Imamet ve Hilafet

Imamet ve Hilafet

Ehl-i Sünnet, İmamiye şiasının Peygamber ( s.a.v )'in Ali (a.s)'ı hilafet ve imamete tayin ettiği hususundaki iddiasına cevap olarak sahabenin siret ve davranışlarını sahih olarak kabul etmiş ve ashabın Peygamber ( s.a.v )'in emirlerinden dışarı çıkmasının uzak bir ihtimal olduğunu söylemişlerdir. Hilafet ve peygamberden sonra yerine geçme meselesinin tarihi ve siyasi köklerini özet olarak beyan edip Ehl-i Sünnet'i bu konudaki görüşlerinin bir değerlendirmesini yapınız.

Peygamber ( s.a.v )'in Ali ( a.s ) ve Ehl-i Beyt'i hakkın-daki bütün vasiyet ve tavsiyelerine, Ali ( a.s )'ın Peygamber nezdindeki makamına, Hz. Ali ( a.s )'ın İslam dinini yüceltme yolunda gösterdiği eşsiz katkısına, Ümmetin büyük önderi Peygamber ( s.a.v )'in vefatından sonra da bü-tün ümmetin bu haysiyetli İslami şahsiyete teveccüh etmesi ve ümmetin önderliğinin onun güçlü ellerinde karar kılması gerekirken çok farklı olaylar ve gelişmeler baş göstermiş ve hilafet makamı sıradan sebeplerle başkalarının eline geçmiştir.

Yıllarca uzakta bulunan ve o günkü gelişen bütün olay-lar, incelikler ve maslahatları ihata edemeyen bir insan için bu olayı hakkıyla tahlil edebilmek çok zor gözükmektedir. Asırlar boyunca Emevi ve diğer hilafet düzenlerine bağlı kültürel hareketlerin istilası sebebiyle Sadr-ı İslam'daki hakikatleri gizlemek, olayları hakim düzenin lehine tefsir ve tevcih etmek, Peygamber'in tahir Ehl-i Beyt'inin fazilet ve haklarını örtmek hususunda büyük çaba ve gayretler gösterilmiş ve bu da bu olayın daha fazla gizli kalmasına ve anlaşılmazlığına neden olmuştur.

O halde hilafet macerasının kökeniyle ilgili elde edilebilecek bir takım bulgular da muteber tarihi kaynaklarda büyük bir araştırmayı ve geniş bir incelemeyi gerektirmektedir. Velhasıl bana göre, bu macerayla ilgili olarak şu birkaç hususa dikkat etmek gerekir:

1-Ashaptan bazısının sireti de onların uhrevi ve salt ibadi hususlarda Peygamber ( s.a.v ) emirleri ve naslar karşısında tam bir züht ve ubudiyet içinde olduklarını ama maalesef siyasi, idari, kavmi maslahatlar ve mali menfaatler hususunda tümüyle Peygamber ( s.a.v ) emrine teslim olmadıklarını göstermektedir. Onlar kendi istek ve zevklerine de büyük önem veriyorlardı. Öyle ki dünyevi menfaat ve kudret elde etmek söz konusu olduğunda naslardan yüz çeviriyorlardı. Bu muhalefetlerin açık örneklerini aşağıdaki olaylarda açıkça görmek mümkündür.

-Ashaptan bazısının Bedir savaşının ganimetlerini bölüştürme hususunda ihtilafa düşmeleri.
-Uhud'da Peygamber ( s.a.v ) emrine muhalefet etmeleri ve ganimet toplamak için stratejik tepeleri terk etmeleri.
-Hudeybiye barışında müşrikler karşısında bir şey yapmadığı ve Medine'ye geri döndüğü sebebiyle Peygambere muhalefet ve itirazda bulunmak.
-Ashaptan etkin olanların Peygamberin hayatının son günlerinde Usame bin Zeyd'in ordusuna katılmaması ve Usame bin Zeyd'in komutanlığına itiraz etmeleri... öyle ki Peygamber kızmış cami minberine çıkarak bu genç komutanın liyakatına vurgu yapmış ve herkese onunla gitmesini emretmiştir.

Perşembe günü musibeti bazılarının Peygamber ( s.a.v ) için kalem ve hokka getirilmesine engel olunması, Resulullah'ın hayatının son önemli vasiyetlerini yazmasına mani olunması ve hatta oradan olanlardan birinin Peygambere hakarete varan sözler sarf etmekten çekinmemesi.
O halde Peygamberin ashabının bütün durumlarda Peygamber ( s.a.v )'e itaat ettiği asla kendisine muhalefet etmediğini iddia etmek genel anlamda doğru değildir ve hiçbir delille de ispatlanmamıştır. Evet hilafet konusu da şahsi maslahat düşüncelerinin Allah ve Resulünün maslahatlarına tercih edildiği olaylardan sadece biridir.

2-Sakife yapımcıları zannediyorlardı ki Arap kabileleri Ali ( a.s )'ın hükümetine teslim olmamıştır ve onun hilafetini kabul etmeyeceklerdir. Zira henüz cahiliye kin atıkları kalplerde sabit kalmıştır. Oysa Ali İslam'ın zafer ve yücelişi yolunda ve hakka yardım olduğuna küfür kabilelerinin ileri gelenlerinin kanlarını dökmüş, büyük bir metanet ve selabet örneği sergilemiştir. Ali ( a.s ) Peygamberin aşiretinden ve kendisine en yakın olan kimsedir. O halde bu gizli kinler bir gün ortaya çıkacaktır.

Veya, Ali ( a.s ) 'ın hak ve adaleti icra hususunda gösterdiği kararlılık, metanet ve kesinliğe tahammül edememektedir.
3- Ali ( a.s )'ın sınırsız kemal ve faziletlerine karşı bir grup Kureyş'linin güttüğü haset, kin ve içinde düştükleri aşağılık kompleksi dalga dalga yayılıyordu. Bu yüzden Hz. Ali ( a.s )'ın hilafetinin yerleşik hakimiyet kuramadığı için de sevinmiş ve mutlu olmuşlardır.

