VAHHABİLİK EKOLÜ_1

 

5.BÖLÜM

 

MÜSLÜMAN BÜYÜKLERİN KABİRLERİNİ ZİYARET ETMENİN OLUMLU FAYDALARI

Genelde tüm Allah'a inananların özelde ise, Müslümanların saygı gösterdikleri kabirler, ancak: Toplumda risalet görevini üstlenenlerin ve üstlendikleri görevlerini layıkıyla yerine getirenlerin defnedildikleri yerlerdir.
Bunlar şu sınıf insanların kabirleridir:

1- PEYGAMBERLER VE DİNİ ÖNDERLER:

Bu sınıf insanlar ilahi risaleti, omuzlamış, canından malından, sevdiklerinden, Allah rızası için fedakarlık etmiş, kanını vermiş, insanları hidayet etmek için en büyük dert ve zahmetlere katlanmışlardır.

2- ALİMLER VE BÜYÜK BİLGİNLER

Bunlar bir mum misali, kendilerini yakarak etrafı aydınlatmışlardır. Tahkikat sahalarında büyük çalışmalar yapmış "ilim" namında çok büyük bir hazineyi beşerin emrine sunmuşlardır. Onlar insanları; tabiat kitabıyla, ilahi kitapla tanıştırmış, "yaratılış dili" ile tanışmışlardır. Dini, insani ve tabii ilmin temelini atmışlardır.

3- İSLAM YOLUNUN ŞEHİTLERİ

Topluma yapılan zulümlere, hakkı öldürülenlere ve uygunsuz bölücülük yapanlara dayanamayıp ayağa kalkıp adaleti gerçekleştirmek ve insan haklarına sahip çıkmak için, canını dişine takıp zalim ve hunhar yöneticilerle savaşan insanlardır. Bunlar zalim sultanların zulümlerini kendi kanlarıyla yıkayan şahsiyetlerdir.

Toplumda yapılan hiçbir inkılap ve reform, karşılıksız Gerçekleşmemiştir. Zalimlerin saraylarını başına geçirip, kokuşmuş gırtlaklarını sıkan kutsal bir inkılabın bedeli; memlekete özgürlük, hürriyet ve adalet getirmek isteyen mücahitlerin mukaddes kanlarıdır.

İşte toplumun ziyarete gittikleri kabirler bu insanlarındır. Onların kabirleri yanında "sevgi yaşı" döküyorlar, kıymetli hizmetlerini ve kutsal fedakarlıklarını hatırlıyor, Kur'an'dan bir süre okumakla da ruhlarını şad ediyorlar. Onların faziletleri, fedakarlıkları, ahlaki melekeleri hakkında bazı şiirler söylemekle de onların düşünce ve ideolojilerini ihya ediyor, diğer insanları onların yolundan yürümeye çağırıyorlar.

Şu şahsiyet sahibi insanların kabirlerini ziyaret etmek, onların fedakarlıkları karşısında bir nevi şükran borcunu ödemektir. Yine bir nevi gelecek nesillere; hak yolunu seçip, inancında diretip, özgürlük ve bağımsızlık uğrunda can verenlerin hatıralardan kesinlikle silinmeyeceği mesajını vermektir.

Her şeyi eskiten, insanların hatıralarından silip götüren zaman akımı, onların hatıralarını değil eskitmek-yok etmek, bilakis onların aşk ateşini temiz gönüllerde daha hararetli daha alevli kılmaktadır. O halde gelecek nesillerin, onların yolunda ve izinde yürümeleri ne güzel şeydir. Zira hak erlerinin elde ettikleri mükafatları, artık kendi gözleriyle görüyorlardır.

Söz konusu araştırma bizi büyük şahsiyetlerini, hak ve hakikat yolunun fedailerini önemsememiz gerektiği konusunda yeterince aydınlattı sanırız. Bunun üzerine söz konusu kişileri hayatlarında önemsediğimiz gibi, vefatlarından sonra da önemsememiz gerekir. Onların eser ve hatıralarını korumalı ve kollamalı, doğum günlerini kutlayıp, ölüm yıldönümlerinde yas tutmalıyız.

Büyük meclisler teşkil ederek, faydalı konuşmalar yaparak; o günlerde halka onların düşüncelerini tanıtıp, gelecek asırlarda da bu eser ve hatıraları korumaya ve dipdiri ayakta tutmaya davet etmeliyiz. Onların defnolunduğu toprağa saygı gösterip, hararet ve saygısızlıklardan korumalıyız. Zira onların topraklarına gösterilen saygı, düşünce ve eserlerine gösterilmiş, bu yerlere saygısızlık ise onların davalarına ve yollarına yapılmış demektir.

Bu dönemlerde insan ne zaman Bâki mezarlığına ayak basarsa, dini yaşatmak ayakta tutmak için amansızca mücadele veren İslam önderlerinin ve peygamberin aziz sahabesinin kabirlerini, ihanete uğramış bir vaziyette bulur. Bu durum insana ciddi bir şekilde dokunuyor.
Kendini islam dini hizmetçisi olarak göstermeye çalışan "Vehhabi" kitlesinin.

Bu katı yürekliliği karşısında hayrete düşer. Zira, bir yandan dini önderler ve Peygamber (s.a.a) sahabesinin adını menberler de saygıyla anarlarken kabirlerine gelince bu saygının en azını dahi esirgiyorlar, hayvanların bile onların kabirlerinin etrafını kirletmeleri karşısında hiç telaşlanmıyorlar.

"Şirk" ve "Müşrik" sözünü ellerine bahane olarak geçirmişler ve evliyalara, din önderlerine saygıyı bu ad altında imha ediyorlar. Onlara saygıyı öylesine sınırlıyorlar, fikir, kulak ve gözleri öylesine zincire vuruyorlar ki, evliyalara saygı göstermek "Şirk" gösteren de "Müşrik" oluyor. Onlara karşı, o kadar adavetlikleri var ki, gösterilen saygının her çeşidinden rahatsız oluyorlar. Şimdi, İslami deliller açısından, peygamberin kabrini ziyaret konusuna değinelim;

PEYGAMBERİN KABRİNİ ZİYARET ETMEK

Kur'an-ı Kerim günahkar insanların, peygamberin huzuruna çıkıp kendileri için Allah'tan af dilemesini istemeleri gerektiğini buyuruyor. Zira peygamberin duası onlar hakkında kabul buyurulur. Nitekim şöyle buyuruluyor: (...)

" Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlanma dileselerdi ve Peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi elbette, Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı." Şayet yalnızca biz ve bu ayet olsaydı; bu ayetin

-------------------
- Nisa süresi /64
----------------
sadece "peygamberin halkın içerisinde olduğu dönemle ilgili" olduğunu söylerdik. Ama birkaç yönden bu ayetin sadece dünya hayatıyla ilgili değil, külli bir hükmü içerdiğini anlıyoruz. Şöyle ki:

Evvela: Kur'an-i ayetler enbiya ve evliyalar için hatta diğer kitleler için "Berzah" hayatının (öldükten sonra kıyamete kadar kabir hayatı) olduğunu söylemektedir. Bunları o alemde gören ve işiten olarak tarif etmektedir. (Bu bölüm ilerde "mukaddes ruhlara tevessül etme" bölümünde işlenecektir.)
İkincisi: İslami hadisler açıkça; şahısların sözünü meleklerin Hatem'ül Enbiya'ya yetiştirdiklerine şahitlik etmektedir. Söz konusu hadisler sahihlerde varid olmuştur. Örneğin şu rivayetler: (...)

" Allah Resulü şöyle buyurdu: Bana selam eden herkesin selamını Allah benim ruhuma eriştirir ve bende onun cevabını veririm." (...)
" Allah Resulü şöyle buyurdu: Bana selam gönderin. Sizin selamınız bana ulaşır."
Üçüncüsü: İslami toplum, Resullullah (s.a.a)'in ölümünün ilk günlerinden, "peygamberin ölümü ona engel değildir" gibi külli bir mana anlamış ve ona göre amel etmişlerdir. Peygamber (s.a.a) öldükten sonra da Araplardan bir çoğu temiz fikirleriyle peygamberin kabrini ziyarete geliyor ve bu ayeti okuyorlardı, kendileri hakkında istiğfar dilemesini istiyorlardı.

