AYLIK DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ

 
Ehli Beyt Öğretisi



Takdim

İnsan kendi davranış ve tutumuyla kendi şahsiyetini meydana getirdiği için, tüm davranış ve tutumlarının ilk muhatabı başkası değil kendisidir. Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki

“Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük ederseniz yine kendinize kötülük etmiş olursunuz.” (İsra: 7)

Yani insanın iyilik ve kötülüğünden karşı taraftan daha çok insanın kendisi etkilenir. Bu etki geçici değil, insanın gelecekteki tüm davranış, tutum ve eğilimlerine yön veren kalıcı bir etkidir.

Bu yüzden insanın küçük hataları daha büyük hatalara zemin hazırlar; iyi davranışları da yücelişi için, ona yeni ufuklar açar. Bu açıdan işlerimizi değerlendirecek olursak insanın kendi tutum ve davranışları hakkındaki yorum ve değerlendirmesi de değişir;

örneğin iyilik yaptığı kimseden teşekkür beklemez hatta ona bir teşekkür teşekkür borçlu olduğunu anlar; çünkü gerçekte bu iyiliği kendisine yapmıştır ve bu işe de o adam vesile olmuştur.

İmam Muhammed Bakır (a.s) insanın tutum ve davranışlarının iman ve eğilimlerini merkezi olan benliğinde -İslami tabirle kalbinde- etkili olduğunu şöyle açıklamıştır.

İmam Muhammed Bakır (a.s) buyuryor ki,

“Her kulun kalbinde mutlaka bir beyaz nokta vardır. Günah işlediğinde onda siyah bir nokta oluşur; eğer tövbe ederse o sıyahlık kaybolup gider; ama günaha devam ederse, o zaman o siyahlık artar ve beyazı tamamen kaplar.

Beyazlığı tamamen kapladığında artık o insan, asla hayır yoluna dönmez. İşte Yüce Allah bu hususta buyurmuştur ki: “Hayır onların sandığı gibi değil; oysa onların işledikleri kalplerini kirletmiştir.” (Mizanu’l-Hikme 6628).

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“İnsan günah işler ve bu yüzden gece namazı kılmaktan mahrum olur. Kötü işin o işi yapanda etkisi, bıçağın et üzerindeki tesirinden daha çabuktur.”

Kendi davranış ve amelleriyle kendi şahsiyetini oluşturduğunun farkında olan bir kimse, en küçük davranışının başkasından önce kendisi ruh ve karakterini etkilediği için sürekli kendini gözetmeye ve hesaba çekmeye özen gösterir. Özellikle Ehli Beyt mektebine bağlı olan bir kimse kendisini sürekli hesaba çeker;

davranışlarının kendisindeki etkisinin ne yönde olduğunu döşünür. Bu konuyla ilgili olarak İmam Musa Kazim (a.s) şöyle buyurmuştur:“Her gün kendisini hesaba çekmeyen bizden

(Ehl-i Beyt’in şiası) olamaz. Eğer iyi amel yaptığını görürse Allah’tan onu artırmasını diler; eğer kötü bir iş yapmış ise Allah’tan af diler ve tövbe eder.” (Gureru’l-Hikem Hadis: 4954)

Burada dikkat edilmesi gereken nokta insanın kendisini hesaba çekerken hangi ölçülerle kendi davaranış ve tutumlarını değerlendirmesidir. Çünkü insanın -ne kadar imanlı olursa olsun - kendisi hakkındaki değerlendirmesi yanlış olabilir. Belki de bu yüzden de adaletli ve takvalı bir insanın bile kendi lehine olan şahitliği dinde geçerli sayılmamıştır.

Peygamber ve Ehl-i Beyt insanın kendisi değerlendirirken başvurması gereken ölçüleri açıklamışlardır. Biz bu ölçülerden ikisine işaret edeceğiz

1.İnsanın başkalarına karşı davranışında kendisine nasıl davranılmasını istediğini bir ölçü olarak kabul etmesi gerekir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendinle başkaları arasında kendini ölçü kıl;

kendine sevdiğini başkalarına da sev; kendin için hoşlanmadığından başkaları için de hoşlanma! Sana zulüm edilmesini istemediğin gibi sen de başkalarına zulüm etme.

Sana iyilik etmesini istediğin gibi sen de başkalarına iyilik et. Başkaları yaptığında hoş karşılamadığın bir işi kendin için de hoş karşılama...” (Biharu’l-Envar c.77, s203)”

2.İnsan bir işle karşılaştığında, o işin insanın kemal ve olgunluğu doğrultusunda olup olmadığını anlaması için o işin şahsi istek ve meyilleriyle uyum içinde olup olmadığına bakmalıdır.

Eğer o iş insanın kendi istek ve meyilleri doğrultusunda ise o işten uzak durmaya çalışmalıdır. Çünkü genelde insanın kendi meyil ve istekleri hayvani istek ve meyillere dayanan, maddi gazap veya şehvetler doğrultusunda şekillenir. Yüce insani erdemler ise insanın bu istekleri çiğneyerek yaptığı davranış ve tutumlarıdır.

Bu konunun genel bir kural olarak anlaşılması için Hz. Ali’den nakledilen şu hadis üzerinde iyice düşünmek gerekir: Peygamber şöyle buyururdu: “Cennet insanın hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmıştır.

Ve Cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır Bilin ki Allah’a itaat olan her iş mutlaka nefsin hoşuna gitmeyecek bir şekilde insanın karşısına gelir. Allah’a karşı gelmek olan

iş de insanın istek ve şehvetine uygun olarak karşısına çıkar. Allah, kendi şehvet ve tutkusundan çıkan ve nefsinin arzularından ayrılan kimseye rahmet etsim” (Nehcu’l-Belağa, Hutbe: 176).