4- Cahiliye dönemi derinliklerinde kök salan etnik bağnazlıklar ve kabileler arası rekabetler bu olayda oldukça çirkin ve uğursuz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Peygamber vefat ettikten hemen sonra ensardan bir grup ve hatta muhacirlerden bazıları halife tayini hususunda büyük bir kargaşalık koparmış ve bu çekişmede onlardan her biri hilafetin bir bölümünü ele geçirmeye çalışmıştır. bu, cahiliye dönemine ait duygular fırtınası, Hz. Ali ( a.s )'ın faziletlerini kendine kurban etmiş; Peygamberin emir ve tavsiyelerini unutturmuştur.

5- İbn-i Abbas ikinci halifeyle konuşmaktadır: halife şöyle diyor: "Ey İbn-i Abbas! Ali ( a.s )'ı hilafete ehil görüyor musun? Onca fazilet geçmiş peygamberle akrabalık ve sahip olduğu ilimler sebebiyle o bu makama layıktır, uzak değildir." Halife şöyle diyor: Allah'a ant olsun ki hak dediğin gibidir. Eğer halife olacak olursa insanları doğru ve aydın yola davet eder. Ama bir takım özellikleri de ardır: toplantılarda şakalaşmakta, düşüncelerinde tek başına hareket etmekte- insanları yaşı küçük olmasına rağmen kınamaktadır."

Daha sonra halife şöyle diyor: "Ey İbn-i Abbas Amcan oğlu Ali insanlardan hilafete en layık olanıdır. Ama Kureyş ona tahammül edemez. Eğer Ali başa gelecek olursa Kureyş'i hakkın acılığıyla muaheze edecek ve Kureyş Ali ( a.s )'dan asla kurtuluş yolu bulamayacaktır. Dolayısıyla da biatini bozarak onunla savaşmaya kalkışacaktır." Başka bir olayda ise halife şöyle diyor: "Ey İbn-i Abbas kavminin seni neden engellediğini biliyor musun?" İbn-i Abbas şöyle diyor: "Önce ona cevap vermek istemedim ve şöyle dedim: Eğer ben bilmesem de müminlerin emiri daha iyi bilir." Halife şöyle diyor: ben hilafet ve nübüvvetin sizde olmasını ve bu vesileyle de Kureyş'e karşılık kendinizle övünmenizi istemiyordu."

Bu konuşmalarda halife tayini hususunda bazılarının içinde gizli hedeflerini ve menfaat düşüncelerini açıkça görmek de mümkündür.
6- Halife tayini olayı az sayıda insanların müdüriyet ve planlamasıyla düzenlenmektedir. Bu macerada meşveret, ataşelik; muhacir ve ensarın düşünce ve fikirlerine teveccüh gibi konular söz konusu olmamıştır ki buna da istinad ederek işin sonucundan genelin rızayet ve hoşnutluğu keşfedilebilsin.

Aksine itiraz edenlere ve muhalefet gösterenlere büyük bir şiddet tehdit ve sövgü ile karşılık verilmiştir. Dolayısıyla bu macerada ortaya çıkan durum referandumdan çok, bir ihtilali andırmaktadır.

7- Bu olayda Ehl-i Beyt ve ashabın iyilerinde bir grup Sakife'nin neticesine itiraz ve muhalefette bulunarak mukavemet göstermiş ve Fatıma ( a.s )'ın evinde oturma eylemi yapmışlardır. Ama, onlar halifenin taraftarlarının bu şiddete başvurmasını görünce bu direniş sebebiyle Müslümanların birlik ve beraberliğinin yok olacağını, münafıkların kötü istifade edeceğini, peygamberin vefatından sonra sapık hareketlerin baş gösterdiğini ve irtidat yolunu tutturduklarını görünce İslam ve Müslümanların mevcudiyet ve vahdetinin korumak için direnişten el çektiler ve mevcut durumla örtüşmeye çalıştılar.

8- Bu büyük hakkın sahibi Ali ( a.s ) şartların kendine itaat edilmesi için uygun olmadığını ve hilafetin adeta devşirilme zamanı gelmemiş bir meyveyi andırdığını gö-rünce sahneden kenara çekilmiş ve Müslümanların daha yüce maslahatlarını korumak için cömertçe meydanı başkalarına terk etmiştir.

9-Ehl-i Sünnet kardeşlere burada söylenmesi gereken son söz de şudur ki; sahabenin ve hilafet düzeninin yardımcılarının davranışlarını sadece iki şekilde doğru görmek mümkündür:

1-Onların, halife tayini olayındaki niyet ve maksatlarını dürüst, hayırsever ve maslahatçı farz edip doğru görmek...
2- Ya da Ali ( a.s )'dan yüz çevirme ve halife tayin etme hususundaki amel ve davranışlarını kendi istek ve zevkle-rine yorumlayıp doğru olduğuna inanalım.

Eğer biz birinci varsayım kabul edecek olursak, onları maksatlı ve garaz sahibi olmakla itham etmeyip, hayırsever hedefleri olduğunu kabul etmiş oluruz. Ama ikinci varsayımı asla kabul edemeyiz. Elbette bu işin neticesinin de naslardan yüz çevirmek, peygamberin vasiyetlerinden el çekmek ve maslahata dayalı içtihat ve nas karşılaşmasının en açık örneklerinden biri olduğunu kabul etmek hususunda da hiç şüphemiz yoktur ve böylesine bir içtihada teslim olmak nasıl mümkün olabilir?

Ehl,i Sünnet Sihah Kitaplarında yer alan on iki halife ve emir Şia'daki on iki İmamın imametine nasıl uyarlanmaktadır?

Ehl-i Sünnetin hadis kaynaklarında yer alan bir çok hadislerde on iki imam halife ve emirden bahsedildiği göze çarpmaktadır. Bu hadislerin anlamını incelemeden önce bizzat hadislerin lafızlarını nakletmek istiyoruz:

1-N,Buhari, Cabir bin Semere'den şöyle rivayet etmektedir: "Resulullah ( s.a.v ) şöyle buyurduğunu işittim: "Emirler on iki kişidir." Sonra bir kelime ifade etti ki ben duymadım. Babam şöyle dedi: "şüphesiz ki Resulullah orada şöyle buyurdu: "Hepsi de Kureyş'tendir."

2-Müslim'in rivayetlerinde de şu ibareler yer almıştır: "şüphesiz ki bu iş on iki halife gelip geçmeden sona er-mez."; "İnsanların işi, velileri on iki kişiye tamamlanıncaya kadar böylece devam eder." ; "halife on ikiye tamamlanıncaya kadar İslam güçlü kalır." ; "halife on ikiye tamamlanıncaya kadar da bu din güçlü ve yüce kalır."; kıyamet kopana veya üzerinize on iki halife gelene dek de bu din ayakta kalacaktır."

