolay yelsin.
İlahi! Yaşadığımız müddetçe bizlere göz, kulak ve gücümüzden yararlanmayı nasip et. Bu yararlanmayı da birlere varis karar kıl.
Bize sitem edenlere öfke ve hışmımızı indir. Düşmanlarımız karşısında bizlere yardım et. Din işimizde bizleri kederlendirme. Dünyayı istememizi çalılaşmamızın son aşaması olarak karar kılma. Bilgimizi sadece bu dünya ilimleri ile sınırlı yapma. Bize karşı rahim ve şefkati olmayanı bize emir yapma. ey merhametlilerin en merhametlisi."
4- Bir sıkıntı veya üzüntü ile karşılaşınca ellerini kaldırır ve şöyle dua ederdi.
"Ey her kesin sığındığı ve dayandığı ama kendisinin dayanmadığı ve sığınmadığı! Ey muhtaçların sığınağı! Ey her kesin zahiresi ama zahire si olmayan! ey şahitsizlerin şahidi! Ey kimsesizlerin imdadına yetişen! Ey af ve bağışlamada ümitler sonsuz olan! ey zayıfların yardımcısı! Ey boğulanları kurtaran! Ey helakete düşenleri kurtaran!
Ey iyi ve iyiliklerin sahibi! Ey güzelin, güzelliğin sahibi ve güzeli yaratan! ey nimet ve bahşiş sahibi! Ey fazilet ve büyüklüğün sahibi! Gece karanlığının secde ettiği sendin. Gündüzün aydınlığı, ayın parlaklığı, güneşin ışıldaması, su ve ağaç seslerinin senin yüceliğin karşısında secdeye kapanmışlardır. Ya Allah, Ya Allah, Ya Allah! Sendin, sen teksin hiç bir ortağın yoktur." (daha sonra kendi ihtiyacını isterdi.)
5- Akşam olunca aşağıdaki duayı okurdu.
"Geceye girdik. Gece, Allah'a ait olan varlık alemini kapsadı. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka hiç bir ma'bud tasavvur edilemez. bir ve yegânedir, şerik ve ortağı yoktur. Varlık alemi, hamd, senâ ve övgü zat-i mukaddesine mahsustur. O ki her işe kadirdir.
İlahi! Senden bu gecenin ve ondan sonrakinin iyiliğini diliyorum. Bu gece ve ondan sonrakine bağlı olan her şerden sana sığınırım.
İlahi! Her türlü tembellik, çirkinlik, gurur ve bencillik ten sana sığınıyorum Sabah olunca aynı şekilde dua ederdi. şu farkla ki "gece" kelimesi yerine "sabah" kelimesini söylerdi. Yani: Sabahladık. Allah'ın varlık alemini sabah kapsadı."
6- Peygamber (s.a.a)'in güneş batarken okuduğu dua.
Bu konuda İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Güneş kızarıp da dağa oturunca peygamberin mübarek gözleri dolu dolu olurdu. Daha sonra şöyle buyururdu:
"İlahi! Azarlanmış zulüm sıfatı benim vücudumda geceye girdi. Ama senin bağışlamana sığınmıştır. Benim günahlarım gece vadisine girdi. Ama senin bağışlamana sığınmıştır. Benim korkum gündüzü gece yaptı.
Ama senin güvenine sığınmıştır. Zaaf ve kudretsizliğim gece karanlığında uyudu. Ama senin güç ve kudretine sığınmıştır. Benim nazik ve fenaya mahkum yüzüm gece karanlığına gömülmüştür. Ama senin baki olan çehrene sığınmıştır.
Bana afiyet elbisesini giydir. Kendi rahmet civarında bana yer ver. Keramet tacını başıma koy. Beni kendi yarattıklarının şerrinden koru. Ey eşsiz, benzersiz ma'bud. Ey ki rahmetin toprak aleminde her şeyi kaplamıştır. Hiç bir had ve sınır tanımaz. diğer dünyada ise sadece müminleri kapsar."
