VAHHABİLİK EKOLÜ_2

OLAĞANÜSTÜ İŞLERİ İSTEMEK ŞİRK MİDİR?

Her yaratığın "illet ve malul "kanunu gereği, kendisi için bir illeti vardır. Onun varlığı o illet olmaksızın mümkün değildir. Neticede alemde var olan hiçbir yaratık illetsiz var olamaz.

Evliyaların kerametleri ve peygamberlerin mucizeleri de illetsiz değildir, varolan tek şey, onların illetinin maddi ve tabii olmamasıdır. Bu da "onlar için illet yoktur" demekten çok ayrı bir ifadedir. Şayet Hz. Musa'nın asası ejderhaya dönüşüyorsa, ölüler Hz. İsa'nın sebebiyle diriliyorsa, Ay, İslam Peygamberinin vesilesiyle ikiye bölünüyorsa, çakıl taşları peygamberin elinde zikir ve tesbih ediyorsa vs...

bunların hiçbirisi illetsiz değildir. Bu hususlarda varolan tek şey, tabii illet veya tanınan herhangi bir maddi illetin işin içerisinde olmamasıdır, aslında illetin bulunmaması ve olmaması diye bir şey söz konusu değildir.
Kimi zaman tabii işleri bir insandan istemenin şirk olmadığı, olağan üstü işleri ondan istemenin şirk olduğu tasavvur edilmektedir. Şimdi bu görüşü araştıracağız:

CEVAP

Kur'an, Peygamber veya diğer şahıslardan, olağanüstü bir kısım işlerin istenildiği ile ilgili bazı durumlar hatırlatıyor, öyleki o istekler maddi ve tabii kanunlar dışında olan isteklerdir. Kur'an bu istekleri naklederken de o istekte bulunanları tenkit etmeksizin nakletmiştir.
Örneğin Kur'an'ın beyanına göre Musa'nın kavmi, Musa'ya doğru gelmiş ve ondan kuraklıktan kurtulmaları için yağmur -su- talebinde bulunmuşlar. Nitekim ayette şöyle buyruluyor;

-"Musa'nın kavmi ondan su istediğinde, "Asanı taşa vur" diye vahyetmiştik.
Burada şöyle denilebilir; canlı birinden olağanüstü bir şey istemenin sakıncası yoktur, fakat sözümüz böyle bir şeyi ölen birinden istemektedir.
Bu sözün cevabı açıktır, zira ölüm ve hayat tevhit esasına uygun bir amelde o derece farklılık yaratıp birini şirk diğerini ise aynı tevhit durumuna getiremez. Ölüm ve hayat ancak faydalı olmasında veya faydalı olmamasında eser bırakabilir, tevhit ve şirk hususunda değil.

SÜLEYMAN BELKIS'IN TAHTINI İSTİYOR

Hz. Süleyman, meclisinde hazır bulunanlardan, Belkıs'ın tahtını hazır etmelerinde, onlardan olağanüstü bir iş yapmalarını istiyor. Ve şöyle diyor: -(Süleyman şöyle dedi ):Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir.
- Cinlerden İfrit: "Sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir güce sahibim" dedi.

- Kendi yakınında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapatmadan) onu sana getirebilirim."Derken (Süleyman ) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: Bu Rabbimin fazlındandır."

Öylesine bir görüş doğru olursa, tüm asır ve dönemlerdeki peygamberlik iddiasında bulunanlardan mucize istemek küfür ve şirk sayılırdı. Zira millet, olağanüstü bir iş olan mucizeleri, peygamberlik iddiasında bulunan şahısın kendisinden istiyorlardı, onu gönderen Allah'tan değil. Odur ki ona şöyle söylüyorlardı:
-------------------------------

- Araf Suresi, ayet / 16, Bakara Suresi ayet / 60'a kadar müracaat ediniz.
- Neml Suresi Ayet:38,39,40.
-----------------
- Eğer gerçekten bir ayet (mucize) ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)
Tüm dünya milletleri gerçek peygamberi yalancılardan seçebilmek için, hep bu yoldan girmişlerdir. Peygamberler de aynı şekilde bütün herkesin gelip mucizelerini görmeye davet etmiştir. Kur'an da yine mucize etrafında yapılan topluluklar ile peygamberlik iddiasında bulunanların sözlerini, inkar etmeden (ki buda onun makbul oluşunu hikayet ediyor) nakletmiştir.

Eğer araştırıcı bir topluluk İsa'nın huzuruna gitse ve ona; "iddianda doğru isen bu köre veya alacalı hastalığı bulunana şifa ver de görelim"diye söylese, değil müşrik olmaları, gerçek hakikat aşıkları arasında hesap edilmiş olurlar . Bu iş de övgüye şayan bir iştir.
Şimdi, şayet Hazreti İsa'nın gidişinden sonra, onun ümmeti, onun pak ruhundan hastalarına şifa vermesini isterlerse, niçin müşrik sayılsınlar. Oysaki tarafın ölüm ve hayatı tevhit ve şirkte müessir değildir.

Özetleyecek olursak: Kur'an'ın beyanına göre, Allah'ın seçkin kullarından bir bölümü olağan üstü işleri yapmaya kudret sahipleriydi, bazı durumlarda bu kudretlerinden yararlanıyorlardı.