3-Ahmed b. Hanbel'in nakl ettiği rivayette ise şöyle yer almıştır: "Bu ümmetin on iki halifesi olacaktır." Bu hadisi otuz dört yolla Cabir b. Semereden nakl etmiştir.

4-Hakim'in Müstedrek'deki ibaresi ise şöyledir: "Bu ümmetin işleri on iki halife gelinceye kadar iyilik ile geçecektir."; Bu ümmetin işleri... sürekli üstün olacaktır."
5-Zikr edilen bütün hadislerde de "hepsi Kureyş'tendir." İbaresi rivayetin sonunda yer almıştır.

6-Ahmed, Mesruk'tan şöyle rivayet etmiştir: İbn-i Mes'ud'un yanında oturmuştum ve o bizlere Kur'an okuyordu. Bu arada adamın biri kendisine şunu sordu: "Ey Abdurrahman, acaba Allah'ın resulüne bu ümmete kaç halifenin hükm edeceğini hiç sordun mu?"

Abdullah b. Mes'ud şöyle cevap verdi: "Irak'a geldiğim günden beri hiç kimse bana bu soruyu sormadı." Daha sonra şöyle dedi: "Evet bu soruyu Allah'ın resulüne sordum ve o şöyle cevap verdi. İsrail oğullarının başkanları sayısınca on iki kişi bu ümmete hükm edecektir.

Bu hadislerde imamların ve önderlerin nişaneleri, sıfatları ve sayıları açıkça tayin edilmiştir. Ama hiçbirinde isimleri beyan edilmemiştir. Ama İslam'ın onlar vasıtasıyla güçleneceği, ayakta duracağı, iyilik bulacağı ve galip gele-ceği; hepsinin Kureyş'ten olacağı ve sayılarının da on iki olacağı belirtilmiştir ve bu sadece ve sadece imamiye şiasının inandığı on iki imama uyarlanmaktadır.

Özellikle de onları Sekaleyn, sefine, eman ve Peygamber'in içinde 12 imamın ismini de zikrettiği vahit rivayetler bizlere Peygamber'in maksadını anlamak ve sözünün örneklerini algılamak hususunda büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Bu konuda güçlü yazar Üstad Muhammed Taki Hekimi çok güzel bir açıklaması vardır. Üstad şöyle diyor: Bu rivayetlerden başlıca şunları anlamaktayız:

1-Emir ve halifeler sadece 12 kişidir, fazla değildir.
2-Bu emirler Naslar ile tayin edilmektedir. Zira bunların İsrail oğullarının başkanlarına teşbih edilmesi de bunu gerektirmektedir. "And olsun ki Allah İsrail oğullarından söz almıştı (kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermişti."
3-Bu hadisler İslam baki kaldığı müddetçe kıyamete kadar on iki halifenin de baki kalacağını ortaya koymakta-dır.

Bütün bu bilgiler ışığında söz konusu hadisler İmamların sayısı ve şahsiyetleri hususunda sadece İmamiye şiasının temel inançlarıyla uyum içindedir. Elbette bütün bu istifade edilen bilgiler emirliğin bekasından maksadın İstihkak ve liyakatiyle elde edilen imamet ve hilafet olduğu takdirde geçerlidir; zahiri bir sulta değil, zira şer'i olan bir halife hüküm ve idarecilik hakkını Allah'tan alır.

Zahiri sulta ve hakimiyetinin başkalarının elde olmasıyla da asla çelişmemektedir. Ayrıca eğer rivayetleri bu şekilde yorumlamazsak Kureyş'in çokluğu da asla açıklanamaz, zira Kureyş sultanları bu sayının birkaç katını bulmuştur. İlginç olan bir husus da şu ki bu rivayetler daha Şia imamlarının on ikiye tamamlanmadığı bir dönemde Ehl-i Sünnet'in rivayet kaynaklarında yer almıştır. Dolayısıyla da bu hadislerin uydurma olduğunu söylemek mümkün değildir.

Ehl-i Beyt'ten Nakl edilen rivayetler ışığında Ehl-i Beyt şiasının kamil ve terbiye edilmiş çehresini tanıtınız.

Tek bir cümle ile şia, bu mektebin tüm hedeflerinin bü-tün boyutlarıyla varlığında tecelli ettiği İslami kamil bir insan mesabesindedir. Şia; doğru düşünmek, temizlik ve iyi davranmaktır. Bu da dini önderlerin peşinde oldukları hedefin bizzat kendisidir. Ehl-i Beyt imamları tüm güçleriyle kendi taraftarlarını temizlemeye ve iyi terbiye etmeye çalışmışlardır.

Onlar bütün güçleriyle güvenilir ve emin dostlarına şer'i hüküm, adap ve Muhammedi öğretileri öğretmeye çalışıyordu. O büyük insanlar asla vasıfsız ve niteliksiz taraftarlar toplamak peşinde olmamışlardır. Onlar sürekli bir grup kapasitesiz ve beyinsiz insanların kendi taraftarları olduğunu iddia etmelerinden, kendilerini şii gösterip kemaller elde etmek ve görevlerini yerine getirmek yerine, yalan yere Ehl-i Beyt'in taraftarı olduğunu gururlanarak söylemelerinden korkuyordu.

Özetle Ehl-i Beyt'in maksadı insan yetiştirmektir; yalancı iddiacıları toplamak değil.
İbn-i Hacer Savaik'ul-Muhrika adlı kitabında şöyle ri-vayet etmektedir: "Ali ( a.s ) bir grubun yanından geçiyordu, onlar Hz. Ali'yi görünce hemen ayağa kalktılar.

Hz. Ali, "bunlar kimdir?" diye sordu. "bunlar senin Şiilerindir." diye cevap verilince de Hz. Ali onlara şöyle dedi: "güzel de neden sizler de dostlarımızın ziynetini ve Şiilerin nişanesini sizlerde göremiyorum?" Onlar utanarak sessizliğe büründüler. O esnada Hz. Ali ile birlikte olanlardan biri şöyle sordu: "Siz Ehl-i Beyt'i saygın kılan ve bir çok özellikler veren Allah aşkına lütfen şiilerinizin niteliklerini beyan eder misiniz?" Hz. Ali ( a.s ) şöyle buyurdu: "Bizim şiilerimiz Allah'ı tanıyanlar ve Allah'ın emriyle amel eden-lerdir."