Ehli Beyt Öğretisi
Başarının Sırrı
Ayetullah Reyşehri

Başarının sırrını ve mutluluk anahtarını elde edebilen bir kimse hayatta kazançlı ve muzaffer olur. Bu yüzden herkes ister hayatın doruğuna doğru yükselme aşamasında olan gençler gençler isterse hayatın zirvesinden iniş döneminde olan yaşlılar mutluluk ve başarının sırrını aramaktadırlar.

İnsanların tarih boyunca yaşantılarına baktığımızda, bazı kimselerin, başarılı ve mutlu olduğunu bazılarının ise, yenilgiye uğramış, başarısız olduklarını görürüz. Bu konu üzerinde düşündüğümüzde ister istemez şu soruyla karşılaşırız: Acaba hayatta başarılı olmanın ya da yenilgiye uğramanın sırrı nedir?

Hayatta başarılı olmanın ve başarısızlığın bir sır ve nişanesinin olmadığına inanmak doğru mu?

Acaba mutluluk ve mutsuzluğun sırrının şans ve baht olduğu söylenebilir mi?

İster istemez insanın zihninde beliren bu sorulara hiç tereddüt etmeden, olumsuz cevap vermelyiz. Çünkü her başarı ve yenilginin kendine özgü bir nedeni vardır. Bu, istisna kabul etmeyen bir gerçektir.

Şans, mutluluk ya da mutsuzluğa neden olabilecek bir şey değildir.

İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur:

“İnsanın, nefsi kuvvetli (güçlü iradeye sahip) olduğunda, reyine, aciz olduğu zaman ise, şansa yönelir.”[1]

Ruhi yönden güçlü insanlar, hayatta mutlu olmak için kendi düşüncelerine dayanır; mutluluk ve başarının sırrını keşfetmek, mutluluk ve başarı anahtarına sahip olmak için çaba harcarlar.

Ama zayıf iradeli kimseler ise, gerekli düşünce gücüne sahip olmadıklarından; hayal aleminde kader, kısmet ve şansı mutluluk ya da mutsuzluğun nedeni zannederek hayatta başarılı olmanın sırrı ve sebebi hakkında düşünmek zahmetine katlanmazlar.
Başarının Esasları

Her işte insanın başarılı olması, genel olarak şu üç esasa dayanır:

Birinci esas: Bilinç ve uyanıklık,

İkinci esas: Araç ve imkân,

Üçüncü esas: Çaba ve gayret

Bu üç esastan birinin olmaması halinde başarı olanaksız hale dönüşür.

Eğer gençlik, en iyi hayat yolunu teşhis edemez veya gerekli araçlar ve imkâna sahip olmazsa ya da gayret göstermezse kesinlikle yaşamında başarılı olamaz.

Bu yüzden hayat yolunun başlangıcında bulunan akıllı bir gencin en önemli, en acil görevi en iyi yolu tanıması, ilerlemesi için gerekli araçları -imkânları- sağlaması, hareket ve çaba sarf etmek için kararlı olmasıdır.

En İyi Hayat Yolunu Teşhis Etmek

Başarının sırrını elde etmede atılacak ilk adım, en iyi hayat yolunu teşhis etmektir. Gençlik başarı ve mutluluk için gerekli olan yolu tanımadıkça, o yolda ilerlemek için gerekli araçları temin edemez

ve bu uğurdaki bütün çabaları boşa gider. Hatta onu, ulaşmak istediği hedefinden uzaklaştırır. Demek ki başarının elde edilmesinde karşılaşılan ilk sorun, bu yolu tanımanın nasıl gerçekleştirilebileceğidir.

Hayatın inişli-çıkışlı yolunun başlangıcında olan bir genç ne şekilde en iyi yolu keşfedebilir? Diyelim ki bu yolu keşfetti, peki gerekli imkânı, araçları nereden elde etsin?

Acaba genç, tek başına bu önemli işin üstesinden gelebilir mi? Yoksa mutlaka birilerinin yardımı mı olmalı? Birileriyle danışmalı mı? Eğer başkalarıyla danışmak, birilerinden yardım almak zorunlu ise; kimdir ona sorunlarında ve ihtiyaçlarının karşılanmasında yardımcı olabilecek kimse?

Gerçek şudur ki, merhamet sahibi yüce yaratıcıdan başka hiçbir kimse en iyi hayat yolunu tanımada, bulmada insana yardım edemez. Gençlik ne kendi başına en iyi hayat yolunu bulabilir,

ne de çeşitli görüş ve düşüncelere sahip başkalarının düşünsel yardımları tek başına yeterli olabilir. O halde hayatın esrarını çözümleyecek, ona yardımcı olacak tekşey onun yaratucusı olan Allah’tır..

Merhamet sahibi yüce Allah bu esrarı Kur’an-ı Kerim’de çözmüş ve insan başarısının sırrını açıklamıştır.
Kur’an-ı Kerim Açısından Başarının Sırrı

Hayatta başarının “bilinç, imkânlar, çaba” olarak üç önemli esas üzere dayandığını, gençliğin, bu üç esası bir araya getirdiği taktirde başarılı bir hayata sahip olabileceğini söylemiştik.

Ama hayat yolunda yeni adım atan bir genç için en iyi hayatı seçme yönünde gerekli bilinci elde etmek ve gerekli olan imkânları sağlamak kolay bir iş değildir.

Değerli gençlerin dikkat etmeleri gereken önemli nokta şudur: Yüce Allah, kâmil insanın hayatta başarısını iki şartla garanti altına almıştır. Bu iki şartın gerçekleşmesi halinde,

Yüce Allah hayatta başarılı yolunu insana sunar ve o yolda ilerlemek için gerekli ihtiyaçları onun emrine verir ve bununla da kalmayarak, aynı zamanda hedefine ulaşıncaya kadar ona yardım eder.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Bizim için cihat edenleri, yollarımıza hidayet ederiz...”[2]

Çaba, Başarının İlk Şartı

Kur’an-ı Kerim yukarıdaki ayet ışığında başarının sırrını açıklarken ilk olarak çabadan bahsetmektadir. Bu şart, “Cihat ediniz” kelimesinden anlaşılmaktadır. “Cahidu”, “cihad” kökünden türemiştir.