Takiiddin Sebeki "Şifa us Sikam" Semhudi" ve "Vefa ul Vifa" kitabında bazılarını yazacağımız örnekler getirmişlerdir.
Şafii büyüklerinden olan Sıfyan bin Anber, "Atebi" namında birinden nakille;
----------------
- Süneni Ebi Davud, c/1. Kitabul Hac kabir ziyareti bölümü, s/470-471.
- Et- tac-ül cami- il usul fi ehadisi Resullullah yazarı Şeyh Mansur ……?
--------------
Peygamberin kabrinin kenarında idim. O esnada bir Arap gelip şöyle söyledi. (...)
Sonra ağladı ve şu şiiri okudu, istiğfar etti ve sonra da peygamberin haremini terk etti. Okuduğu iki şiir şöyleydi: (...)
" Semhudi" bu hususta Hz. Ali 'nin şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Peygamberin defninden üç gün geçmişti. Bir Arap gelip kendisini peygamberin kabrinin üstüne attı. Kabrinin toprağını kafasına savuruyor ve şöyle söylüyordu: Ey Allah'ın Resulü! Sen söyledin biz de duyduk. Senden aldıklarımızı sen de Allah'tan aldın. Ondan aldıklarından biride; "Velev ennehüm iza zalemü" ayetidir. Ben kendime zulmettim şimdi geldim benim için af dileyesin."

Bu amel, peygambere verilen bu makam ve mertebenin (ayet gereği) yalnız hayatta iken verilmediğini, öldükten sonraki "berzah" aleminde de peygamberin bu makama sahip olduğunun ispatıdır.

Genelde Müslümanlar, peygambere saygıyı münhasır etmemektedirler. Ali oğlu Hasan'ın defnedildiği anda bazıları kabrinin kenarında bağırıp çağırmaya başladılar. Ali oğlu Hüseyin, onları susturmak için hemen şu ayeti okudu: (...)
"Ey iman edenler' seslerinizi peygamberin sesleri üstünde yükseltmeyin."

Hiç kimse, hatta Emeviler bile bu ayetin bu saygının peygamberin dönemine mahsus olduğunu söylememişlerdir. Şu Vahabilerin kendileri değil midirler ki, peygamberin kabrinin üstüne o ayeti yazmışlar ve şöyle demek istiyorlar. "Sesinizi kesin! Peygamberin karşısında yüksek sesle konuşmayın."
Bu yönlerine bakarak ayetten daha geniş anlam çıkarabiliriz. Ve şöyle diyebiliriz: "Şimdi bile Müslümanlar peygamberin huzuruna gidebilirler ve ondan, Allah'tan af dilemesini
-------------------------
- Hucurat/2
-------------------
isteyebilirler. İslam peygamberini ziyaret, bu ve bunun gibi manalara gelir. Bu ziyaret iki ayrı konuya işaret etmekte:
Peygamberin vefatından sonra, onun huzuruna gidip, insan kendisi için, Allah'tan af dilemesini isteyebilir. Bu konuya ileride "Allah dostlarını aracı etmek" başlığı altında geniş şekilde yer ayıracağız.

… Bu ayet yüce peygamberin kabirinin ziyaret edilmesinin doğru olduğunun şahididir. Çünkü "Ziyaret"in gerçeği; "ziyaret edenin" ziyaret edilenin huzurunda durmasından başka bir şey değildir. Peygamberin kabrinin kenarında duracak, ondan Allah'tan bağışlanmamızı istemesini istemek, caiz olduğuna göre, orada gerçek iki iş yapmış oluruz.

1- Ondan "Allah'tan bağışlanmamızı istemesini" istememizdir.
2- Onun yanında hazır bulunarak, onunla konuşmamızdır. Gerçek ziyarette budur. Genelde ziyaretin mezmunu da bu gibi konulardan oluşur.
Bu nedenle, bu ayet iki konuya işaret eder.

AYETİN İŞARET ETTİĞİ İKİNCİ KONU

Değişik asırlarda Müslümanların, İslami hükümlerden birisinden İcma ve ittifak etmeleri, o hükmün sahihliğinin en belirgin şahididir. Mübarek peygamberin kabrinin ziyaret edilmesinin ittifaken kabul görmeside, bu kuralın doğruluğunun açık işaretidir. Hadis, fıkıh, tarih, ahlak ve özellikle de "mesasik-i hac hükümleriyle ilgili kitaplara bakmak, konunun gerçeğini gösterir.

Merhum Allame-i Emini, kırk iki tane İslami kaynaktan, peygamberin kabrinin ziyaret edilmesinin müstehap olduğunu nakletmiştir. O zat, "El Gadir" isimli kitabının c / 5. s. 106 - 129 sayfalarında, onların nass ve kelimelerini, özenle ve dikkatle önemseyerek nakletmiş. Bizim müracaat ettiğimiz kitaplar ise aşağıda yazılanlardır:

"Şifa-us Sikam, Fi ziyaretil hayril enam" kitabı. Yazar: Takiyüddin Sebeki, Şafii (756'da müteveffa) Bu zat kitabında, alimlerin sözlerini ve nasslarının bir kısmını nakletmiştir.
"Vifa-ül Vifa" yazarı "Semhudi" (911'de müteveffa) yazar kitabında ziyaretin muekked müstehap olduğunu açıklayan alimlerin sözlerini ve onların aktardığı nassları nakletmiştir.

"El Fıkhı-ı ala mezahib-il Erbaa" adlı kitap- yazarı, dört mezhep kurucusu alimlerdir.bu kitap, Ehl-i Sünnet İmamlarının sözlerini beyan ediyor. Her alim de onların fikirlerine tabii olarak şöyle buyuruyor: (...)
"peygamberin kabirini ziyaret, müstehapların en faziletlisidir. Bu konuda hadisler söylenmiştir."
Şimdi de islam muhaddislerinin naklettiği hadislerden bir kısmını burada nakledelim.

Hz.PEYGAMBERİN ZİYARETİ HAKKINDA GELEN HADİSLER

Allah Resulü'nün mübarek kabrini ziyaret etmek hakkında, Sünni hadisçiler yoluyla gelen İslami hadisler öylesine fazla ki, onların sened ve rivayetlerine dikkat göstermek zorundayız.

Ehl-i Sünnetin büyük hafızları, hadislerin her bölümünü kendi kitaplarında nakletmişlerdir. Bu da, peygamberin kabrini ziyaret etmek onlara göre de kesin meşru konulardan biri olduğunu göstermektedir. Ancak İslami kaynaklardan, konuyla ilgili hadislerin tümünü nakletmekle yetineceğiz.

İLK HADİS

1- "Benim kabrimi kim ziyaret ederse, benim şefaatimden kazançsız kalmayacaktır."
------------------
- Fıkıh-ü ala mezahib-ül Erbaa- c/1. s/590
-----------------
Bu hadis, "Dört mezhebe göre fıkhi konular" adlı kitapta c / 1. S / 590 da kaydedilmiştir. Ehl-i Sünnetin dört mezhebinin İmamları da bu hadise dayanarak fetva vermişlerdir. Hadisin kaynaklarını öğrenmek için "Vifa'ul Vifa" kitabının c, 4 s, 1336'ya müracaat ediniz.

Böyle bir hadisi, ikinci asrın ortalarından bu güne kadar, Alimler ve hafızların kitapların da zikretmeleri, kesinlikle temelsiz ve yersiz değildir.
Konunun sıhhati için, yazar "Takiyudddin Ali bin Abdülkafi Sebeki" (756 yılında müteveffu) kendi kitabı "Şifu-üs Sikam"ında hadisin gelişi hakkında araştırma yapmış ve 3-11. sayfaları arasında, hadisin geliş kaynaklarının güvenirliğini ispatlamıştır.

2- (...) "Her kim ziyaret amacıyla bana doğru gelirse, ona kıyamet günü şefaat etmem için boynumda hakkı olmuş olur."
Bu hadisi onaltı tane muhaddis ve hafız, kitabında yazmıştır. Takiyiddün Sebeki (756. yılı müteveffası) "Şifa-üs Sikam" kitabında ve sayfa 3-11 Hadisin sened zinciri hakkında açıklamalarda bulunmuştur. "Vifa-ül Vifa" c / 4. S / 134' da bakınız…

3-(...) " Kim Allah'ın evini ziyaret ederken benimde kabrimi ziyaret ederse; beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir."
Bu hadisi meşhur muhaddis ve hafızların yirmibeş tanesi kitaplarında yazmışlardır. Takiyüddin Sebeki kendi "Şifa-üs Sikam" kitabında hadisin senedinden geniş bir şekilde söz eder.

(s.12-16 arası) "Vifa-ül vifa" nın c / 4 s / 1340 a da bakabilirsiniz.
4- (...) " Her kim Allah'ın evini ziyaret ederde beni ziyaret etmezse, bana hakaret etmiş olur."
--------------------
- İbn-i Teymiye'nin "peygamberin kabrini ziyaret için sefere çıkmanın haram olduğunu belirten fetvasını, reddederek sürülen Ehl-i Sünnet yazarlarının …………………………………………….?