İnsanlardan bazısı günah ve şehvet bataklıklarında yüzdüğü halde Allah'ın emirlerine ve buyruklarına isyan noktasında Ehl-i Beyt'in muhabbetini kendilerine bir özür ve bahane olarak ileri sürüyorlardı. Oysa Ehl-i Beyt bu sevgi ve dostluğu sadece salih amel ve doğruluk, emanet, takva ve zühd olduğu takdirde makbul görüyorlardı. Nitekim İmam Sadık ( a.s ) ashabından birine hitap ederek şöyle buyurmuştur:

"Ey Huzeyme, onlara şu mesajımızı ilet ki bizim salih ameller dışında hiç bir hususta Allah'tan kendilerine bir kifayetimiz ve yeterliliğimiz olmayacaktır. Onlar takva ve zühd dışında hiçbir şeyle velayetimize erişemezler. Kıyamet gününde de hasret çekenlerin en şiddetlisi adalet üzere konuşan, ama amelleriyle adalete muhalif davranan kimsedir."

Ehl-i Beyt İmamlarının görüşüne göre gerçek şiiler, tıpkı kendileri gibi tabiat ve davranışlarında dini ve insani kemal ve değerler ile donanmış bir örnek ve başkaları için doğruluk ve dürüstlük örneği olabilen bir mesaj olabilen-lerdir. Nitekim İmam Sadık ( a.s ) şöyle buyurmuştur: İn-sanları dillerinizden başkasıyla (amellerinizle) davet edenlerden olun; öyle ki insanlar sizden sadece çaba doğruluk ve takva görsünler."
İmam Bakır ( a.s ) Cabir-i Ci'fi ile yaptığı konuşmasında şöyle buyurmuştur: "Ey Cabir, bizim şiimiz olduğunu iddia edenlerin sadece Ehl-i Beyt'in muhipleri (sevenleri) olduğunu söylemesi yeterli midir?

Allah'a and olsun ki bi-zim Şiilerimiz sadece Allah'tan sakınanlar ve Allah'a itaat edenlerdir." Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: "Şiilerimiz sadece tevazu, huşu, emanete riayet, Allah'ı çok zikr etmek, namaz, oruç, anne babaya iyilik; fakir ve düş-kün komşular, yetimler ve borçlular karşısında sorumluluk; doğruluk, Kur'an tilavet etmek, insanları sadece hayırla anmak ve akrabalar ile tanıdıklar arasında emin olmakla tanınırlar."

Devamında ise şöyle buyurdu: "Allah'tan korkun ve bilin ki Allah indinde olanlar için Allah ile insanlardan hiç kimse arasında bir yakınlık yoktur. Allah azze ve celleye kullarından en sevimli olanı en takvalı ve itaatine en çok koşanlardır."
Yine şöyle dedi: "Ey Cabir, Allah'a and olsun ki Allah Tebarek ve Telaya sadece itaati ile yaklaşmak mümkündür. Bizim elimizde ateşten beraat yoktur. Allah üzerinde hiçbir kul için hüccet söz konusu değildir.

Kim Allah'a itaat ederse o bizim dostumuzdur. Her kim de Allah'a isyan ederse o bizim düşmanımızdır. Bizim velayetimize sadece amel ve takvayla nail olmak mümkündür."
İmam Sadık ( a.s )'da Ebu's-Salah Kenani ile yaptığı konuşmasında taraftarlık iddiasında bulunan yalancılar hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah'a and olsun ki aranızda Ca'fer'e (bana) uyanlar çok azdır. Şüphesiz ki benim ashabım en çok takvalı olan Allah için amel eden ve sevabını ümit edenlerdir. Evet benim ashabım sadece bunlardır.

Gerçek takipçilerin en önemli görevlerinden biri de insanların işlerini önemsemek ve kardeşlerin haklarını ödemektir. En acı mesele de bu konuda bir hataya düşmektir.

İmam Sadık ( a.s ) kendisine kardeş haklarını soran Mualla b. Hasin'e şu yedi önemli ilkeyi beyan etmiştir:
1-Kendin için istediğini kardeşin için de istemen ve kendin için istemediğini onun için de istememen.
2-Onun gazabına uğramaman, hoşnutluğunu taleb etmen ve emirlerine itaat etmen...
3-Ona can, mal, dil el ve ayaklarınla yardıma koşman
4-Sürekli onun için bir önder ve ayna olman.
5-O aç olduğunda asla doymaman, o susuzken asla suya kanmaman ve o çıplakken asla giyinmemen

6-Eğer bir hizmetçin varsa elbiselerini yıkaman, yemeklerini pişirmek ve yatağını kurmak için onun yanına göndermen
7-yeminine sadık kalman, davetine icabet etmen, hasta-sını ziyaret etmen, cenazesinde hazır bulunman ve bir ihtiyacı olduğunu anladığında o senden bir şey istemeden o ihtiyacını gidermendir."

Bazıları buradaki kardeşlerden maksadın sadece Ehl-i Beyt'in Şiileri olduğunu sanabilir. Ama diğer rivayetlere de baş vurulduğunda bu düşüncenin yanlış olduğu açıkça anlaşılmaktadır ve Ehl-i Beyt'in merhamet, samimiyet ve insan severlik rüzgarının bütün dindaş kardeşlere ve hatta insanlara doğru estiğini görülmektedir."

Evet, Ehl-i Beyt şiası işte böylece dostluk, anlaşma, insanların haklarına dikkat etme, iman, fazilet, hak yolda çaba, fedakarlık ve diğer bir çok keramet ve yüceliklerin bütünü anlamındadır. Beceriksiz ve vasıfsız iddiacıların kendilerini aldatması ve bütün insanlar arasında Firdevs cennetlerinin varisi olduğunu zan etmesi bu gerçeği asla değiştiremez."