Cihadın, kelime anlamı bütün güçle çalışmak, çabalamaktır.[3] “Mücahit”, bütün güç ve gayretiyle hedefe yetişmek için işe atılandır. Bu yüzden düşman ile mücadele eden kimseye “mücahit” denilmektedir. Çünkü o, başarı ve zafer elde etmek için bütün gücüyle düşmana karşı çaba harcamaktadır.

Kur’an-ı Kerim, insanlara, özellikle de Müslüman gençliğe rehberlik yaparak işte başarının sırrının çaba olduğunu ve hayatta çabasız başarı elde etmenin mümkün olmadığını anlatmaktadır.

“İnsan için çalıştığından başka şey yoktur.”[4]

İslam Peygamberi (Allah’ın selamı ona ve pak Âl’ine olsun) hayatta çok çaba gösteren, çalışan insanları, evin dışında durup sürekli kapı çalan insana benzetmiş ve bunun mutlaka sonuç vereceğini açıklamıştır.

“Kapının kulpunu döven içeri girer.”[5]

Peygamber dedi, çalsan bir kapı

Sonuçta bir baş uzanır dışarı

Bu konuda İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) şöyle buyurmaktadır:

“Kapının kulpunu ısrarla vuran, içeriye yol bulur.”[6]

“Bir şeyin peşine düşen (isteyen) kimse, istediğinin hepsini veya bir bölümünü elde eder.”[7]

“Her kim, bir iş için bütün gücüyle uğraş verse istediği gerçeğe kavuşur.”[8]

“Çaba, bulmak ile birliktedir.”[9]

“Çabasını bir işte harcayan, (o) muradına kavuşur.”[10]

“Büyük olan kimseler, çaba harcamadan (o büyüklüğe) yetişmediler.”[11]

“İste, bulursun.”[12]

“Her kim uğraş verirse, şüphesiz saadet bulur.”[13]

Eğitici Bir Hikâye

Geçen yıl değerli üstat merhum “Allame Muhammed Taki Caferi” ile görüşmem olmuştu. O değerli rabbanî alimin kütüphanesinde gerçekleşen bu görüşme sırasında kitap raflarının üzerinde çalışıp çabalama ve başarı hakkında çok derin içeriğe sahip şu şiir dikkatimi çekti:

Ta resed detstet be hud, şu karger

Çun futi ze kar hahiy zed be ser

Elinin yetiştiği kadar çalışan olmalısın

Çünkü işten düştüğünde başına vuracaksın

Üstad Muhammed Taki Caferi’nin dopdolu yaşamında eğitici ve tatlı hatırası olan bu şiirin hikâyesini naklederken, emaneti korumak amacı ile onu, üstadın yazısından naklediyorum:

“Maddiyattan çok uzak, büyük hekim ve arif üstat rahmetli Şeyh Murtaza Talagani’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) bilgilerinden -Necef-i Eşref İlim Havzası’nda- Allah’ın izniyle bir buçuk yıl yararlandım.

Ebedi yolculuğuna iki gün kalmıştı; her zamanki gibi onun huzurundaydım. Selam verip oturduğumda “Ne için geldin efendi?” diye buyurdular. Ben de “Ders buyurmanız için geldim” dedim. Bunun üzerine Şeyh: “Kalk canım efendim, git; ders bitti” buyurdular.

O gün Muharrem ayından iki gün önceydi; ben, kendi kendime, üstat Muharrem ayına girdiğimizi sandı herhalde, diye düşündüm. Çünkü Necef İlim Havzası’nın dersleri, şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’e (Allah’ın selamı üzerine olsun) saygı ve matemi için on dört gün tatil olurdu.

Üstada: “Muharrem ayına henüz iki gün var, dersler devam etmekte” dedim. Üstadın halinde en ufak bir halsizlik, hastalık belirtisi yoktu. Ömrünün sonuna kadar ders verdiği

-Rahmetli Ayetullah Uzma Seyyid Muhammed Kâzım Yezdi- medresesi talebelerinin hepsi, şeyhi tamamen sağlıklı olarak biliyorlardı. Şeyh şöyle cevap verdi: “Canım efendim, sana diyorum ki; ders bitti, ben de yolcuyum.

“Talagan merkebi gitti, palanı kaldı; ruh gitti, ceset kaldı!”

Bu sözü söyler söylemez hemen ardından “La ilahe illallah” dedi. Bu hal içerisinde gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ben bu durum karşısında şeyhin ebedi yolculuğun başlangıcından haber verdiğini anladım.

Oysa onda hiçbir hastalık belirtisi görülmüyor ve aynı zamanda sohbet ediş tarzı, bedeni hareketleri, bakışları tabii hal dışında bir görünüm sergilemiyordu.

Üstada: “O halde bir şey (nasihat) buyurun da öyle gideyim” dedim.

Şöyle buyurdular: “Canım efendim, anladınsa işit o halde:

Ta resed detstet be hud şu karger

Çun futi ze kar hahiy zed be ser

Elinin yetiştiği kadar çalışan olmalısın

Çünkü işten düştüğünde başına vuracaksın

Bir defa daha “La ilahe illallah” kelimesini söyledi ve gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarını ve sakalını ıslattı...

