YALNIZLIĞIN HÜZNÜ İMAM RIZA

YALNIZLIĞIN HÜZNÜ İMAM RIZA

ÖNSÖZ

Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla…
Allah-u Teâlâ, azametine yakışır bir düzen oluşturmuş ve bu düzen içerisinde insanı en üstün fasıflarla donatarak, bu düzenin işleyişinde en önemli unsur kılmıştır. Öyle ki, bütün yaratılanları insanın hizmetine sunmuş ve insanı bu hizmetlerden yararlanabileceği şekilde en mükemmel nimetleriyle donatmıştır. İnsanı diğer yaratılanlardan üstün kılan ve bu üstünlüğe bağlı olarak da sorumluluk altına alan en mükemmel nimet de akıldır. Bu aklı yönlendirecek ilmi gönderdiği kitaplarla, bu ilmi anlayıp yaşayacak metotları da gönderdiği peygamberler aracılığı ile insanlara sunmuştur.

Bu kitabı hazırlamamızdaki asıl amaç, Allah'ın biz insanlara verdiği değeri farkında olmamızın önemini, İmam Rıza'nın (a.s) örnek yaşamından kesitler sunarak ortaya koymak ve İmam'ın (a.s) yüce ahlakıyla hayatımızın kararan yanlarına ışık tutabilmektir. Ayrıca Peygamber (s.a.a) ve onun tertemiz Ehlibeyt'inin takipçileri olarak, bizlere bahşedilmiş olan bu şerefin farkında olmak ve bu farkı amellerimize yansıtabilmenin önemini ve hassasiyetini bir kez daha hatırlatmak maksadını görev edindik.

Allah, bu kitabı hazırlarken bizlerden desteklerini esirgemeyen Malik Eşter Gök ve Timur SONKAYA kardeşlerimden ve kitabın hazırlanmasında üstün gayretler sarfeden İmam Rıza Camii Ehlibeyt Gençliğinden razı olsun! İnşallah sarfedilen bu emekler, Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt'inin teveccüh ve şefaatleriyle onurlandırılır!
Son olarak yüreğimden kopardığım şu samimi temennimi sizlere sunmak istiyorum: "Allah, bütün Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt (a.s) dostlarını, bu dünyada ve ahrette muvaffak kılsın inşallah!"

Habib MERT 14.06.2008/ İSTANBUL

İMAM RIZA'NIN(A.S)BABASI İMAM MUSA KAZIM(A.S)

Hicri 128 yılı, sefer ayının yedisinde Medine ile Mekke arasında bulunan Ebva köyünde dünyaya geldi. Adı Musa, meşhur künyesi Ebu'l Hasan ve Ebu İbrahim'dir. Lakapları ise, Kazım, Sabir ve Salih'tir.

Babası, İmam Cafer Sadık (a.s), annesi, İmam Sadık'ın (a.s) hakkında: "Bütün pisliklerden temizlenmiştir" diye buyurduğu, Humeyde'dir. Humeyde, öylesine bilgili ve Saliha bir hanımefendiydi ki, İmam Sadık (a.s) dini mesele ve ahkâmla ilgili meseleleri öğrenmeleri için, diğer kadınları değerli eşi Humeyde Hanımefendiye yönlendi-rirdi.

İmam Kazım (a.s) dünyaya gözlerini açtığında, imam Cafer Sadık'a (a.s) bu mübarek doğumu haber verdiler. İmam (a.s) bu güzel haber karşısında şöyle buyurdu:
-Yüce Allah, bana yarattıklarının en üstünü olan bir çocuk verdi.
Humeyde Hanımefendi İmama (a.s):
-Bu çocuk dünyaya geldiğinde, ellerini yere koydu ve başını göğe kaldırdı, dediğinde İmam (a.s):
-Resul'ün veladetinin alametidir. Peygamber de dünyaya geldiğinde böyle yapmıştı. Ondan sonra dünyaya gelen her imam böyledir, diye buyurdu.

Bu mübarek çocuk, daha sonra halk arasında Hacetlerin Kapısı (Babu'l Hevaic) olarak meşhur oldu. Sorunların giderilmesi noktasında imam Kazım'a (a.s) tevessül etmenin faydaları yaşanmış somut tecrübelerle sabit olmuştur.

İmam Kazım'ın (a.s) imamet dönemi, Harun Reşid'in hilafet dönemine denk gelmektedir. O dönem, Harun Reşid'in halk üzerindeki baskı ve zulümlerine; Hz. Fatıma'nın (s.a) evlatlarının zalimce katline şahitlik etmektedir. Nitekim bu zulüm ve katliam sonucunda, Hz. İmam Kazım (a.s), Harun Reşid'in emriyle, yıllarca Basra ve Bağdat zindanlarında hapsedilip, sonunda zehirletile-rek şehit edilmiştir.

Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak için Müslü-manların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmî (Ö: 383), Abbasilerin; özellikle Harun'un tavırları hakkında Nişabur halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazmaktadır:

"Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı bir halde öldü... Hidayet İmamlarından
--------------
1- İkdu'l-Ferid, c. 2, s. 44.
------------------
biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde, cenazesini teşyi edecek ve kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu. Ama bir palyaço veya maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hâkimler cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt toplantısına katılırlardı.

Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlar-dı. Ama Şii olan herkesi katlediyor ve oğlunun adını "Ali" koyanın kanını döküyorlardı." 2

İmam Rıza (a.s) işte böyle bir zamanda doğdu ve küflenmiş inanç ve düşünce sistemlerinin üzerine Allah'ın emriyle rahmet ve Muhammed'i bir sedayla gözlerini açtı. O mübarek doğumla birlikte, zulmün üzerine merhamet, küfrün üzerine rahmet ve karamsarlığın üzerine umut doğdu.
------------
2 - Resail-i Harezmî, S. 79.
----------

İMAM RIZA'NIN ANNESİ TUKTEM HANIM

Bir gün İmam Kazım (a.s), Hişam'a dönerek:
-Acaba Mağrip ehlinden buraya gelen birini tanıyor musun? Diye sordu.
Hişam:
-Hayır, diye cevap verince İmam (a.s):
-Kızıl tenli biri gelmiş. Gel birlikte onun yanına gidelim, diye buyurdular.
Daha sonra yanına Hişam'ı da alarak, mağrip ehlinden olan köle satıcısının yanına vardı. Adamın yanında birçok köle vardı. İmam (a.s) adama dönerek:
-Kölelerini bize göster, diye buyurdu.