Mehdilik meselesi hakkında araştırma yapınız:
1-Mehdilik ile ilgili hadislerden herhangi birisi, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de yer almış mıdır?
2-Ehl-i Sünnet'in diğer sihah kitaplarında yer alan Mehdilik ile ilgili hadislerden üç örnek zikr ediniz.
3-Mütevatir olarak Mehdilik ile ilgili hadisleri nakl eden Ehl-i Sünnet araştırmacılarından bir kaçının adını ve kitaplarını beyan ediniz.

Mehdilik inancı şii ve sünni tüm Müslümanların arasında var olan köklü ve sabit inançlardan biridir. Bu ittifak ve ortaklık çok az konularda tahsil olunmuştur. Ehl-i Sünnetin hadis kitapları aleme adaleti hakim kılacak olan Hz. Mehdi ( a.s )'ın kıyamını müjdeleyen rivayetlerle doludur. Bir çok alimler bu konuda başlı başına kitaplar yazmışlardır." Burada bazı sihah kitaplarında yer alan rivayetlere bir işaret etmek istiyoruz:

Sahiheyn'de Mehdi ile ilgili hadisler

Sahihayn-i Müslim ve Buhari de bir takım hadisler zikr edilmiştir ki bu hadislerde her ne kadar Mehdi ( a.s )'ın adı açıkça zikr edilmemişse de, ama diğer sihah kitaplarında nakl edilen hadislerdeki delillerden bu maksat açıkça anlaşılmaktadır. Bu cümleden şu hadisler:
1-Buhari Sahih'inde Bab'un-Nuzul-i İsa b. Meryem'de Ebu Hureyre'den naklen Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakl etmektedir: "İsa b. Meryem aranıza indiğinde ve imamınız da sizden olduğunda haliniz ne olacak."

2-Müslim Sahih'inde Cabir b. Abdullah'tan naklen Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Ümmetimden bir grup sürekli hak yolunda savaşacak ve kıyamete kadar üstün olacaklardır. Sonunda İsa b. Meryem nazil olur, onların emirine şöyle der: Gel bizlere namaz kıldır, ama o şöyle der: Hayır bazımız bazımızdan öne geçin bu Allah'ın ümmete verdiği bir saygınlıktır.

Diğer sihah kitaplarında yer alam Mehdilik ile ilgili hadisler
1-Tirmizi Sahih'inde Peygamber ( s.a.v )'den şöyle ri-vayet etmektedir: "Adı adım olan Ehl-i Beyt'imden birisi Araplara hakim olmadıkça dünya sona ermez."
2-Ebu Davud Sünen'inde şöyle rivayet etmektedir: "Kıyamet'in kopmasına bir gün dahi kalsa Allah Ehl-i Beyt''nden birini gönderir ve o yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adalet ile doldurur.

3-Ebu Davud ve İbn-i Mace, Peygamber ( s.a.v )'den şöyle rivayet etmektedir:
Mehdi benim itretimden ve Fatıma'nın evlatlarındandır."
Mehdilik ile ilgili hadisleri Sünen-i Ebi Davud, c. 4, Kitab'ul-Mehdi; Sünen-i İbn-i Mace, Kitab'ul-Fiten, Bab-u Huruc'il-Mehdi, Cami'us-Sahih-i Tirmizi, Kitab'ul-Fiten, Bab-u ma cae fil Mehdi gibi kaynaklarda inceleyebilirsiniz.

Mehdilik ile ilgili hadislerin mütevatir oluşu

Mehdi ( a.s ) ile ilgili rivayetlerin Ehl-i Sünnet kaynaklarında çok yer alışı ve ravilerinin sayısı o kadar büyüktü ki hadis ilminin bazı alimleri bunun mütevatir olduğunu açıkça beyan etmişlerdir.
1-Ebu Abdullah Genci Şafii (h. 658), el-Beyan fi Ahbar-i Sahib'iz-Zeman'da şöyle demektedir. Resulullah ( s.a.v )'den Mehdi ile ilgili nakl edilen rivayetler çokluğu, ravilerinin çokluğuyla mütevatir ve müstefiz sayılmıştır.
2-Hafız İbn-i Hacer Askalani (H. 852) ise Feth'ul-Bari de şöyle diyor: Mehdi'nin bu ümmetten olduğu ve İsa ( a.s )'ın nazil olup arkasında namaz kılacağı hususundaki rivayetler mütevatirdir."

Kadı Muhammed b. Ali Şevkani bu konuda yazdığı kitabını "et-Tevzih fi Tevatür-i ma cae fi'l-Muntezer ve'd-Deccal ve'l-Mesih" diye adlandırmıştır ve bu kitabında Mehdilik ile ilgili 50'den fazla hadis zikr ederek şöyle demiştir: "Bilgi ve zeka sahibi herkes zikr ettiğiniz bütün bu hadislerin tevatür haddine ulaştığını anlar. Dolayısıyla buradan da Mehdi-i Muntezer hakkında nakl edilen rivayetlerin mütevatir olduğu anlaşılmaktadır.
4-İbn-i Hacer Haysemi Şafii ise şöyle inanmaktadır: "Bir çok mütevatir rivayetlerde yer aldığına göre Mehdi bu ümmetten olacak, İsa gökten inecek ve Mehdi'nin ar-kasında namaz kılacaktır."

5-Çağdaş Vahhabi Müftüsü Şeyh Abdullah bin. Baz Mufti ise şöyle inanmaktadır: "Mehdi meselesi bellidir ve bu hususta nakl edilen rivayetler müstefizdir, hatta bazı ilim ehli bu hadislerin mütevatir olduğunu beyan etmiştir."
...Bu hadisler manevi mütevatir hadislerdir, zira bir çok yoldan nakl edilmiş, birçok ravilerce rivayet edilmiş ve de çok çeşitli lafızlar ile ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu hadisler hakkıyla bu vaad edilen insanın işini doğrulamakta ve kıyamının gerçekleşeceğini önemle vurgulamaktadır. Bu önder ahir zamanda Allah azze ve celle'nin İslam ümmetine verdiği en büyük nimettir.

Mehdi kıyam edince adaleti ikame edecek, zulüm ve haksızlığı def edecek ve Allah bunun vesilesiyle bu ümmet arasında hayır ve iyilik bayrağını dalgalandıracaktır."
Mehdi ( a.s ) ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu söyleyen diğer bazı Ehl-i Sünnet alimleri ise şunlardır: Şeyh Muhammed Sefarini, Levami'ul-Envar'il-Behiyye'de; Şeyh Seduk Hasan Kenuçi, el-İzae Lima Kane Vema Yekunu Beyne Yedey'is Sae'de ve Muhammed bin. Cafer Kettani ise en-Nezm'ul-Mütenasir, Min'el Hedis'il-Mütevatir.