O günden iki gün sonra Muharrem ayının biriydi. Bizler rahmetli Sadr İsfahani Medresesi’nde şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’in (Allah’ın selamı ona olsun) şehadet merasimi

için düzenlenen matem toplantısında hazır bulunmaktaydık; Necef’in en zahit vaizlerinden rahmetli Şeyh Muhammed Ali Horasani içeri girdi, sandalyeye oturdu. Daha sonra Allah’a hamt ve sena,

Muhammed ve Âl-i Muhammed’e (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) selamdan sonra “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” (Bizler Allah’tanız ve Allah’a dönücüleriz) ayetini okuyarak: “Şeyh Murtaza Talagani'nin dünyadan göçtü haberini verdi!”[14]

Başarıda çalışıp çabalamanın rolü öyle ki, hatta yüce Allah’tan başarıyı istemek ve dua eğer çabasız olursa, sadece mahsulsüz değil aynı zamanda İmam Ali Rıza’nın (Allah’ın selamı üzerine olsun) buyurduğu gibi, kendini rezil etmektir!

“Her kim Allah’tan başarı ister ama çaba göstermezse, kendisini maskara etmiştir.”[15]

Böyle bir kimse, tohum ekmeden dua ederek iyi mahsul bekleyene benzer. Böyle bir durumda dua etmek, müstehap olmadığı gibi komikliktir.
Gevşeklik, Tembellik Hedefe Yetişmenin Afeti

Gevşeklik ve tembellik; hedefe yetişmenin, zaferin afeti, başarısızlığın en esaslı köklerindendir. Bu çok değerli hikmeti, İslam önderleri şöyle buyurmuşlardır:

İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) buyuruyor:

“Tembellik zaferin afetidir.”[16]

“Tembelliğe tutulan kimse, arzusuna yetişemez.”[17]

“Kolaycılık ve tembellik mutluluğa ulaşmaya pek uzaktır.”[18]

İmam Muhammed Bâkır (Allah’ın selamı üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Tembellik ve acizlikten çekinin, bunun ikisi, kötü şeylerin anahtarıdır.”[19]

İslam önderleri tembelliği, insanın dünya yaşamı ve ahireti için çok zararlı, çok tehlikeli olarak kabul etmektedirler. Aynı zamanda da gevşeklik ve tembelliğin dünyevi ve maddi

işlerde beğenilir şeyler olmadığını ısrarla belirtmişlerdir. Yaşamlarının maddi temini yolunda gevşeklik gösteren kimseler, manevi yaşamı ve uhrevi dünyasının temininde daha çok acizdirler.

İmam Muhammed Bâkır (Allah’ın selamı ona olsun) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Gevşeklik din ve dünya için ziyan vericidir.”[20]

İmam Musa Kâzım (Allah’ın selamı ona olsun):

“Babam çocuklarından birine nasihat ederken şöyle buyurdu: “Tembellik ve acizlikten çekinin. Bunun ikisi, sizin dünya ve ahiretinizden yararlanmanıza mani olur.”[21] buyurmuştur.

İmam Bâkır (Allah’ın selamı ona olsun) şöyle buyurmuştur:

“Dünya işlerinde gevşek olan kimseyi sevmem. Dünya ile ilgili işlerinde gevşeklik gösteren kimse, ahiret işleriyle ilgili işlerde daha da gevşektir.”[22]

İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun), hayatta maddi yoksulluk ve başarısızlığın tembellik ve acizlik sonucu meydana geldiğini bildirmiştir.

“(Var olan) şeyler birleştiğinde tembellik ile acizlikte birleşti. Neticede ise, fakirlik meydana geldi.”[23]

İnsanın maddi ve manevi yaşamı için afet olan tembellik öyle bir haddedir ki, İslam Peygamberi (Allah’ın selamı ona ve Âl’ine olsun) her gün sabah namazından sonra bu afetten Allah’a sığınarak şöyle yakarmıştır:

“Rabbim! Gamdan, gussadan, acizlikten, tembellikten sana sığınıyorum!”[24]
Tembelliğin Göstergesi

Bu açıklamalardan sonra her kim yaşamında başarılı olmak isterse, ilk önce, yaşamında tembelliğin nedenlerini bulmalı, sonra da başarısızlık ve mağlubiyetin nedeni olan bu afeti tedavi etmelidir. Bu durumda bir soru ile karşılaşmaktayız: Tembelliğin nedeni nedir ve aciz, başarısız insanları nasıl tanıyabiliriz?

Bu sorunun cevabını İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) şöyle buyurmakta:

“İşi ertelemek, tembelliğin göstergesidir.”[25]

Ayrı bir deyişle; işte düzensizlik tembelliğin göstergesidir. Görevini belirli zamanında yerine getirmeyip erteleyen, vazifesini geciktiren kimse tembellik hastalığına tutulmuştur. Bu hastalık ilerlemeden bir an önce tedavi edilmeli, yaşamda başarısız olmanın önü alınmalıdır.

O halde, tembellik hastalığının dermanı nedir?
Tembelliğin Dermanı

Tembellik ve gevşeklikle mücadelenin ilacı, azim ve iradedir. İnsan bu ilaçla çabanın afetini etkisiz hale getirir; yaşamda başarılı olmanın ilk temel direğini sağlam bir şekilde kurar. İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) tembellikle savaşta etkili ilaç olan azim hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Tembellik karşısında azim ile yürüyün.”[26]

İnsan her ölçüde, hedefine yetişme yolunda daha kararlı, iradeli, azimli olursa, çaba, direnci de kat-kat artmış olur; İmam Sadık’ın (Allah’ın selamı üzerine olsun) buyurduğu gibi azim ve irade kudreti, cismi gücünün acizliğini telafi eder.

“Niyetin güçlü olduğunda beden aciz olmaz.”[27]

İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) insan rızkının, niyet ve kararlılık ölçüsü esasına bağlı olduğunu vurgulamış ve şöyle buyurmuştur:

“İnsan rızkı, niyeti ölçüsündedir.”[28]

İnsanın kararlılığı, kuvvetini artırır ve bu da onun çaba ve direncinin artmasına sebep olur. Aynı ölçüde maddi-manevi yaşamında da, rızkı ve başarısı artmış olur.

Burada şu soru ile karşılaşmak mümkündür. İnsan irade ve niyetini nasıl güçlendirebilir ve nasıl isabetli kararlar alabilir?