Şayet bu yolla bir şey istemek şirktir diye söylüyorsa, Süleyman ve diğerleri niçin istediler.
Şayet olağanüstü bir işi evliyadan istemek onların gaybi sultasına itikat etmeği gerektirir diyorsa, cevabı şudur: Gaybi güce itikat etmek, iki çeşittir: Biri aynı tevhittir, diğeri şirk unsurudur.
---------------

- Araf Suresi, ayet / 106.
- Hz.İsa'nın mucizelerini öğrenmek için Al-i İmran Suresi ayet 49 ve Maide
Suresi, ayet 100'den 110'akadar müracaat ediniz.
-------------------
Şayet canlı evliyadan istekte bulunmak sakıncasızdır, ölenlerden istenilmez diye söylerse, cevabı şudur: Ölüm ve hayat şirk ve tevhidin ölçüsü değildir.
Şayet normal yollar dışında borcun ödenmesini istemek veya hastaya şifa vermesini dilemek, Allah'ın işini ondan başkasından istemektir diye söylüyorsa, cevabı şöyledir: Şirkin esas kaynağı istenilen şahsı Allah veya ilahi işlerin yetkilisi olarak bilmektir. Gayri tabii bir işi ondan istemek, Allah'ın işini Allah'tan başkasından istemek anlamında değildir.

Zira ilahi işlerin ölçüsü "normal kanunların hududu üstünde olan şeylerdir"diye bir şey yoktur ki bu gibi istekler, onun işini Onun kulundan istemek olsun. Ancak ilahi işlerin ölçüsü "failin o işleri yerine getirmesinde bağımsız "oluşudur. Şayet bir fail ilahi güce dayanarak bir işi yaparsa, böyle bir işi ondan istemek, Allah'ın işini Allah'tan başkasından istemek değildir.

İster bu iş, alışılmış bir iş olsun ister alışılmamış bir iş olsun.
Allah kullarından şifa istemek hususu hakkında da şöyle diyoruz: Kimi vakit şifa ve buna benzer işleri evliyalardan istemenin, Allah'ın işinin ondan başkasından istemek olur diye tasavvur edilmektedir. Kur'an şöyle buyuruyor:
- Hastalandığım zaman bana şifa veren odur. (Şuara / 80.

Bu ayeti göz önüne alarak şöyle denilebilir. (Peygamberin kendisi hastalandığı zaman Allah'tan şifa istemesine rağmen çev). Maalesef biz nasıl diyebiliriz; "Ey Allah'ın Peygamberi! hastama şifa ver."Olağanüstü tüm istekler de işte böyledir.

CEVAP

Bu kitle ilahi işler ile beşeri işleri yine birbirinden ayırt edememişlerdir. Tabii akımlar dışında olan işlerin adını "Allah'ın işi" tabii ve maddi yönü bulunan işlerinde adının "beşer işi" koymayı tasavvur etmişlerdir.
--------------------

Bu kitle ilahi işler ile gayri ilahi işlerin ölçüsünü ya tanıyamamış veya tanımak istememişlerdir. İlahi işler ile beşeri işler arasındaki ölçü, kesinlikle normal veya normal dışı meselesi değildir. Şayet böyle olsaydı," Hint fakirlerinin" işleri "ilahi işler "olarak nitelendirilir ve onların tümünü de "ilahi" bilmek gerekirdi.

İlahi işlerdeki ölçü, "işi yapanın, yaptığı işinde kendisine dayalı olması ve kendisinden hariç başka bir kimseden yardım görmemesidir." Böyle birisinin işi ilahi iştir. Fakat kendi işini ilahi kudret dahilinde yerine getiren birinin işi, gayri ilahi bir iştir. O işin ister normallik ve maddi yönü bulunsun ister normalin ve maddinin dışında olsun.

Beşer, gerek normal ve gerekse tabiat kanunlarının dışında normal dışı yaptığı tüm işlerinde Allah'a dayalıdır ve onun kudretinden yardım almaktadır. Yaptığı her iş, Allah'tan aldığı bir gücün dahilinde yapılmaktadır. Böyle bir durumda böylesine bir kudrete sahip olmasıve yine o gücü gayesini gerçekleştirme doğrultusunda kullanması veya ondan bir şeyler istemesi, bunlardan hiçbirisi şirk unsuru olamazlar. Zira diyoruz ki bu aşamaların tümünde ona o gücü veren Allah'tır. O gücünden yarar sağlamasına da Allah izin vermiştir.

Büyük hocamız Hz. İmam Humeyni (Allah ona rahmet etsin) ilahi işi tanıma hakkın da şöyle buyuruyor:" İlahi iş, o işten ibarettir ki, fail, kendinden başkasının katkısı olmaksızın ve diğerlerinin gücünden yararlanmaksızın kendi işini meydana getirsin."

Başka bir deyişle: İlahi iş o işi yapanın yaptığı işte bağımsız, eksiksiz ve başkasına ihtiyaçsız olmasıdır. Gayri ilahi işlerde bunun tam aksidir.
Allah alemi yaratıyor, rızık veriyor sıhhat ve şifa bağışlıyor. O'nun işleri başka birinin gücünden yardım almaksızın gerçekleşiyor. O'nun işinde hiçbir kimsenin ne kulli ve ne de cüzi katkısı yoktur. O'nun kuvvet ve kudreti başkasından kesbedilmemiştir.

Fakat Allah'tan başkası, bir iş yaptığında, ister normal ve kolay olsun, ister olağanüstü ve zor olsun, O'nun gücü kendisinden değildir. Kendi gücüyle o işi meydana getirmiyor.