Adam, dokuz tane kadın köleyi getirip İmam'a (a.s) gösterdi. İmam (a.s), adama dönerek:
-Diğer köleleri göster, diye buyurunca adam yeminler ederek başka kölesinin bulunmadığını söyledi. Ama İmam (a.s) ısrar ederek:
-Var, diğerlerini de görmek istiyorum, diye diretince adam:
-Sadece hasta bir cariye var, diye cevap verdi.

Bu cevabın karşılığında İmam (a.s):
-Onu göstermenin ne sakıncası var? Diye sordu.
Adam, başını önüne eğerek, hasta cariyeyi İmam'a (a.s) göstermek istemediğini ifade edince, İmam (a.s) daha fazla ısrar etmeyerek geri döndü.
Ertesi gün, Hişam'ı tekrar adamın yanına göndererek şöyle buyurdu:
-Git adama söyle, o cariyenin fiyatı ne kadarsa vermeğe hazırım. İstediği fiyatı ver ve cariyeyi al getir.

Hişam, bineğine binip tekrar adamın yanına geldi. Adama dönerek:
-O hasta cariye için ne kadar para istiyorsun, son kararın nedir? Diye sordu.
Adam biraz düşündükten sonra, oldukça abartılı bir fiyat söyledi. Bunun üzerine Hişam, adama dönerek:
-Tamam, dedi. Cariyeyi alıyorum. Al paranı.

Adam, parayı aldıktan sonra Hişam'a döndü:
-Söyle bakalım, dün seninle gelen o şahıs kimdi?
Hişam:
-Beni Haşim'dendir, diye cevap verince, adam:
-Beni Haşim'in hangi boyundandır? Diye sordu.

Hişam:
-Onların büyüklerindendir, diye cevap verince adam, başını sallayarak:
-Biraz daha açık konuş. Açıkça söyle beni Haşim'in hangi boyundandır? Diye sorusunu yineledi.

Hişam:
-Ben daha fazlasını bilmiyorum, diye cevap verince adam, başıyla onaylayarak devam etti:
-O zaman ben sana bu hizmetçi hakkında bildiklerimi anlatayım. Ben bu cariyeyi Mağrib'in en uzak şehirlerinin birinden aldım. Ehli kitaptan bir kadın bu cariyeyi yanımda görünce:
-Bu cariyenin senin yanında ne işi var? Diye sordu.

-Onu kendim için satın aldım, diye cevap verince, kadın şöyle devam etti:
-Bu cariyenin senin gibi birinin yanında kalması doğru değil. O, yeryüzündeki en hayırlı adamın yanında yaşamalıdır. Çünkü kısa bir zaman sonra onun evinde öyle bir çocuk dünyaya getirecek ki, doğu ve batı âlemi, onun karşısında boyun eğmek zorunda kalacaktır.

Hişam, duydukları karşısında çok duygulanmıştı. Cariyenin parasını ödedikten sonra, hiç vakit kaybetmeden İmam Kazım'ın (a.s) yanına geri döndü.
Tuktem Hanım, o faziletli hanımefendi, Rebi-ul Evvel ayının 11' inde, bir Perşembe günü o nur parçasını, İmam Rıza'yı (a.s) dünyaya getirdi.

Bu mukaddes doğum sonrasında, İmam Kazım (a.s) ona Tahire ismini verdi. Öyle bir hanımefendi ki, kalbinin ta derinliklerine kadar nüfuz eden ilahi aşkla, gergef gergef işlediği sabrın neticesinde, kölelikten şereflerin en yücesine terfi etmişti o. Ki onun hakkında Ali b. Meysem babasından şöyle nakletmektedir:

"İmam Kazım'ın (a.s) annesi Hamide, Necme'yi (Tuktem) aldığında şöyle söylüyordu: "Gece rüyamda Hz. Resulullah'ı (s.a.a) gördüm. Bana: "Hamide! Necme'yi oğlun Musa'ya bağışla, dedi. Çünkü ondan yeryüzünün en hayırlı insanı dünyaya gelecek." Ben de onu oğlum Musa'ya bağışladım."

İMAM RIZA(A.S)ANNE KARNINDA ALLAH'I ZİKREDİYOR

Ali b. Meysem'in babası, annesinden şöyle naklediyor: "Hz. Rıza'nın (a.s) annesi Necme'nin şöyle dediğini duydum: "Oğlum Ali'ye hamile kaldığımda, onun ağırlığını hissetmiyordum. Uykudayken karnımdan "süphanallah", "la ilahe illallah" ve temcid zikirleri duyuyordum. Bu ses beni korkutuyordu. Ama uyandığımda hiçbir ses işitmiyordum. Onu doğurduğumda, iki elini yere koydu. Başını göğe doğru kaldırdı.

Dudaklarını hareket ettiriyordu. Sanki o anda bir şeyler söylüyordu. Babası Musa b. Cafer yanına geldi ve bana dönerek: "Necme! Rabbinin bu bağışı sana kutlu olsun" diye buyurdu. Sonra onu beyaz bir beze sararak babası İmam Kazım'a (a.s) verdim. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okuduktan sonra Fırat suyu istedi. O sudan alıp Ali'nin damağına sürdü. Sonra onu bana vererek şöyle buyurdu: "Al onu! O, Allah'ın yeryüzünde bıraktığı hüccettir."

------------
3- İmam Rıza'dan (a.s) Hadis Pınarı- Şeyh Saduk, S.25
4- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.37
5- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.34
6- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.39
---------------

İMAM RIZA'NIN (A.S) DOĞUMU

Hicri 147, zilkade ayının 11'i idi. Güneş, Medine'yi; o peygamber mihverinin semalarını apayrı bir şefkatle aydınlatıyordu. Rüzgâr, bambaşka bir sevinci soluyor, bambaşka bir heyecanla müjdeler salıyordu çöllerin kıvrımlarına. İman, ilim ve imamet sahnesinin tarihini yeniden yazacak olan İmam Rıza'nın (a.s) doğumunu müjdeliyordu bütün çağlara.

Bir doğum ki, karanlıklar parçalandı gecenin burcunda. Kasvet kaplamış gönüller aydınlandı bir nurun nazarıyla. Asırlara rahmet olarak gönderilen cihan Peygamberi'nin (s.a.a) kokusu yayıldı dört bir yana. Bir doğum ki, Medine'yi yeniden sardı bir hicret heyecanı ve yeniden aydınlandı bakışlarda Muhammed'i bir sevda.