-----------------------

Bu hadis dokuz tane hafız ve meşayıhlar tarafından nakledilmiştir. "Vifa ül Vifa" c / 4. S / 1342'ye müracaat ediniz.
5- (...) " Kim benim kabrimi ziyaret ederse, ben ona şefaatçi olurum."
Bu hadis de on üç hafız ve muhaddisçe nakledilmiştir. "Vifa-ül Vifa" c / 4.s / 1347'ye bakınız…

6- (...) " Kim benim ölümümden sonra beni ziyaret ederse, beni hayattayken ziyaret etmiş gibi olur."
Bunlar peygamberin, kendi kabrini ziyaret için halkı davet ettiği hadislerden bir kaçıdır. "El Gadir" kitabının naklettiğine göre bu çeşit hadislerin sayısı yirmi ikiye ulaşıyor. "Semhudi" "Vifa ül vifa" kitabında c / 4. S / 1336- 1348'de onyedi rivayet toplamıştır. Onların senetlerinden de yeterince söz edilmiştir.

O halde Peygamber (s.a.a) kendi kabrini ziyarete halkı davet etmişse, bunun nedeni, İslam'ın büyük şahsiyetlerinin kabrini ziyarette ki, büyük maddi ve manevi faydadan dolayıdır.

Halk peygamberin kabrini ziyaret etmenin yanında, İslam'ın yayın merkezleriyle de tanışmakta ve orada geçen önemli olaylardan da haberdar olmaktadır. Ayrıca sahih hadis ve ilimleri orada öğrenerek dünyanın diğer yerlerine de yaymış, taşımış olur.

KABİR ZİYARETİ İÇİN SEFERE ÇIKMANIN HARAMLIĞINA DAİR VEHHABİLERİN DELİLLERİ

Vehhabiler dış görünüş olarak peygamberi ziyareti caiz görmekteler. Fakat, kabir ziyareti için yolculuğu hiçbir zaman caiz görmüyorlar. Muhammed bin Abdülvahap, "El Hidayyet'üs Seniyye" risalelerinin ikinci cildinde şöyle diyor: (...)

" peygamberi ziyaret müstehaptır, fakat mescidi ziyaret etmek ve orada namaz kılmak dışında oraya yapılan yolculuk caiz değildir."
Onların ziyaretin haram olduğuna dair en önemli delilleri Ebu Hureyre'nin Sahihinde naklettiği şu hadistir: Ebu Hureyre peygamberin şöyle dediğini naklediyor: (...)

" Yolculuk yapılmaz meğer üç Mescid için Benim Mescidim, Mescid-ül Haram, Mescid-ül Aksa."
Bu hadisin metni değişik bir şekilde naklolunmuştur, o da şöyledir: (...)

Yine bu hadis, üçüncü değişik bir şekilde de nakledilmiştir: (...)
Bu hadislerin "sahihler" de geçmesine sözümüz yok onları rivayet edeninde, Ebu Hureyre olduğu hakkında da tartışmıyoruz. Fakat önemli olan hadisin manasını iyi anlamaktır.

Hadisin metnini şu şekilde olduğunu farz edelim:
Buradaki "illa" kelimesi kesinlikle (...) İstisna içindir. Bu istisnanın bir de "müstesna min hü"-sü vardır ama o (gizlide) tutmak gerekir. Karineye başvurmadan önce, "müstesna min hü" iki şekilde göz önüne alabiliriz:

Bu hadisin ifade ettiği manayı anlamak için, bu ikisinden birini seçmemize bağlıdır.
Hadisin ifadesi birinci farz olursa, o zaman hadisin anlamı şöyle olur ki, o zaman bu üç mescid dışında hiçbir mescide sefer yapmak caiz değildir." anlamına gelmez.

Birisi peygamberin, imamların ve Salih kişileri ziyaret için yolculuğa çıksa, hiçbir zaman hadisin yasağının kapsamı içine girmez. Bahsedilen mescidlere yolculuk için niyetlenmektir. Tüm mescidler arasında kalan şehitlikleri ziyaret için yolculuğa çıkmak, bu yasağın kapsamına girmez.

Şayet hadisin manası ikinci farz olursa, böyle bir durumda, bu üç nokta dışında kalan tüm manevi yolculuklar yasaklanmış olur. Bu yasaklanan yolculuk, ister mescid için olsun isterse, diğer yerler için (bu) Kur'an'ın zikrettiği (...) "Deki yeryüzünü gezin" ayetine terstir.Çev.
Fakat kesin delillere dikkat ederek, hadisin senedinin sahih olduğunu düşünürsek bile, onun ifadesinin birinci farz olduğu anlaşılacaktır.
İLK OLARAK: "Müstesna üç mescidlerdir. İstisna, müttesil istisna olduğu için, mutlaka "müstesna min hü" "mescid" kelimesi olmalıdır. (mekan değil)

İKİNCİSİ:

Eğer amaç, bütün manevi seyahat yerlerini yasaklamak olsaydı, "Hasr" sahih olmazdı. Zira hac amellerinde insan, "Arafat" "Ma'şar" ve "Mina" için yolculuk hazırlığı yapıp sefere çıkıyor. Eğer o üç mescid dışında kalan yerlere dini sefer caiz olmasaydı, o halde neden bu üç yere seyahat caiz görülmüş?

ÜÇÜNCÜSÜ: Allah yolunda, ilim öğrenmek, akraba ve ebeveyn için seyahate çıkmak ayetlerde ve hadislerde açıkça işaret edilen ziyaretlerdendir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: (...)

"Onlardan bir kısmı da, din ilimlerini öğrenmek ve kabileleri savaştan kendilerine geri döndüğü zaman, onları Allah'ın azabı ile korkutmak için geride kalmalıdır. Olur ki, Allah'ın azabından sakınırlar." (Tevbe/122)
-----------------------
- Bu üç metni Müslim kendi sahihinin dördüncü cildi, hac kitabının s/126. se… yapılmaz bölümünde nakledilmiştir. Süneni Ebi Davud c/1 s/37-38. de nakletmiştir.
- Şayet birisi: (...) " Bana gelmedi meğer Zeyd" derse, cevap şöyledir; burada da "müstesna min hü" insan ve buna benzer kelimelerdir. Kavim ve bunun gibileri, ister insan olsun, ister olmasın "şey" veya "mevcut" gibi bir, toplu mana kastedilmez.
----------------------
Bu bakımdan büyük tahkikçiler, hadisi bizim hatırladığımız şekilde tefsir etmişlerdir. Gazali "İhya-ü Ülumiddin" kitabında şöyle der: "Seyahatin ikinci kısmı, ibadet için sefer etmektir. Örneğin cihad hacc, peygamberin, sahabenin, tabiinin ve evliyanın kabirlerini ziyaret için seyahat gibi.

Hayatında ziyaret, yakınlaşma kaynağı olanların, ölüm halinde de ziyareti yakınlaşma olur. Seyahat bu amaçlarla olursa sakıncası yoktur. Üç mescidin dışındaki seyahati doğru görmeyen hadisle de ters düşmektedir.

Zira o hadislerdeki konu mescidlerdir. Diğer mescidler fazilet bakımından eşit olduğu için onlara seyahatin caiz olmadığı söylenmiştir. Eğer mescidlerden yüz çevirsek bile, evliya ve enbiyanın ziyaretlerinin fazileti vardır. Tabi ki dereceleri de farklıdır."
Anlaşıldığı gibi yasağın konusu, üç mescidin dışındaki mescidlere sefer etme konusudur.

Manevi ve ziyaret amacıyla yapılan seferler konusu değildir.
Burada bir noktaya daha değinme gereği duyuyorum eğer Hz. Peygamber "Bu üç mescidin dışındakilere seyahat yapılmaz" diyorsa amacı onların dışındakilere seyahat etmenin haram olduğu değildir.

Amacı şudur. "Artık insanın zahmet ve eziyetlere katlanıp, onların ziyaretine gitmesine gerek yoktur. Çünkü bu üç mescidin dışındaki mescidlerin, derece bakımından birbirine üstünlüğü çok azdır veya yoktur. Zira dünyanın camileri, mahalle mescidleri, dünya kabilelerinin mescidleri, tümü sevap bakımından, eşit bir sevaba sahiptir.