Başka bir deyişle:Şayet bir mevcut için, vücut veya tesir açısından bağımsız olduğunu kabullenirsek, tevhit caddesinden sapmış oluruz. Zira varlık asaletinde bağımsızlığı itikat etmek, O'nun, varlıkta Allah'a ihtiyaçsızlığı ile eşittir. Böyle bir mevcut da varlığında bir şeye ihtiyacı bulunmayan ve varlığı bizzat kendinden olan Allah'tan başkası değildir.

Aynı şekilde, şayet O'nun varlığını Allah'ın mahluku olarak bilsek, fakat gerek normal ve gerekse ... BOŞLUK VAR ?

-------------------------

- Keşful Esrar, sayfa. 51.

---------------

16.BÖLÜM

 

ALLAH'I EVLİYALARIN HAK VE MAKAMINA YEMİN VERMEK

Vehhabi fırkası ile diğer İslam fırkalarının arasında ihtilaflı olan kanunlardan birisi de, onların aşağıda kaydedilen iki tür yemini haram ve kimi zamanda ibadet de şirk olarak bilmeleridir. O iki tür yemin şunlardır:

1- Allah'ı evliyaların hak ve makamına yemin vermek
2- Allah'tan başkasına yemin etmek.
Şimdi biz her iki mevzuyu bu bölümde araştırmaya koyulacağız.

ALLAH'I EVLİYALARIN MAKAMINA YEMİN VERMEK

Kur'an-ı Kerim bir topluluğu şu sıfatlar ile tarif ediyor: " "- "(Onlar) sabredenler, doğru olanlar, gönüllerden boyun eğenler, infak edenler ve "seher vakitlerinde" bağışlanma dileyenlerdir." Ali imran /17.

Şimdi şayet birisi, gecenin ortasında gece namazını ( teheccüd namazı )kıldıktan sonra ilahi dergaha yüz çevirip Allah'ı bu topluluğun makam ve mevkisine yemin vererek şöyle dese:

-"Ya Rabbi! Beni bağışlaman için seni seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerin hakkına yemin veriyorum."
Bu ameli nasıl "ibadette şirk" olarak niteleyebilirsiniz. Zira "ibadette şirk" Allah'tan başka birine ibadet etmek ile olur. Veya Allah'tan başkasını Allah bilmek veya Allah'ın işlerinin sebebi olarak görmek şirk sayılır. Oysaki biz bu dua da Allah'tan başkasına teveccüh etmedik ve ondan başka birinden de bir şey istemedik.

Buna göre, eğer böyle bir amel haram olursa, "şirkten" başka ayrı bir nedeni olmalıdır.
Biz burada "Vehhabi" yazarlar için bir noktayı hatırlatmakta yarar görüyoruz, o da şudur: Kur'an müşriki (elbette ibadette şirki) muvahhitten ayırmak için bir mihenk (ölçüyü)hatırlatmıştır.

Bu hatırlatmayla da "müşrik" kavramını kişinin kendi anlayışına göre yorumunu kapamıştır. O mehek şu ayettir:
- Sadece Allah anıldığı zaman, ahrete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa ondan başkaları anıldığında ise, hemen sevince kapılırlar. Zümer / 45.
Diğer bir ayette de müşrikler olan "mücrimleri" şöyle vasıflandırıyor:
- Çünkü onlara: "Allah'tan başka ilah yoktur. Denildiği zaman, büyüklük tasarlarlardı."
Ve derlerdi ki: Biz, deli bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz? Saffat /35-36.
Bu iki ayetin hükmü gereği: Kalbi, Allah'ın adının anılmasıyla öfkeyle kabarıp, diğerlerinin (sahte ilahların) anılmasıyla da sevince kapanan veya Allah'ın birliğine itiraf etmekten kibirlenen insan müşriktir.

Bu ölçü gereği, gece yarısı, karanlık perde arasında, Allah'tan başkasını çağırmayan, O'nu anmaktan zevk alarak tatlı uykuyu kendine haram kılan, o'na münacat edenve o'nu makamına en yakın olan muvahhit dostlarının hürmetine yemin veren birisi, acaba müşrik olabilir mi? Allah'ı anmaktan ölür mü? Ve Allah'ın vahdaniyetini itiraf etmekten kibirlenir mi?

Vehhabi yazarlar hayali ve uydurma kaynaklarıyla niçin kendilerini Allah'ın yakın dosları, diğer muvahhit müslümanları müşrik olarak nitelendiriyorlar?
Böylesine bir mehek (ölçü) ile, yüzde doksan dokuz ehl-i kıbleyi "müşrik" ve yalnızca "Necid" ahalisini de "muvahhit"olarak bilemezsiniz.
"İbadette şirk" tefsirini bizim irademize bırakılmamıştır ki, dilediğimiz şekilde yorumlayalım. Ve arzu ettiğimiz kitleyi "müşrik" diye damgalayalım.

EMİR'ÜL MÜ'MÜNİN (ALİ (a.s) )VE ALLAH'I EVLİYANIN MAKAMINA YEMİN VERMEK

Biz "Emir'ül mü'minin" yaptığı dualara baktığımızda, bu tür yeminleri açık bir şekilde müşahede etmekteyiz.
İmam, gece nafile namazlarını kıldıktan sonra, şu duayı okuyordu:

- Ya Rabbi! Ben Senden sana sığınanların (senden başka sığınak düşünmeyenlerin)senin izzetine iltica edenlerin, Senin gölgen altında karar bulanların, senin ipine sarılanların ve senden başkasına gönül vermeyenlerin hürmetine senden istekte bulunuyorum.
Yine o hazret, kendi dostlarından birine öğrettiği duasında şöyle söylüyor:"

- Ya Rabbi! Senden isteyenlerin, sana teveccüh edip sığınanların, senin dergahına boyun eğenlerin hakkına ve sana çölde, dağda, denizde ve karada ibadet edenlerin hakkına, seni tüm çareleri tükenen birisi gibi çağırıyorum.