7- İmam Sadık (a.s) bir hadisinde şöyle buyuruyor:
Resulullah Ümmü Seleme'nin gününde onun evindeydi. Gece bir ara Ümmü Seleme uyandı peygamber yatakta yoktu. Diğer kadınlar gibi kötü şeyler düşünmeye başladı. Yataktan çıkıp evde O'nu aramaya koyuldu. Biraz sonra O'nu buldu. Peygamber odanın bir köşesinde durmuştu. Ellerini gök yüzüne kaldırmış, ağlayarak şöyle söylüyordu.
"İlahi bana öyle iyilikler verdin ki hiç bir zaman onları benden alma.
İlahi! Hiç bir zaman düşman ve kıskancı benden razı etme.
İlahi! Beni kurtardığın şerre hiç bir zaman geri döndürme.
İlahi! Beni hiç bir zaman bir an bile olsa kendi halime terk etme."
Ümmü Seleme bu manzarayı görünce ağlamaya, sesi yüksel meye başladı. Sonuçta O'nun ağlaması peygamberi kendisine getirdi. On'a: Ümmü Seleme neden ağlıyorsun? dedi.
Ümmü Seleme: Ey Allah Resulü! Annem babam sana feda olsun! ... Neden ağlamayayım? Ben, senin Allah (c.c) yanındaki makamını biliyorum. O ki senin geçmişteki ve gelecekteki günahlarını bağışlamıştır. Bütün bunlara rağmen ondan: Düşmanı senden razı etmemesini istiyorsun! Seni kurtardığı şerre döndür memesini mi istiyorsun? Sana bağışladığı iyilikleri senden ayırmasın mı? Seni bir an bile kendi haline bırakmasın mı?!
Peygamber cevaben şöyle buyurdu: Ey Ümmü Seleme! Nasıl emin olabilirim ki.
Allah bir an Hz. Yunus'u kendi başına bıraktı bütün o şeyler basına geldi!
Hz. Peygamberin zikri: Bu konuda şöyle söylenmelidir; mübarek dudakları devamlı olarak zikir halindeydi, O devamlı olarak ya zikir halinde, ya tesbih halinde, ya tesbih halinde, ya şükür halinde yada istiğfar halinde görülürdü.
Rivayet edildiğine göre Resulullah aşağıdaki zikri çok okurdu: "İlahi! Pak ve münezzehsin. Hamd sana mahsustur. İlahi! Beni bağışla. Doğrusu sen merhametli bağışlayıcısın."
Ve yine şöyle buyuruyordu:
"Ben bir günde yetmiş defa Allah'tan bağışlanma istiyor ve tövbe ediyorum."
İmam Rıza (a.s)'dan şöyle nakledilir:
"Allah Resulü, her toplantıdan kalkmadan önce (toplantı çok kısa dahi olsaydı) yirmi beş defa Allah'tan bağışlanma dilerdi."
Yine şöyle nakledilir.
"Peygamber her sabah seksen defa "esteğfirullah" ve yetmiş defa "Etubu ilellah" derdi."
İmam Sadık (a.s)'tan şöyle naklediliyor:
Peygamber günahı olmamasına rağmen günde yetmiş defa istiğfar ederdi. O: Etubu ilallah derdi."
Peygamber şöyle buyuruyordu: Şüphesiz kalpler aynen demir ve bakır gibi pas tutar. Kalib istiğfar ile zımbalayıp, cilalayınız.
Devamlı olarak istiğfar ile meşgul olan peygamber, devamlı olarak Allah'a (c.c) şükrederdi.
Resul-i Ekrem (s.a.a) sevimli bir şey gördüğünde şöyle derdi. Hamd, kendi nimetleriyle iyiliklere kemâl bağışlayan Allah'a mahsustur.
İmam sadık (a.s) şöyle buyurur:
Peygamber neşe verici bir işle karşılaşınca şöyle derdi: Bu nimetten dolayı Allah'a hamd olsun. Kederlendirici bir şeyle karşılaşınca da: Her haluklârda Allah'a hamd olsun derdi. Yine İmam Sadık (a.s)'tan şöyle nakledilir:
Allah Resulü bir günde üç yüz altmış defa şöyle derdi:
Her haluklârda Allah'a çok şükürler olsun.
İmam Sadık (a.s) bir başka hasiste şöyle buyuruyor:
Peygamber her uyandığında Allah (c.c)'ın karşısında toprağa kapanır secde ederdi.