Bir doğum ki, yer ve gök ehli hep bir ağızdan şiirler dizdiler el değmemiş, körpe sözcüklerle sevda okuyan dilleriyle:
Hoş geldin ey asuman gülü,
Peygamber yadigârı, hakkın bülbülü…
Hoş geldin, rahmet indirdin,
Yeşerttin şanınla kupkuru çölü.
Şimdi gönüllerde Resul'den bir tat var,
Dillerde şükür, gözlerde umut var.
Hoş geldin ey rahmetin siması,
Nefret elden aşk eline hicret var.

İMAM'A(A.S)RIZA İSMİNİN VERİLMESİNDEKİ KERAMET

Bezenti Ahmet b. Muhammed b. Ebu Nasr'dan şöyle nakledilmiştir:
İmam Cevad'a (a.s) şöyle arz ettim:
-Muhaliflerinizden bazıları Memun'un, babanızı kendi veliahdı olarak beğenip seçtiği için ona Rıza adının verildiğini sanıyorlar. Doğru mudur acaba?
İmam (a.s) şöyle cevap verdi:
-And olsun Allah'a bu iddia doğru değil. Düpedüz yalan söylüyorlar. Allah (c.c) ona Rıza adını verdi. Çünkü o, göklerde Allah için, yeryüzünde Hz. Peygamber (s.a.a) ve ondan sonraki imamlar (a.s) için razı olmuş biri idi.

Sonra şöyle sordum:
-Peki diğer babaların, Allah, Peygamber ve İmamlar için razı olmuş kimseler değiller miydi?
İmam (a.s) kısaca:
-Elbette, diye cevap verince tekrar sordum:
-Peki, neden onların arasından sadece babanız Rıza olarak adlandırıldı?

İmam (a.s) şöyle buyurdu:
-Çünkü dostları ve taraftarları ondan razı olduğu gibi, düşmanları ve muhalifleri de ondan razı idiler. Bu durum, babalarından hiçbiri için tahakkuk etmedi. Bunun içindir ki, onların arasında sadece babama Rıza adı verildi.
---------------
7- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.30
--------

İMAM RIZA(A.S)VEİMAMET MAKAMI

İmam Rıza (a.s), babası İmam Kazım'ın (a.s) Bağdat Zindanı'nda Harun Reşit'in emriyle zehirletilerek şehit edilmesinden sonra, Hicri 183 yılından itibaren, 35 yaşında iken imamet makamını ve ümmetin rehberliğini devralmıştır.

İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hâkim olan siyasi ortamı göz önünde bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat Şia ve dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun Reşid'in hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine şehrinde ilan etti. İtikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını gidermeye başladı.

İmam'ın (a.s) kendisi şöyle buyurmaktadır: "Ben Medine'de idim. Bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum. O şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum."

Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor:
"Ben ceddim Resulullah'ın (s.a.a) hareminde oturuyordum, bir gurup âlim de orada dini meseleler hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını veriyordum."

Mufazzal b. Ömer şöyle nakletmektedir:

"Hz. İmam Kâzım'ın (a.s) huzuruna vardığımda oğlu Ali (a.s) (İmam Rıza) kucağında idi. Onu öpüp dilini emiyordu. Omzuna alıp sonra bağrına basarak şöyle buyuruyorlardı:
-Babam annem sana feda olsun! Kokun ne de güzeldir, tabiatın ne de temizdir, faziletin ne kadar da aşikârdır!
İmam'a (a.s):-Size feda olayım! Bu çocuğa karşı kalbimde, sizden başka hiç kimseye duymadığım büyük bir sevgi oluştu, dedim.
--------------
8- Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 167.
9- Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 167.
-------------
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:
-Mufazzal! Onun bana olan nispeti, benim babama olan nispetim gibidir. "(Allah'ın seçkin kulları), birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işitip bilendir."
İmam'a (a.s):
-O, sizden sonra imam mıdır, diye sorduğumda İmam (a.s):
-Evet, kim ona itaat ederse hidayet olur ve kim ona itaatsizlik ederse kâfir olur, diye buyurdu.

Muhammed b. İsmail b. Fazl El- Haşimi'den şöyle rivayet edilmektedir:
"Ebu'l Hasan Musa bin Cafer'in (a.s) huzuruna çıktım. Şiddetli bir şekilde hastaydı. Ona:
-Allah'ın bize göstermesini istemediğim şey (ölüm), gerçekleşirse, o zaman kime başvuralım? Diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Oğlum Ali'ye başvurun. Zira onun mektubu benim mektubumdur. O benim vasim ve benden sonraki halifemdir."

Başka bir rivayette Yezit Bin Selt-i Zeyd, şunları nakletmektedir:
"Ben ve yol arkadaşlarım Mekke yolunda İmam Sâdık (a.s) ile karşılaştık. İmama (a.s):
-Anam babam size feda olsun! Siz ve ecdadınız tertemiz imamlarsınız. Ölümden kimse kaçıp kurtulamaz. O halde bana kendinizden sonraki imam hakkında bir şey söyle de kendimden sonrakilere yani evlatlarıma ve akrabalarıma onu aktarayım" diye arz ettim.

İmam (a.s), cevaben bana şöyle buyurdular:
-Evet, bunlar benim evlatlarımdır. O ise (oğlu Hz. İmam Rıza'ya (a.s) işaretle) hepsinden üstündür. O ilim, hüküm, hikmet, anlayış ve cömertlik sahibidir; halkın dini meseleler hakkında ihtilafa düştükleri meseleleri çok iyi bilmektedir. Onda güzel ahlak, iyi komşuluk huyu vardır. O, Allah'ın (c.c) kapılarından bir kapıdır ve onda, bunların hepsinden daha üstün olan başka bir özellik de vardır.
Babam İmama (a.s):
-Anam babam size feda olsun! O özellik nedir? Diye sordu.

--------------
10- Al-i İmran-34
11- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.52
12- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.41
------------
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
-Allah azze ve celle, bu ümmetin yardımcısını, feryada koşanını, âlemini (nişanesini), nurunu, anlayış, hüküm ve hikmet sahibini, en iyi mevlüdü (doğan çocuğu), en iyi genci ondan vücuda getirecektir. Allah-u Teâlâ onun vasıtasıyla kan dökmeyi önleyecek, insanların arasını ıslah edecek, onları barıştıracak; dağınıklığı, kargaşa ve kopukluğu düzeltecek, çıplağı örtecek, açı doyuracak, korkana güven verecek, yağmuru yağdıracak.