Sahabenin Adaleti Görüşünün ortaya çıkışının siyasi ve fikri köklerini kısaca bir açıklayın ve bu inanca inanmanın hedef ve sonuçlarının ne olduğunu beyan ediniz.

Sahabenin adaleti görüşü hadis ehli mektebinin zuhur ettiği bir zamanda sabit bir inanç olarak özel bir ilgi ve teveccüh kazanmıştır. Ve o günden bugüne de Ehl-i Sünnet vel Cemaatin sabit inançlarından biri olmuştur. Ama bize göre bu özel inancın şekillenmesinde başlıca bir takım siyasi olaylar etkin olmuştur. Başka bir tabirle bu düşünce tarzının şekilleniş kökleri sahabe dönemindeki başlıca bir takım siyasi olaylar olmuştur.

Daha geniş bir açıklamayla Peygamber (s.a.v )'in vefatından sonra meydana gelen bir takım olaylar Muaviye'nin tasallutuna ve Ümeyyeoğulları grubunun Müslümanlara hakim olup devleti ele geçirmelerine neden oldu. Bu dönem süresince bir çok iniş çıkışlar ortaya çıktı. Sayısız hilekarlıklar, cinayetler v e katliamlar gerçekleşti. Osman'ın hilafeti döneminde Ümeyyeoğulları karşılarında meydanı açık görünce İslam'ın galip gelmesi sebebiyle içlerine gömdükleri tamah ve arzularını ihya etmeyi ve siyasi inzivadan çıkmayı kararlaştırdılar.

Sonunda da Muaviye imam Hasan ( a.s ) ile barış anlaşması imzalayarak resmen hilafeti ele geçirdi. Bu müddet zarfında bir çok savaşlar yaptı, isyanlar yaptı, suçsuz insanları katletti, Müslümanları korkuttu. Hilekarlıkla kötü propagandalarda bulundu ve sayısız bidatlar ortaya çıkardı. Bu dönemde sahabenin bir çok iyileri Muaviye'nin cellatlarınca katledildi. Peygamberin Ehl-i Beyt'inin ve İmam Ali ( a.s )'ın şahsiyetini ortadan kaldırmak için gece gündüz durmadan çalıştılar. Böylesi bir durumda hiç şüphesiz her zaman insanlar o günkü mevcut karşılaşmaları ihtilafları ve olayları tahlil etmeye kalkışacaktır.

Bu yüzden Emevilerin sahtekar tebliğ teşkilatı siyasi bir hedef olarak tarihi sonuçları incelemenin hilafet ve saltanatına zarar vermesine engel oldular ve halkın hükümlerinin Muaviye soyunun karanlık ve siyah çehresini ortaya çıkarmasına mani oldular.
Dolayısıyla Muaviye kendi şahsiyetini ve varlığını korumak, herhangi kıyam ve direnişle karşılaşmamak ve tarihi meşruiyet, haysiyet ve yüzsuyu elde etmek için böylesine akılsız bir işe kalkıştı.

Rejim bütün araçlarını kuklalarını ve uşaklarını seferber ederek geniş çapta yalancı ve aşırı hadisler uydurarak kapasitesiz ve aşağılık insanları yüceltmeye çalıştılar. Bu vesileyle hayali tarihi kahramanlar ve yalancı mitler yaratmaya uğraştılar.

Ali ( a.s ) ve Peygamber ( s.a.v ) 'in ehli beytinin aley-hinde sayısız hadis uydurup yayarak ve geniş çaplı bir tebliğ çalışmasına girişerek bu temiz ve iyi tabiatlı Ehl-i Beyt'in yüzünü kötü göstermek için didindiler. Böylece kendi akıllarınca her açıdan Haşimoğulları ve Ümeyyeoğulları arasındaki savaştan galip ve kahraman olarak ayrılacaklarını zannediyorlardı. Bu iki teşebbüsün ruhsal sebepleri Al ( a.s )'ın nurlu faziletleri karşısında içine düştükleri aşağılık ve geri kalmışlık kompleksinden kurtulmaktı.

Sahabenin içtihadi düşüncesini ortaya atarak bu vesileyle onların tüm kötü davranışlarını tevil etmeye çalıştılar ve sahabenin şahsiyetinin eleştirilemeyeceğini yaygınlaştırmaya uğraştılar. Halkın ağzına gem vurarak sahabelerden bazısının uygunsuz, tatsız ve yersiz davranışlarını yargılamasına ve onlardan birini geçmişi sebebiyle itham etmesine engel oldular.

İşte böylesi bir süreçte bütün sahabelerin adaletinin kelami ve fıkhi görüşü şekillenmeye başladı.
Bu inancın şekillenmesine sebep olan önkoşullardan sarf-ı nazar ederek bu görüş sahiplerinin maksat ve hedeflerine iyimserlikle bakabilir ve onların neticede hayırsever niyetler taşıdığını tasavvur edebiliriz.

Tabiiler döneminde ve daha sonraki yıllarda halktan bir çoğu sahabe ve halifeler dönemindeki tarihi olayları incelemeye başladılar. Halkın büyük sahabelerin şahsiyet ve yaşantı tarzı hakkındaki hükümleri artmaya başladı. Sahabenin fazilet veya kötülükleri meclisten meclise aktarıldı. Bu dönemde tarih boyunca en çok zulümlere ve baskılara maruz kalanlar kendi haklarını görüyor; her mazlum ve hakları çiğnenmiş bir insan gibi itirazda bulunarak eleştiriyordu. Böylece muvafık ve muhalif olanlar karşı karşıya geldiler.

Bir grup alimler ise bu gidişin hiç kimsenin menfaatine olmadığını görünce tarihi olayları kapatmak, sahabe dönemindeki kanlı ve acı olayların hükmünü Allah'a havale etmek, her iki tarafa da saygıyla bakılmasını ve sahabenin yaptığı her şeyi mazur görülmesini sağlamak için kolları sıvadı.