Artık yakın bir bölge de bir caminin bulunmasıyla bundan sonra insanın seyahat yorgunluklarına katlanarak, diğer yerlerdeki camilere gitmesine hiçte gerek yoktur. Eğer böyle bir iş yaparsa, yaptığı iş haram ve yaptığı seyahat da kötülük seyahatidir." da demiyor.
----------------------
- İhya- ül- ülumiddin, sefer adabı kitabı, c/2. s/247, Darül marifet, Beyrut baskısı ve yine " Fete vahil kübra" kitabı c/2. s/24' bakınız.
---------------
Bu konunun ispatı da Sahih ve Sünenlerin yazarlarının rivayet ettikleri şu hadistir: "peygamberi Ekrem ve sahabe cumartesi günleri Kuba mescidine gelip, orada namaz kılıyorlardı." Sahihi Buhari de geçen, hadisin metni şöyledir: (...)

"Hz. Peygamber, her cumartesi binekle veya yaya olarak Kuba mescidine ziyaret için gelirlerdi. Ömer'in oğlu da aynı öyle yapardı."
Aslında, küçücük bir riya olmadan, Allah mescidlerinin herhangi birinde, Allah için namaz kılma amacıyla, o kadar yolu kat etmek nasıl haram kılınabilir? Mescidde namaz kılmak müstehap olduğuna göre, onun mukaddimesi sayılan seyahat da aynı rengi taşır.
--------------------
- Sahihi Buhari, c/2. s/76. sahihi Müslim Nevevi şerhiyle, c/9 s/171-169 süneni Nesei Suyuti şerhiyle, c/2. s/37
---------

6.BÖLÜM

 

EVLİYA KABİRLERİNİN YANINDA NAMAZ KILMAK VE DUA ETMEK

Vehhabilerin kitaplarında en fazla sözü edilen konulardan biriside, evliya kabirlerinin kenarında namaz kılmak, dua okumak ve kabirlerinin üzerinde çerağ yakma konusudur.

Bu ekolün temelini atan şahıs "Kabirleri Ziyaret" risalesinde şöyle yazıyor: (...)
" Geçmiş önderlerden hiçbiri, evliya meşhedlerin de ve kabirlerin yanında namaz kılmanın müstehap olduğunu veya diğer yerlere nazaran, oralarda namaz kılmanın ve dua etmenin daha faziletli olduğunu söylememişlerdir.
Ancak tümü, mescid ve evlerde namaz kılmanın, evliya ve Salihlerin kabirlerinin bulunduğu yerlerde namaz kılmaktan daha faziletli olduğu konusunda birleşmişlerdir."
Medine alimlerine ait olan cevapta da şöyle okuyoruz: (...)

"İyi olanı, dua ederken peygamberin kabrine teveccüh etmeyi men etmektir. Güvenilir kitaplarda da iyi olanı, onun yasaklanmasıdır. Bunun dışında, yönlerin en iyisi, kıble yönüdür."

Bu konu zamanla yasak aşamasından "şirk" aşamasına gelmiştir. Şimdide onlara göre böyle bir iş yapmak, şirktir. Onu yapanlar ise, "müşrik" olurlar.
İlk önce şunu hatırlatalım ki, herhangi birisi, kabirin yanında kabir sahibi için namaz kılsa, ona tapsa ve onu kendine kıble yapsa, şüphesiz bu şirk olur. Fakat şu bir gerçektir ki, yeryüzünde hiçbir Müslüman, Peygamber ve evliyaların yanında, ne böyle bir işi yapıyorlar, ne ona ibadet ediyorlar ve nede onun kabrini kendilerine kıble ediniyorlar!
------------------
- Ziyaret-ül kübur kitap- s/159 -160
------------------
Buradan yola çıkarak "şirk" düşüncesi hayal ürünüdür. Müslümanların evliya kabirinin yanında namaz kılıp dua etmelerinin nedeni, Allah dostunun defnolunduğu yere yaklaşmak isteğinden başka bir şey değildir!

Onlar o mekanda, Allah dostlarından birisinin defin olunmasından dolayı, Allah'ın özel bir şerefine nail olduğunu düşünerek ve amellerinin de bundan dolayı, daha fazla sevap kazandıracağını umarak, ziyareti yapmaktalar.

Şimdi şu konu üzerinde durmamız gerekir; acaba Salih insanların bedenleri herhangi bir yere defin olunmasıyla, o yer özel bir değer kazanır mı kazanmaz mı? Eğer Kur'an ve Sünnetle böyle bir hüküm sabitleşirse, büyük İslam önderlerinin bulundukları yerlerde namaz kılmanın ve dua etmenin fazileti şüphesiz olacaktır.

Böyle bir durum olmazsa dahi, onu yasaklayıp, haram ilan etmek imkansızdır. Kaldı ki aynen diğer mekanlarda olduğu gibi, oralarda da namaz kılıp, dua etmek, caiz ve doğrudur, herhangi bir fazileti olmasa bile!
Konunun odağı şu olmalıdır; acaba evliyanın defnolunduğu yerin özel şeref ve fazileti içerdiği bir konu var mı? Bu konuya dair, Kitap ve Sünnette de delil var mı?

Bu gerçeği, aşağıda kaydedilen ayeti dikkate alarak, açıklamak mümkün:
1- "Kehf Asabı" hakkında, muvahhid topluluk, şu görüşü ileri sürdüler: (...)
"Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız." (Kehf/21)

Onların defin olundukları yerin üzerine mescid yapmaktan amaç, kendi farz amellerini yerine getirmekten başka bir şey değildir. Başka bir deyimle, amaçları, orada namaz kılmak ve dua etmektir. Onlar şöyle düşünüyorlardı: " Bu yer, Allah'ın sevgili kullarının, orada defnedilmesiyle, özel bir değer kazanmıştır. O yerin faziletinden faydalanmalı ve daha fazla sevap kazanmalıyız.

Kur'an bu konuyu muvahhid bir topluluktan naklediyor ve bu olay karşısında da sesini çıkartmıyor. (görüş bildirmiyor.) Eğer bu amel temelsiz bir iş olsaydı, yada boş ve yersiz olsaydı, asla onun karşısında sessiz kalmaz ve güzel bir dille, onun hata olduğuna işaret ederi. "Susmak kabullenmenin işaretidir." Sözü gibi, ona razı olur gibi sessiz kalmazdı!

2- Kur'an'ı Kerim, kendi evini ziyaret edenler, İbrahim makamında, yani İbrahim'in durduğu noktada, namaz kılmalarını buyurmuştur; Nitekim şöyle buyuruyor: (...)
"İbrahim'in makamını namaz yeri edinin." (Bakara/125)

Siz bu ayeti kimin eline verseniz, şunu anlar: "İbrahim bu noktada durup mutlaka, Allah'a ibadet etmiştir. Bundan dolayı orası, şeref ve fazilet kazanmıştır. İşte bu yerin mübarek oluşu ve şeref kazanması dolayısıyla, Müslümanlar orada namaz kılıp, teberrük edinmeleri buyrulmuş.

İbrahim'in durduğu bir yer, şerefli ve faziletli sayılırsa, hakk yolunun şehitlerinin ve faziletli insanların bedenlerinin defin olunduğu yerler, şerefli ve faziletli sayılmaz mı acaba? Orada kılınan namaz daha faziletli ve yapılan dua da daha fazla kabule şayan olmaz mı?

Her ne kadar, bu ayet İbrahim (a.s) hakkında nazil olmasa da, acaba ondan külli (Genel) bir hüküm çıkartılmaz mı?
" Devaniki" Peygamberin Mescidinde Ehl-i Sünnet fakihlerinden olan İmamı Malik ile tartışmaya girer ve ondan şöyle sorar: " Dua edeceğim zaman yüzümü kıbleye çevirerek mi edeyim, yoksa yüzümü Allah Resulünün kabrine çevirerek mi dua edeyim? Malik şöyle cevap

---------------------
- Zemahşeri, "Keşşaf Tefsirinde", ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Müslümanlar orada namaz kılıp, onların mekanlarına yakınlaşıyorlardı." Nişaburi kendi tefsirinde ayetin konumuyla ilgili şöyle yazıyor: "Müslümanlar orada namaz kılıp teberrük ediyorlardı."
---------------------
verir: " Peygamberden niçin yüz çeviresin! Oysa ki, o senin ve baban Adem'in vesilesidir, yüzünü Resulün kabrine çevir ve şefaatini iste ve ondan senin için şefaat etmesini dile."