Kullar onun vesilesiyle emre boyun eğecekler. O, gençlerin ve olgunlaşmış kişilerin en hayırlısı, en üstünüdür. Ergenlik çağına ermeden aşireti, onunla (onun imameti ile) müjdelenecektir. Onun konuşması hüküm ve hikmettir, susması ise ilim ve bilinç üzeredir. Halkın ihtilafa düştüğü meseleleri onlara açıklayacaktır.

Yezid bin Selit sözlerine şöyle devam ediyor:
"Babam ona:
-Anam babam sana kurban olsun! Acaba ondan sonra onun bir evladı olacak mı? Diye sordu.
İmam (a.s):
-Evet, diye buyurdu ve sonra sustu.

Yezid daha sonra şöyle naklediyor:
"Bir müddet sonra İmam Musa bin Cafer (a.s) ile görüştüm. Kendilerine şöyle arz ettim:
-Anam babam sana feda olsun! Sonraki imam hakkında babanızın bana bilgi verdiği gibi, sizin de bana bilgi vermenizi istiyorum.
İmam (a.s), cevaben şöyle buyurdular:
-Babam öyle bir zamanda yaşıyordu ki, bizim zamanımız öyle değil.

Yezit, sözünün devamında şöyle diyor:
"İmam (a.s), benim bu sözüme gülüp şöyle buyurdular:
-Ey Eba Umare! Bil ki ben, evimden çıktım, zahirde (görünüşte) bütün oğullarıma vasiyet ettim ve onları oğlum Ali (İmam Rıza) ile ortak kıldım. Ama gizlide sadece Ali'ye vasiyette bulundum (onu kendime vasi yaptım). Rüyamda Resulullah'ı (s.a.a) gördüm. Emir'ul Müminin Ali (a.s) da onunla birlikte idi. Resulullah'ın (s.a.a) yanında bir yüzük, bir kılıç, bir asa, bir kitap ve bir de sarık vardı. Kendisine: "Bunlar nedir? Diye sordum.

Şöyle buyurdular: "Sarık, Allah'ın saltanatının, kılıç izzetinin, kitap nurunun, asa gücünün nişanesidir. Yüzük de bütün bunları kapsıyor."
Resulullah (s.a.a) sonra şöyle devam etti: "İmamet, oğlun Ali'ye yetişecektir."
Yezit, daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü: "İmam (a.s) bana buyurdular ki:
-Ey Yezit! Bu konu senin yanında emanettir, öyleyse onu akıl sahibi, sadakatli ve Allah'ın, kalbini iman üzere ısındırdığı insanlar dışında kimseye söyleme ve Allah-u Teâlâ'nın nimetlerine karşı nankörlük etme. Eğer senden tanıklık isterlerse tanıklık et.

Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah sizlere, emanetleri ehline ulaştırmayı emrediyor." Yine Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: "Kendisinde olan bir şahadeti (tanıklığı) Allah'tan gizleyenden daha zalim kimdir?"
İmam'ın (a.s) sözlerine karşılık:
-Allah'a and olsun ki, kesinlikle böyle bir işi yapmayacağım, dedim.

Sonra, İmam Kâzım (a.s) sözlerini şöyle sürdürdü:
-Daha sonra Resulullah (s.a.a) onun vasıflarını bana açıkladı ve şöyle buyurdular: "Oğlun Ali öyle biridir ki, Allah'ın nuruyla bakar, Allah'ın bildirmesiyle duyar, hikmetle konuşur, doğru davranır; hata yapmaz, âlimdir, cahil değildir, hüküm (hikmet) ve ilimle doludur.

Onunla birlikte olacağın süre ne kadar da azdır! O kadar azdır ki, yok gibi sayılır! Öyleyse seferden dönüşünde işlerini düzenle, kendine boş vakit ayarla. Çünkü sen, onlardan ayrılıp başka şeylerle birlikte olacaksın. O halde
--------------
13- Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.45
14- Nisa-58
15- Bakara-140
-------------

evlatlarını topla ve Allah'ı onlara tanık kıl. Şüphesiz Allah, tanıklık için yeterlidir."
Sonra, İmam Kâzım (a.s) şöyle buyurdular:
-Ey Yezit! Ben bu yıl vefat edeceğim. Ali bin Ebu Talib ve Ali bin Hüseyin'in adaşı olan oğlum Ali'ye birincisinin (Hz. Ali'nin) anlayışı, ilmi, zaferi ve heybeti verilmiştir. O, Harun'un döneminden ancak dört yıl geçtikten sonra konuşabilir. Dört yıl geçtikten sonra, istediğin her şey hakkında ondan soru sor; Allah'ın izniyle cevabını verecektir.

Başka bir rivayette, Süleyman b. Hafs El-Nervezi'den şöyle nakledilmektedir:
"İmam Musa bin Cafer'in (a.s) yanına gittim ve kendisinden sonraki İmam ve Allah'ın hücceti hakkında soru sormak istiyordum. İmam (a.s), ben hiçbir şey sormadan bana bakıp şöyle buyurdular:

-Süleyman! Ali benim oğlum ve vasimdir. Benden sonra Allah'ın insanlara olan hüccetidir. O, benim evlatlarımın en üstün olanıdır. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, halifemi (yerime geçeni) tanımak isteyen Şiaların ve velayet ehli kimselerin nezdinde onun (Ali bin Musa'nın) imamlığına tanıklık et! İşte bu ve benzeri rivayetler, İmam Rıza'nın (a.s) şahsiyetini ve mertebesini ortaya koymaktadır.

Daha nice rivayetler vardır ki, İmam'ın (a.s) şahsiyeti ve ahlakı hakkında bizlere bilgi vermekte, kişisel ve toplumsal hayatımızın şekillenmesi noktasında bizlere ilham kaynağı olmaktadır.

--------------
Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S. 44-45-46
Hadis Pınarı-Şeyh Saduk, S.47
-------------

İMAM RIZA(A.S)VE HÜKUMETİN TAVRI

Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193'te Horasan'da ölerek Tus (Meşhed)'un "Senabad" bölgesinde defnedildi.