Hakeza Peygamberin ashabına ve İslam'ın hakimiyeti yolunda her türlü fedakarlığa katlananlara karşı içlerinde taşıdıkları bu heyecanlı duygular onları endişeye sevk etti. Sahabeye itiraz ve eleştiri kapısının açık tutulmasının ve halk arasında sürekli tartışılmasının Sadr-ı İslam'daki tarihi azameti tehlikeye düşüreceğini, ilk Müslümanların tüm haysiyet ve hürmetlerinin yok olacağını gördüler.

Böylece bir süre sonra eleştirilmeyen hiçbir sahabi kalmayacak bu olaylar İslam tarihinin azametli kazanımlarını ortadan kaldıracak ve sürekli ilk mensuplarının uygunsuz davranışları, zulümleri ve ihanetleri dile getirilen bir dine güven yok olacaktı. Onlar sahabenin şahsiyetinin lekelenmesiyle kitap ve sünnetin de yara alacağını biliyorlardı.

Zira başkalarına şeriat hükümlerini, peygamberin hadis ve siretini nakledenler bu sahabilerdi. Gelecek kuşakların dini hüküm ve marifetleri elde etmek için sahabe dışında bir yolu yoktu. Dolayısıyla bu kitap şahitlerinin yara alması durumunda dinin temelleri sarsılacak kitap ve sünnetin etkileri yok olacaktı.

Sahabenin adil olduğu görüşünün öncülerinin hayır sever hedefleri işte buydu ve bize göre bu görüş çeşitli bo-yutlardan kabul edilemez bir görüştür.
Velhasıl bizim inancımıza göre bu görüşün şekillenme kökleri, her ne kadar bu görüş tesis edilinceye dek hayırsever bir maksat ve çabaya dayanıyorsa da, Ümeyyeoğulları dönemindeki siyaset erbabının hedeflerini de göz ardı etmemek gerekir.

Sahabenin Adaleti Görüşünün Siyasi Sonuçları

Bu görüş fikri ve siyasi arenada bir çok farklı etkiler ve sonuçlar yaratmıştır. Bu görüşün siyasi sonuçlarından ba-zıları şunlardır:
1-Sahabeyi asla eleştirmemek onlara itiraz etmemek, onları emin ve mukaddes saymak, böylece de sahabe dönemindeki karanlık olayları değerlendirmekten ve onların uygun olmayan amellerini incelemekten alıkoymak.

2-Muaviye'nin saltanatına meşruiyet kazandırmak, Muaviye'nin saltanatını genişletmen, güçlendirmek ve veliahtlığa çevirmek için yaptığı bütün sahtekarca ve canice savaşları isyanları, günahsız insanlara uyguladığı katliamları, bozduğu anlaşmaları, sahabenin iyilerini şehit edişini ve benzeri tüm kötülüklerini Muaviye'nin ve uşaklarının bir içtihadı olarak görmek ve bütün bu olayları onların yalancı ve hayali adaleti gölgesinde yorumlamak.

3-Düşünce ve beyan özgürlüğünü yok etmeyi, Allah'ın insanlara verdiği bir nimet olarak değerlendirmek; itiraz edenlere işkence ve baskı uygulamak ve neticede de büyük bir diktatörlük kurmak.

4-Bu görüşü teyit edenler veya muhalif olanlar arasında ayrıcalık yaratmak muhalifleri fısk, küfür ve irtidatla suçlamak ve neticede Müslüman fırkalar arasında bir düşmanlık atmosferi yaratmak.

Sahabenin adaleti görüşünün akidevi ve fikri neticeleri
Gerçi sahabenin adaleti görüşü taraftarlarına göre Peygamber ( s.a.v )'e ve ashabına aşk ve muhabbetin bir sembolüdür. Ama, bu coşkun duygular , şer-i kaidelere ve akli bir burhana dayanmadığı için inanç ve düşünce sahasında istenmeyen bir takım sonuçlar yaratmıştır:

Dipnotlar

--------------------------------

Bu bölümdeki konular el-Müracaat 40. Mektup, Fusul'il-Muhimme ve El Milel ve'n-Nihel, 6/67-75'ten iktibas edilmiştir.
Siret'ün-Nebeviyye, c.1, s.641-662
Siret'ün-Nebeviyye, c.1, s.641-662
Siret'ün-Nebeviyye, c.3, s.217
Tabakat'ul-Kübra, c.2, s.190-192, Peygamber ( s.a.v ) sözü şudur: "Bana Usame'nin komutan olarak tayin edilmesiyle ilgili sözleriniz ulaştı. Şüphesiz onun babasının da emir olmasını kınamıştınız, Allah'a and olsun ki o emirliğe layıktı. Babasından sonra oğlu da emirliğe layıktır.
İbn-i Abbas'ın rivayetiyle bu hadisin ibareleri şudur: "Peygamberin hastalığı artınca şöyle buyurdu: "Bana bir kağıt getirin sizlere bir şeyler yazayım ki benden sonra asla sapıklığa düşmeyesiniz.

" Ömer ise şöyle dedi: "şüphesiz ki Peygamber'e hastalık galebe çalmış. Allah'ın kitabı yanımızdadır," Ardından birbiriyle ihtilafa düşüp büyük bir kargaşa kopardılar. Peygamber ( s.a.v ) şöyle buyurdu: "kalkın gidin yanımdan benim yanımda çekişmek doğru değildir." İbn-i Abbas daha sonra şöyle diyor: "En büyük musibet Resulullah ile yazmak istedikleri arasına girip engel olan musibettir.