Bu tartışma ve konuşmadan anlaşılıyor ki; Hz. Peygamberin kabri yanında dua etmek caizdir ve hiçbir sakıncası yoktur.
Mensur ile Medine liderinin arasında, birinin diğerine üstünlüğü konusunda bahis geçmiş, İmam-ı Malik'de görüşünü belirterek, kabre yüz çevirmek kıbleye yüz çevirmek gibidir, diye açıklamıştır.

3-Miraç ile ilgili haberlere müracaat etmek, bu gerçeği daha fazla aydınlığa çıkartıyor. Çünkü miraçla ilgili haberlerde, Resul (s.a.a)ün "Teyyibe", "Turi Sina" ve "Beyt-ül Lahm" gibi bölgelerde, namaz kıldığı bildiriliyor.

Cebrail (a.s) Hz.. Peygamber (s.a.a)'e şöyle soruyor; "Ey Allah'ın elçisi namaz kıldığın yerin neresi olduğunu biliyor musun? "Sen İsa'nın doğduğu yerde namaz kıldın"
Bu hadisten şöyle yararlanılıyor: Peygamberin bedeniyle temas eden bir kaç noktada namaz kılmak faziletli olur. Bu yerin yakınlaştırıcı olmasının nedeni ise, Hz. Mesih'in orada doğması nedeniyledir.

4- "Hacer" ve "İsmail", Allah yolunda çektiklerine sabır ve yakınlık için gösterdikleri tahammülden dolayı, öyle bir makama ulaştılar ki, onların üzüntü yerleri ibadet yerine dönüştü; "Sefa ile Merve" arası.

İbn-i Teymiye'nin talebesi şöyle diyor: Eğer gerçekten bu iki şahıs ayaklarını bastıkları yer, Allah yolunda gösterdikleri sabır ve dayanıklılıktan dolayıysa ve Müslümanların bu noktada Allah'a ibadet etmeleri, azametli Sa'yı yerine getirmeleri emr olunacak derecede
----------------
- "Vifa ül vifa" fi ahbari Darül Mustafa, c/3. s/1376
- El- hesais ül kübra, yazarı: Abdurrahman Es Suyuti.
- Cela-il efham fisselat vesselam ala hayril enam, yazarı ibn-il kayyim s. 228
----------------
mübarek kılınmışsa, o halde, toplumu ıslah uğrunda, sabır ve dayanıklılığın en büyüğünü gösteren peygamberimizin defnolunduğu yer neden mübarek bir yer olmasın? Orada dua ve namazın niçin fazileti daha fazla olmasın?

5- Şayet kabrin kenarında namaz kılmak meşru olmaz ise, peki neden Ümmül Müminin Ayşe bir ömür boyu, peygamberin defnolunduğu odasında namaz kılıp Allah'a ibadet ile meşkul oldu?

İslam muhaddislerinin peygamberden naklettikleri şu hadis: "Allah Yahudi ve Nasranilere lanet etsin ki, peygamberlerinin kabirlerini mescid yaptılar." Vehhabiler bu hadis ile Allah dostlarının kabirlerinin kenarında namaz kılmanın haram olduğuna delil getiriyorlar. Oysa bu hadis anlam bakımından şöyledir:

Onlar peygamberlerinin kabirlerine secde ediyorlardı, onlara ibadet ediyorlar ve onları kıble ediniyorlardı, bunların hepside tevhide ters işlerdir. Eğer hadisin anlamı Vahhabilerin söyledikleri gibi olsaydı, hadisi rivayet eden Ayşe'nin kendisi, neden elli yıla yakın o odada namaz kıldı ve Allah'a ibadet etti?

6- Eğer peygamberin defnolunduğu yerin özel bir önemi olmasaydı (Bazı zatlar) kendi cenazelerini peygamberin yanına defnettirmek için, neden iki hafta ısrar ediyorlardı? Ali oğlu Hasan (a.s) niçin pak bedeninin, ceddinin yanına defnedilmesini vasiyet etti? "Eğer düşmanları onun cesedini dedesinin kabri yanına defnedilmesine engel olurlarsa, Bâki mezarlığına defnetsinler." Diye buyurdu.

Peygamberin kabrinin kenarında, kıbleye doğru yüzünü çevirip Allah'a ibadet etmekten başka ve o yerde fazilet elde etmekten başka bir hedefi olmayan Müslümanlar ile bu hadisin, ne gibi bir bağlantısı var?

Peygamberin azize kızı; sahihlerde bulunan hadislere göre "Onun hoşnutluğu, Allah'ın ve Resulü'nün hoşnutluğu, onun gazabı da Allah'ın ve resulünün gazabıdır." İşte bu insan, her cuma günü amcası "Hamza"nın kabrini ziyarete gidiyor, orada namaz kılıyor ve ağlıyordu. Hadisin metni işte: (…)
7- Bu deliller ve Müslümanların hareketleri:

Onlar, Allah dostlarının ve hak yolunun fedakarlıklarının defnedildiği yerlerde namaz kılıyor, dua ediyor ve ibadete dalıyorlardı, bunların tümünden anlaşılıyorsa ki; bu tür yerlerde, dua edip, namaz kılmak, daha şerefli ve daha ziyade sevap kazandırıyor. Bunları yaparlarken de amaçları, oranın şerefine ulaşmak ve Allah'ın sevgisinin bulunduğu bir yerde ibadet etmekten başka bir şey olamaz.

Siz Kur'an ve hadisler de, bu bölgenin şerefine ve buralarda namaz kılıp, dua etmenin faziletine dair herhangi bir delilin bulunmadığını düşünseniz bile buralarda namaz kılmak niçin yasak olsun. Ayrıca bu merkezler, İslam'ın evrensel kanunu olan: "Yeryüzünün tümü, Allah'a ibadet yeridir." Hükmüne dahil olduğuna göre, Müslümanların Allah dostlarının kabirlerinin kenarında, namaz kılmalarının sakıncası nedir?

Yukarıda hatırlattığımız gibi "Yahudi ve Hıristiyanlar peygamberlerinin kabirlerini mescid yaptılar." Hadisinin amacı nedir? Bu hadisler hiçbir zaman, kabirlerin kenarında, kıbleye dönük olarak dua etmeye ve Allah için namaz kılmaya engel değildir ve bunları da kapsamaz.

"Vahhabi"lerin şiddetle karşı çıktıkları, Allah velilerinin kabirlerinin kenarında çerağ yakma konusu ise, önemli bir konu değildir. Zira "Vahhabi"lerin bu konudaki dayanakları, Sünen-i Nesei'nin İbn-i Abbas'tan naklettiği şu hadistir: "Peygamber kabirleri ziyaret eden kadınlara ve orayı mescid seçenlere ve çerağ yakanlara lanet etmiştir." Bu hadis çerağı yakmanın, malı israf etmek veya dünya milletlerinin bazılarına benzemek durumunu gösterir
-------------------------------
- Sünen-I Nesei c/4. s/96. Beyrut baskısı.
- Süne-i Beyhegi, c/4. s/78, Müstedrek-i hakim- c/1. s/377
- (…) (Allah Resulü şöyle buyuruyor: Yeryüzü benim için temiz ve mescid kılınmıştır. Müsned-i Ahmed, c/2. s/222
- Nesei , c/3. s/77. Mısır baskısı- c/4. s/ 95'de Beyrut baskısı, T………?……..usul c/4. s/210
----------------
gibidir. Ama çerağ yakmakta amaç Kur'an okumak, dua etmek, namaz kılmak veya diğer meşru menfaatler olursa, kesinlikle sakıncası olmaz. Hatta bu yüce amaçlar için bu bölgelerde lamba aydınlatmak: (...)

"(İyilik ve takva konusunda yardımlaşın)" ayetinin kapsamına girer, böyle bir durumda niçin yasak olsun!
Hadisi şerh edenlerin bir çoğunun, bu gerçeğe değinmiş olmaları sevindiricidir. Nitekim Sendi, Sunen-i Nesei'nin açıklamasında şöyle diyor: (…)
"Çerağ yakmanın yasaklanmasının nedeni, malın boşuna zayi edilmesinden başka bir şey değildir."

7.BÖLÜM:

 

İLAHİ VELİLERE TEVESSÜL ETMEK

(Evliyaları aracı yapmak)Allah dostlarının dergahlarına tevessül etmek, dünya Müslümanları arasında yaygın olan konulardan birisidir. İslam şeriatının Peygamber (s.a.a) vesilesiyle ilan edildiği gün, İslami hadisler kanalıyla onunda meşruiyeti ilan edilmiştir.