Harun'un ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdat'ta gücü ele geçirdi. Memun da Merv'de (Horasan'da) hilafet tahtına oturdu.

Bu iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198'de Memun'un ordusu Bağdat'a saldırarak Emin'i katlettiler.
Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memun'un eline geçti. Ama Harun'un zulümlerinden rahatsız olan Alevi

-------------
18- Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355
19- Tarih-i Taberi, c. 8, s. 365
20- Tarih-i Taberi, c.8, s. 478
----------------

ve seyitler, onun oğullarının hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde Memun'un hükümeti aleyhine ayaklandılar.
Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin eliyle yönetilmesini istiyorlardı.

Memun, onların kıyamını durdurmak ve Şialar arasında kendine bir yer edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali bin Musa er-Rıza'yı (a.s) Horasan'a davet etmeyi ve İmam'ın onun teşkilatında görünmesiyle hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka inandırmayı tasarladı. Bu yüzden Memun, İmam'a (a.s) birçok davet mektupları gönderdi.

Ama her defasında İmam'ın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun, durumun böyle olduğunu görünce İmam'ı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s), Memun'un kendisinden el çekmeyeceğini görünce, Şiilerin kanlarının dökülmesini önlemek için Hicri 200'de Horasan'a doğru hareket etti.
İmam Rıza (a.s), Medine'den ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile vedalaşmak için O'nun haremine gitti. Resulullah'ın (s.a.a) kabrini bir kaç kez ziyaret etti. Her defasında yüksek sesle ağlıyordu.

Sonra İmam Cevad'ı (Muhammed Taki) (a.s) yanına alarak tüm vekil ve temsilcilerine onun emirlerine uymalarını ve ona karşı muhalefet etmekten sakınmalarını emretti. Aynı zamanda İmam Cevad (a.s)'ın kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.
İmam Rıza'nın (a.s) Horasana hareket edeceği yol, Memun'un emri doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars

------------------
Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatil'ut- Talibiyyin, s. 422-453.
Kâfi, c. 1, s. 488.
İsbat'ul- Vasiyye, s. 224.
----------------
şehirlerinden geçiyordu. Kufe ve Kum şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı. Çünkü Memun, İmam Rıza'nın (a.s) o şehirlerden geçerken oradaki Şialara kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu. Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabur'a vardı. O şehrin halkı ve âlimleri tarafından sıcak bir şe-kilde karşılandı.

Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855) şöyle yazıyor:
"Ebu Zer'a-yi Razi ve Muhammed bin Eslem-i Tusi, hadis, rivayet ve dirayet ehli olan pek çok âlimlerle birlikte Ali bin Musa er-Rıza'nın (a.s) huzuruna varıp şöyle dediler:

-Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı! Pâk olan babalarının ve kadri yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve babalarının ceddin Resulullah'tan (s.a.a.) duyarak naklettikleri bir hadisi bize rivayet et. Biz de seni onunla analım.

İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle orada bulunanların gözlerini aydınlattı.

Halk durup İmam'a (a.s.) bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmam'ın bineğinin ayaklarını öpüyordu. Ağlama ve sevinç sesleri birbirine karışmıştı. Nihayet âlim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle şöyle seslendiler:
-Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice dinleyin, ezberleyin...
Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:
--------------
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 149

--------------
Babam Musa el- Kazım, babası Cafer'üs- Sadık'tan, o da babası Muhammed Bakır'dan, o da babası Zeyn'ül- Abidin Ali'den, o da babası Kerbela şehidi Hüseyin'den, o da babası Ali bin Ebu Talib'den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Habibim ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdular: "Cebrail bana şöyle dedi: "Rabb'ul- izzeti Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: "La ilahe illellah" kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan âmânda kalır (kurtulur)."
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam etti.

Ravi şöyle devam ediyor: "Katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle bize şöyle buyurdu: "O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde Allah'ın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım."
O önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkûr hadisi yazanların sayısının yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.
Fazl bin Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi âlimlerinden olup İmamet meselesini reddetme hakkında "İbtal-u Nehc'ul- Batıl" kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir: "O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede sahihtir."

Sözünün devamında şöyle demektedir:"Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur."

Yine şöyle ekliyor: "Nuh bin Mensur-i Samani isminde olan "Horasan" şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak şifa verdiğini denemiş. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi okumuş, okuduğu gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu hürmetine şifa bulmuşlardır. Bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği şeylerdendir."

İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra, Memun'un bulunduğu başkent Merv'e yetişti ve onun tarafından ihtiramla karşılandı. Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet başlattı. Memun ilk önce İmam'a (a.s) şu öneride bulundu:
-Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.
Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:

-------------------

Fusul'ul- Muhimme, s. 253 ve 254.
Yenabi'ul- Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 135.
Fusul'ul- Muhimme, s. 254.
Şia âlimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) "İhkak'ul-Hak ve İzhak'ul-batıl" kitabını, Fazl bin Ruzbehan'ın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkak'ul Hak, s. 159. (Ayetullah Mer'aşi-yi Necefi'nin bu kitaba yazdığı mukaddime.)
Mihman Name-yi Buhara, s. 342
Vesilet'ul- Hadim, s. 217.

----------------
Eğer bu hilafet seninse ve Allah (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru değildir.
Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.

Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmam'a önerdi ve tam bir küstahlıkla şöyle dedi:
-Allah'a and olsun ki, eğer veliahtlığı da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin takdirde ise boynunu vurdururum.
İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı ve şartlarını şu şekilde açıkladı:

-Ben veliahtlığı şu şartlarla kabul ediyorum. Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim, fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların hepsinden muaf kılacaksın.

İmam Rıza'nın (a.s) bu şartları zikretmesi, Memun'un hükümetinin şer'i bir hükümet olmadığını, "ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım" diye buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201.

------------
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 149.
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 149.
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 140
Kâfi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260.
-----------------
yılının Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin her tarafına tebliğ etti.
İmam Rıza'nın (a.s) adına para bastırdı. Kızı Ümmü Habibe'yi ona nikâhladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile dönüştürdü.
Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi. Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdat'ı sarstı.
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memun'un riyakâr hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami ülkesini Yunan vb. ülkelerin küfürani düşünceleriyle doldurmuş ve yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı.

Kadı Said bin Endülüsi (Ö: 462) şöyle demektedir: "Hilafet, Abbasilerin yedinci halifesi olan Harun Reşid'in oğlu Memun'un eline geçince, dedesi Mensur'un başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi.