Bu soruya gerçekten genişçe cevap vermek gerekir ama bu makalede kısa ve yararlı olacağını umduğumuz bir cevap ile yetineceğiz.

İrade gevşekliğinin zararları ve çalışıp çabalamanın yapıcı bereketlerini düşünüp göz önünde bulundurmak, tembel kimselerle kaynaşmaktan çekinmek ve iradeli, çalışkan insanlarla oturup kalkmak,

hepsinden önemlisi iradenin güçlenmesi için araştırma yapmak ve dua, insanda çalışıp çabalama duyarlılığını güçlü kılar. İlk adım için ise dakik, ciddi bir program ve programın gerçekleşmesinde düzenli olmayı gençlere tavsiye ediyoruz.

Eğer gençlik, gece ve gündüzü için İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) buyurduğu üzere düzgün bir program hazırlar ve aynı zamanda da çaba sarf eder, her programı kendi vaktinde gerçekleştirirse,

yaşamdaki başarının ilk temeli kendisini gösterecektir. “Günlük işlerinizi günü gününe gerçekleştirin. Çünkü her günün kendine özgü işleri olacaktır.”[29]

Nehc'ul-Belaga'nın Senetleri Hakkında
Üstat Hasan Hasanzade Amuli

Bizleri hanedanların en iyisi olan Peygamber (s. a. a)'in hanedanına hidayet eden Allah'a hamt olsun. Bu ha­nedanın ilki Peygamber (s. a. a) sonuncusu ise vahiy haznedarı ve gaybın kilidi Hüccet İbn-i Hasan, Al-i Muhammed'in Kaim'i Hz. Mehdi (a.s)’dır.

Rezzak olan Allah, bizlere doğru ve her türlü hatadan uzak olarak konuşan kimsenin (Hz. Ali'nin) söz deryasına dalmayı nasip etti. Nitekim Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Biz sözün emirleriyiz,

sözün kökleri bizde yerleşmiş, dalları bizden sar­kmıştır." Hz. Ali (a.s)'ın birer inci olan sözlerini beş cilt ha­linde düzenleyip bir araya topladık ve adını da "Tekmilet-ü Minhaci'l Beraa fi-

Şerh-i Nehc'il Belağa” koyduk. Şimdiye kadar bir defadan fazla basılmıştır. Bu kitapta önemli olan husus da Nehc'ul Belağa'nın içeriğini ve kaynaklarını rivai kitaplardan

ve Seyyid Razi'nin Nehc'ul Belağa kitabından çok önceleri yazılmış eserlerden çıka­rılmış olmasıdır. Bu kaynakların başlıca önemli olanları şunlardır:

1- (Şeyh'ut Taife Tusi'nin iki gö­rüşünden biri esasınca) H. 328 yılında Neccaşi'nin dediği esasınca da 329 yılında) vefat eden Hüccet'ul İslam Kuleyni; Kitab-i Cami-i Kafi.

2- H. 285 yılında vefat eden Ebi Osman Ömer b. Bahrul Cahiz'in el-Beyan ve't-Tebyin adlı eseri.

3- Müberret diye meşhur olan ve H. 285 yılında vefat eden Ebil Abbas Muhammed b. Yezid'in el-Kamil adlı eseri.

4- Muhaddis Kumi'nin, el-Künye ve'l Elkab kitabında yazdığı esasınca h. 246 yılında (başka bir görüşü göre de H. 292 yılında) vefat eden Ahmed bin Ebi Yakub el-Katip'in, Tarih-i Yakubi diye meşhur olan kitabı.

5- H. 310 yılında vefat eden Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberi el-Amuli'nin Tarih-i Taberi diye meşhur olan Tarih'ul Umem ve'l-Mulük adlı eseri.

6- Şeyh-i Ekdem Ebu'l-Fazl Nasr bin Mezahin el Munekkeri et-Temyini el-Kufi'nin Kitab-u Siffin adlı eseri. Şeyh-i Ekdem kadim ravilerdendir, hatta Tabiin'den sayılmıştır.

İmam (Bakır'ul Ulum) Muhammed b. Ali b. Hüseyin (a.s)'ın çağdaşıdır ve hatta ondan rivayet eden şahsiyetle­rden biri sayılmıştır. Ravendi'nin Haraic adlı ki­tabında yer aldığı esasınca İmam Ali b. Musa Rıza (a.s) zamanında yaşamıştır. H. 212 yılında da vefat etmiş­tir.

7- H. 413 yılında vefat eden Şeyh Mufid'in kitapları, özellikle de kitaplarında H. 297 yılında vefat eden meşhur tarihçi Muhammed b. Ömer b. Vakid Vakidi'ye isnad ederek naklettikleri.

8- H. 346 yılında vefat eden Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dinveri'nin Tarih'ul-Hulefa diye meşhur olan el-İmame ve's-Siyase adlı kitabı

9- H. 346 yılında vefat eden Ebi'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mesudi'nin yazdığı Muruc'uz-Zeheb ve Meadin'il-Cevher fi't-Tarih adlı eseri.

10- H. 381 yılında vefat eden ve Şeyh Seduk diye meşhur olan Ebi Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Babeveyh Kummi'nin kitapları

11- H. 283 yılında vefat eden Ebi İshak İbrahim b. Muhammed b. Said es-Sakafi el-Kufi Isfahani'inin el-Garat adlı kitabı.

Bundan başka Nehc'ul Belağa'yı telif eden ve 406 yılında vefat eden Seyyid Razi'den çok önceleri ya­şamış olan bir çok bilginlerin güvenilir kitaplarını saymak mümkündür. Bunların sayısı ise iki yüzü bulmakta­dır.