Hakkın dergahına doğru yapılan ruhu harekete geçiren ve yalvarışı izhar eden böylesine bir münacaatın neticesi, tevhidi güçleştirmekten (Allah'tan başka sığınacak yoktur gibisine) ve bir nevi Allah'a teveccüh etmek olan Allah'ın dostlarına alakayı belirtmekten başka, herhangi bir sonucu olabilir mi?

Bu konuları göz önünde tutarak, "Vehhabilerin" sofrasında her cinsten daha fazla bulunan, küfür ve şirk bühtanlarından sarfınazar edip, meseleyi diğer açılardan mütalaa etmeliyiz.
----------------

- Sahifei Aleviyye, sayfa:51

--------------
Vehhabilerin bu katılıkları karşısında onların bazı ılımlıları "Allah'ı evliyaların hakkına yemin verme" mevzusunu, haram ve kerahet kalıpları içerisinde ele almış, konuyu küfür ve şirk dairesi içerisinde mutalaa eden "Sen'ani'nin" aksine, küfür ve şirkten söz etmemişlerdir.

Konunun mihveri aydınlığa kavuştuğuna ve konuyu "haram" ve "mekruh" hudutları içerisinde ele almamız gerektiği hususu malum olduğuna göre, böylesine bir tevessülün sahih olduğu delilini aydınlığa kavuşturmamız lazım.

İSLAM'DA BÖYLE YEMİNLERİN VÜKUU

İslami hadislerde böylesine yeminler vuku bulmuştur. Kimi peygamberlerden ve kimisi de Ehl-i Beyt'ten naklolunan böylesine güvenilir rivayetlerin varlığıyla, onu haram veya mekruh hesap edemezsiniz.
Hz. Peygamber (s.a.a) gözleri görmeyen, birisine şöyle bir dua okumasını öğretti:

- Ya Rabbi! Rahmet nebisi olan Muhammed nebinin hakkına sana teveccüh ediyor ve senden istekte bulunuyorum.
"Ebu Said-i Hudri Hz. Peygamber (s.a.a)'den şu duayı nakletmiştir:
Hz. Adem (a.s) şu şekilde tövbe etti:

Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'nin annesini defnettiğinde, onun hakkında şöyle dua etti:"
"Annem" Esed kızı Fatime'yi bağışla. Benden ve benden önceki peygamberlerin hakkı hürmetine yerini geniş eyle.( Kabir azabından koru )
----------------------

- Süneni İbn-i Mace. c. 1 s. 138; Müstedrek-i Hakem c. 1 s. 313; El-tac c. 1 s. 286.
- Sahihi İbn-i Mace c. 1 s. 261-262; Müsnedi Ahmet c. 3 hadis:23.
- El-Dürrül Mansur c. 1, s. 59; Müstedreki Hakem c. 2, s. 615; Ruhil Meani c. 1 s. 217 (tevessül bölümünde bu hadislerin geniş metinlerini gördünüz.)
- El-Füsulül Mühimme s. 31 yazarı İbn-i Sebağı Maliki, 355'de vefat etmiştir.
-------------------

Bu tür cümlelerde, her ne kadar "yemin" kelimesi geçmişse de, fakat onun anlamını ifade eden kasem (B) harfi, Allah'ı evliyaların hakkına yemin verme manasına gelmiştir. "Ya Rabbi senden saillerin hakkına senden istekte bulunuyorum."Sözü şu anlama geliyor: Ya Rabbi seni onların hakkına yemin veriyorum."

Dördüncü İmamdan Sahife-i Seccadiye'de naklolunan dualar, bu tür tevessüllerin doğru ve sahih oluşunu kanıtlıyor. O duaların manalarının yüceliği, kelimelerinin fesaheti ve anlamlarının belağeti, İmamın kendi sözleri olmadığına dair akla gelebilecek her türlü şüpheleri ortadan kaldıracak özellikte olduğu için ayrıca deliller sarfetmemize ihtiyaç bırakmıyor.

İmam-ı Seccad (a.s) Arefe'de Rabbi ile şu şekilde münacat ediyordu:"
- "Ya Rabbi! Diğer mahlukların içerisinden seçtiklerin ve kendin için beğendiklerin hakkına yeryüzü varlıkları arasından seçtiklerin ve onları kendi makamını tanımaları için yarattıkların hakkına ve onlara itaatı kendine ve onlara düşmanlığı kendine düşmanlık olarak hesap ettiklerin hakkına."
İmam Sadık (a.s) kendi büyük ceddi'nin (Hz. Ali a.s)'ın kabrini ziyaret ettiğinde, ziyaretinin sonunda şu duayı okurdu:

- Ya Rabbi! Duamı müstecap eyle, senamı kabul buyur, Muhammed, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin (a.s) hakkı hürmetine benimle evliyalarının arasını cem eyle.
Dualarında Allah'ı dostlarının hakkına yemin veren yalnız Hz. Seccad (a.s) ve Hz. Sadık (a.s) olmamıştır. Şia'nın pak önderlerinden naklolunan duaların çoğunda, o tür tevessüller yer almıştır.