Peygamber devamlı olarak şöyle buyuruyordu.
İlahi! Senden, bu günün, hidayetini, nurunu, bereketini, temizliğini ve güzelliğini diliyorum. İlahi! Senden bu günün hayır ve güzelliğini, bu gündeki şeylerin hayır ve güzelliğini istiyorum. Bu günün şerrinden ve bu gündeki şeylerin şerrinden sana sığınırım.
Bunlar peygamberin dua ve zikirlerinden bir bölümdün.
Hac, Allah'ın mümin ve kudreti olan kullarına farz kıldığı esaslı bir islami şiardır. Bu farz ibadette Müslümanlar cisim, ruh, akıl ve gönül ile emin diyara giderler. Arafat'ta kalır, Kabe'yi tavaf ederler, Allah Kabe'yi toplantı yeri ve bir yer olarak karar kılmıştır. Aynı şekilde Orayı dili sınır ve renk farklılıklarına rağmen tevhid safının İslam Ümmeti tarafından teşkil edilmesi için merkez olarak seçmiştir.
Haccın bireysel özellikleri hakkında şöyle söylemek gerekir:
Hac Müslüman birisi için geniş bir ruhi feza açar ki onu ilahi takva ile doldurur. Ona öyle bir azim ve irade bağışlar ki devamlı olarak huşu ile Allah'a (c.c) itaat eder. Aynı şekilde vücudunda din gayreti ateşini tutuşturarak ilahi emirlerin sınırlarına riayet etmeye zorlar.
İslam aleminde haccın sahip olduğu bu büyük öneme bakıldığında islami kaynaklar mümin şahısları onu yerine getirmeleri için teşvik ettiği görülür. Hacca gitmeye kudreti olanları, hacca gitmeleri hususunda uyarır. Aynı şekilde haccın felsefesini ve insan yaşantısındaki olumlu rolünü açıklar.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde. Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin hem de yoksula, fakire yedirin."
Yine Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkındır. Kim inkar ederse bilmelidir ki Allah bütün alemlerden müstağnidir."
Bu konuda peygamber şöyle buyuruyor:
"Kim dünya ve ahireti isterse bu eve (Kâbe) yönelsin."
Peygamber yine şöyle buyuruyor:
"Haccın sevabı cennettir. Ümre ise her günahın keffaresidir."
Yine şöyle buyuruyor:
"Kim haccederde küfretmeyi ve kötü işler yapmayı terk ederse aynen annesinden ilk doğduğu gün gibi olur, (tüm günahları bağışlanır)"
Peygamber bir başka hadiste şöyle buyuruyor:
"Bir Ümre diğer Ümre'ye kadar keffaredir. Kabul edilmiş bir haccın sevabı cennetten başka bir şey değildir."
Mekke müşrikleri Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hicretinden sonra O'nun Kâbe'yi ziyaret etmesine engel oluyorlardı. Hicretin sekizinci yılında imzalanan Hüdeybiye antlaşması ile bu engelleme O'ndan ve diğer Müslümanlardan kaldırıldı. Bu nedenle Hac amellerini yerine getirmek için öncülük etti.Bu engelin kaldırılmasında sonra dört yıl yaşayan peygamber dört ümre yapmış bir defada hacca gitmiştir. Bu hac "Veda haccı" adıyla meşhurdur.
Peygamberin ömrünün kısa olmasına ilave olarak İslam devletinin fikirsel ve toplumsal önderliği de O'nun vaktini alıyordu
Peygamberin haccetmesi hususunda (hicretten önce) İbn-i Esir "El-Kamil" adlı eserinde peygamberin her yıl haccettiğini yazmaktadır. İbn-i Cevzi "El-Vefa" adlı kitabında İbn-i Esir'in dediğine benzer bir şey naklederek şöyle söylüyor: Allah Resulü hicretten önce bir çok hac yaptı. Ama hicretten sonra sadece bir hac yaptı ki veda haccı diye bilinir.
İbn-i Cevzi'nin ibaresinden anlaşıldığı kadarıyla o Ümreleri saymamış sadece haccı zikretmekle yetinmiştir. Bu rivayetlerin Kays b. İbrahim'in rivayeti ile çelişen hiçbir yönü yoktur.