Bu düşmanların yukarıda saydığımız kaynakları inşaallah Nehc'ul Belağa'nın senetlerini naklettiğimizde zikredece­ğimiz sadece örnek kaynaklardır. Bizi bu işe sevkeden en önemli etken, geçmiş

ve çağdaş bazı düşmanların, bu ko­nudaki boş kınamaları ve yergileridir. İttifak ederek Nehc'ul Belağa'nın Hz. Ali (a.s)'ın sözü olmadığını, Seyyid Razi veya kardeşi Murtaza'nın uydurup, Hz. Ali'ye isnat edildiğini iddia ediyorlar.

Şehit Kadı Nurullah, Mecalis'ul Müminin kitabında Nehc'ul Belağa'nın müellifi Seyyid Razi'nin kardeşi olan Alemul Hüda Şerif Murtaza'nın Biyografisini yazarken Tarih-i Yafii'nin şöyle dediğini naklediyor:

"İnsanlar Nehc'ul Belağa kitabının Ali bin Ebi Talib (a.s)'ın eseri olup ol­madığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Nehc'ul Belağa'yı Seyyid Murtaza'nın mı

yoksa kardeşi Seyyid Razi'nin mi topladığı hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Hatta Nehc'ul Belağa'nın Ali b. Ebi Talib'in sözleri ol­madığını, onlardan birinin uydurup, Hz. Ali (a.s)'a isnat et­tiği söylenmiştir."

Bizce Yafii bu eleştiriyi İbn-i Hallakan'ın Vefiyat'il A'yan kitabından almış ve aynısını tarihinde nakletmiştir. Dolayısıyla Kazi Nurullah’ın da dediği gibi, o bunu söyleyen tek kişidir.

Yafii 768 yılında ölmüş, İbn-i Hallakan ise 681 yılında ölmüştür. İbn-i Hallakan insanların Nehc'ul Belağa'nın Hz. Ali (a.s)'a ait olduğu hususunda ihtilaf ettiğini beyan ettikten sonra şöyle de­miştir: Nehc'ul Belağa Hz. Ali'nin sözleri değildir, onu toplayan ve Hz. Ali'ye isnat eden kimse uydurmuştur.

Dolayısıyla Yafii ile İbn-i Hallakan arasındaki fark şu­dur: Yafii'ye göre Nehc'ul Belağa'yı uyduran Alem'ul Huda veya kardeşi Razi'dir. Ama Kadı İbn-i Hallakan'ın Vefiyyat'il Ayan kitabında beyan ettiğine göre başka biri de olabilir.

Ayrıca, bu şüphe Yafii'nin dediği gibi tüm insanların ih­tilaf ettiği husus değildir. Sadece rivai kitapları ve eski eserleri incelememiş olan küstah ve inatçı bir kişiye aittir.

Alim, bilgin ve araştırmacı bir insan sözleri, Allah'ın sözünün altında, insanların sözünün üstünde olan bir in­sanın sözlerini sıradan bir insanın sözleriyle asla eşit tu­tamaz,

öyle ki bu iki sözü mukayese edecek olursak siyahı beyaz ile mukayese etmiş oluruz. İnsanlar ne kadar güçlü beyan gücüne sahip olsalar bile Hz. Ali (a.s)'ın hutbelerinden birini -

hem lafız hem de muhteva açısın­dan- söylemekten acizdirler. Hatta parmaklar ile gösterilen ve meclislerde övgü ile anılan ünlü hatipler bile hepsi onun öğrencileri sayılmakta ve hepsi de ondan istifade et­mişlerdir.

Yazıları, mektupları, hutbeleri ve hikmetli sözleri karşısında akıllar hayrete düşmüştür. Özellikle onun kelamından başka hiçbir kelamın marifetinin yüceliklerine ulaşamadığı Allah'ın tevhidi

ile ilgili sözleri karşısında tüm fikir ehli boyun eymiştir. "Allah muhlis kullar­dan başkalarının vasıflandırmasından münezzehtir."[30]

İbn-i Hallikan Vefiyyat'il-A'yan kitabında Abdulhamid hakkında şöyle demektedir: "Ebu Galib Abdulhamid b. Yahya b Said el-Katip adlı kimse belagat sahibi meşhur birisidir.

Bu şahıs Beni Ümeyye melikleri­nin sonuncusu olan Mervan b. Hakem'in katibiydi. Belagat ilminde adeta bir Darb-ı Mesel haline gelmiş ve şöyle demiştir: "Mektup ve telif sanatı Abdulhamid ile başlamış

ve İbnulamid ile bitmiştir." O yazma, edep ve ilim husu­sunda herkesin imamıydı. Yazarlar ondan istifade ediyor, herkes onun yolunu takip ediyor ve eserlerine uyuyordu.

Yazı yazma yolunu kolaylaştıran odur. Yazdığı mektup ve yazılar bin sayfayı geçmektedir. Uzun mektuplar yazan ve kitabın fasılalarında övgüler kullanan ilk kimse odur. İnsanlar bunu ondan sonra kullanmaya başlamışlardır."

İşte bu Abdulhamid Nehc'ül-Belağa hakkında şöyle demiştir: "Ön saçları dökülmüşün (Hz. Ali'yi kastetmek­tedir.) yetmiş hutbesini ezberleyince zihnim açıldıkça açıldı."

Bununla birlikte İbn-i Hallakan Menamiyye Hutbesinin sahibi olan İbn-i Nubate hakkında Vefiyyat'il-A'yan kitabında şöyle demektedir: "Ebu Yahya Abdurrahim b. Muhammed b. İsmail b. Nubate meşhur hutbelerin sahi­bidir. Edebiyat ilminde gerçekten İmam sayılmaktadır. Saadet ve mutlulukla ilgili hutbeleri onun derin ilmini ve zevkini göstermektedir."

İbn-i Hallikan da bu Menamiye Hutbesinin yazarı İbn-i Nubate hakkında şöyle demekte­dir: İbn-i Nubate Edebiyat ilimlerinde imam idi. Çok ve meşhur kimsenin söyleyemediği hutbelerin ona ait olduğu icma konusudur.