Yalnızca İslam'ın sekizinci asrında, "İbn-i Teymiye" tarafından inkar edildi. Ondan iki asır sonrada "Muhammed bin Abdülvehhab" vasıtasıyla bu hadis şiddet kazandı. İlahi evliyalara tevessül etmek yanlış ve bidat olarak tanıtıldı. Kimi zamanlarda "Evliyalara ibadet" olarak adlandırıldı. Allah'tan başkasına ibadet etmenin haram ve şirk olduğu kuşkusuzdur.

Biz ibadetin manası hakkında ayrıca bir konuya değineceğiz. Orada evliyalara tevessül etmenin iki çeşit olduğunu, birincisi "ibadet" ve şirk sayılacak tevessül vardır, "müstehap"
-------------------------
- Maide /2
- Süneni Nesei, c/3, s/77. Mısır baskısı ve c/4. s/95. Beyrut baskısı- şerh-ü …..? seğir, c/2. s/195'e bakınız.
-------------------------

ve "güzel" olup, ibadet kokusu bulunmayan tevessül vardır. Burada şimdilik o konuya değinmeyeceğiz. Önemli olan, ilahi evliyalara yapılan tevessül, iki şekilde yapılmasıdır. (..)

1- Ey Rabbim! Ben peygamberin Muhammed (s.a.a)'e tevessül ediyorum ki, hacetlerimi gideresin.
2- Onların Allah dergahında bulunan yakınlıklarına, makamlarına ve haklarına tevessül etmek, örneğin şöyle denmesi. (...)

"Ey Rabbim! Ben, onların senin yanında bulunan makam ve ihtiramlarını, hacetimi kabul etmen için vesile kabul ediyorum."
"Vahhabi"lerce, bu tevessülün her ikiside yasak kabul edilmiştir.

Oysaki İslami hadisler ve Müslümanların davranışları "Vahhabi"lerin görüşünün aksine şahitlik ediyor ve evliyalara tevessül etmenin her iki çeşidine de cevaz veriyorlar. Şimdi ilk önce, İslami hadislerin ikisini nakledip, ardından da Müslümanların davranışlarını işleyeceğiz. Bu iki delille bidat ve haram olma konusu da kendiliğinden yok olup gidecektir.

Fakat, ilahi evliyalara tevessül etme, onlara tapma ve ibadet etmemidir? Konusunu, "ibadetin anlamı" bölümünde açıklayacağız. O bölüm, bu konunun en hassas noktasını oluşturmaktadır.

HADİSLER BÖLÜMÜ

Tarih ve hadis kitaplarında bulunan birçok hadisler, ilahi evliyaların makamlarına veya zatlarına tevessülde bulunmanın doğru olduğuna şahitlik etmektedir. Biz burada yalnızca onların küçücük bir kısmını nakletmekle yetineceğiz.

İLK HADİS:

Osman bin Hanif'in hadisidir: (...)"Ama biri peygamberin huzuruna geldi "Rabbinden bana afiyet vermesini dile." Peygamber (s.a.a) istiyorsan dua edeyim istersen de sabret ki buda en iyisidir." Diye buyurdu.

Ama şahıs; "dua et" diye istedi. Peygamber (s.a.a) ona, abdest olmasını ve abdest alırken dikkat etmesini, iki rekat namaz kılıp şöyle dua etmesini buyurdu: "Ya Rabbi! Ben, peygamberin Muhammed vasıtasıyla senden istekte bulunuyorum, rahmet peygamberi ile sana teveccüh ediyorum. Ey Muhammed, benim hacetlerim hakkında senin vesilen ile Allah'a yöneliyorum ki, Allah benim hacetlerimi yerine getire. Ya Rabbi! Onun şefaatini, benim hakkımda kabul buyur!"

HADİSİN SENEDİ HAKKINDA BİR SÖZ

Hadisin senedinin doğruluğu ve sahih oluşu hakkında diyecek bir söz yoktur. Hatta "Vehhabilerin" önderleri, yani "İbn-i Teymiye" o hadisin senedinin sahih olduğunu doğrulamış ve şöyle demiş: "Hadisin senedinde yer alan Ebu Cafer'den maksat,

Ebu Cafer Hatmi'dir: Bu şahısta "Sike"dir- (güvenilirdir.)
"Vehhabi" nin çağdaş yazarı "Refai" tevessül hadislerini itibardan düşürmeye çalışmasına rağmen, bu hadis hakkında şöyle söylüyor: (...)
"Bu hadisin sahih ve meşhur oluşunda şüphe yoktur."

"Refai" "Et Tevessül kitabında şöyle yazıyor;
"Bu hadisi "Nesai", "Beyhaki", "Taberani" "Tirmizi" ve "Hakim" kendi kitaplarında nakletmişlerdir. Sonraki iki şahıs da (ve şefeehu fi) cümlesi yerine (Allahumme şeffini fihi) diye nakletmiştir.

"Zeyni Dehlan" "Hülasa tül Kelam" kitabında şöyle yazıyor;
"Bu hadisi Buhari kendi tarihinde, İbn-i Mace ve Hakim: Müstedrekte sahih senedlerle, Celalleddin Suyuti'de kendi "Cami"sinde nakletmiştir."
---------------------------
- Ahmed Mesnedin de "Ebu Cafer" "Hetmi" kelimesiyle tanıtılmıştır. Oysa İbn-i Mace Sahihinde sadece "Ebu Cafer" ismi geçmiştir.
- Et- Tevessül İla Hakikat-il Tevessül kitabı-s/158
- Aynı kaynakta
--------------------
Yazar, bu hadisi aşağıdaki kaynaklardan naklediyor:
1- "Süneni İbn-i Mace" cilt.1. s.441. "Darü" İhya ül Kitab-ül Arabbiye" İsa (a.s) el Babı El Halebi ve ortakları" Yayın evi. Muhammed Fuat Abdul Baki'nin tahkiki, hadis numarası:1385

İbn-i Mace, Ebu İshak'tan şöyle naklediyor: (Haza hadisun sahihun) "Bu hadis sahihtir."
Sonrada şöyle ilave ediyor; bu hadisi Tirmizi "Ebvab-ül Ediye" kitabında nakletmiştir ve şöyle demiştir: (bu hadis haktır, sahihtir, gariptir.)
2- "Mesned-i Ahmed bin Hanbel" c. 4. s. 138. Osman bin Hanif'in Mesnedinden El- Mekteb-ül- İslami baskısı, Beyrut yayın evi. Bu hadis üç yoldan nakledilmiştir.

3- "Müstedrek-i Hakem" c.1. s.313. Haydarabat ofset baskısı. Hadisi naklettikten sonra, şöyle diyor: (...)
"Bu hadis sahihtir. Şeyheynin şartına dayanarak onu nakletmediler."

4- "El- Cami üs Seğir" Suyuti nin eseri "Tirmizi"den ve "Müstedrek-i Hakim"den naklen. Sayfa-59.
5- "Telhiz-ü Müstedrek" Zehebi'nin Eseri, 748'de vefat etmiş ve müstedrek'in alt kısmında basılmıştır.
6- "Et-Taç" c.1. s.286. bu kitap "İbn-i Mace" sahih-i hariç, beş sahihin hadislerinin tümünü içine almıştır.
Buna göre, hadisin senedinde konuşulacak ve denecek hiçbir durum yoktur.

Siz bu hadisi Arap dilini bilen birinin eline verseniz, onun kafası da Vehhabi düşüncelerle karışmış olsa, ona; "Peygamberin ama'ya öğrettiği dua'da ona nasıl yol gösterdiği, izin verdiği ve duasının kabul edilmesi, için nasıl yol gösterdiği," sorulsa, derhal size şöyle cevap verirdi: "Peygamber ona, kendisine rahmet peygamberini vesile yapmasını ve tevessül etmesini, bu şekilde de hacetinin- dileğinin kabul görmesini" bildirmiştir. Aşağıdaki cümlelerden bu konu daha da iyi anlaşılır.

A- "Ya Rabbi! Peygamberin vesilesiyle sana el açıyorum ve senden soruyorum."
"Nebiyyike kelimesi öndeki iki cümleye aittir: Biri "Es-elüke" diğeride "Eteveccehü ileyke" cümleleridir.

Daha açık bir deyişle, hem nebinin vesilesiyle, Allah'tan istiyor ve hem de onun vesilesiyle yüzünü Allah'a doğru çeviriyor. Nebiden kastım, Nebinin kendisidir, yani duasını kastetmiyorum. Kastın, "Bi dua-i Nebiyyike" (Nebinin duası vesilesiyle) olduğunu düşünenler, görünene terstirler ve delilleri yetersizdir. "Dua" lafzını takdir de tutuyor.