Kıyas b. İbrahim İmam Sadık (a.s) dan şöyle naklediyor:
"Peygamber Medine'ye adım attıktan sonra sadece bir defa hacca gitti. Ama kendi kavmi ile (hicretten önce) bir kaç defa haccetmişti."
Hadis kitaplarında peygamberin haccının sayılarını belirten rivayetler vardır. Örneğin Ömer b. Yezid'in rivayeti. Ömer b. Yezid söyle diyor: İmam Sadık (a.s)'a arz ettim ki:
"Acaba peygamber Veda haccından başka hac yaptı mı? İmam şöyle buyurdu: Evet yirmi defa hacca gitti."
Aynı rakamı vurgulayan başka bir rivayet yine vardır. İşte bütün bunlardan Peygamber efendimizin saadet verici bu farza ne kadar ilgi gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Hac esnasında Allah'ın izzetini itiraf etmektedir. O'nun yüceliği karşısında başını eğiyor ve O mukaddes zatın hakkını yerine getiriyor Genel olarak her itaatte, ibadette be davranışta Allah'ı göz önüne alıyor. İşte bu özellik, O'nu muttakilerin önderi ve Müminlerin kılavuzu yaptı
Kur'an-ı Kerim Allah'ın kitabıdır, Öyle bir kitap ki insanları küfür ve cehalet karanlıklarından, ilim, takva ve iman nuruna götürmek için Allah'ın kulu ve peygamberine nazil olmuştur. Kur'an-ı Kerim- ayetlerden de anlaşıldığı gibi- halkı hidayet etme, hakikat, adalet, hayır ve güzelliğe sevk etme görevini üstlenmiştir.
...Kim hidayeti Kur'an'dan başka bir yerde ararsa Allah (c.c) onu saptırır. Zira Kur'an Allah'ın sağlam ipidir. O sağlam ve hikmetli bir zikirdir. Kur'an-ı Kerim doğru bir yol ve Sırat-ı Müstakimdir. O öyle bir gerçektir ki heva ve hevesin onda yolu yoktur, O'nu siyahlatamaz. Diller ve lehçeler ondan yanlışlığa düşmez. Alimler O'ndan doymazlar. Zamanın geçmesi o'nu eksiltmez. Onun acaiblikleri son bulmaz.
Kur'an-ı Kerim'in sahip olduğu makam ve mevkiye, O'nun Müslüman için -hatta her insan için- gerekliliğine bakılırsa İslam, Kur'an-ı Kerim'in önemini, ona sarılmayı, ayetlerinde düşünmeyi O'nun hedef ve maksatlarını bulmayı ve aynı şekilde mefhumunu bireysel yaşantıda hayata geçirmeyi vurgulamaktadır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir; iyi davranışta bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler."
Yine şöyle buyuruyor:
"...Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan, aydınlığa, yani her şeye galip, övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır."
"Bu (Kur'an) bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür."
Resul-i Ekrem şöyle buyuruyor:
"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur da daha sonra ondan üstün birisinin getirdiğini düşünürse, şüphesiz Allah (c.c)'ın yücelik ve büyüklükle yad ettiği şeyi küçük saymıştır."
Yine şöyle buyuruyor:
"Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı Kerimi öğrenen ve diğerlerine öğreteninizdir."
"Kalpler aynı demir gibi paslanıp siyahlaşır. Onu temizleyen şey nedir Ya Resulullah? diye sordular. Peygamber şöyle buyurdu:
Kur'an okumak ve ölümü hatırlamak."
Bir başka yerde ise şöyle buyuruyor:
"Kur'an'dan bir harf okuyan bir sevap alır ve o sevap on beraberidir. Elbette "Elem" bir harftir demiyorum. "E" harftir. "le" harftir, "m" harftir."
Buna göre gerçekten de Kur'an İslam aleminde has bir mevkiye sahiptir. Peygamberde Ona çok büyük önem veriyordu. Onun okunması ve diğerlerine öğretilmesi hususunda çok fazla ısrar ederdi.
Yeni yorum ekle