-----------------
- Sehife-i Seccadiye 47. Dualar.
- Eminullah ziyaretinden nakledilmiştir.
-----------------
Özgürlük erlerinin gururu Hz. Hüseyin b. Ali (a.s) bir duasında şöyle buyuruyor:
- Ya Rabbi ! Duamı kabul buyurman için seni kelimelerine ve izzet merkezine, yer ve göklerdeki sakin kıldıklarına, peygamberler ve elçilerine yemin veriyorum. Zira işimi zorluklar örtmüştür. Senden Muhammed ve evlatlarına selam göndermeni ve benim işimi kolaylaştırmanı istiyorum.

Bu tür dualar, sözü alabildiğine uzatabilir. Biz daha fazla uzatmamak için sözü burada kesip karşı tarafın itiraz ve delillerini açıklamaya başlayalım.

İLK İTİRAZ

Allah'ı mahluka veya mahlukun hakkına yemin vermenin haram olduğuna dair alimler ittifak etmişlerdir.

CEVAP:

İcmanın manası, İslam alimlerinin tüm asırlarda veya her asırda hükümlerden birisi üzerinde görüş birliği içerisinde olmalarıdır. Bu durumda, Ehl-i sünnet bilginlerine göre, görüş birliğinin oluşması şer'i delillerden biri sayılır. Şii bilginleri açısından ise, ümmet içerisinde yaşamakta olan masum imamın muvafakat göstermesini ve onaylamasını hikayet etmesi bakımından delil sayılır.

Şimdi biz soruyoruz: Acaba bu konu hakkında gerçekten böyle bir görüş birliği var mıdır? Biz Şii alimlerini ve diğer Ehl-i sünnet alimlerini bir kenara koyalım, yalnızca dört mezhep kurucularının nazarlarını senet olarak ele alalım.

Böyle bir taktirde dahi, acaba şu dört önder, bu konunun haram olduğuna dair görüş birliği içerisinde fetva vermişler midir? Şayet vermişlerse, onların fetvalarının metinlerini kitapların isimleri ve sayfa numaralarıyla birlikte açıklamanızı rica ediyoruz.
-----------------

- Keşf-ul İrtiyab s. 32 "El-Hediyyet'un Nesifye" kitabından nakledilmiştir.
-------------

Aslında Ehl-i Sünnet alimlerinin hadis ve fıkıh kitaplarında bu tür tevessül söz konusu edilmemiştir ki hakkında görüş belirtilsin. Böyle bir durumda "el-Hediyyet-üs Seniyye" kitabının yazarının iddia ettiği icma nerededir? Bu yazarın haram olduğuna dair sözünü naklettiği tek şahıs, "el-İzz İbn-i Abdüs Selam" namındaki meçhul bir şahıstır. Öyle zannedilmiş ki İslam alimleri, yalnızca "el-Hediyyetüs Seniyye'nin" yazarı ile "el- İzz ibn-i Abdüs Selam" da hülasa edilmiştir. (yani bunlardan başka İslam alimi yoktur).

Sonra da "Ebu Hanife" ve öğrencisi "Ebu Yusuf"tan "bi hakkı falan" (falanın hakkına) diye söylemenin mekruh olduğunu söylediklerini nakletmiştir.
Özetleyecek olursak, bu konuda icma diye bir delil mevcut değildir.

Bu iki şahısın fetvası da, bu konu hakkında peygamberden ve onun Ehl-i Beytinden gelen güçlü hadisler mukabilinde (ki Ehl-i Sünnet alimlerinin ittifaklarına göre peygamber ve Ehl-i Beytinin hadisleri sıkl-i asğer ve hüccettir) bir değer teşkil etmez. Ayrıca o fetvanın "Ebu Hanife"ye nispetinin sahih olduğu da tespit edilmiş değildir.

İKİNCİ İTİRAZ:

- Allah'tan mahluk hakkına istekte bulunmak caiz değildir. Zira mahlukun halik üzerinde hakkı yoktur.
Böylesine bir delil, sarih nassın karşısında içtihat etmekten başka bir şey değildir.

Şayet gerçekten mahlukun halik üzerinde hakkı olmasaydı, ileride nakledeceğimiz hadislerde Hz. Adem ve İslam Peygamber (s.a.a)'i niçin Allah'ı böyle haklara yemin verdiler ve Allah'tan niçin bu haklar hürmetine isteklerde bulundular.?
---------------
- Sakaleyn hadisi İslam'ın tevatürlü hadislerinden biridir. İnatçılardan başka hiç kimse onun tevatüründe şüphe etmemiştir.
- Keşf-ul İrtiyab, s. 331 Kaduri'den naklen.
------------------

Ayrıca, Kur'an ayetleri hakkında ne söyleyebiliriz? Zira Kur'an, bazı yerlerde kullarının Rablerine karşı bazı haklarının olduğunu vurgulamıştır. İslami hadislerde de aynen öyle olmuştur.