Bu onun düşüncesinin zıddına olur, sonuçta'da şöyle desin: "Maksat peygamberin duasına tevessül etmektir, zatına değil. Fertlerinde dualarına tevessül etmenin sakıncası yoktur."
B- Muhammed rahmet peygamberidir;Allah'tan istekte bulunmadaki gayesinin Peygamber (s.a.a) hürmetine ve onun vesilesiyle olduğunu anlatmak için, "Nebiyyike" kelimesini "Muhammed rahmet peygamberidir." Cümlesiyle tarif etmiştir.

Bu tarif de hem hakikatı aydınlatmış ve hem de hedefi belirtmiştir.
C- "Ya Muhammed inni eteveccehü bike ila rabbi" (Ey Muhammed ben senin vasıtanla Rabbime teveccüh ediyorum.) cümlesi, bize "Muhammed kendisine dua edenin ne yaptığını" anlatıyor. Onun duasının kendisine taraf tuttuğunu değil.

D- "Ve Şefi hü fiy" cümlesinin anlamı şudur: Yani, Ya Rabbi, O'nun bana şefaatçi kıl ve onun şefaatini benim hakkımda kabul buyur. Bu cümlelerin tümünde, söz konusu olan peygamberin kendi duası ve büyük şahsiyetidir, duası söz konusu değildir.

Bu açıklamamızla, Vehhabi yazar "Refai" nin "Ettevsil ila Hakikatil Tevessül" kitabında sözünü ettiği beş iddia çürümektedir. Biz bu iddiaların cevabını geniş bir şekilde "Tevessül" kitabında yazıp işledik. İstekli olanlar aynı kitabın 147-153.cü, sayfalarına başvurabilir.

İKİNCİ HADİS

 

İSTEYENLERİN RIZASI İÇİN ARACI KABUL ETMEK

(Tevessül)"Atiyye- Evfi" Ebu Said el Hudri'den, Peygamber (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: Kim namaz kılmak için evinden çıksa ve bu sırada, şu duayı okursa, Allah'ın rahmetiyle karşılaşır ve bin melek onun için bağışlanmasını isterler.

"Rabbim, senden Salihlerin hürmetine, senden sana ilettiğim arzularım hürmetine istiyorum. Ben itaatsizlik, iyi geçinmemek, riya ve sem'ihi açısından evimden çıkmadım. Ben senin gazabından kaçınmak ve rızanı kazanmak için çıktım. Senden beni ateşten korumanı, günahlarımı bağışlamanı diliyorum. Zira günahları senden başka kimse bağışlayamaz."

Söz konusu hadis, çok açıktır. İnsanın Allah'tan istekte bulunduğu zaman, hak menzil ve makamını ve Salihlerin şe'nini, kendisiyle rabbi arasında vesile kılabileceğini ortaya koyuyor. Hadisin, bizim maksadımıza yönelik olduğu da açıktır.

ÜÇÜNCÜ HADİS

 

PEYGAMBER(S.A.A)KENDİNE ARACI KABUL ETMEK

"Hz. Adem (a.s) Allah'ın emrine muhalefet ettikten sonra, Allah'tan aldığı kelimeler ile Tevbe etti. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: (...)
--------------------------

- (….) "Hafız muhammed bin Ebi Abdullah? bin Mace Kazvini'nin sahih-i ki altı sahihten biridir. Müracaat ediniz. c/1. mesacid bölümü, s/261-262, Mısır-baskısı yine "imam-ı Ahmed bin Hanbel Mesnedi. c/3. 21. hadise bakınız.
- Buranın dipnotu yazılmamıştı……………………………?

- (…) (Bakara/35) ayetinde gelen emir, Mevlevi emri değildir. İrşadi emirdir. Başka bir deyişle, bu emrin nasihat yönü vardır, böyle bir emire muhalefet etmek ile yüz yüze gelmek olur.
------------
"Derken Adem, rabbinden (bir takım ) kelimeler aldı. (Allah'da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri kabul edendir. Esirgeyendir.
Müslüman muhaddis ve müfessirlerden bir bölümü, ayette açıklanan kelimelerin tefsirinde, aşağıdaki hadislere dayandırarak bazı görüşler belirtmişlerdir ki onların metinleri dikkat edilmeyle anlaşılıyor.

"Taberani" "El- Mü'cem üs Sagır" kitabında ve "Hakim Nişaburi" Müstedrek-i Sihah'da, "Ebu Naim İsfahani ve Beyhaki: Delail'ün Nübüvve kitabında ve İbn-i Esakiri Şami" kendi tarihinde ve Suyuti: El Darrül Mensur'da ve ayrıca Ruh'ul Meani'de Ömer İbn-i Hattap senediyle, Peygamber (s.a.a) in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Adem günah işleyince, başını gökyüzüne dikti ve şöyle dedi: (Ya Rab!) senden Muhammed'in hakkına beni bağışlamanı istiyorum. Allah ona; Muhammed kimdir? Diye sordu: Adem cevap verdi: Beni yarattığında ve başımı arşa diktiğimde arşta şöyle yazıldığını gördüm: "Allah'tan başka mabud yoktur ve Muhammed onun Resulüdür." Kendi kendime şöyle düşündüm:

Muhammed onun yarattıklarının en büyüğüdür ki, Allah onun adına, kendi isminin kenarında yer vermiştir." Bu sırada ona şöyle vahyolundu: O senin zürriyetinin en son peygamberidir. Şayet o, olmasaydı, seni yaratmazdım."
------------------
Şayet bir doktor, soğuk olan hastasına, turşu ve karpuz yemesini söylerse onun emrine muhalefet etmek, hastalığın şiddetini artırır. Kur'an'da bir çok ayette, Allah'ın nehyinin, irşad-i nehiy olduğuna şahidlik ediyor. O yasağın sonucu da, amelin vaz-i eseri olan behişten çıkmaktan başka bir şey değildir. Lütfen Taha süresinin 118-119. ayetlerini ve Kur'an'ın müşkül ayetlerinin sahih tefsiri) kitabına, onuncu konu s/73'ten 82'ye kadar olan sayfalara müracaat ediniz.

- Bakara/37
- "Müstedrek-i Hakim" c/2. s/615 "Ruh'ul meanı, c/1. s/217. El-Darul mensur c/1. s/59.Taberani, Ebu Naim İsfahani ve Bey haki'den nakletmiştir.
- Hadisin metni, " El Dar ül Mensur" kitabından alınmıştır. Hakimin müstedrek'inde naklettiği hadisin metni, bu metinle az bir değişikliği vardır. Fakat mana yönünden aynıdır.
--------------------------

BU HADİS HAKKINDA BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ

1-"Kur'an-ı Kerim'de, bizim aramızda yaygın olanın aksine, kelime lafzı, zatlara- şahıslara ait olmuştur. Örneğin:
a- (...) "Allah, sana Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) tasdik eden Yahya'yı müjdeler." (Al-i İmran/38)
b- (...) "Ya Meryem, doğrusu Allah, kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. (Al-i İmran/45)
"Meryem oğlu İsa, ancak Allah'ın peygamberi ve kelimesidir. (Nisa/171)

Deki Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa, elbette deniz tükeniverirdi. (Kehf:108)
Deki yedi deniz daha eklenerek yardım etse, yinede Allah'ın kelimelerini yazmakla tükenmez." Lokman/27)

Söz konusu ayette "kelimat" lafzının yazılmasına dikkat ederek kelimelerin yazılmasında. Amaç, vesile- aracı kabul edilen "mukaddes zatların ve şahsiyetleri olduğunu söyleyebiliriz.

Kaydedilen rivayette ise şahsiyet sahibi insanlardan, sadece "Muhammed"in ismi geçmektedir bu nedenledir ki, Şii rivayetlerinde, bu gerçek iki çeşit nakledilmiş kimi vakit "kelimat" lafzı bu mukaddes zatların isimlerine dikkat edilmiştir ve imi zamanlarda da onların nurani ruhlarına kast edilmiştir.