İbn-i Hallikan’ın nakline göre İbn-i Nubate Hz. Ali (a.s)’ın hutbeleri hakkında şöyle söylemiştir: "Ben onun hutbelerden infak edildiğinde dahi sadece genişliği ve çokluğu artan hazineler ezberledim.

Yine Ali b. Ebi Talib'in öğütlerinden yüz bölüm ezberledim." İbn-i Nubate H. 394 yılında ölmüştür ve Seyyid Razi'nin üstatlarından biridir.

Aynı zamanda Cahiz diye meşhur olan Ebu Osman Amr b. Bahr b. Mehbub el-Kenani el-Leysi el-Basri de meşhur bir alimdir. Bir çok dalda eserleri vardır. İbn-i Hallakan Vefiyyat'il-A'yan kitabında ondan söz etmiştir.

Bu ma­kalede de daha önceden adından söz edilmişti. Eserlerinden biri el-Beyan ve't-Tibyan kitabıdır. Bu kitap edebiyat ki­taplarının en önemlisi sayılan dört kitaptan biridir. Diğer üç kitap ise şunlardır:

el-Kali'nin el-Emali kitabı, İbn-i Kuteybe Dinveri'nin Edeb'ul-Katip kitabı ve Müberred'in el-Kamil kitabı... Cahiz adıyla meşhur olan el-Beyan ve't-Tibyan adlı kitabının yazarı şöyle demiştir:

"Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Her insanın değeri iyice yapabildiği iştir." Hz Ali (a.s)'ın hiç bir sözünü dikkate almadan, sadece bu kısa sözünü dikkate almamız bizim için yeterlidir.

İnsanı hedefe ulaştırmada yeterlilikten de üstün bir ma­kamdadır. Azı seni çokluğundan müstağni kılan manası lafzının zahirinde olan en güzel sözdür. Allah-u Teala ona azametini giydirmiş, sahibinin takvası ve iyi niyeti sebe­biyle hikmet nuruna boğmuştur.

Cahiz'in eserlerinden biride Hz. Ali (a.s)'ın yüz sö­zünü bir araya getirdiği risalesidir. Muhammed Reşid Vetvat bu risaleyi Farsça’ya çevirmiş ve "Ali bin Ebi Talib (a.s)'ın sözleri; talep edenlerin matlubu" diye ad­landırmıştır.

Evet bu Cahiz Hz. Ali (a.s)'ın sözleri hak­kında ne kadar güzel söylemiştir: "Bu sözlerden her bir kelime Arapların en güzel sözlerinden binine değer."

Hicri 346 yılında ölen Ebul Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mes'udi de Seyyid Razi'nin doğumundan yakla­şık 13 yıl önce vefat etmiştir. Zira Seyyid Razi 359 yı­lında doğmuştur.

İşte bu Mes'udi Muruc'uz-Zeheb adlı kitabında şöyle demektedir: "İnsanlar Hz. Ali (a.s)'ın 480 küsur hutbesini ezberlemiştir. Hz. Ali bu hutbeleri dur durak demeden irad etmiş, insanlar da söyleyerek ve amel ederek birbirlerine aktarmışlardır.

İlginç olanı da şu ki Seyyid Razi Mes'udi'ye yakın bir zamanda yaşadığı halde Nehc'ül-Belağa'da, Muruc'uz-Zeheb yazarının yarısı kadar, hatta daha az bir miktarda hutbe toplayabilmiştir.

Benimle Nehc'ül-Belağa'nın müstedrekinden topladıklarım onun dediği sayıya denk düşmektedir. İnşaallah Nehc'ül-Belağa'da olanların kaynağını zikrettikten sonra onların da kaynağına işaret edeceğim ve hepsini zikredeceğim.

Ama bazı muhalifler Seyyid Razi'ye iftira ederek Nehc'ül-Belağa'nın üçüncü hutbesi olan ve Sünnî Şiî fır­kaların bir çok yolla rivayet ettikleri şıkşıkiye hutbesini onun uydurduğunu,

Ali (a.s)'a isnad ettiğini ve Nehc'ül-Belağa'nın hutbeleri arasına kattığını söylüyorlar. Musaddık b. Şebib ile şeyhi İbn-i Haşşab arasında bu ko­nuda geçenler meşhurdur.

İbn-i Ebi'l-Hadid ve Behrani de bunu nakl etmişlerdir. İbn-i Ebil Hadid bunu şerhinin sonunda Behrani ise evvelinde nakl etmiştir. İbn-i Cumhur el-İhsai de el-Mücelli adlı kitabında zikr etmiştir.

Daha önce dediğimiz gibi bu hutbe Şiî ve Sünnî raviler tarafından bir çok yolla nakl edilmiştir. Bu hususta Bihar'ul Envar, 8. cilde müra­caat edebilirsiniz.

Kadı İbn-i Hallakan'ın Vefiyyat'ul A'yan'da Yafii'nin ise Tarih kitabında sözünü ettiği insanların Nehc'ul Belağa'yı Seyyid Murteza veya Seyyid Razi'den hangisine ait olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir sözü Seyyid Razi'nin Nehc'ul Belağa'nın ön sözünde söyledikleri şu sözler ışığında çü­rütülmekte,

batıl olmaktadır: "Ben gençlik yıllarımda İmamlar (a.s)'ın özellikleri hususunda onların sözlerinin güzelliğini ve cevherini içeren bir kitap yazmaya başladım."

Bununla birlikte 21. hutbeyi naklettikten sonra ise şöyle demektedir: "Biz el-Hesais kitabında gerçekten bu hutbenin yüce değe­rine işaret etmekteyiz."