Şimdi ayetlere bakalım:
- İman etmekte olanlara yardım etmek, bizim üzerimize bir haktır.
- Tevrat'ta, İncil'de Allah'ın üzerine gerçek olan bir haktır.
- Mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

- Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerin (kidir).
Sağlam bir dayanaktan yoksun olarak bir kısım hayaller ile bunca ayeti kendi görüşümüze göre te'vil etmemiz doğru mudur ?
Şimdi de hadislerden örnekler nakledelim:

1 - "İffetini haramlardan korumak için evlenmek isteyene yardım etmek Allah'ın üzerine haktır."
2 - Allah'ın Resulü şöyle buyuruyor:

- Üç gurup kimselere yardım etmek, Allah'ın üzerine haktır: Allah yolunda cihat edene, bir miktar meblağ ödeyerek özgürlüğüne kavuşacak köleye, evlenmek yoluyla iffetini korumak isteyen gence.
-----------------------
- Rum Suresi, ayet / 47.
- Tevbe Suresi, ayet / 111.
- Yunus Suresi, ayet / 103.
- Nisa Suresi, ayet / 17.
- El-Camius Sağiri Suyuti, c. 2 s. 93.
- Sünen-i İbn-i Mace, c. 2 s. 33.
---------------------
3- Kulların Allah üzerine olan hakkı biliyor musunuz ?
Evet, aslında hiç bir ferdin asırlarca ibadet edip O'nun karşısında hüzu ve huşuda bulunsa dahi, Allah'ın üzerinde hakkının olmayacağı malumdur. Zira kulun neyi varsa, hepsi Allah'tandır. Kul hiçbir şeyi kendisinsen sarf etmemiştir ki, bizzat karşılık almaya hak kazansın.

Buna göre, bu durumlarda beyan edilen haktan gaye, Allah (c.c) kendine has inayetinden kaynaklanan ve O'nun ilahi makam ve menzilinden, onlar için lütfedilen mükafatlardırve Allah bu lütufları uhdesine almıştır. Bu gibi hakları Allah'ın kendi uhdesine alması, O'nun azamet ve büyüklüğünün belirtisidir.

Allah kendi lütfu ve merhameti yüzünden, o hakları kendi üzerine alıp, mahlukunu talep kar ve kendisini de borçlu olarak göstermediği taktirde, hiç bir kulun Allah üzerinde hakkı yoktur.

Mahlukun Allah üzerinde hakkı olduğu konusu örneğin; Allah'ın yoksul ve dilenci kulundan borç istemesi gibi mutlaktır. Bu gibi taahhütte bulunmak ve hak sahibi olmak, Allah'ın vaad ettiği lütuf ve kerametindendir. Bunlardandır ki, lütfunun kemallığı ile kendisini salih kullarına karşı borçlu kılmış, onları hak sahibi, kendisini de "üzerinde hak olan" kimse olarak taahhüt de bulunan biri gibi addetmiştir.
---------------
- Nihayet-i İbn-i Esir; hak maddesi.
- Bakara Suresi, ayet / 245.
---------------

17.BÖLÜM

 

ALLAH'TAN BAŞKASINA YEMİN ETMEK

Allah'tan başkasına yemin etmek konusu, Vehhabilerin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan biridir.
Onların Senani ismindeki yazarlarından biri, "Tathir-il İtikad" isimli kitabında, Allah'tan başkasına yemin etmeyi "şirk" unsuru olarak belirtmiştir "El Hidayet üs seniyye" kitabının yazarı da yine o konuyu küçük şirkten saymıştır.

Fakat biz Allah'ın fazlıyla, taassuptan uzak bir atmosfer içerisinde konuyu araştırmaya koyulup, bu hususta Allah'ın kitabını, peygamberin sünnetini ve masum imamların sahih hadislerini kendimize aydınlatıcı ışık yapacağız.

ALLAH'TAN BAŞKASINA YEMİN ETMENİN CAİZ OLDUĞUNA DAİR BİZİM DELİLLERİMİZ

 

İLK DELİL:

Kur'an-ı Kerim en yüce önder en ağır emanet ve her Müslüman'ın canlı bir örneğidir. Bu kitapta Allah'tan başkasına yemin edilen onlarca mevzular varid olmuştur. Fakat onların tümünü bir araya toplamak konunun uzamasına yol açar.
Yüce Allah, yalnızca "Şems" suresinde kendi mahlukundan dokuz tanesine yemin etmiştir.

Onlarda şunlardır: "Güneş, Güneşin nuru, Ay, Gündüz, Gece, Gök, Dünya ve insan nefsi."
Aynı şekilde "en-Naziat" suresinde üç şeye , "El-Mürselat" suresinde iki şeye yemin edilmiştir. Yine "el-Büruc", "El-Tarık", "El-Kalem", "El-Asr" ve "El-Beled" surelerinde varlıklara yeminler edilmiştir.

Şimdi de şu ayetlerdeki örneklere dikkat ediniz:
- "İncire ve zeytine yemin olsun, sina dağına yemin olsun ve şu emin beldeye (güvenilir şehir Mekke'ye) yemin olsun.
-"Sarıp-örttüğü zaman geceye yemin olsun. Parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze yemin olsun."

-"Fecre yemin olsun .On geceye yemin olsun. Çift'e ve tek'e yemin olsun. Akıp-gittiği zaman geceye yemin olsun."
-"Tür'a yemin olsun. Satır (satır) dizili kitaba yayımlanmış ince deride. Ma'mur eve yemin olsun.
(Göğün) yükseltilmiş tavanına yemin olsun. Kabarıp tutuşan denize yemin olsun."

- "(Ey Peygamber) ömrüne yemin olsun ki, onlar, sarhoşlukları içerisinde kör-sersemdirler."
Kur'an da bunca yaygın Allah'tan başkasına yeminler varken, acaba yinede Allah'tan başkasına yemin etmenin şirk ve haram olduğunu söylemek mümkün müdür ?

Kur'an, hidayet için örnek alınacak bir kitaptır. Şayet o gibi yeminler kullar için haram olsaydı onu hatırlatması ve o tür yeminlerin yalnızca Allah'a mahsus yeminler olduğunu vurgulaması gerekirdi.