Onlar da ellerinde olan kitapları Memun'a gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o kitapları (Arapça'ya) tercüme etmelerini emretti. Mütercimler de var güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memun'un kendisi ise filozoflarla oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu."
--------------
Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554.
Vefeyat'ul- A'yan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162
Et-Tenbih-u ve'l- İşraf, s. 302.
Muhtasar-u Tarih'ud- Duvel, s. 136.
--------------
Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor:
"Memun, İklidus'un kitabını Rumlulardan ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri düzenliyordu.

Memun'un, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini Müslümanların arasında yaymaktaki maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin temellerini gittikçe takviye etmekti. Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin âlimi ve İmamı olarak Abbasi hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray âlimleriyle çeşitli konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.

Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
"Memun, İmam Rıza'yı (a.s) halkın gözünden düşürmek ve onlara: "İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir" inancını aşılamak için veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam'ın (a.s) halkın yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce, İmam Rıza'yı (a.s) ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük âlimler davet etti. Ama İmam'ın (a.s) karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi, Berahimei...

Ve Müslüman fırkaların âlimleri, İmamla tartışınca mağlup olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk: "Allah'a and olsun ki O (İmam Rıza), hilafete Memun'dan daha layıktır." diyordu. Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını zikretmek ve kendi zamanının büyük âlim ve filozoflarını mağlup etmekle Memun'un uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.
----------------
Ahbar'ut- Tival, s. 401.
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 239
---------------

İMAM RIZA'NIN(A.S)DİN ÂLİMLERİYLE MÜNAZARASI

Şia'nın büyük âlimlerinden olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a), rivayetin metnindeki senetle Hasan bin Muhammed en- Nevfilî'den şöyle naklediyor:
"Memun, Fazl bin Sehl'e; Hıristiyan âlimlerinin büyüğü "Caslik", Yahudi âlimlerinin büyüğü "Res'ul- Calut", Melek veya yıldıza tapanların, ya da Hz. Yahya'nın dini-ne mensup olanların büyükleri "Rüus'us- Saibin", ateşe tapanların kadısı "Horbuz'ul- Ekber", Rumlu tabip "Nestas-i Rumi" gibi çeşitli mezhep ve din âlimlerini bir araya toplamasını emretti.

Fazl bin Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun'a bildirdi. Memun da onları yanına getirmesini emretti. Onlar Memun'un yanına gelince, Memun onlara "hoş geldiniz" diyerek sözlerine şöyle başladı:
-Ben sizi hayır bir şey için toplamış bulunmaktayım. Amcam oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse gelmekten çekinmesin.

Onlar da:
-Ey müminlerin emiri! Başımız üstüne, yarın erken sizin yanınıza geleceğiz inşallah, diyerek oradan ayrıldılar.
Hasan bin Muhammed en-Nevfilî şöyle ekliyor:
"Biz İmam Rıza'nın (a.s) yanında oturup konuşuyorduk. İmam'ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi:
-Ey efendim! Müminlerin Emiri size selam iletip şöyle dedi:

"Kardeşin sana feda olsun! Çeşitli din ve milletlerin büyükleri benim yanımda toplanmıştır. Eğer onların sözlerini duymak istiyorsan, yarın erken bizim yanımıza gel. Eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz."
İmam Rıza (a.s) cevaben Yasir'e şöyle dedi:

-Benim selamımı ona ilet ve ona de ki, maksadını anladım, ben yarın erken sizin yanınıza geleceğim inşallah Teâlâ.
Nevfilî şöyle devam ediyor:
"Yasir gittikten sonra İmam Rıza (a.s) bana bana dönerek şöyle buyurdular:
-Ey Nevfilî! Sen Iraklısın. Iraklılar zeki olur. Memun'un çeşitli din ve akait âlimlerini bir araya toplaması hakkında görüşün nedir?
Ben cevaben:

-Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve ilminizin seviyesini öğrenmek istiyor, dedim.
İmam (a.s):
-Acaba onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun? Diye sordu.
-Hayır, Allah'a and olsun ki asla bundan korkum yoktur. Senin onlara galip olmanı ümit ediyorum, diye cevap verdim.
İmam (a.s):

-Ey Nevfili! Memun'un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun? Diye sorunca:
-Evet, dedim.
İmam (a.s):

-Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle, Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Horbuzanla Farsça dili ile Rumlularla kendi dilleri ile Makalat Ashabıyla kendi lügatleriyle istidlal edip onları mahkûm ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olup oturduğu makamın onun hakkı olmadığı anlayacaktır, diye buyurdu.

Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti. Memun İmam'a iltifat edip saygı gösterdi. Daha sonra Caslik'e dönerek onun İmamla tartışmasını istedi. Caslik şöyle dedi:
-Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir peygamberle içtihat edecek olan bir kimseyle ben nasıl tartışa bilirim?
İmam Rıza (a.s):

-Ey Nasranî! Eğer İncilinle senin aleyhinde delil getirsem, kabul edecek misin?" diye sordu.
Caslik:
-Evet, istemesem de kabul edeceğim; İncil'in dediğini hiç inkâr edebilir miyim? Diye cevap verdi.
İmam (a.s):
-Ne istersen sor cevabını dinle, diye buyurunca Casilik:

-İsa'nın peygamberliği ve kitabı hakkında ne diyorsun, bu ikisinden bir şey inkâr ediyor musun? Diye sordu.
İmam (a.s) şöyle cevap verdi:
-Ben, İsa'nın peygamberliğine, kitabına, ümmetine getirdiği müjdeye ve Havarilerin ettiği ikrara inanıyorum. Muhammed'in (s.a.a) peygamberliğini, kitabını ikrar etmeyen ümmetini, onunla müjdeyen İsa'ya inanıyorum.
Casilik:
-Yargılama anında iki tanıktan yararlanmıyor musun? Diye sorunca İmam (a.s):
-Evet, yararlanmıyorum, diye cevap verdi.

Casilik:
-O halde Muhammed'in (s.a.a) peygamber olduğuna dair, kendi dininden olmayan ve Hıristiyanların tanıklıklarını reddetmediği iki şahit göster, bizden de buna dair kendi mezhebimizden olmayan iki şahit göstermemizi iste, dedi.
İmam (a.s):
-Şimdi insaflı davrandın ey Nasranî! Adil olan ve Mesih İsa b. Meryem nezdinde öncelikli olan bir kimseyi kabul eder misin? Diye sordu.
Casilik:
-Bu adil adam kimdir, ismini söyle, dedi.