Hesais'ul Eimme kitabının ise Seyyid Razi'nin olduğu hususunda hiç bir şüphe yoktur. Bu hususta yine Bihar'ul Envar kitabına müracaat edebilirsiniz. Seyyid Razi'nin Hesais'ul Eimme kitabının bir nüshası da Rampur el-Rizaiyye kütüphanesinde mevcuttur. Kitabet tarihi ise Hicrî 6. asıra uzanmaktadır. Şia ve Sünnî güvenilir muhaddisler

ve büyük tarihçiler Nehc'ul Belağa'nın Ali (a.s)'ın sözleri olduğu ve Seyyid Razi'nin bunları sadece bir araya getirdiği hususunda icma etmişlerdir. Bu hu­susta ilmi olmayanların ortaya attıkları şüphelere itina edilemez.

Ayrıca icazet ve isticazet şeyhlerinin senet silsilesi de Nehc'ul Belağa'da, Seyyid Razi'ye ulaşması hiç bir şek ve şüpheye izin vermeyen bir tevatür derecesine ulaşmıştır.

Biz bu makamda Seyyid Razi'nin nüshasıyla mukabele edilen antik ve değerli nüsha ile yetiniyoruz. Bu bir çok faydalı bilgileri de barındıran nüsha inat ehli kimseler için kesin bir delildir.

Bu nüshanın bir çok özellikleri vardır, bu nüsha Kum'da Seyyid Mehdi Hüseyni Laciver­di'nin şahsi kütüphanesinde bulunmaktadır. Seyyid Mehdi Hüseyni bu konuda cömert davranarak bu nüshadan isti­fade etmemizi sağladı ve uzun bir süre emanet vererek bizlere gerçekten ikramda bulundu. Bu nüshanın nefisli­ğini ve kudsiyetini görünce Allah'ın yardımıyla bizdeki

H. 421 yılında yazılan eski bir nüsha ile karşılaştırmaya karar verdik. Harf harf inceledik ve birinci nüshada bulunan faydalı hususları bu nüshaya da ek­ledik. Böylece Allah'ın yardımıyla

çok güvenilir bir nüsha ortaya çıktı. Bu nüshanın mukabelesi ilim şehri Kum'da 4 Zilhicce 1385 yılı, Pazartesi gecesi sona erdi. Bu nüshanın en önemli faydaları şunlardır: "

1- Seyyid Razi Nehc'ul-Belaga'da en son olarak Hz. Ali'nin şu sözünü nakletmektedir: "Mümin kul kardeşini kızdırınca ondan ayrılmış olur." Seyyid Razi ardından da şöyle demektedir:

"Bu Hz. Ali'nin sözlerinden toplaya­bildiğim seçkin sözlerin en sonuncusudur. Allah'a, beni bu konuda başarılı kılmasından dolayı hamd-u sena ede­rim.”

Biz başta her babın sonunda kitaba beyaz sayfalar ek­lemek ve böylece yeni bir söz gördüğümüzde orada yer vermek istedik. Bu konuda sadece Allah'tan yardım diler ve ona dayanırız. O bize yeter ve o en iyi velidir ve bu iş Recep 400 tarihinde sona erdi. Allah'ın selamı, Muhammed (s.a.a)'e ve Ehl-i Beytine olsun."

Nehc'ül-Belağa'nın bazı nüshaları bu nurani ve faydalı bilgilerden mahrumdur. Bu yüzden Nehc'ül-Belağa'yı toplama hususundaki Seyyid Razi'nin bu sözlerini bir çok nüshada olduğu gibi bizde bu nüshaya ekledik.

2- Seyyid Mehdi Hüseyni Laciverdi'nin nüshası şu sözler ile bitmektedir: Bu nüshayı Rebiulevvel 587 yı­lında değerli üstadım Muhammed b. Ebi Nasr'a okudum.

Daha sonra Allame Seyyid Ziyauddin Alem'ul-Hüda'ya okunan nüshayla mukayese ettim. Onda bulduğum ince nükteleri bu nüshaya da nakl ettim. En güzel şekilde tas­hih ettim.

Gözümden kaçan veya gözlerimi derk etmekten aciz kaldığı hususların tümünü düzelttim. Hamd Allah'a mahsustur ve o bana yeter. O ne iyi bir hesaplayıcıdır."

Dipnotlar

---------------------------

1 - İbn-i Ebi’l-Hadid, Nehc’ül-Belağa Şerhi; c.20, s.274, Hutbe: 169

[2] - Ankebut/69.

[3] - Misbah’ul-Munir; s.112.

[4] - Necm/39.

[5] - Kenz’ul-Fevaid; c.1, s.139.

[6] - Gurer’ul-Hikem: Hadis: 8058.

[7] - a.g.e; Hadis: 6715.

[8] - a.g.e; Hadis: 8785.

[9] - a.g.e; Hadis: 8490.

[10] - a.g.e; Hadis: 9160.

[11] - a.g.e; Hadis: 6629.

[12] - a.g.e; Hadis: 2258.

[13] - a.g.e; Hadis: 9530.

[14] - Nehc’ül-Belağa Tefsir ve Tercümesi’nden özetle, c.13, s.247, Hutbe: 249

[15] - Bihar’ul-Envar; c.78, s.356

[16] - Gurer’ul-Hikem; Hadis: 3968

[17] - a.g.e; Hadis: 10028

[18] - a.g.e; Hadis: 7907

[19] - Tuhef’ul-Ukul; s.295

[20] - Bihar’ul-Envar: c.78, s.180; Tuhef’ul-Ukul; s. 219

[21] - Usul-u Kâfi; c.5, s.85, Hadis: 2

[22] - a.g.e; c.5, s.85, Hadis: 4

[23] - a.g.e; c.5, s.86, Hadis: 8

[24] - Men la Yehzur’ul-Fakih; c.1, s.335, Hadis: 981

[25] - Gurer’ul-Hikem; Hadis: 4471

[26] - a.g.e; Hadis: 5427

[27] - Men la Yezhur’ul-Fakih; c.4, s.400, Hadis: 5859

[28] - Gurer’ul-Hikem; Hadis: 5427.

[29] - Nehc’ül-Belağa; Mektup: 53.

[30] -

 

Yeni yorum ekle