Kur'an'nın hedefini anlamaktan aciz kalan bazı zevksiz insanlar şöyle cevap veriyorlar:Bir şeyin Allah'tan südur etmesi güzel; aynı şeyin Allah'tan başkasından südur etmesi ise çirkindir.

Bunun cevabı gayet açıktır: zira gerçekten Allah'tan başkasına yemin etmek meselesi "şirk" ve Allah'tan başkasını Allah'a teşbih etmek olsaydı, böylesine mutlak şirki veya küçük şirki Allah'ın kendisi neden işlemiştir? Acaba Allah'ın amelen kendisine bir şirkin varlığını kabullenmesi ve Allah olmayan birini böyle bir şirkte tutması doğru olur mu?

İKİNCİ DELİL:

Hz. Peygamber (s.a.a) bazı yerlerde Allah'tan başkasına yemin etmiştir. O yerler şunlardır:
1) - Sahih-i Müslimin hadisidir:

- Bir şahıs Peygamberin huzuruna gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü hangi sadakanın mükafatı daha fazladır?" Şöyle buyurdu: Andolsun tenbih olduğun babana (en fazla mükafatı olan sadaka) sağlam olup ona hırslı olduğunda, fakirlikten korktuğunda ve gelecekte yaşamak düşüncesinde olduğunda vereceğin sadakadır."
2) - Sahih-i Müslim'den yine diğer bir hadis:

"Necd" ehlinden olan birisi peygamberin huzuruna geldi. İslam'dan sordu. Peygamber: İslam sütunları aşağıdaki şeylerdir diye buyurdu:
A) - Gece gündüz de beş namaz. Necd'li bundan başkada namaz var mıdır? diye sordu. "Hayır nafile olanlar hariç" diye buyurdu.
B) - Ramazan ayının orucu. Adam ondan başka oruç var mıdır? diye sordu. "Hayır ancak nafile olanlar vardır" diye cevap verdi.
C) - Zekat. Adam: "Diğer zekat da var mıdır ?" diye sordu. "Hayır nafile olarak vardır" diye buyurdu.

Adam peygamberin huzurundan ayrıldığında şöyle söylüyordu:"Allah'a andolsun, ne artırırım ve nede eksiltirim. Peygamber şöyle buyurdu: "Onun babasına and olsun ki şayet doğru söylüyorsa necat bulacaktır. Ama doğru söylüyorsa, and olsun babasına cennete girecektir."

3-AHMED BİN HANBEL'İN MÜSNEDİNDEN BİR HADİS

- Ömrüme yemin ederim ki marufu emredip, münkerden nehyetmek, susmaktan daha iyidir.

Bu konuda diğer hadislerde de naklolunmuştur, fakat onların teker teker nakledilmesi uzayabilir.
İslam eğitiminin en üstün örneklerinden biri olan "Ali b. Ebi Talip (a.s), kendi hutbe, mektup ve sözlerinde, mütaaddıt defalar kendi canına yemin etmiştir." Birinci halife de yine kendi sözlerinde muhatabı olan şahsın babasına yemin etmiştir.

DÖRT MEZHEP VE ALLAH'TAN BAŞKASINA YEMİN ETMEK

Vehhabilerin delillerini araştırmadan önce dört mezhep önderlerinin fetvalarını öğrenmemiz gerekir.
Hanefilerin itikadına göre, "andolsun babana ve hayatına" gibi olan yeminler mekruhtur.

Şafiilerin itikadına göre, Allah'tan başkasına yapılan yeminler, tazim cihetiyle, şirk unvanı ile olmazsa mekruhtur.
Malikiler şöyle itikat ediyorlar: Peygamber ve Kabe gibi büyük ve mukaddes şeylere yemin etmek hususunda iki tür görüş vardır:Mekruh ve haram; meşhur olanı haram oluşudur.

"Hambeliler ise, şöyle inanıyorlar: Allah'tan ve onun sıfatlarından gayrisine yemin etmek haramdır. O yeminler Peygambere veya evliyadan birisine yapılmış olsa dahi.

Bu fetvaların tümü, Kur'an naslarının, Peygamber ve evliyaların sünnetlerinin mukabilinde yapılan bir çeşit içtihattır. Ehli-sünnet nezdinde içtihat kapısının kapalı oluşundan dolayı, onlarla hem asır olan alimlerin, onların fetvalarına tabi olmaktan başka çareleri bulunmamaktaydı.
Bunlardan vazgeçsek dahi, "Ketelani" "irşad-üs Sari c. 9, s, 358"de İmam-i Malik'ten mekruh olduğuna dair olan sözünü nakletmiştir. Ve yine böyle bir yeminin haram olduğuna dair fetvanın "Hambelilere" nispet edildiğinin kesin olduğu konusunu bir kenara bırakabiliriz.

Zira "İbn-i Kadame" Hanbeli fıkıh esaslarını ihya etmek gayesiyle yazmış olduğu "El-Muğni" kitabında, şöyle diyor: "Bizim ashabımızdan bir bölümü Peygambere yapılan yemin, bozulduğunda kefaret gerektiren yeminlerdendir." Ahmet'ten şöyle söylediği nakledilmiştir: "Kim Allah Resulünün hakkına yemin eder, sonrada yeminini bozarsa, keffareti vardır.

Zira Peygamberin hakkı, şahadet sütunlarından birisidir. Buna göre de, ona yemin etmek, Allah'a yemin etmek olur ve her ikisinin de (bozulduğunda keffareti vardır)
Buraya kadar naklettiğimiz sözlerden şöyle anlaşılıyor. Dört mezhep imamlarından hiç birisi kat'i bir şekilde o tür yeminin haram olduğuna dair fetva vermemişlerdir.