(Sahih-i Buhari, -Kitab'ul-İlm, Bab-u Kitabet'il-İlm, 1/37) başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: "Resulullah hezeyan söylüyor." dediler." (Buhari, Kitab'ul-Cihad, Bab-u Cevaiz'il-Vefd, 2/120)
Evvela Ensardan bir grup Ben-i Saide sofasında toplanmış ve hilafeti kendileri için istiyorlardı. Karşılarında muhacirlerden bir grubu görünce de ensardan ve muhacirlerden birer emir seçilmesine razı oldular. Başka bir karşı grup ise bunu kabul etmemiş ve hilafetin Kureyş'te kalmasını istemişlerdir. (Tarih-i Taberi, H.11.yıl hadiseleri, 2/456'ya müracaat ediniz.)
Tarih-i Ya'kubi, 2/36
Tarih-i Taberi, 3/289 Amr'ın ibaresi ise şudur: "Şüphesiz Kureyş hilafet ve nübüvvetin sizde toplanmasını ve bu sebeple insanlara karşı övünmenizi hoş görmezdi.
Ebe Bekir'e biat olayında meclis birbirine girdi, Ömer ve biate muhalif olanlar arasında laf kavgası başladı, Ömer Hazreç lideri Sa'd bin Ubade'yi ölümle tehdit etti." (Taberi, 3/455,459)

Abbas bin Abdulmuttalib, Fazl bin Abbas, Zubeyr bin Avvam, Halid bin Said, Miktad bin Amr, Selman-i Farisi, Ebu zer-i Gaffari, Ubey bin Ka'b, Berae bin Azib, Sa'd bin Vakkas ve Talha bin Ubeydullah gibi büyük şahsiyetler de bu oturma eylemine katılan başlıca kimselerdendi. (Müsned-i Ahmed, 1/55; Taberi, 3/466; Tarih'ul-Hulefa/67 ve diğer kaynaklar.) Ebu Bekir Ömer'den en şiddetli bir şekilde Ali'yi alıp yanına getirmesini istedi. Ömer de evde olanları yakmakla tehdit etti. (Ensab'ul-Eşraf 1/587; El-İkd'ul-Ferid, 3/64 ve Tarih-u Ebu'l-Fida, 1/156)

Tarihin de şahitlik ettiğine göre Hz. Ali'nin Ebu Bekir'e biat etmesi Fatıma ( a.s )'ın vefatından sonra veya Peygamber'in vefatından altı ay sonra gerçekleşmiştir. İmam ( a.s ) bu görmezlikten gelmesini şöyle ifade etmiştir: "Bu bulanık bir su, boğaza takılan bir lokma ve daha olgulaşmadan devşirilen meyve gibidir." (Nehc'ul-Belaga-i Abduh:45)

Gerçi Hz. Ali kalpten kendi sabit haklarının yağmalanmasından rahatız olmuştu ve bazen de bu rahatsızlığını dile getirmiştir. Nitekim hilafetinin son dönemlerinde irad ettiği Şıkşıkiye hutbesinde bu şikayetini dile getirmiştir.
Buhari- Kitab'ul-Ahkam- Bab'ul-İstihlaf 1/109
Müslim 6/23
Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/86-108
Müstedrek'us-Sahiheyn 3/317
Müsned-i Ahmed 1/398-406
Maide/12
el-Usul'ul-Amme lil Fikh'il-Mukarin/178-180
es-Savaik'ul-Muhrika/161
Usul-i Kafi-Kitab'ul-İman-Bab-u Ziyaret'il-İhvan
a.g.e. Bab'ul-Vera'
a.g.e. Bab'ut-Taati ve't-Takva
a.g.e. Bab-u Ziyaret'il-İhvan
Bu hususta Usul-i Kafi, Kitab'ul-Aşere, 1. Bab'daki rivayetlere müracaat ediniz.
Bu bölümün konuları da el-Akaid'ul-İmamiye, muzaffer, 4. Bölüm'den alınmıştır.
Ehl-i Sünnetin bazı büyük hadis alimleri Mehdi ( a.s ) hakkında bağımsız kitaplar yazmışlardır. Örneğin: Hafız Ebu Naim İsfahani Kitab'ul-Mehdi'de; Celaluddin Siyuti, U'rf'ul-Verdi'de; İbn-i Kesir Dimeşki, el-Fiten ve'l-Melahim'de; İbn-i Hacer Haysemi Şafii, el-Kovl'ul-Muhteser fi Alamat'il-Mehdi el-Muntezer'de; Molla Ali Kari, el-Meşreb'ul-Verdi fi Mezheb'il-Mehdi'de...
Sahih-i Buhari, Bab-u Nuzul-i İsa, b. Meryem
Sahih-i Müslim
Sahih-i Tirmizi, be Şerh-i İbn'il-Arabi, 9/74 ve Sünen-i Ebi Davud, Kitab'ul-Mehdi, 4282. hadis
Sünen-i Ebi Davud-Kitab'ul-Mehdi, 4283. hadis
Sünen-i Ebi Davud, Kitab'ul-Mehdi, 4284. Hadis ve İbn-i Mace, Bab-u Huruc'il-Mehdi
Yukarıdaki açıklamalar Muhammed Rıza Hekimi'nin Horşid-i Meğrib adlı kitabından (s. 82'den) nakl edilmiştir.
Mecellet'ül-Camiet'il-İslamiye, 1. Yıl, 3. Sayı, H. 1388, Zilkade ayı, Miladi 1969
Büyük muhaddis Ebu Zer'a şöyle diyor: "Sahabeden birini eleştiren kimseyi görürsen bil ki o zındıktır. Zira; Peygamber Kur'an ve hükümleri haktır. Bütün hükümleri sahabiler bizlere ulaştırmıştır. Bunlar bizim şahitlerimizi yaralayarak kitap ve sünnetimizi iptal etmek istiyorlar. Oysa buna kendileri daha layıktır ve onlar zındıktır. (el'İsabe, 1/18.)

Evvela böyle bir düşünce şer-i delil akli bürhan ve tarihi gerçeklere de uymamaktadır. İkinci olarak masum olmayan insanların şahsiyetinin dokunulmaz kılmanın zararı şahsiyetlerini yok etmenin zararından daha büyüktür.

Üçüncü olarak; şahısların kötü düşüncesinden kaynaklanan batıl, hayali ve sapık inançların ve neticede bid'at ve din tahrifinin ortaya çıkışının tehlikesi kitap ve sünnetin şahitlerini iptal etmenin tehlikesinden daha küçük değildir. Dördüncü olarak bir grup sahabiye itirazda bulunmak ve onların kötü davranışlarını kınamak bütün sahabeye saldırmak ve onlarla savaşmak anlamını taşımaz.

sahabenin adaletine inanmayanlar da islah ve dengeleme düşüncesindedirler. Onlar da bir çok sahabeye karşı ihlas ve muhabbet dolu kalplere sahiptirler. Beşinci olarak tarihi acı olayları dile getirmeyi önlemek için bütün sahabeye dokunulmazlık elbisesinin giydirmek yerine aşırılıkların önü alınır ifrat ve tefritten sakınılırsa daha iyi olur.

 

Yeni yorum ekle