İmam (a.s):
-"Yuhanna" Deylemi'ye ne dersin?
Casilik:
-Çok iyi, Mesih nezdinde en çok sevilen kişiyi söyledin! Dedi.

İmam (a.s) şöyle devam etti:
-Sana yemin verdiriyorum. Acaba İncil, şu sözünü beyan ediyor mu? Yuhanna dedi ki: "Hz. Mesih beni, Arap Muhammed'in dininden haberdar etti.

Kendisinden sonra böyle bir peygamber geleceğini müjdeledi, ben de Havarilere müjdeledim ve onlarda iman ettiler!"
Casilik:
-Evet! Yuhanna, Mesih'in bu şekilde buyurduğunu, bir kişinin peygamber olacağını, Ehl-i Beytini ve vasisini müjdelemiştir. Ama bunun ne zaman olacağını ve bu kişilerin ismini zikretmemiştir ki, biz onları tanıyalım, dedi.
İmam (a.s):
-Birini getirirsek İncil'i ve Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beytinin ve ümmetinin ismini içeren ayeti okursa ona inanacak mısın? Diye sordu.
Casilik:

-Çok iyi, diye kısaca cevap verdi.
Bunun üzerine İmam (a.s), Nestas-ı Rumi'ye döndü:
-İncil'in üçüncü babını ezbere biliyor musun?
Nestas:

-Evet, ezbere biliyorum.
İmam(Yahidilerin lideri) Resü'l-Calut'a döndü.
-Sen de İncil okuyor musun?
-Evet, canım üzerine yemin ederim.
İmam (a.s):
-Üçüncü babı bul. Eğer, Muhammed ve Ehl-i Beyti orada zikredilmişse bizim lehimize tanıklık et, zikredilmemişse tanıklık etme, diye buyurdu.
Sonra İmam (a.s), üçüncü babı okudu. Peygamber'in (s.a.a) ismine varınca durdu ve Casilik'e dönerek:

-Ey Nasranî! Mesih ve annesi hakkı için söyle, İncil'den haberdar olduğunu kabul ediyor musun?
Casilik:
-Evet, dedi.
İmam (a.s), bunun üzerine (İncil ayetindeki) Muhammed (s.a.a), Ehl-i Beyti ve ümmetinin ismini okuyarak:
-Ey Nasranî ne diyorsun bu Meryem oğlu İsa'nın sözümüdür? Diye sordu. Eğer İncil'in bu konuda söylediğini yalanlarsa İsa ve Musa'yı ve her ikisini de yalanlarsın ve kâfir olursun.

Casilik:
-Ben İncil'de var olduğunu bildiğim şeyi inkâr etmiyorum, onu itiraf ediyorum, dedi.
İmam (a.s) orada bulunanlara dönerek:

-Hepiniz şahit olun ki o ikrar etti, diye buyurdu. Şimdi ey Casilik ne istersen sorabilirsin.
Casilik:
-Meryem oğlu İsa'nın Havarilerinin kaç kişi olduğunu ve İncil âlimlerinin kaç kişi olduğunu söyler misin?
İmam (a.s):

-Bunu bilen birine sordun. Havariler on iki kişiydi. En bilgili ve üstünleri Louka idi. Mesih (Hıristiyanların)'lerin en büyük âlimleri ise üç kişiydi. Büyük Yuhanna, Bah ülkesinde, diğer Yuhanna Kırkisa'da ve Yuhanna Deylemi, Ricaz'da idi. Peygamber, Ehl-i Beyti ve ümmetinin adı onun yanındaydı. İsa ümmetine ve İsrail oğullarına müjdeyi verende o idi, diye buyurdu ve şöyle devam etti:

-Ey Nasranî! Allah'a andolsun ki, biz İsa'nın Muhammed'e (s.a.a) inandığına inanıyoruz. Ama peygamberiniz İsa'nın eleştirdiğimiz tek yönü az oruç tutup, az namaz kılması idi.
Casilik aniden şaşırdı:
-Allah'a andolsun ilmini batıl ettin, işinin temelini zayıflattın, ben senin Müslümanların en bilgini olduğuna sanıyordum.
İmam (a.s):
-Ne oldu ki? Diye sordu.

Casilik:
-İsa az oruç tutuyor, az namaz kılıyordu dediğin için. Hâlbuki İsa bir gün bile orucunu yemedi, bir gece bile tam uyumadı. Gündüzleri oruç tutar geceleri ibadet ederdi.
İmam (a.s):
-Kimin için oruç tutar, namaz kılardı? Diye sorunca Casilik cevap veremedi, sessiz kaldı. (Çünkü eğer İsa'nın kulluğunu itiraf etseydi, onun Allah olduğunu iddia etmesine ters düşerdi.)
İmam (a.s):
-Ey Nasranî! Sana başka bir şey soracağım.

Casilik tevazuuyla:
-Bilirsem cevap veririm, dedi.
İmam (a.s):
-İsa'nın Allah'ın izniyle ölüleri dirilttiğini inkâr ediyor musun? Diye sordu.
Casilik çıkmaza girmişti, mecburen:
-İnkâr ediyorum. Çünkü ölüleri diriltip, anadan doğma körler ve baras (cüzzam) hastalığına şifa veren ancak yaratıcı olur, Allah olmayı hak eder.
İmam (a.s):

-Hz. Elyese'de bunu yapıyordu. Suyun üzerinde yürüyor, ölüleri diriltiyor, körlere ve cüzamlılara şifa veriyordu. Ama ümmeti onu Allah olarak görmedi ve kimse ona ibadet etmedi. Peygamder Hazkil'de Mesih'in yaptığını yapıp ölüleri diriltirdi dedi.
Sonra İmam Resü'l-Calut'a döndü:
-Ey Resü'l-Calut! Devlet, Beytul mukaddes ile savaştığı zaman Bahtu'n-Nesr'in Beni İsrail esirlerini Babil'e getirdiği sırada, Allah'ın Hazkil'i onlara gönderdiğini ve onun da ölüleri dirilttiğini Tevrat'ta okuyor musun? Bu gerçek, Tevrat'ta kaydedilmiş ve hakkı inkâr edenlerden başka kimse onu inkâr etmez.
Resü'l-Calut:
-Biz bunu duyduk ve biliyoruz, diye cevap verdi.