Dört mezhep fakihlerinin görüşlerini öğrendikten sonra, Vehhabilerin ellerinde koz olarak kullandıkları ve o hadislerle de kanlar akıtıp ve milyonlarca Müslümanlara küfür kusan okların hedefine aldıkları o iki hadisi araştırmaya koyulacağız. ...
- "Allah Resulü Ömer'in kendi babasının canına yemin ettiğini duydu. Şöyle buyurdu: Allah sizleri babanıza yemin etmekten nehyetmiştir. Kim yemin etmek istese Allah'a yemin etsin veya sussun."

BİRİNCİSİ:

Babaların canlarına yemin etmekten nehyin nedeni, onlarının çoğunun babalarının müşrik veya putperest olmalarından dolayıydı. Bu tür şahıslarında, kendilerine yemin edilecek derecede değer, ihtiram ve kutsallıkları yoktur. Nitekim bazı hadislerde şöyle nakledilmiştir: "Ne babalara ve ne de Tağut'a (Arap putları) yemin etmeyiniz."

İKİNCİSİ:

Babaya yemin etmeyi nehyetmekten maksat, şahitlik ve dava makamında yapılan yemindir. Zira, İslam alimleri dava esnasında Allah'a ve onun zatına işaret eden sıfatına yeminden başka diğer yeminlerin kafi olmadığına dair görüş birliği içerisindedirler.

Bu kadar açık karinelere dikkatle, Peygamberin evliya ve ilahi enbiya gibi mukaddes şeylere yemin etmeyi nehyettiğini söylemek mümkün müdür? Oysaki Peygamberin nehyi, özel bir durum için olmuştur.

İKİNCİ HADİS:

-Bir şahıs Ömer'in oğlunun yanına geldi ve: "Ben Kabe'ye yenim ediyorum" diye söyledi. Ömer'in oğlu şöyle dedi: "Kebenin Rabbine yemin et" zira Ömer babasına yemin ederken Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Babana yemin etme, zira kim Allah gayrisine yemin ederse, Allah'a eş koşmuş olur."

CEVAP:

Daha önce sözünü ettiğimiz Allah'tan başkasına yemin etmenin caiz olduğuyla ilgili delilleri göz önünde tutarak, bu hadisin daha uygun bir şekilde beyan edilmesi gerekir. Şöyle ki:

Bu hadis üç bölümden teşkil bulmuştur:
1- Biri Ömer'in oğlunun yanına geldi ve Kabe'ye yemin etmek istedi, fakat Ömer'in oğlu onu bu yeminden engelledi.
2- Ömer Peygamberin yanında babası (Hattab'a) yemin ediyordu, Peygamberde onu, böyle bir yeminden engelledi ve: "Allah'tan başkasına yemin etmek şirk unsurudur" diye söyledi.

3- Peygamberin müşrike (Hattab'a) yemin etme hususunda buyurduğu: "Allah'tan başkasına yemin eden, Allah'a şirk koşmuş olur." Sözü hakkında Ömer'in oğlunun içtihadı daha da genişledi ve hatta Kabe gibi mukaddes yerlere yemin etmeyi dahi peygamberin o sözünün içerisine dahil etti.

Bu konuda bu hadis ile Peygamber ve diğerlerinin çekinmeksizin Allah'tan başkasına yemin ettiklerini belirten orta yolu şöyledir: Peygamberi "Allah'tan başkasına yemin eden Ona şirk koşmuş olur" sözü yemin edilenin müşrik olmasıyla sınırlıdır;

Müslüman veya Kur'an, Kabe ve peygamberler gibi mukaddes şeyleri kapsamamaktadır. Peygamberin bu sözünden geniş kapsamlı bir mana anlayan Ömer oğlunun içtihadı, sadece kendisini alakadar eder başkasını değil.

"Müşrik babaya" yemin etmenin şirk olmasının nedeni bu tür yeminin görünüşte onların yol ve gidişatını tasdik etmek olsa gerek.
Hadis için düşünülecek tahlillerden birisi budur. O hatanın temeli de Ömer, oğlunun içtihadıdır. Ömer'in oğlu müşrike yemin etme mevzusunda gelen hadisten, çok geniş ve daha kapsamlı bir anlam çıkartmış ve hatta o hadisin anlamını mukaddesata dahi tatbik etmiştir.

Bu konuda diğer bir tahlilimiz daha vardır. Bu tahlil birinci tahlilden hem daha açık ve hem daha nettir. Şimdi onu açıklayalım.

İKİNCİ TAHLİL:

Hz. Peygamber (s.a.a)'in: ... "Kim Allah'tan başkasına yemin ederse, ona eş koşmuş olur" sözü " Lat ve Uzza" gibi Tağutlara-putlara yemin etmek konusuyla ilgilidir, Müşrik babaya yemin etmeyle ilgili değildir. Kabe gibi mukaddes şeylere yemin etmek o sözün kapsamı dışındadır. İbn-i Ömer'in içtihadı, putlarla ilgili bu konunun (müşrik ve Kabe'ye yemin gibi) iki hususa tatbik etmiştir.

Onun içtihadı öyle yapmazsa, Peygamberin sözünde bu kadar geniş anlam mevcut olmazdı. Bu sözümüzün kanıtı da, Peygamberin diğer bir hadsinde şöyle buyurmasıdır. ...

Yeni yorum ekle