İşte her iki tefsirde: Adem arşta yazılan bir kısım yazılar gördü, onları aracı kıldı. O'na şöyle denildi: "O isimler Allah'ın değerli yarattıklarının isimleridir. Onlar Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in isimleridir Adem, tövbesinde onları aracı edinmiştir."
-----------------------------
- Mecme'ul Beyan…………….. c/1. s/89. seyda baskısı. Tefsir-i Burhan, c/1. s/86-88-2-5-11 ………… hadisler.
----------------
Şimdi de diğer hadisleri Adem'in o beşlerin nurani benzerlerini gördüğünü anlatıyor. Bu rivayetlerden haberdar olmak için "Burhan" tefsirine bakınız.
2- Hadis ve tarih kitaplarına bakıldığında, Hz. Adem'in Hz. Peygambere tevessül etmesi meşhur ve bilinen bir konu olduğu anlaşılmaktadır. Zira İmam Malik Peygamberin hareminde Mensuru Devanegi'ye şöyle demiştir. Peygamber seninde ve baban Adem'inde tevessül aracıdır.
İslam şairleri bu gerçeği dile getirip şöyle demişler:

Muhammedei vasıtasıyla Allah, Adem'in duasını kabul etti.
Ve Nuh'u geminin içerisinden kurtardı.
Adem'in günahı Onların vasıtasıyla bağışlandı.
Allah dergahının vasıtası ve parlak yıldızı olan kimselerdir.

DÖRDÜNCÜ HADİS:

 

PEYGAMBERİN PEYGAMBERİ ARACI KABUL ETMESİ

(…) "Esad kızı Fadime vefat edince, Allah Resul (s.a.a)'ü onun ölümünden haberdar olduktan sonra onun başının ucunda oturdu ve şöyle buyurdu: Ey annemden sonraki annem, Allah sana rahmet eylesin, sonra Üsame,

Ebu Eyyüb, Ömer bin Hattab ve siyah bir köleydi, kabir hazırlamaları için çağırdı, kabir hazırlanınca, Allah Resulü kendi eliyle lahd (mezarın içinde kazılan mezar beşiği) kazdı onun toprağını da kendi elleriyle çıkardı. Sonrada kabrin içine yanı üzerinde uzandı ve şöyle dua etti.
----------------
- Burhan tefsiri c/1. s/87. 13-15-16. hadisler
- okunmuyor dipnot lütfen siz ekleyin
- OKUNMUYOR.YAZILAR
------------------
Öldüren ve dirilten Allah, diridir. Ölmez, peygamberin ve benden önceki peygamberlerin hakkına; annem Esad kızı Fatma'ya mağfiret eyle, onun yerini geniş kıl!"

"Hülasatül Kelam" kitabının yazarı şöyle diyor:
"Bu hadisi Taberani "Mu'cemi Kebir ve Evsat" kitabında, İbn-i Haldun ve Hakim'de nakletmişlerdir ve onun sahih olduğunu da tastik etmişlerdir.
"Seyyid Ahmed Zeyniye Dehlani" "Eddureru Esensiye fi Reddi Akıl Vehbiye" kitabında şöyle yazıyor.

"Tanınmış Muhaddis İbn-i Ebi Şeybe, Cabir'de bu hadisi nakletmişler."
Yine İbn-il Abdulbirr, Abbas'tan ve Ebu Naim Enes'ten naklettiler bu konuların tümünü Celaleddin Suyuti kendi "Cami ul Kebir" kitabında anlatmıştır.
Yazar bu iki hadis kaydedildiği şekilde iki kitaptan nakletmiştir. Bazısı söz konusu duayı içine alır, bazısı da almaz.

1- "Hilyetil Evliya", "Ebu Naim İsfahani" c/3. s/121.

2- "Vifa ul Vifa" "Semhudi" c/3 s/899

BEŞİNCİ HADİS:

 

PEYGAMBERİ ARACI KABUL ETMEK

İslam muhaddislerinden bir bölümü sahra nişin bir Arabın Peygamber (s.a.a)'e gelerek şöyle söze başladığını naklederler: (...)
"Biz senin yanına öyle bir halde geldik ki, ses edecek bir devemiz ve nede mışıldayarak uyuyan bir çocuğumuz vardır.
---------------------

- Keşf- ül İrtiyab, s/ 312. Hülasatül kelam'dan naklen
- Eddurrü Seniye, s/ 9.
- " ye'ti" "é'tit" gelmedir. Uyuyan çocuğun sesi anlamındadır.
-----------------------
Sonra şu şiiri okudu: (…)
Biz senin yanına geldik, öyle bir halde ki atların göğsünden kan damlıyor. Çocuğun annesi kendi çocuğundan uzaklaştırılmıştır. Milletin yiyeceği hiçbir şey yokumuzdur. Meğer kıtlık yıllarında yiyilen yabani karpuz ve kan kürk gibi kötü yiyecekler. Bizim sana sığınmaktan başka bir çaremiz kalmamıştır. Peygamberden başka kime halk sığınabilir. (...)

"O beyaz cehre ki, onun yüzüne bulutlardan yağmur istenirdi. Yetimlerin sığınağı, sahipsiz kadınların elinden tutan idi. Derdi olan Haşim Oğulları Onun etrafında dönüyorlardı ve onlar onun yanında nimet ve ikram içindeydiler."

"Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Evet benim amacımda okuduğunuzun aynısıdır sonra Ali (a.s) onun şiirinden bir kısmını okudu ve Allah Resulü minberin üzerinde Ebu Talip için, Allah'tan rahmet diledi. Sonra da Ben-i Kenane kabilesinden olan birisi kalktı, birkaç beyt okudu ki, o okuduğu beytin ilkinin anlamı şöyledir:"

"Hamd sana mahsustur, Ey Allah'ım! Şükreden kullardan sana hamd olsun. Biz peygamberin yüzü hürmetine yağmurdan doyduk."
Bu konu için bir çok kaynaklar zikrolunmuyor. Fakat yazar onu aşağıdaki kaynaklardan naklediyor:
A- Umdeti'ül Kafi fi Şerh-i Hadis'il Buhari, c / 7. S / 31. yazarı, Bedreddin Mahmud bin Ahmed'ül Ayn 855 yılında vefat etmiş. İdare-i et Tebaet il Müniyriye baskısı.

B- Şerhi İbn-i Ebil Hedid- Nehcül Belağa şerhi, c / 14. S / 80.
C- Seyretül Halebi- c / 3. S / 263.
D- "El Hüccet-ü Alezzahib ile Tekfir-i Ebi Talib" yazarı, Şemseddin Ebi Ali Fehhar bin Mued, 630 yılında vefat. Alevi matbaası, Necef baskısı. S /
H- " Seyre-i Zeyniy Dehlani" Seyre-i Halebi Haziyesinde, c / 1. S / 81

ALTINCI HADİS

 

PEYGAMBERİN ZATINA TEVESSÜL ETMEK

"Allah'tan başka bir ilahın bulunmadığına inanıyorum ve sen her gizliye eminsin, sen Allah'a diğer peygamberlerden en yakın vesilesin, ey en temiz ve en muhteremin evladı, ey gönderilenlerin en iyisi senin emirlerinle amel etmek, bizim başımızın tüyünün beyazlanmasına neden olsa dahi sana gelenleri bize emret! Bana o günde şefaatçi ol ki, şefaatçilerin şefaati Sevad bin Kabin durumuna hurma çekirdeği kadar dahi faydalı olmayacaktır."

Ehl-i Sünnetin tarih ve hadis kitaplarında "aracı bulmak" hakkında geçen bazı hadisleri buraya kadar naklettik. Şii önderlerin mukaddes zatlara tevessül etmek hakkında kaydedilen hadisleri, o kadar sarih ve kesindir ki, bir çok dualarında bile kaydedilmiştir.

İslam'ın hükümlerini biz, acaba: İbn-i Teymiye ve yada "Muhammed bin Abdülvehhab gibilerden mi öğrenmeliyiz? Yoksa, iki büyük emanet hadisi (sakaleyn hadisi) gereği Sıkl-i Asger ve Kur'an'ın adaletine sahip olan, Peygamber (s.a.a) hanedanından mı öğrenmeliyiz?

Şimdi biz, "Sahife-i Aleviye veya Hz. Hüseyin (a.s)'ın Arefe Duasından" yada Sahife-i Seccadiye'de geçen bir çok duanın arasından sadece bir kıtasını nakletmekle yetinmeyeceğiz. Önceki Aşere-i Kamil hadisiyle birlikte;

YEDİNCİ HADİS

Şehidlerin reisi (İmam Hüseyin (a.s)) duasında şöyle demiştir.
"Ya Rabbi! Bana farz edip ve azametli kıldığın böyle bir günde, sana yönelip, seni peygamberinin, elçisinin ve mahlukunun en hayırlısının hakkında yemin veriyorum."
----------------
- El- Dürrüsseniye s/29. yazarı zeyni dahlani ve ettevesülü ila hakikatil tevsil s/….
- Sahifey-i Aleviye, Hz. Ali (a.s) ın dualarıdır, "şeyh Abdullah Semahiyçi, derlemiştir.
- Mefatihül Cinan, Arefe duası.

Yeni yorum ekle