İmam (a.s):
-Doğru söylüyorsun! Ey Yahudi Tevrat'ın bu bölümünü unutma, buyurarak kendisi Tevrat'tan bazı ayetler okudu. Yahudi yerinde hareketle titredi.
İmam (a.s) Nasranî'ye dönerek İslam peygamberinin bazı ölüleri diriltmesi ve tedavisi mümkün olmayan bazı hastalıkları şifa vermesine dair mucizelerini anlattı:
-Bunlara rağmen biz onu hiçbir zaman Rabbimiz olarak kabul etmiyoruz. Eğer bu tür mucizelerden dolayı İsa'yı Allah olarak kabul ederseniz, "Elyese" ve "Hazkil"i' de mabudunuz olarak görmelisiniz. Çünkü onlarda ölüleri dirilttiler. Yine İbrahim Halil peygamberde birkaç uçan hayvanın kafasını kesip çevredeki dağlara dağıttı, sonra hepsini çağırınca dirilip geldiler.

İmran oğlu Musa da kendisiyle birlikte tur dağına gelip de yıldırım etkisiyle ölen yetmiş kişiye bunu yaptı. Sen bu gerçekleri hiçbir şekilde inkâr edemezsin, çünkü Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an, dördü de aynı şeyi zikretmişlerdir. O halde onların hepsini Allah olarak mı kabul etmeliyiz?
Casilik'in söyleyecek bir sözü yoktu. Teslim olarak:

-Senin sözün doğrudur ve tek bir Allah'tan başka mabut yoktur, dedi.
İmam(a.s) Eş'iya kitabı hakkında Nasranî ve Resü'l-Calut'a sordu. Nasranî:
-Ben onu iyi bilirim, dedi.

İmam (a.s):
-Şu cümleyi hatırlıyor musunuz? Eş'iya şöyle dedi: "Ben birini gördüm ki; uzun kulaklı bir hayvana binmiş ve nurdan giysiler giymişti (Hz. Mesih'e işarettir) ve birini de gördüm ki; deveye binmiş ve ay gibi nurluydu (İslam peygamberine işarettir).
İkisi de:
-Evet, Eş'iya bunu söylemiştir, dediler.

İmam ekledi:
-Ey Nasranî! İsa'nın İncil'deki şu buyruğunu hatırlıyor musun? "Ben sizin ve benim tanrıma gidiyorum ve "Barkelita" gelip benim hakkımda tanıklık edecektir.(Onun hakkında benim tanıklık ettiğim gibi) sizin için her şeyi açıklayacaktır!"
Casailik.
-İncil'de söylediğin her şeyini bulduğumu inkâr ediyorum.

İmam (a.s), ilk İncilin nasıl ortadan kaldırıldığını ve dört İncilin; Markus, loka, Yuhanna ve Meta tarafından nasıl yazıldığını genişçe anlatarak Casilik'in sözlerindeki çelişkileri vurguladı.
Casilik, öylece kala kalmıştı. Hiçbir kaçış yolu yoktu. Bu nedenle İmam, bir daha kendisine:
-Ey Casilik! İstediğini sor, diye buyurduğunda, hiçbir şey sormayıp sadece şunu dedi:

-Şimdi artık benden başkası sorsun. Mesih'in hakkına andolsun ki Müslümanlar arasında senin gibi birisinin olabileceğini sanmıyorum.
İmam (a.s) Casilik ile İncil'le, Res'ul-Calut'la Tevrat'la, Zebur ehli ile Zebur'la İslam Peygamberinin hak olduğunu geniş delillerle ispatladı. Onlar da İmam'ın sözünü teyit ettiler.

Başkalarıyla da tartıştı, onları da güçlü delillerle susturmaya mecbur kıldı. Daha sonra şöyle buyurdular:
-Ey cemaat! Eğer sizin aranızda muhalif olup da sorusu olan varsa, sorusunu utanmadan ve çekinmeden sorsun.
Bu esnada Kelam ilminde eşi olmayan İmran-i Sabi şöyle dedi:

-Ey âlimler! Eğer Onun kendisi beni sora sormaya davet etmeseydi soru sormayacaktım. Çünkü ben Kufe, Basra, Şam ve Cizre'ye gidip o bölgelerin âlimleriyle konuşup tartışmışım ama kimse Allah'ın vahdaniyetini bana ispatlayamamıştır.

İmam (a.s), Allah'ın birliğini ispatlayıcı delilleri detaylı bir şekilde onun için beyan ettiğinde, İmran, İmam'ın delilleriyle ikna olup şöyle dedi:
-Ey efendim! Dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şahadet ederim ki Allah Teâlâ, senin vasf ettiğin şekildedir. Hidayet ve hak bir dinle peygamberliğe seçilmiş olan Muhammed de O'nun kuludur.

İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve Müslüman oldu. Mütekellimler İmran-i Sabi'nin sözünü duyunca artık bir şey soramadılar. Bu tartışmadan sonra Memun kalkıp İmam'la (a.s) birlikte evin içine gittiler ve orada bulunan halk da dağıldı.

Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdat'taki Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti Merv'den Bağdat'a intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl bin Sehl'i, Serahs şehrinde öldürttü. İmam Rıza'yı (a.s) da Tus'da ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi.

O mecliste İmam'ı (a.s) zehirleterek şehit etti. İmam Rıza'nın (a.s) pak cenazesi, o gurbet diyarda "Senabad" köyüne (şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Reşid'in kabrinin kıble tarafında toprağa verildi.
Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer ayının sonunda şahadete erişmiştir.
İmam Rıza'nın (a.s) "Cevad" lakabıyla tanınan Muhammed isminde sadece bir oğlu vardı. O da Şiilerin dokuzuncu İmam'ı olan Muhammed Taki'dir (a.s).

-----------------
İmam Rıza 2. Uluslar arası Kongresi, Tüm Eserleri, C.1 S. 432-452- Ayetullah Mekarim Makalesi, Özet olarak…

Bihar, c. 49, s. 173, h. 12. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı biz onu özet olarak aktardık.
Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565.

Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 243
Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 2, s. 248
İ'lam'ul- Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4,s. 178. Nur'ul- Ebsar, s. 160.
İsbat'ul- Vasiyye, s. 230. Keşf'ul- Ğumme, c. 3, s. 92.

---------------

 

Yeni yorum ekle